Uygarlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Uygarlık etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

4 Aralık 2019 Çarşamba

Cennete Gitmek İçin Ne Yapmalı?

İyi bir insan olmak, içinde yaşadığınız toplumun yaşam kalitesini yükseltir. Tüm insanların saf iyi olduğu hayali bir toplum, yaşamak için can atacağımız bir yer olur. Peki, ya öldükten sonra cennete gitmek için ne yapmalıyız?

Kadim Mısır'dan çıkan tek tanrı düşüncesi ve semavi dinler, cennetin nasıl bir yer olduğunu tekrar tekrar tarif etmişler ya da bu tariflerin yapılmasına kaynak olabilecek ipuçları vermişlerdir. Konuya inanç sistemleri açısından yaklaşalım. Genellikle cennete gidebilmek için bu dünyadaki davranışlarınız için bir hesaplama yapılır. Bu hesaplamanın sonucunda, hak edip etmediğiniz değerlendirilir ve buna göre nereye gideceğinize karar verilir. Yine de insanları bu dünyada bir düzene sokmak için cennetin tasviri yanında, cehennemin yani kötülerin cezalarını çekecekleri yerin tasviri de etkilidir. Yani, "tamam iyi olmayabilirsiniz ama kötü olmayın bari. Yoksa sonunuz budur!" mesajı verilmiştir.

Dante'nin Cehennemi
Bu resim şu sayfadan alınmıştır.
Toplumlar, henüz karmaşık hale gelmemiş, insanlar günümüze göre küçük topluluklar halinde yaşarken, iyilikler ve kötülükler için hesaplamayı yapmak kolaydır. Zira başınızdaki yöneticinin sözünden çıkmaz, inancınızın gereklerini yerine getirirseniz, kimi inanç sistemlerinde sağ ve sol omuzda bekletip yaptıklarınızın kayıtlarını tutan meleklerin topladığı iyilik kayıtlarınız, yaptığınız kötülüklere üstün gelirse, sorunsuzca cennete hak kazanabilirsiniz.

Oysa yaşadığımız dönemde dünya eskisi kadar basit değil. Artık Çin'de kanat çırpan bir kaos kelebeği yüzünden Florida kıyılarında dev bir fırtına olabiliyor. Bu etkili bir anlatım mı (mecaz veya metafor)? Yoksa gerçek mi olup, olmadığını ise bilmiyoruz. Ama fazla burada takılmayalım zira hala Dünyanın düz olduğuna inanan (!) insanlar var.

Newton sadece 24 yaşındayken 1667 yılında kütle çekim yasasını fark etti. Zaman içerisinde yer çekimi ile ilgili her türlü formülü bulduk. Şimdiye kadar bulamadığımız ise kütle çekiminin nedeni. Uzayı keşfetmeye çalışırken, Dünya'da anlamadığımız hatta keşfetmediğimiz pek çok yer var. Tek tek bireyler olarak anlama ve bilme kapasitemiz sınırlıyken dünya üzerinden iletişim imkanını artırdığımız için beyinlerimiz birlikte çalışarak, daha fazlasını anlamamıza yol açıyor. 7 milyar insanın çok küçük bir kesimi bunu yapabiliyor ama bu bile aydınlanma ve bilimsel bir sıçrayış için yeterli. Biraz savurganca olsa da, bilmek için birlikte hareket ediyor olmamız bir dönüm noktası. Tek sorun, işin hala başında olmamız. Ancak zaman algımız yaklaşık 14 milyar yaşındaki evreninki ile karşılaştırıldığında oldukça sınırlı ve dar kalıyor. Ortalama insan ömrü olarak kabul edersek; 70 yıl uzun gibi gelse de, aslında evrenin yaşı ile karşılaştırıldığında anlık bir enerji pırıltısı kadar öneme sahip.
-------------------------------
Okumak İçin Güzel Bir Gün!



Mutluluk Saçan Işık: 

Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?

Çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.


-------------------------------
Tüm bunlara karşın 2000 yıl öncesine göre çok daha entegre ve karmaşık bir insan topluluğuyuz. 2000 yıl öncesinde kesinlikle iyi olarak kabul edilecek bir hareketimiz kaos kelebeğinin etkisiyle beklenmedik ve kötü sonlara gebe olabiliyor. Sonuç itibariyle yaşadığımız dönem ve yakın zamanlarda iyi bir hareketinizin kötülük etkisi olmaması imkansız gibi.


Resimde ortada gördüğünüz masum görünümlü çocuk, ortaokulda derslerinde çok da başarılı olamamış ama resim sanatına eğilimi olan, belki de bu eğilimi biraz desteklense çok başarılı bir ressam olabilecek bir küçük insan. Avusturya'da Viyana Güzel Sanatlar Akademisi sınavında diğer adaylara göre daha başarısız olduğu için akademiye girememesi belki de İkinci Dünya savaşının çıkmasına ve milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Resimdeki masum çocuk, Adolf Hitler. Onu seçmeyerek diğer yetenekli kabul edilen adayları seçip kendilerince adil ve iyi olan akademisyenler ise bunu yaparken iyi bir amel olduğunu düşünmüşlerdi. Sonuçları günümüzde bile kötülüklere neden oluyor. İsrail'de durup dururken, hayatını öldürülerek kaybeden bir Filistinli çocuk, resimdeki çocuğun sanatçı olmamasından sorumlu olan akademisyenlerin günahlarının bedelini ödüyor. Amel defteri açık kalan bu akademisyenler de günden güne Cehennemin daha derinlerine gitmeleri için gereken günahları biriktiriyorlar. Gel de kaos kelebeği denilen sevimli şeyin aslında Şeytan olabileceği ihtimaline takılma!


Bu yazının fikri bir komedi dizisinden çıkma. (Spoiler Alert - Dizi hakkında bilgi var!) The Good Place (İyi Yer) isimli dizi; ölüp, cennete gittiklerini sanan insanlar ve onlara bu duyguyu verip, bu yolla eziyet eden zebaniler üzerine kurulu. Dizide bir bölümde günümüzden geriye doğru bir kaç yüzyıldan beri kimsenin cennete gitmeye hak kazanamadığı dile getiriliyor. Bu durumun nedeni dizide şöyle anlatılıyor. Din kitaplarının geldiği zamandaki yaşantının artık çok değişti ve günümüzde daha karışık bir toplumsal hayat bulunuyor. İyi olmak artık eskisi kadar kolay değil.

Yani belki de ne kadar iyilik yaparsak yapalım bu durum bir yerde bir kötülüğe neden oluyor. Ne yaparsak yapalım, iyiliklerimiz bir kötülükle son bulduğu için de iyi olamıyoruz. Böyle bir durum mümkün olabilir mi? Ne dersiniz?

Dalay Lama'ın zamanımızın paradoksu ile ilgili güzel bir şiiri var. Osman Balcıoğlu dilimize çevirmiş. Okuyalım...

Zamanımızın Paradoksu

Büyük evler yaptık ama ailelerimiz küçüldü.
Aletlerimiz gelişkin, yine de zamanımız yok.
Derecelerimiz yükselirken, sağduyumuz düştü.
Eskisinden daha bilgili ama o ölçüde kararsızız.
Bol bol ilaç, yanı sıra sağlık sorunu ürettik.
Aya gidip geldik, yolun karşısındaki komşularla buluşamıyoruz.

Bilgisayarlarımız gelişti, artık daha çok bilgiye ulaşabiliyoruz.
Kopyacılığımız zirve yaptı. İletişimimiz yerin dibinde.
Sayılarla aramız iyiyse de kaliteyi yitirdik.
Hazır yiyecekleri çoğaltırken, sindirim sistemimizi iflas ettirdik
Boylarımız uzadı ama karakter kıtlığı çekiyoruz.
Para üzerine para koyuyoruz ama ilişkilerde sıfıra sıfır elde var sıfır.
Pencerelerinin içinde çok şeye sahip olduğumuz, boş odalarımızda yaşama zamanındayız.

Dalay Lama

Filozoflar bu konuda nasıl düşünmüşler?

1724 -1804 yıllarında yaşamış olan Alman filozof Immanuel Kant'a göre: Eskiden insanların ahlakı algılayışı, kendi anlayışlarına ya da evrensel bir anlayışa göre değil de, hükümdarın, yani ilahi gücün, emirleri olarak görüyordu. Kant bu düzeyi "hamlık" şeklinde dile getirmiştir. Kurtuluş ise olgunlaşmaktır. Farklı insanların, farklı dinlere inandığı durumda pek çok ahlaki değerlerin değiştiğini görebiliriz. Kimi için kutsal olan şarap, başkaları için günah, kimi için lezzetli bir yemek yapılabilecek bir dana, diğerleri için kutsal bir dokunulmazlıktır. Kant’a göre olgunlaşma, bir dinin ya da kralın söylediğinden çok kendini bulmak ile olur. Özetle, Kant yukarıda anlatılanların bir bakış açısı sorunu olduğunu dile getirmiştir. Kısacası, belli bir bakış açısının sınırları içerisine kısılıp kalırsak, o bakış açısının aksaklıkları içinden çıkılmaz bir durum oluşturabilir. Oysa, kördüğüm olmuş gibi görülen mesele, başka bir bakış açısı ile yaklaşıldığında daha kolay anlaşılabilir.


Son derece zeki biri olan merhum Cumhurbaşkanı ve politikacı Süleyman Demirel benzer bir yorumu halk dili ile ifade etmiştir. Demirel, "Meseleleri mesele etmezseniz, ortada mesele kalmaz" demiştir.

Milattan önce 495 - 406 yıllarında eski Yunan medeniyetinde yaşamış olan düşünür Sophokles, "Bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur." görüşünü dile getirmiştir. Geçen iki bin beş yüz yıla rağmen geçerliliğini koruyan bu görüş belki de daha binlerce yıl geçerliliğini koruyacaktır.

Bu durum yapısal olmalıdır. Yapısal olan bir durumu değiştirmek için; durumun bilincinde olmak gereklidir. Farkında olmadığımız bir durumu değiştirmek de mümkün değildir. Bu durumda insan, içinde bulunduğu cehennemden ancak kendini tanıyarak ve mevcut durumunu değiştirerek kurtulabilir.

İçinde yaşadığı cehennemden kurtuluş için çareyi gösteren bir düşünceyi, 1856 -1950 yılları arasında yaşamış olan, İrlandalı yazar George Bernard Shaw dile getirmiştir. "Yalancının cezası kimsenin kendine inanmayışı değil, kendisinin kimseye inanmamasıdır." Söz konusu olan durum, içinden çıkılması çok kolay olsa da, ancak farkında olarak kurtulunması mümkün bir durumdur. Aslında, biraz düşünürseniz, bundan güzel cehennem olamayacağını anlarsınız. Atacağınız bir küçük adım ile içinden çıkılabilecek olan durum içinde hapsolmak en büyük cezadır. Üstelik mahkum da, hakim de, savcı da ve hatta gardiyan da sizsiniz.

1694 - 1778 yılları arasında Fransa'da yaşamış olan yazar ve filozof François Marie Arouet ya da bildiğimiz adı ile Voltaire, "İnsan hiç de kötü yaratılmamıştır; ama hastalandığı gibi kötüleşir de..." diye düşünmüştür. Belki de, içinde iyilik ve kötülüğü bir arada tutan insanın bunlardan hangisini ortaya çıkartacağı, onun yapısına ve çevresel şartlarına düşündüğümüzden çok daha fazla bağlıdır.

İyi ve kötü, birbirinden o kadar ayrı ve farklı değildir. Bu iki kavram, bir bütünün ayrılmaz parçaları olabilir.

Her Sorunu Cevabı

İyi olmak biraz da yapımızda vardır. Aynen kötü olmak gibi. Doğamız gereği iş, açlığımızı gidermeye kaldığında, canını aldığımız bir başka varlığın da, bir ailesi, çocukları olduğu, yaşamaktan duyduğu derin mutluluk, aklımıza bile gelmez. O varlık, masamıza gelen bir dilim etten başka bir şey değildir. Onun, bir zamanlar yaşadığı, kırlarda hoplayıp, zıpladığı, yeni bireyler dünyaya getirip, onlara karşı sevgi ve bağlılık duyduğu, aklımıza bile gelmez. Sadece, sevdiğimiz kadar pişip, pişmediği ve ne kadar lezzetli olduğudur aklımızdaki. Diğer hayvanlar da, insandan farklı değildir. İhtiyaçları olan besinleri, doğrudan topraktan alamayan canlıların hayatta kalmak için bir başka canlı formunun bedenini alıp, onu yemekten başka bir şansı yoktur. Bunu yaparken iyi ya da kötü bir şey yapmamakta, sadece hayatta kalarak yeni nesiller yetiştirmektedir. Durum, maddeye dönüşmüş olan enerjinin farklı bedenlerde var olması ve küllerinden yeniden ortaya çıkmasıdır. Şirin ev kedinizin size duyduğu sevgi ve yanınızda mutluluktan hoş sesler çıkartıyor olması da, pencerenin dışında gördüğü kuşları yakalayıp yemek istemesi de, doğasından gelir. İnsanın doğası da çok farklı değildir. Ancak insan, kimi zaman doğasına karşı gelebilir. Farklı olan, insanın bunları düşünüp, değiştirebilir ve sonuçları paylaşabilir olmasındadır. Ancak bu bile, aslında maddeye dönüşmüş enerjinin bilinç kazanma yolculuğundan başka bir şey değildir. Mutlak tekillik halinden, bilinçli bir canlıya dönüşmüş olan madde, önce enerji, sonra yeniden madde, sonra bir yaşam formu ve bilebildiğimiz halimizle kendinin farkında olan bilinçli bir yaşam formu olarak, kendini anlama ve bilme yolculuğuna çıkmıştır. Bir sonraki düzeyin ne olacağını tahmin etmek bile mümkün görünmemektedir. Zaten bunun, bu düzeydeki bir durum için bir önemi de yoktur.

Cenneti yaşarken bulabilirsiniz. Belki de düşündüğünüzden çok daha yakındadır. Belki de zaten yanınızda taşıyorsunuzdur. Tıpkı cehennemi de yanınızda taşıdığınız gibi.

Yaşam ve var oluş yolculuğunun size ayrılan kısmında iyi ve mutlu yaşama şansınızın olmasını dilerim.

19 Haziran 2018 Salı

Ben, Kendim ve Benliğim

İnternet dünyasında çok büyük bir bir bilgi birikimine erişimimiz var. Artık, 3000-4000 yıl önceki olduğu gibi bilgi kulaktan kulağa aktarılmıyor. Ya da sadece 20 yıl kadar önceki gibi, bilgiye erişmek için kütüphanelerde kağıt tozu yutmanıza gerek yok. Bilgiye erişmek artık görece kolay. Bir kaç iyi arama kriteri kullandınız mı her türlü bilgi emrinize amade. Tabi çöpleri filtrelemek için de biraz çaba harcamak lazım.

Peki, bilgiye ulaşmak onu anlamak ve yorumlamak için yeterli mi?

Veri artık uçsuz bucaksız bir deniz gibi. Günümüzde yapmanız gereken denizi, kapasiteniz yettiğince  alıp, tuzundan arındırmak ve kullanmak ve yeni bilgi üretmekten ibaret. Bir duvar metrelerce yüksek olabilir. Ancak unutmamalı ki duvarın yüksekliği ne olursa olsun birer birer üst üste konulan tuğlalar sayesinde böyle bir yapı ortaya çıkar. İnsanlığın oluşturduğu uygarlık da böyledir. Küçük gilgi kırıntılarının bir araya gelmesinden dev bir birikim ortaya çıkar. Her nesil yeni tuğlalar ekler. Giderek daha ileri bir uygarlık oluşur.

Bir ömür boyu öğrenmeye devam etmek, bilgileri özümsemek ve bundan işe yarar yeni düşünceler ve bilgiler üretmek zorlu bir süreç. Bu arada da arayışınıza ve yolunuza devam etmek isteyebilirsiniz. Ancak zorluklara ve sıkıntılara hazır olmanızda fayda var. Kendini bulma yolculuğu bitmeyecek bir süreçtir. Hep daha iyiye doğru yapılan bitmeyen bir yolculuk.

Tarih boyunca bilgi günümüzdeki kadar kolay ulaşılır ve herkes tarafından ulaşılır olmamıştır. Bir işin ya da ürünün nasıl yapılacağı bilgisi genellikle ya gizli tutulmuş ya da belli şartlar altında öğretilmiştir. Çünkü bilgi, güçtür. Eğer daha sağlam binalar üretmenin kolay bir yolunu biliyorsanız bu bilmeyenlere karşı doğal şartlardan daha az etkilenmeniz anlamına gelecektir. Ya da tunç silahlara karşı, çeliğe su vererek sertleştirme bilgisine sahip bir topluluğun savaşlarda daha avantajlı olması mümkündür. Tarih boyunca teknoloji ya da nasıl yapılır (know how) bilgisi kıskançlıkla diğerlerinden saklanmıştır. Yine de bu bilginin nesilden, nesile iletilmesi gereği bulunmaktadır. Bunun için de sadece hak edenlerin bu bilgiye ulaşmasına izin verilmiştir.

Sistem işlemiş olmalı ki günümüze kadar ulaşmış. Öyle batıda falan aramaya gerek yok. Lonca sistemi benzer bir örnektir buna. Kapitalizmin etkisine kadar sorunları çözmede başarılı da olmuştur.

Kendinize olan yolculuğunuzda da dimağınızı bilgi ile donatmak ve benliğinizi yüceltmek gerekir. Herkes elinden geldiğince başarılı olur. Ne kadar başarılı olduğunuzdan daha önemlisi gelişmek için kararlı olmanız ve bunun için yola çıkmanızdır. Her ilerlemeniz, sizin için çok anlamlıdır. Bireylerin birer birer ilerlemesi toplumu da ileri taşıyacaktır. Birikimler ise uygarlığı güçlendirecektir. Bireysel yücelme bu yüzden önemlidir.

Ezoterik öğretiler zorludur. Yola 30 kişi çıkar, üç kişi kalır. Ben, kendim ve benliğim.

4 Aralık 2017 Pazartesi

Kibirli Maymun

Geçenlerde daha gün aydınlanmadan araçla şantiyeye gidiyorduk. Aracın penceresinden bakarken hızla gözümün önünden akıp giden alaca karanlık yol süslerinin büyüsünden uzaklaşıp, kestireceğim yerde, düşünceye daldım. İçinde bulunduğum aracı düşündüm. Sonra üzerimdeki giysileri, çevrede insan tarafından ortaya çıkarılmış eserleri, evleri yolları. Sonra insan geldi aklıma. Neydi insanı insan yapan? Elimizden tüm bu birikim alınsa geriye ne kalır?

Unuttuk gitti

Tüm bildiklerimizi bir anda unuttuğumuzu düşünün. Eğitiminiz, okuma ve hatta konuşma yeteneğiniz yok olsa. Tüm insanlık aynı şekilde her şeyi unutsa. Bir tür fabrika ayarlarına sıfırlansak. Her şeyi yeniden keşfetmek şimdiki medeniyet seviyesine geri dönmek için kaç nesil gerekir? Dahası modern tarım, endüstri taşıma ile kopacak olan bağımız nedeniyle geniş kitleleri besleyebilir miyiz? Yerine getirilmeyen ihtiyaçlar kitlesel yok oluşa neden olur mu?

Dünyanın neresine giderseniz gidin, geniş bir dağıtım ağı sayesinde insan ihtiyaçlarının karşılandığını görebilirsiniz. Bitmek tükenmek bilmeyen bu ihtiyaçları karşılamak için koşturup dururuz. Yollar çılgın bir trafiğe, sanayi tesisleri büyük çapta üretime mecburdur. Bütün bunlar için bir de, çeşit, çeşit maddeden faydalanarak enerji üretip kullanırız. Bunlar için de inanılmaz sayıda insan çalışır. Bir anda herkes her şeyi unutursa bizden geriye ne kalır?

Beyaz sayfa

Eğer evrende başka bir yerlerde, başka akıllı canlılar varsa ve onlar da aynı şeyi düşünüyorlarsa, cevap kökenlerine kadar inmelerini gerektirecektir. Bir kafadan bacaklı, bir plankton, germanyum bazlı ilkel bir hayat formu, kınkanatlı bir böcek ve belki de bizim için, bir insansı olabilir. Beyaz bir sayfa. Ancak o kadar da parlak değil!

Yürümeyi becermek sanırım kolay olanlardan biri olur. 10 milyon nüfuslu bir şehirde bile olsanız, nereye gideceğinizi bilmeden etrafınızdaki şaşkın kalabalık gibi oradan oraya sürüklenmekten başka yapabileceğiniz bir şey yok. Akşam yaklaştığında giderek soğuyan hava nedeniyle donmadan hayatta kalmaya çalışmak bile başlı başına bir yaşam savaşı. Şansınız varsa görece sıcak bir mekana bir binaya sığınsanız bile en basit yiyeceğe ulaşıp karnını doyurmak bile bir mesele. Sizin gibi bir zamanlar insan olan etrafınızdaki canlıların sizi yemek olarak görmeleri de işten bile değil. Bundan iyi dünyanın sonu mu olur.

7 büyük günahtan biri: Kibir

İşte tam da bu anda aklıma ne kadar kibirli olduğumuz geliyor. aslında insanlığın sonu için dünyanın sonu diyoruz. Hayata öylesine pamuk ipliğiyle bağlıyız ki hayata insanlığın sonu için bile büyük bir kibirle "dünyanın sonu" diyebiliyoruz. Bir kaç derecelik bir ısı değişimi, virütik bir amansız salgın, dünyanın ekseninde olabilecek bir değişiklik, küresel bir hafıza kaybı kolayca sonumuzu getirebilir. Tahtadan dev bir gemi yapıp içine doluşsak bile kurtulamayabiliriz. Başka bir gezegene hatta Mars'a bile kaçsak kurtulamayacağımız bir sonla bir şekilde insan türü evrenden silinebilir.

Bizse bunların hiç farkında olmadan on binlerce yıldır yaşadık ve daha bir kaç yüzyıl geriye gittiğimizde kendimizi evrenin merkezinde görüyorduk. Ancak hayal ettiğimiz evren aslında o kadar büyükmüş ki, durumu anladığımızda bile, anlamak güç oldu.

Şunun şurasında tüysüz ve korumasız vücutlarımıza giydiğimiz rengarenk kıyafetlerin içinde gariban bir maymundan bile daha zayıfız. Tek korumamız olan kafamızın içine büyük zahmetlerle doldurmuş olduğumuz bilgi. Ne kadar bilgiye sahipsek o kadar çare üretebiliyoruz. Ancak bu bilgi bir anda yok olabilir. Her nasıl olup da anlayamadığımız bir şekilde organik bir nöron ağında tutulan bu bilgiler bir anda uçup giderse bizden geriye ne kalır?

İşte kibir, bu yüzden kötü ve gereksiz.

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...