Şaşırdıklarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Şaşırdıklarım etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

3 Mart 2015 Salı

Uygar mıyız, Yoksa aç mı?

 

Henüz birkaç yüz yıldan beri kendi türümüzü yemiyoruz. Bunun dışında yediğimiz öteberiye bakacak olursanız, aynı gezegeni paylaştığımız diğer canlılar günlük diyetimizi oluşturuyor. Yani doğanın bizi şekillendirdiği halimizden pek de ileriye gidememişiz. Bu durumdayken, uygarlaştığımızı iddia edebilir miyiz?

Çevremizi diğer canlılara göre biraz daha iyi tanıyoruz. Bizim için ölümcül bir ortam olan uzayda kısa yolculuklar yapabiliyoruz. Uzayda başka dünyalar hakkında düşünüyoruz ama şimdilik onları kendimiz gibi bildiğimiz için durum korkutucu geliyor. Yani aslında gelip bizi yemelerinden korkuyoruz. Çünkü biz şimdi imkan olsa gidip uzaylıları yeriz. Üstelik üzerlerine baharatlar ve soslar dökerek. En kötüsü, pişirdikten sonra üzerlerine ketçap döker yeriz!

Market raflarında paketlenmiş dizilmiş ürünleri düşünün. Onları doğadaki halleriyle otlarken, birbirlerine sevgi gösterirken, kırlarda koşup, oynarken hayal ediyor muyuz? Yoksa onları sadece yiyecek olarak mı görüyoruz? Bu durumda guruldayan karnını doyurmak için, otların arasından ceylanlara saldırmaya en uygun anı bekleyen yırtıcı hayvandan ne farkımız var? Bana vejeteryanlıktan veya veganlıktan bahsetmeyin. Sonuçta, başka canlıları yemek söz konusu olduğunda yediğimiz şeylerin fiziksel yapılarının değişmesi bizi uygar yapmıyor. Hem tamamen sentetik ve sağlıklı gıdalar üretsek bile, hiç biri az pişmiş bir büfteğe olan açlığımızın yerini alamayabilir.

Kolayca erişebileceğimiz bir uzaklıkta, üzerinde bize benzeyen canlıların olduğu bir başka dünya olsa. Bugünkü şartlarda bu dünyaya erişebilecek halde olsak, ilk olarak aklımıza ne gelir? Tabi ki oraya ulaştığımızda hayatta kalabilmek için gezegenin mevcut imkanlarını kullanmak öyle değil mi?

Yok, bana sorarsanız bu değil uygar olmak. Damarlarınızda bir zamanlar başka canlıların hayati ihtiyaçlarını karşılayan öteberi dolaşırken uygar olmamız çok zor.

Düşünsenize, bir şekilde evrimleşmiş ve bizlerden daha iyi düşünüp uygarlaşmayı becermiş bir keçiler gezegeninin sakinleri, bizimle uygarlıklararası ilişkiye girmek isterler mi? Adamlar bizim gıda maddemiz. Yemeğimiz! Birimizin gözünü karartıp en ünlü düşünürlerini mideye indirmeyeceğimizin garantisini kim verebilir?

Aç gözlülüğümüz ve doymazlığımızın da bu konu ile ilgisi var. Diğer canlıları yemek için, hiç rahatsız olmadan yaşam haklarını ellerinden alıyorsak, kadınlara, çocuklara kötü davranan, tecavüz edip, öldüren insanlara neden şaşırıyoruz? Ya da hırsızlara, kendi çıkarından başka bir şey düşünmeyen politikacılara neden inanamıyoruz? Belki de bir gün onların yerinde olduğumuzda aynı şeyleri yapacağımız için mi? Bu nedenle mi başımıza güvenilmez, kötü düşünceli, kendini ve onu orada tutan çevresini kayıran liderler getiriyoruz?

Eğer açlığımızı gidermek için bir gün başka canlıların yaşamına son vermeyi kesecek kadar ileri gidebilirsek, işte o zaman evrendeki ileri uygarlığın kapısından içeri kafamızı uzatabiliriz belki de (tabi böyle bir şey varsa).

Eğitim, okullar ve üniversite belki bizi biraz daha az cahil yapabilir. Ancak içimizdeki avcı, saldırgan, çok derinlere gönderilmeden gerçek anlamda bir eğitimden söz etmenin pek bir anlamı yok.

İşte yukarıda anlatılanlardan dolayı, kendimizi geliştirmeli ve benliğimizi olduğundan birkaç seviye yukarı taşımalıyız. Hepsi bir anda olacak değil tabi. Ancak nesilden nesile bunu yapamazsak bizden geriye sadece niteliksiz yıldız tozu kalır.

25 Eylül 2013 Çarşamba

Linkedin Nedir?


Bir zamanlar çok belirgin çizgilerle birbirinden ayrılan Sosyal Ağ siteleri arasındaki ayrılıklar giderek belirsizleşiyor. Sosyal Ağlar daha çok kullanıcı toplama yarışında giderek birbirlerinden çok küçük ve neredeyse farkedilemez hale gelen detaylar ile ayrılıyorlar. Böyle bir yarışın kazananı olabilir mi?
Bu blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.
Merhaba, 

İş arama, bulma, yeniden arama süreçleri günümüz dünyasının vazgeçilmezleri arasında. Bu konularda çevreniz ne kadar genişse yeni bir iş bulup kendinizi günden güne geliştirmek ve daha iyi bir hayat yaşama şansını yakalamak mümkündür. Çevre genişletme konusunda sanal alemde ne yapılabilir düşüncesiyle 2002 yılında kurulan Linkedin sosyal ağ ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan bir yeni medya sitesidir.

İster istemez içerisine iş ve eleman temin etme gibi konuları da almıştır. Küresel özellikleri bulunduğu için kendi ülkenizin işgücü ile sınırlanmadan kullanıcıları arasından ilgi alanınıza göre geniş bir kesime ulaşabilirsiniz. 

Eski okul, çalışma arkadaşlarınızı buradan bulmanız mümkündür. Sosyal ağların yapısı gereği, arkadaşınızın arkadaşı, diğer sosyal ağlardaki bağlantılardan yakaladıklarınız derken, kendinizi geniş bir sosyal ağ içinde bulabilirsiniz. 

Bir dakika, bunu yapan Facebook değil miydi? Evet, aynen öyleydi ama Linkedin daha formel başlayıp geçirdiği metamorfozda Facebook tipinde bir şeye döndü. Öncelikle, 20 civarında dili destekliyor. İçlerinde Türkçe de var. Dolayısıyla, giderek daha çok Türk kullanıcı tarafından ilgi görüyor. Oyunları içinden çıkartırsanız Facebook ile Linkedin birbirine çok benzeyecektir. Başta da söyledim ya, giderek sosyal ağ siteleri birbirlerinin alanlarına giriyor diye. Sanırım yakında birinde ne imkan varsa, diğerinde de olacak.

O halde Linkedin'in farklarına değineyim biraz. Öncelikle kullanıcı davranışları sınırları belirginleştiriyor ya da ortadan kaldırıyor. Yani burada genellikle profesyonel konularda paylaşımlar yapılıyor. Gündelik siyasi, magazinsel konulara pek rastlamıyorsunuz. Dolayısıyla böyle konuları pek paylaşmıyorsunuz da. Söz gelimi CRM, yani müşteri ilişkileri yönetimi üzerine bir makaleyi okuduktan sonra beğenmişsem, altındaki sosyal medya ikonlarından mavi "in" yazan, yani Linkedin paylaşım tuşuna basıveriyorum. Gazete sitelerinde genellikle aklımın ucundan bile geçmiyor aynı tuşu kullanmak. Sosyal içerik paylaşımı konusunda, kullanıcıların tercihleri benim gibi midir bilemiyorum ama, hislerim ve davranışlarım bu sitede farklılaşıyor.

Hemen güzel bir yanına da değineyim. Bir başkasını nitelikleri nedeniyle övmek ve o niteliklerinden başkalarına bahsetmek, o kişiyi teşvik edici ve yapanı da alçak gönüllü ve takdir eden konumuna taşımaktadır. Bir süredir Linkedin, bu imkanı kullanıcılarına tanıyor. Siz özelliklerinizi yazıyorsunuz, profilinize gelen tanıdıklarınız da uygun gördüklerini onaylıyor. Sonuçta, başkaları tarafından onay almış, yetkinliklerinizden oluşan bir liste ortaya çıkıyor. Objektifliği tartışma götürür. Yine de, bir iş fırsatı için, böyle bir envanter, güzel referans olabilir. 

İlgi duyduğunuz alanlarda, haberleri ve deneyimleri paylaşmak işinize yarayabilir. Kariyerinizi yeniden yapılandırabilir, ağınız sayesinde belki yeni bir iş bulabilirsiniz.

İş ilanları vermek mümkün. Tabi belki de ilk iş ilanınızı hazırlarken sitenin gelir modeli ile tanışmanız söz konusu olabilir. Çünkü, iş ilanı vermek için bir bedel ödemeniz gerekiyor. 200 ülkeden, 225 milyondan fazla kullanıcısı olduğuna göre, verdiğiniz paranın karşılığını almanız mümkün belki, ama aynısını Facebook daha fazla kişiye ulaştırıp, üstelik bedavaya yapabilirse neler olur diye merak ediyorum.

Gelelim benim biraz kızdığım ama daha çok şaşırdığım, insan kaynakları sitelerine. Yıllardır önlerinde duran sosyal ağ sitesi örneklerine rağmen bu konuda dişe dokunur bir şey yaptıkları pek söylenemez. Ellerinde dev CV havuzları var. Ancak bu büyüklükte veriyi elde tutmak o veriyi değerli kılmıyor. Aksine, hızla elinizdeki CV'ler eskiyip değersizleşiyor. Büyük veriyi oluşturmak önemli ama içindeki değeri işe yarar kılamadıktan sonra, bunun fazla bir anlamı yok. Büyük veri, çöp yığınına verilen isim değil. İşe yarayan ve değer yaratıp, size de kazanç sağlayan veri, büyük veridir. 

Linkedin sunucuları, uzunca bir süredir yoğunluk nedeniyle sorunlar yaşamanıza neden olabiliyor. Umarım, yakın zamanda sunucu tarlalarını dünya üzerinde uygun yerlere dağıtarak, bu tür sorunları giderebilirler. Yeni Medyanın sosyal ağ siteleri, kendileri de gerçek anlamda ağın bir parçasını oluşturmak zorundalar gibi görünüyor. Facebook ve Google bu konuda iyi örnekler sergiliyorlar. Ancak onların ekonomik olanaklarına sahip olmak da pek kolay değil tabi.

İşin özü basit aslında. İster İnsan Kaynakları sitesi olun, ister Sosyal Profesyonel Ağ sitesi, yapmanız gereken basit bir şekilde iş arayan ile işgücü arayanları bir araya getirmek. Elde büyük veri olunca, bunu değerli ve kullanışlı kılmanın yolu, bu veriyi en iyi şekilde değerlendirmek ve tarafları buluşturmak için gereken başarılı site yönetimini yapmak. Bir insan kaynakları sitesi, "head hunter" yani kafa avcısı gibi davranmayı becerdiği ölçüde başarılı olabilir. Yani işe en uygun adayı belki de o adayın haberi bile olmadan bulup, tarafları birbirine bağlamadıktan sonra ağ olmamanın ne anlamı var?

Bakalım bunu önce kim becerecek?

Linkedin konusunda, özetle söylenebilecek şu. Her şeyden biraz bulabileceğiniz bir Profesyonel Sosyal Ağ sitesi. Tabi bu kadar karışıklığın içerisinde kendinizi kaybetmezseniz. İş bulma konusunda yeterliyseniz, zaten her ortamda iş bulursunuz. Gelir Modeli üzerinde yeterli düşünülmemiş ama belki de böylesi daha saydamdır. 

Profilinizi görüntüleyenlerin tam listesini görmek,
InMail ile istediğiniz kişiyle doğrudan iletişime geçmek,
Genişletilmiş profilleri görmek,
Daha fazla arama filtresi ve sonucu edinmek isterseniz aylık yaklaşık 100 lira ödemeyi göze almanız gerekiyor. Pek azımsanacak bir bedel değil. Ama "ödemeye değer mi", diyebilmeniz için bu siteyi kullanmayı öğrenmeniz gerekiyor.

Başarılı bir iş hayatı ve sağlıklı günler dilerim.
----

Linkedin fazlasıyla ciddi geliyorsa bir de şunu izleyin!

Stajyerlerin flashmob etkinliği ;)

10 Ocak 2012 Salı

Düşünen Adam

Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesinin bahçesindeki Rodin'in eserinin yeniden yapımı. 

Heykelin oldukça ilginç bir yapım öyküsü var. Dilerseniz şu linkten okuyabilirsiniz.

Bu gün bir şey daha aklıma geldi, bir kez daha şaşırdım.

Öncelikle sosyal medyada paylaştım. Sosyal medyada uzun yazılar okunmadığı için kısaca yazmıştım. Aşağıya da aynen sosyal medyada yayınladığım şekliyle ekliyorum.

Memleketimde "Düşünen Adam", Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin bahçesindeyken, hala olanlara şaşıran insanlara da ben şaşırıyorum :)))



13 Aralık 2011 Salı

Eski bir tanıdıkla karşılaşmak


Bu gün eskiden tanıdığım pek samimi olmadığım bir tanıdıkla karşılaştım. Bir süre ayaküstü sohbet ettikten sonra yollarımıza devam ettik. Dehşetle fark ettim ki, konuşmamız sırasında ve sonra tanıdığımın söylediklerini tercüme ettim.

Karşılaşıp birbirimizi nereden tanıdığımızı hatırladıktan sonra, dökülmüş beyazlamış saçlarıma kaçamak bir bakış atarak -Çok değişmişsin dedi (yaşlanmışsın, kelleşmişsin tanıyamadım demek istedi). "Evet saçları döktüm dedim."

Kendinden bahsetti ("hala yaşamdan kopmadım ben" dercesine). İşinden emekli olmuş. Biraz daha laflayıp ayrılmadan hemen önce "bir mail atarım sana" dedi ("yahu ne işim olur senle, kim bilir bir daha görüşür müyüz?" dedi gibi geldi bana). Yine de saf saf mail adresimi vermeye kalktığımda - Tamam, tamam ben dernek adresine yollarım dedi. "Olur, olur tabi dedim" (bu defa ben dernek maillerime bakmadığımı ya da en azından yılda bir falan girip temizlediğimi geçirdim aklımdan).

Uzun lafın kısası gerçek hayat da Facebook gibi, yıllarca hiç arayıp, sorma ihtiyacı duymadığın tanıdıklarınla gelecekte de görüşüp, yazışacağın pek bir şey olmuyor.

Beynimin bu şekilde hal tercümesi yapmasını farketmem beni şaşırttı bu defa :)

Görsel http://sponge-headedscienceman.blogspot.com/2011/04/old-friends.html adresinden alınmıştır.

Yerlerdeki Kartlar

Özellikle görsel paylaşmıyorum.
Son zamanlarda özellikle otellerin önlerindeki kaldırımlara akşamları atılan rengarenk resimli kartlara şaşırıyorum. Üzerlerinde resimler, telefon ve web adresleri olan kartlar!
Sadece otel önleri değil, Ankara Bahçelievler'deki Gaziosmanpaşa'daki sokak kaldırımları da zaman zaman aynı kartlardan nasibini alıyor.
Travestiler, hayat kadınları değişik bir pazarlama yöntemini yaygınlaştırıyorlar sanırım.
Giderek yayıldığına göre başarılı bir teknik.
Girişimci (!) insanımızın iş zekasına şaşırıyorum.

21 Ağustos 2011 Pazar

Maya Takvimi 2012'de bitiyor. Bu dünyanın sonu mu?


İnsanlar sanırım dünyanın sonu ile ilgili kehanetlere ve söylentilere bayılıyor. Binlerce yıl önce dünyanın güneş etrafında dönüşünü kavrayıp, bunu takvime çeviren Astek'ler takvimi 2012 yılında bitirmiş. Bunu öne sürüp 2012 yılında dünyanın yok olacağını söyleyen pek çok kişi ve buna inananlar var. Şaşırmamak elde değil.
Karikatür alt  yazısı: Sonunda Maya Takviminin sırrı ortaya çıktı.
Soran Maya: Neden 2012'de bitiyor?
Taş Ustası Maya: Kayanın üzerinde yer kalmadı.

Bu durum bana kişisel bilgisayarları yapan mühendislerin tasarım sırasında 4 yerine 2 haneli takvim kullanmaları sonunda 2000 yılına girilirken olabilecek dijital kıyametin abartılmasını hatırlatıyor. Sonuçta yine hiç bir şey olmamıştı.

2000 yılı demişken, 1999 yılının da hepimizin sonu olacağı yıllar öncesinden söylendi durdu. Sonuç ortada sanıyorum. Bu konu ile ilgili şu siteye bir göz atabilirsiniz.

İnsan ömrü oldukça kısa. Kendisi ölüp giderken, dünyanın ayakta kalmasını çekemiyor muhtemelen. Bana kalırsa tüm bu kehanetlerin ve dünyanın sonu söylencelerinin nedeni bu.

Hava durumu tahmini konusunda son derece ileri düzeyde gelişmiş bir teknolojiye sahibiz. Bu durumda bile 6 gün sonra olabilecek hava olaylarından emin olmak mümkün değil. Kaldı ki, takvim olayını çözmüş olsalar da, uygarlık olarak belirli bir düzeyi geçememiş İnkalar binlerce yıl sonra olacakları nasıl bilsinler? Yeri gelmişken hatırlatayım. Basketbol benzeri bir oyun oynayıp, yenilen takımın kaptanının kafasını kesiyorlardı. Gelişmişlikleri hakkında fikir olsun diye yazdım.

Her takvim doğaldır ki bir yerde biter. Bunu öne sürerek dünyanın sonunun geleceğinden yola çıkılarak yapılan filmler, yazılan kitaplar, tv programları ise iyi satar. Sanırım bu işin doğası bu.

Hem kendi uygarlıklarının sonunu görmeyip, önleyemeyen bir insan topluluğunun dünyanın sonunu, üstelik kendileri yok olduktan binlerce yıl sonrasını, öngörebildikleri düşüncesi size de pek imkanı olmayan bir şey gibi gelmiyor mu?

Gökyüzündeki yıldızlara bakarak, geleceği okumaya çalışan falcılar, önlerindeki çukuru görmeyip içine düşerlermiş.

Bana sorarsanız 2012'nin Aralığında dünyanın sonu gelmeyecek. Tabi bu tarihten sonra da yakın gelecekte gerçekleşecek başka dünya sonlarını iddia eden pek çok başka söylence ve bunlardan para kazananlar olacak. İşte size kesinlikle tutacak bir kehanet ;)

Son söz: Her söylenene inanmayın, uyanık ve dikkatli olun.

11 Ağustos 2011 Perşembe

Face'e Girdin Mi? Beni Şaşırtan Kısaltmalar


Toplumdaki, kısaltma merakı garibime gidiyor. En belirgin örneklerden birisi Facebook'a Face denmesi. Büyük ihtimalle dil dönmemesi asıl neden ama yine de şaşırtıyor işte beni. 12 yaşındaki kızım kesinlikle Facebook demiyor, arada ben de "Face" demeye başladım ki, sanırım bulaşıcı!


Daha komik bir örneğini geçtiğimiz yıllarda Acun Ilıcalı'nın yarışması için Türkiye'ye getirttiği Rapçi 50 Cent ile yaşamıştık. Adamın adı 50 kuruş olamayacağına göre kendine öyle bir takma isim uydurmuş ya da üzerine yapışmış bu lakap belli ki. Neyse güzel güzel eğlenen seyirci bir süre sonra birlikte geçen zamanın da verdiği rahatlıkla fifti, fifti, fifty (50 sayısının İngilmanca okunuşu) diye tezahürat yapmaya başlamadı mı ki koptuğum andır.

Bir ara SMS'in yazma zorluğu ve gerçekten kısa olması nedeniyle çok şey söyleyebilmek adına yapılan sesli harflerin düşürülmesi eylemi vardı bir de. Gerçi yazılanı her şekilde anlasak da garipti. Sanırım zamanın telefon operatörlerinden Telsim de bir ara reklamlarında kullanmıştı. Hatta Cem Yılmaz da CMYLMZ şeklinde kullanıyordu bir ara.

Anlık ileti yollanan programlarda da benzeri kısaltmalar gırla gidiyor. Tamam, yerine tmm, selam yerine slm gibi kısaltmalar pek seviliyor anlaşılan. Zaten bunlara şaşırmıyorum.

Amatör telsizcilik'de de Mors kodu kullanılarak yapılan haberleşmede maniple ile yazmanın zor olmasından dolayı Q kodları kullanılırdı. QTH = Lokasyon, QRM = Frekansta gürültü ve müdahale olması hali (Q kodlarının tamamına şuradan ulaşabilirsiniz). Benzeri şekilde, rakamlarla ifade edilen kısaltmalar da vardı. 55, 88, 73 gibi. Bunlardan 73, En iyi dileklerimle (çoğul) anlamındadır. Ancak bizde her nedense 73'ler olarak uzatılarak kullanılır (Amatör Telsiz Jargonu ile ilgili buraya bakabilirsiniz). Çok önemli değil ama insanın hobisi ile ilgili Jargonu yanlış bilmesi de garip doğrusu. Bu konuda 1999'da Antrak Gazetesinde yazdığım yazıyı buradan okuyabilirsiniz.

Neyse, bu yazı da bu kadar. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

26 Temmuz 2011 Salı

Maden Suyu ve Soda Şişeleri Neden Küçüktür?


Hep canımı sıkar, maden suyu ve soda şişeleri genellikle 250 cc'dir. Şişelenmiş pek çok diğer içecek bundan daha fazladır. Genelde 330 cl. Maden suyu içerik olarak zengin mineraller ve karbondioksit gazı barındırsa da sonuç itibariyle sudur.

Yahu, 250 cc su ile susuzluğunu giderebilen var mı? Hele ki bu sıcaklarda?

Böyle cüce şişelenip satılan maden suları beni şaşırtıyor. Sanki içeriği çok değerli de, o nedenle fazla üretilip satılamıyor. Ne bileyim, maden suyu üreticileri kalkıp 330 cc'lik ya da yaygın olarak 0,5 litrelik ürünler üretse ondan tonlarca alasım gelir (yarım litrelik üretenler var onlar süper ama bulunmuyor ki!).

Kendimi bildiğimde piyasada Afyonkarahisar ve Kınık maden suları vardı ve onlar da böyle küçük şişelenmişlerdi. Sanki birinin laf olsun diye ortaya attığı bu ilk şişeler Türkiye'de Endüstri standardını belirlemiş. Akmina bunun biraz dışına çıkmış ve büyükçe şişeler kullanmış olsa da o da dönüp cüce şişelerde ürün pazarlamaya başladı, iyi mi?

Umarım bu durum değişir de, şöyle doya doya, kana kana maden suyu içebiliriz. Ne yapayım, gazlı su seviyorum...

22 Temmuz 2011 Cuma

Ölmeden Mezar Yeri Almak


Zaman, zaman üzücü nedenler ile mezarlıklara düşüyor yolum.

Hayatını kaybeden dostların son yolculuğunda, kendilerini sevenleri ile birlikte uğurlamak, hayatın gerçeklerinden biri. Ölümden kaçılamıyor.

Böylesi zamanlarda yine ölüm kadar insanca olsa da beni şaşırtan bir durumu burada paylaşmak istiyorum. Kimileri, tercihen mezarlığın iyi yerlerinden bir iki mezar kapatıyor. Bazıları bir öte aşamasını da gerçekleştirip blok aile kabristanı yeri satın alıyor.

Bu duruma çok şaşırıyorum. Mezarlığın iyi bir yerinden mezar almak nasıl bir düşüncedir? "Gelen giden çok olur, bari ayak altı bir yer olsun da kolayca bulsunlar" mı? Yoksa "yerimiz belli olsun" mu? Ya da parayı malı mülkü götüremiyoruz bari iyi bir yerde yatalım mı? E, madem öyle, Rahmetli Can Yücel Gibi Datça'ya gömdürsenize ölü bedeninizi! Yok, "kendi memleketimizde olsun, gelenimize gidenimize zorluk çıkmasın" der gibi oluyorsunuz, biliyorum da...

Ya aile kabristanı almak? Sülalece "bir arada olalım, birlikte canımız sıkılmaz" düşüncesi mi?

Şöyle üzerinden 200-300 yıl geçtiğinde bakalım o mezar yeriniz hala orada duracak mı? O bile belli değilken, bu kadar çaba niye? Firavunları bile yattıkları yerlerinde rahat bırakmadık ki, bakalım sizler o yerleri ölümünüzden sonra elinizde tutabilecek misiniz?

Şaşırtıcı gerçekten şaşırtıcı!

Sağlıcakla ve olabildiğince bu dünyada, uzun ve mutlu kalın.

1 Ocak 2011 Cumartesi

Ferrari'sini Satan Bilge


"Ferrarisini Satan Bilge" kitabını okurken, her sayfada yazan özlü sözlerin altını tek tek itina ile çizen, bu nedenle de incecik kitabı birkaç ayda bitirebilen bir adam tanıyorum. Düşününce, bu durumun şaşırtıcı olduğuna karar verdim.

En komiği de o kadar özene rağmen kitaptan hiç ders almamasıydı!

Bu da 2011'in ilk yazısına konu oldu ya bu da şaşırtıcı işte.

14 Aralık 2010 Salı

Araba Camlarının Buhulanması


Araç camları özellikle soğuk günlerde ya da yağmur aniden bastırdığında buğulanır ya. Bunun nedeni aracınızın havalandırma sistemini dışarıdan hava almayacak durumda olmasıdır. Bir başka deyişle, aracınızın havalandırması içindeki havayı kapalı devre çevirip durmaktadır.

Böyle araçlar gördüğümde şaşırıyorum. Bu kendi üretmediğimiz bir teknolojiyi tam olarak kullanamadığımızı gösteren acı örneklerden biridir. Araçtaki yolcuların nefes almaları ile ortaya çıkan nem, soğuk camlara çarptığında yoğuşup sıvıya döndüğünden camlar içeriden buğulanmış olur.

Peki çözüm ne? Aracınızın dışarıdan hava alabilmesi için havalandırma tesisatında gerekli ayarı yapmanız. Eğer klimanız var ise bunu çalıştırmanız (garip gelebilir ama aracı soğutan sistem aynı zamanda içerideki nemi de alır).

Bir Türk için zor gelse de (buna ben de dahilim yanlış anlaşılmasın!) aracınızın kullanım klavuzunu okuyun.

Şimdi de, aracımı aldıktan 1,5 sene sonra fasılalı sileceği ayarlamayı ve 2 sene sonra uzaktan kumanda düğmelerine basılı tutunca camların kapanıp açılabildiğini keşfeden bendenizin böyle bir tavsiye verebilmesine şaşırdım. Olsun, bilgi paylaşarak çoğalır. Tabi okuyan olursa!

14 Eylül 2010 Salı

Trafik İşaretleri Artık Hedef Olmuyor


Bu yaz yollarda bir şey dikkatimi çekti. Eskiden tüm trafik işaretleri delik deşikti. Eline silahı alan hedef tahtası niyetine hem de araba ile hareket halindeyken, bu savunmasız trafik işaretlerine ateş edip dururdu.

Sanırım yıllardır yaralı trafik işaretleri ve panolarını değiştirmek Karayollarına ciddi maliyet olmuştur.

Bu sene bir iki istisna dışında vurulmuş tabela ve trafik işaretine rastlamamış olmaktan dolayı şaşırdım.

Sanırım bu durum iyiye işaret.

2 Haziran 2010 Çarşamba

Mevsimlik İndirimler


Özellikle giyim mağazalarının yaptıkları mevsimlik indirimler beni şaşırtıyor.

Mevsimin başından sonuna kadar indirimsiz fiyatla sat, mevsim sonu geldiğinde indirim yapıp aynı ürünleri yarı fiyatına sat. Bu durumda indirim olmadığı zamanlarda sattığın ürünlerden alanları enayi durumuna koymuş olmuyor musun? Ayrıca indirim yapıp da kar edebiliyorsan, hep düşük fiyattan sat gitsin.

Daha da komiği, indirim için üretilen ürünler diye bir kavram olması. Yani mevsiminde satılan ürün diye aldığın ürün aslında indirim zamanı satılmak için üretiliyor. Bu daha da şaşırtıcı.

Teknolojik ürünlerde durum çok daha garip. Ürün eğer marka ve özel bir içerik ürünüyse üretim maliyeti ile satış fiyatı arasında uçurum olabiliyor. Apple bu işi en iyi uygulayanlardan.


2 milyon adet iPad bir çırpıda satıldıktan sonra Türkiye'de olası satış fiyatı 1200 TL civarında olacakmış. Benim tahminimle 300 lira gibi bir maliyeti olan cihaz için yüksek bir bedel değil mi? Bu da şaşırtıcı işte.

24 Mayıs 2010 Pazartesi

Pisa Kulesinde Pizza Yenir mi?

Tadım Pizza'yı Üniversite yıllarımdan beri bilir ve severek orada yemek yerim. Bu keyfimi eşimle ve çocuklarımla da paylaşıyoruz. Ailecek geçenlerde Tadım Pizza'ya bir ziyaret daha yaptık. Sevdiğimiz ortamda güzel bir yemek yedik. Çocuklara da birer balon verdiler. Evde az önce bu balonlardan biri gözüme ilişti ve fotoğrafını çektim.

Yıllardır gördükçe aklıma takılan, İtalya'nın meşhur yatık kulesinin resmi pizza yazısında "i" harfinin yerini almış. Malum kule, "Pisa Kulesi" olarak da bilindiğinden sanırım bu logo tasarlandığı sırada çağrışım yapmış. İşte biraz alakasız ama ses benzeşimi mi desem bilemiyorum, ne zaman görsem şaşırırım bu logoyu.

Hatta bir defasında o taraflara gittiğimde sırf "İtalik" düzende duran yazıyı adam etmek, kuleyi düzeltmek için elimden geleni yaptım ama çabalarımın pek bir faydası olmadı sanıyorum. Aşağıda bu çabamın kanıtı yer alıyor.




Şaşırdıklarım dizisi aldı başını gidiyor. Ben de ne kadar çok şeye şaşırdığıma şaşırıyorum ya neyse.

21 Mayıs 2010 Cuma

Alışveriş Merkezinden Mall'a

Alışveriş Merkezi kavramı oturmuşken çok lazımmış gibi bunun Amerika'daki şekli olan "Mall"ı her bir yere iliştirmek pek bir tercih edilir oldu da, ona şaşırıyorum.

Örnekleri Ankara'dan vereyim: Ankamall, Malltepe, son olarak da Karum'un önüne diktikleri totemlerin üzerine Mall yazmışlar.
 Bu ad birleştirmeleri ve göndermeler çok da gerekli bir şey değil. Siz ne düşünüyorsunuz?

17 Mayıs 2010 Pazartesi

Bilimkurgu Filmlerde Şaşırdıklarım


Ne zaman bir bilimkurgu (Science Fiction) film seyretsem bazı detaylara takılıyorum. Geçen gün bir bilimkurgu daha seyrettim. Film bilimkurgu, konu ise bildiğiniz eski sömürgecilik yıllarını anlatan bir ana temaya sahip. İnsanlar gezegene gelip doğal kaynakları sömürüyorlar. Sen kalk bunca yolu gel, genetikte  son noktaya gel uzaylıların bile kopyasını üret, her türlü atmosfer şartlarında uçabilen araçlar yap, galaksiler arası gitmeyi becer, sonra gittiğin gezegende orta çağ kuralları işlet. Bu mu uygarlık?

Sadece bu film değil pek çok bilimkurgu filmde bazı şeyler beni şaşırtır.

Unutmadan bilimkurgu konusunda kesinlikle hiç bir şey söyleyemediğim ve o dönemde böylesi kült bir film yapabildikleri için kendilerine saygı duyduğum "Dünyayı Kurtaran Adam" filmi ekibini ayrı tutuyorum.


Bilimkurgu Dizi ve Filmlerde Şaşırdıklarım:
1) Bilim kurgu filmler ne kadar geleceği ya da yeni durumları anlatmaya çalışsa da aslında insanlık tarihinden konuları alıntılıyorlar (yeni bir takım konular bulanı az)
2) Olası akıllı yaşam şekilleri, nedense hep insansı (humonoid) Bildiğiniz insan vücudu, popüler vücut şekli boyutu, parmak sayısı (arada 3 parmak popüler) değişebiliyor.
3) Yaşam şekilleri anlaşılmaz bir biçimde birbirleri ile ilişkiye geçebiliyor (konuşuyor, aşık oluyor, savaşıyor vs.)
4) Tüm belalar ABD'yi buluyor. Tüm uzaylılar gene ABD'yi öncelikle ziyaret/istila ediyor. Gene dünya batsa kurtulan 5-10 kişi ABD'li oluyor.
5) Uzaylılar hep kötüler. Ya da dünyalılar kötü. İlla bir düşman var.

Bu liste uzatılabilir tabi ama uzun yazıları okumaktan sıkılanları düşünerek burada kesmek en iyisi.

16 Mayıs 2010 Pazar

Nikon Coolpix P100





Nikon Coolpix P serisinden iyi bir makine çıkarttı. Nikon Coolpix P100. Aslında SLR makinelere benzese de bir SLR değil. Ancak kompakt sınıfında oldukça iyi bir cihaz olduğu ortada. 

26x yaklaştırma özelliği var. İyi fotoğraf çekiyor doğal olarak. Full HD (1080p) film çekebiliyor. Dolayısıyla aynı zamanda video kamera olarak da kullanılabilir. Film çekerken stereo ses kaydı da yapıyor. P100 Film çekerken optik zoom yapabiliyor (bazen zoom yaparken görüntüyü titretebiliyor).

Arka aydınlatmalı (düşük gürültülü) CMOS bir sensörü var. 10.3 Megapiksel. 3 inch'lik (7,5 cm civarı) ekranı yerinden çıkıp aşağı yukarı dönebiliyor. Vizörü var ancak elektronik. Arka arkaya fotoğraf da çekiyor (10 foto/saniye) üstelik oldukça hızlı yapıyor bunu. Spor etkinliklerinde çekim yapmayı kolaylaştıran bu özelliği ile çok işe yarayabilir gibi görünüyor.

Tek sorun Türkiye'de 1300 ile 1100 TL arasında satılan bu cihaz ABD'se 350 USD fiyatla satılıyor. Dolayısıyla alırken nereden alacağınızı iyi düşünmek gerekiyor. Sanırım bu yönüyle de "Şaşırdıklarım" etiketini de hakediyor.

Media Markt'te inceleme şansım oldu. Ben makineyi sevdim. Böyle bir makine almayı düşünenlere tavsiye ederim. En azından görüp inceleyin. 

Ek:
Bu makineyi yurt dışındaki bir arkadaşıma rica edip getirttim. Çok memnun kaldığımı söyleyebilirim. Gerçekten karanlık ortamlarda oldukça başarılı ve gürültüsüz fotoğraflar çekmek mümkün. İşte size bir kaç örnek fotoğraf, ben çektim.
Buyrun bu da HD modda çekilmiş bir film. Site yeniden işlediğinden görüntü kalitesi düşmüş!



Bu da Youtube videosu.

11 Mayıs 2010 Salı

Ön Camı Yıkarken Çuvallayanlar

Arabanın ön camını yıkarken arkadaki arabanın camını ıslatanlara şaşırıyorum. Hem kendi camını yıkamak için daha çok zorlanıyor hem de arkadakinin de camını yıkamasına zorla vesile oluyor. Oysa ayarlamak için genelde bir tornavida ya da bir toplu iğne yeterli.

Araç kullanırken başkalarının yaptıkları hatalara çok kızanlara şaşırıyorum bir de. Sanki kendileri hiç hata yapmazlarmış gibi. Ehliyet sınavında akıl yaşı tespiti yapılsa %90 sürücü ehliyet alamaz sanırım :)

4 Mayıs 2010 Salı

Müşterilerin Davranışları

İki telefon satış mağazası ve kurumsal satış kanalı olan bir şirkette yöneticilik yaptığım sıralarda bazı müşterilerin soruları beni dumur ederdi.

- Ben kontör alacaktım ama?.. ("Kendimden emin değilim, kontör yerine yarım kilo pastırma alsam daha mı iyi olur?" edasıyla sorulan soru).

- Bu nasıl garanti? Yeni 3G modem için 200 TL istiyormuş sizin servis? (Oğlu modemin usb girişini kırmış, kırık modemin garanti kapsamında olmasını gerektiğini düşünen tüketici).

- Kontör alacaktım!
- Kart mı istersiniz, hattınıza mı yükleyelim?
- Hattıma siz yükleyin.
- Telefon numaranız?
- ???
- Size kart verelim isterseniz!
- Aman verin ama ben beceremem, siz yükleyiverin bari.
- Tabi.

Kapıdan giren yaşlı tonton amca:
- Evladım şu reçetemi yapar mısınız? (yanda eczane var da arada kapı karışıyor)

Başka operatörden hattı olup da bizden kontör kartı alıp üstelik arkasını da kazıyıp yükleyemeyince kartı geri getirenler...
Mecburen geri alınıyor kontör kartı :)

3 Mayıs 2010 Pazartesi

Taharet Musluğu


Taharet muslukları, sadece ihtiyaç duyan ülkelerde üretilen alafranga tuvaletlerde yeri bulunan unsurlar. Dolayısıyla ecnebi memleketlerinde bulamayınca da, bulunca da şaşırırım. Mesela Belarus'da Minsk otelde bulmak beni şaşırtmıştır. Aynı şekilde Almanya'da bulamamak da.

Bir diğer şaşırtan unsur da, son yıllarda üretilen su çıkışını istediğiniz yöne çevirmenizi sağlayan oynar başlıklı borular. Ama asıl şaşırdığım genellikle bu zımbırtıların benzedikleri şekil ;)

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...