neden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
neden etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

26 Şubat 2022 Cumartesi

Yaşamın Anlamı Var Mı?

Photo by Magda Ehlers from Pexels

Varlığımızın farkına olmamızla birlikte, aklımıza "Neden?" sorusu takılır. Neden varız? Bu soruya kendimiz cevap arayabiliriz. Belki de hazır cevaplar arasından birini benimseyebiliriz. Ya da hiç bir cevabın doğru olmadığını kabul edebiliriz. Kolay cevaplardan birisi; yüce bir varlığın her şeyin nedeni olduğudur. Yüce bir varlık tarafından her şeyin ortaya çıkarılması bir kabuldür. Bunun ile ilgili akıl yürütülmüş, öne sürülen dolaylı kanıtlara dayanılarak yüce bir varlığın olması gerektiği kabul edilmiştir. Bireysel olarak yüce bir varlık ile sürekli bağlantıda olmak söz konusu değildir. Tarih boyunca bunu yapabilmiş olduğunu kabul ettiğimiz bazı insanların da varlığını kabulleniriz. Her şeyin nedeni bizim tam olarak ne olduğunu anlayamayacağımız bir yüce varlıktır diye kabulleniriz. Ancak böyle bir cevap ardından "Nasıl?" sorusu karşımıza çıkar. Nasıl, sorusunu da cevaplandırabiliriz. Ancak yine bunun somut ve herkes tarafından kabullenilecek bir somut olguya dayandırmak mümkün değildir. Yine dolaylı anlatımlar ve kabullenmelere çıkar yolumuz. Bütün bunları anlamlandırabilmek için belki de ömrümüz çok kısadır. 

26 Nisan 2019 Cuma

Bilimsel Düşünce Neden Önemlidir?

İnsanın beyni harikadır. Sadece kendini ve çevresini anlamakla kalmaz. Var olmayan nesneleri, düş ürünü canlıları, yerleri, paralel evrenleri soyut olarak düşünebilir. Dahası soyut kavramları kkendi içinde taklit edebilir (simülasyon). Bunları diğer insanlara aktarabilir. Düşlemek eylemi yaratıcılığın ve yeni teknolojilerin öncülü olmuştur.

Albert Einstein "Yaratıcılık bulaşıcıdır." demiştir. Sadece teorik fizikçi değil, aynı zamanda bir düşünür olduğunu gösteren pek çok düşüncesi günümüze gelmiştir. Bu söz insanların birbirinden daha ilginç fikirler ve ürünler üretebildiğinin göstergelerinden biridir. En basitinden insan, "Başkaları yapabiliyorsa ben neden yapmayayım?" diye sorarak yaratıcı bir akıl durumuna geçebilir. Değişmez yazgıcı, verilenle yetinen, sorgulamayan zihinlerin ise bu zincirleri kırabilecek bir devinime ihtiyaçları var.


Karen Armstrong, Tanrı'nın Tarihi isimli kitabında Yahudilik, Hristiyanlık ve bunlar kadar olmasa da Müslümanlığın kişiselleştirilmiş bir Tanrı düşüncesini geliştirdiklerini söyler ve ekler "... kişilik sahibi bir Tanrı tehlikeli olabilir. Bizi sınırlarımızın dışına çekmek yerine memnuniyetle onlar içinde kalmaya teşvik edebilir, bizi acımasız, katı, kendinden memnun ve "O"nun sanıldığı gibi tarafgir yapabilir". İşte, insanın içinde bulunduğu daireden çıkıp, şeytanla yüzleşmesi gereken yer burasıdır. Ancak bu şekilde, yeni düşünceler, hayaller ve güzel, yeni bir gelecek yaratabilir. Gelişmenin ve yenilikçi düşüncenin ve hayal gücünün önüne hiç bir engel konulmamalıdır.

Interstellar Filmi Kara Delik Sahnesi
Yaratıcılığın güzel yanı; o an için yapılamayacak şeyleri de düşünebilmenin mümkün olmasıdır. Ulaşması, ışık yılları ile ifade edilebilecek mesafelerdeki yıldız sistemlerine gitmek şimdilik mümkün olmayabilir. Ancak bunu yapabildiğimizi düşlemek hiç de imkânsız değildir. "Aman nasılsa gitmek mümkün değil!" diye ucunu bırakmak az da olsa yapılması olası olan bir teknolojiye hiç başlamadan veda etmektir. Hem uygarlık üst üste konulan tuğlaların büyük bir duvarı oluşturması ile buluşların bir biri ardına eklenmesi ile oluşan bir bilgi birikimidir.

Boş verip, üretmeyi ve geliştirmeyi "durdurmak" ile ilgili en güzel örnekleri kendi yakın tarihimizde görebiliriz.
Devrim arabası, Kapattığımız uçak fabrikamız, Aselsan tarafından üretimi durdurulan cep telefonumuz aklıma gelebilen en yakın örnekler. Eğer uçak üretebiliyorsanız bunu geliştirebilirsiniz. Günden güne daha iyisini yapabilirsiniz. Belki ilk üretiminiz düşündüğünüzün çok gerisindedir ama üreticisinizdir. Zamanla rekabet edip, ürünü geliştirip diğer tüketicilere de satarak, araştırma ve geliştirme için ihtiyacınız olan kaynakları da sağlayabilirsiniz. Bunu boş verip, “aman nasıl olsa daha iyisini daha ucuza mal eden var. Onlardan alalım” dediğiniz anda üreticilikten çıkıp, tüketiciye döndüğünüz gibi. Teknoloji mallarını bir kenara bırakın, soğanı bile üretmekten vazgeçince başımıza gelenleri gördük. Raflarda elinizi bile sürmekten çekindiğiniz küflü soğanları satın almaya zorlandığımız 2019 kışını unutmamak lazım.

Bilimsel düşünce araştırmaya ve sorgulamaya dayanır. Hiç bir gerçek kavram yalanlanmaz değildir. Bugün gerçekler olarak önümüzde hazır bulunan ve kabullendiklerimiz bile henüz fark etmediğimiz bazı farklı özellikler taşıyor olabilirler. Bunu fark etmenin yolu araştırmaktan geçer. On ikibin yıl öncesi ile günümüz arasında Dünyanın bize sağladıkları hammaddeler arasında bir fark yoktur. Eğer araştırma ve sorgulama yapmasaydık hala boş vakitlerimizi granit bloklarına şekil vererek geçiriyor olabilirdik. Oysa henüz 100 yıl önceki atalarımızın çok küçük bir kısmının ancak hayal edebilecekleri bir yaşantımız var. En basitinden bu yazıyı ekranda okuyor olmamız bile bunun kanıtı.

Kanıt demişken, bilimsel düşünce bir olguyu ileri sürdüğünüzde bunun kanıtlanabilir olmasını sorgular. Deneyler yinelendiğinde aynı sonuçların alınması gerekir. Üstelik olmuyorsa "yoktur!" diye kestirip atmaz. Konuya bilinmeyen, araştırılan bir konu olarak yaklaşır. Örneğin karşıtlar tarafından durmadan eleştirilen Evrim Kuramı içerisinde eksik ve boşluklar barındırabilir. Ancak bağlantıları fosil kanıtlar ile belgelenmemiş eksik parçalar için araştırmaya devam eder. Bilimsel düşünce insan dimağının çok kısa süren (50-90 yıl kadar) canlılık süresinin bilinen bütün bir evrenin bilgisini kavramakta zorlandığından da haberdardır. Yine de araştırıp geliştirmekten vazgeçmez. Zira bugünkü bilginin binlerce yıllık insanlık tarihinde zorluklarla elde edildiğini ve birikim olduğunu bilir.,


Bilimsel düşünce daha iyi, daha mutlu ve gelişmiş bir Dünya ve insan istiyorsak önemlidir. Aklınıza bir dogmalara boğulmuş mutsuz, huzursuz toplumları getirin. Bir de gelişmiş, mutlu ve huzurlu olanları. Hangisinde yaşamak istersiniz? Bu sorunuzun cevabı, neden bilimsel düşüncenin önemli olduğunun da cevabıdır.

Esen kalın.

----------------------


Okumak İçin Güzel Bir Gün!
Mutluluk Saçan Işık: Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?
Ben yazdım diye söylemiyorum çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.
Okumak için tıklayın!

16 Şubat 2018 Cuma

Neden Sonuç İlişkisi

Neden sonuç ilişkisi, ders olarak konulsa, ilkokuldan, üniversiteye kadar vazgeçilmez olurdu.

Evrende her neden bir sonuç doğurur. Sonuçları incelediğinizde ise bir şekilde nedene ulaşırsınız. Kullanacağınız güzel araçlardan biri de, sorgulama yeteneğinizdir.

Küçük çocuklar etraflarını tanımak için bitmez tükenmez bir merak içerisinde sorular sorar, nedenleri ve sonuçları anlamaya çalışırlar. Büyükler, neden sonuç ilişkilerini anlamak için sormaktan vazgeçtikleri anda, etraflarında olup biteni kavraayamaz hale gelirler.

Gelişmiş ile geri kalmışlık arasındaki temel fark, işte bu neden sonuç ilişkilerini anlamak için gereken sorgulama yetisinin ortadan kalkmış olmasından kaynaklanır.

Neden yanılıyoruz?

Derscartes, sizi önceden aldatan bir şeye güvenmenizin doğru olmayacağını düşünmüştür. Ancak eğer neden sonuç ilişkisini kuramıyorsanız tekrar tekrar yanılsanız da bu durumdan kurtulamazsınız. Descartes bu kanıya duyu organlarımızın bizi yanıltma ihtimali bulunması nedeniyle varmıştır.

Dünyayı ve çevremizde gerçekleşenleri olduklarından farklı ve hatalı olarak algılıyorsak neden sonuç ilişkisini nasıl kurabiliriz? Hakikati nasıl bilebiliriz? Bilim bunun için iyi bir araç olabilir. Bilimsel yaklaşımlar ile aynı şartlar altında gerçekleştirilen deneyler aynı sonuçları vermelidir. Eğer aksi söz konusuysa büyük ihtimalle bir şeyleri gözden kaçırıyor olabiliriz. Bilimin güzel yanı sebep sonuç sorgulamalarına hep açık olmasıdır. Diğer bir deyişle bilimsel çıkarımlar her zaman yanlışlanabilir. Bir tek farklı bir sonuç bulunması bile deney sonunda varmış olduğunuz sonucu güvenilmez hale getirir.

Dolap canavarları gerçek mi? 

Çocukken durum çok daha zordur. İster istemez büyüklerinizin ve çevrenizdekilerin söyledikleri dünyayı algılayışınızı etkiler. Eğer yatağınızın altında ya da dolabınızda bir canavar olduğuna inanırsanız beyniniz sizi tehlikeden korumak adına oralara yaklaşmaktan alıkoyar. Çevrenizden etkilenerek kafanızda kurguladığınız korkutucu durum gerçekliğiniz haline gelebilir. Oysa gerçekte bir canavar olup olmadığını anlamanın yolu, yüzleşmektir. Eğer bir canavar varsa onu görmeniz gerekir. Sizden saklanıyorsa ve onu görmüyorsanız ya düşündüğünüz kadar güçlü değildir ya da yoktur. Bir diğer yaklaşım da korkunuz hakkında bilgi edinmektir. Örneğin yatak altı ya da dolap canavarları ne yer, ne içerler? Boş vakitlerinde ne yaparlar? Arkadaşları var mıdır? Tüm bu sorulara çevrenizden yanıtlar gelebilir. Üstelik çevrenizdeki kişiler öylesi aktarılar ki bu bilgilerini sanki kendi deneyimledikleri ve yaşadıkları gibi sanabilirsiniz. Oysa onlar da başkalarından duyup, aktarmışlar ve tüm topluluktan benzer içerikte veriler gelmeye başlaması üzerine bu tür söylentilere inanmışlardır. Popüler kültür fantezileri böyle ortaya çıkar. Kurt adamlar, vampirler, periler, uzaylılar. Birilerinin deneylediğine şiddetle inanırsanız, bir gün beyniniz size benzeri bir yanılsamayı da yaşatabilir çünkü hastalıkları bir kenara bırakacak da olsak hayal gücünüz bir gün istediğiniz yanılsamayı yaşamanıza kapı açabilir. İşin garip yanı birilerini böyle popüler kültür masallarına kolayca inandırabilirsiniz. Aynı insanlara gerçeği tüm yalınlığı ile anlatıp bunların hayal ürünü olduğunu ise kolay kolay inandıramazsınız.

Uzaylılar kaçırdı, inceledi

Sebep sonuç ilişkilerini kurmayı becerdiğinizde durum değişir. Örneğin Amerika'nın çorak topraklarında yaşayan, tarımla uğraşan bir çiftçisiniz. Dünyada tonla yer varken uzaylılar neden gelip sizi alıp götürür ve bedeninizi incelerler? Ameliyat ederler? Binlerce ışık yılı öteden gelecek bir teknolojiyi üreten canlılar tükürükte bile bulunan DNA'nızı alıp, sizden bir tane üretemeyecek kadar beceriksiz olabilirler mi? Hadi değiller diyelim, sıradan bir köylüyü kaçırıp incelemek, dahası sizin bunu bilecek kadar bilinçli kalmanızı engelleyememek, dahası hayatta kalıp deneyimlerinizi başkalarıyla paylaşmanızı engellememeleri çok amatörce değil mi? Eğer bizlerini onları keşfetmesini isteseler tüm İnternet, Televizyonlar, Radyolar kolayca amaçlarına ulaşmalarını sağlamaz mı? Bu gizemli yaklaşım neden? Mesela bir uzaylı ile hiç gerçekleşmemiş bir yakın temas neden olamaz mı?

Evren çok büyük, Carl Sagan'ın da dediği gibi "Eğer tüm evrende yaşam sadece dünyada varsa, bu çok büyük bir yer israfı olurdu". Evrende başka gezegenlerde yaşam olabileceği gerçeğine rağmen mesafelerin uzunluğu gezegenler arası yolculuğu imkansız hale getiriyor olabilir. Ancak buna üzülmemek lazım. Böyle bir imkana sahip olacak akıllı türlerin iyi  ya da kötü niyetli olma olasılıkları aynı. Dolayısıyla 3. türden yakın ilişkiler çok da istenilecek bir durum olmayabilir. En azından kendimizi düşünelim. Uygarlığımızın mevcut gelişmişlik düzeyi ile yıldızlar arası yolculuk yapabilsek bu gittiğimiz gezegenlerdeki canlılar için hiç de iyi olmayabilir. Biz hala Dünya'da enerji, güç ve para gibi nedenlerle birbirimizi katlediyoruz. Bizden geri teknolojiye sahip bir akıllı canlı türü bulsak, iyilik olsun diye, ona tüm teknolojimizi mi aktarırız, yoksa etinden, sütünden, dersinden başlayıp tüm zenginliklerini kendimize mi alırız? Evrende aynı fizik kuralları işlediğine göre, orada bir yerlerde akıllı bir canlı türü evrim geçirdiyse, görünümü bize benzemese de davranış ve yaklaşımları benzeyebilir.

Günlük hayattan bir örnek

"Ankara'da açık çatı katlarına konulan yer karoları neden patlar?" diye kendinize sorun.

Ankara kışları soğuktur. Geceleri sıcaklık çok düşer. Sıfırın altında sıcaklıkların gerçekleştiği uzun kış geceleri olur. Kılcal derz çatlaklarına giren su dondukça genişler. Genişleyen su çatlakları genişletir. Böylece çatlak derzin altına ve zamanla karoların altına ilerler. Isınan hava nedeniyle eriyen buzlar suya döner. Su bu çatlakları doldurur. Isı düşünce su yeniden donar ve çatlaklar genişleyip ilerler. Daha çok çatlak ve daha çok su bir süre sonra patlayıp kalkan yer döşemeniz anlamına gelir. Suyu uzak tutabilirseniz karolar patlamaz. İşte Ankara'daki çirkin çatı kapatmalarının nedeni suyun donduğunda gösterdiği bu garip genleşme etkisidir. Diğer maddeler donduklarında büzülürken, su genleşir. Eğer su da diğer maddeler gibi soğuduğu zaman büzülseydi belki de çatı kapatması yapmak için başka neden bulmamız gerekecekti. İşte, size basit bir sebep sonuç örgüsü.

Sözün özü. "Neden?" diye sormaktan ve cevabını aramaktan vazgeçmeyin. sonuçta bu da bizim doğamızda var.

3 Nisan 2017 Pazartesi

Hedef Neden Önemlidir


Tuvaletlerde pisuvara eklenen kara sinek resmi etrafı kirletmemeye yardımcı olur malumunuz. Aslında erkeğe hedef göstermektir o küçük sinek. Sineksiz pisuvarda nereye nişan alacağına karar vermek güçtür. Çeşitli farklı tasarımlardaki pisuvarlar eğer doğru açı ile nişan alınmadığında istenmeyen sıçramalara ve kirlenmelere neden olabilirler. Bu nedenle küçük bir sinek bu defa mide bulanmasına değil aksine önlenmesine neden olur.

Büyük ihtimalle avcı-toplayıcı dönemimizde hedeflere odaklanan erkek atalarımız daha iyi avlar yaptılar. Bunun sonucunda kabileye elleri dolu dönen erkek üyeler dişilerin daha çok dikkatini çekmiş olmalılar. Böylece hedef gözeten ve bu hedefleri vurmada başarılı olan erkeler nesillerini diğerlerine göre daha kolay devam ettirmiş olabilirler. Nesilden nesile aktarılan ve giderek güçlenen bu özellik günümüzde artık çoktan avcı-toplayıcı yaşam sitilinden vazgeçmiş olsak da hayatımızı etkiliyor.

Popüler kişisel gelişim önerileri ile dolu olan kitaplarda genellikle bahsedilen konulardan biri de bir hedefe odaklanmak üzerinedir. Örneğin, "Hayatta başarılı olmak için, ulaşılması güç bir hedef belirleyin, daha sonra da hayatınız boyunca o hedefe ulaşmak için çaba gösterin" gibi. Bir insanın başarılı olması beyninde çeşitli kimyasalların salgılanmasına neden olur. Beyin başarıyı ödüllendirir. Kendini mutlu eder. Bu durum bir tür madde bağımlılığına neden olabilir. Daha çok başarı elde etmek ve daha çok ödül peşinde koşmak dayanılmaz bir istek haline gelebilir. Ancak tüm madde bağımlılıklarında olduğu gibi zamanla beyinde üretilen madde miktarının aynı kalması, elde edilen mutluluğun azalmasına neden olur. İstenilen mutluluk derecesine erişememek de genellikle bunalıma ve endişeye neden olur.

Hedefler koymak ve onları gerçekleştirmek önemlidir elbet. ancak en az bunun kadar kendini gerçekleştirmek de önemlidir. Daha iyi bir insan olabilmek için çabalamak kendini mükemmelleştirmek için elinden geleni yapmak ve benliğini yüceltmek bir insanın mutluluğunun anahtarı olabilir. Üstelik bu yolculuğun en önemli özelliği ve keyfinin bitmemesinin yegane nedeni hedefin ütopik olmasında yatar. Ne kadar iyi olursanız olun daha iyi olmamanız için bir sınır bulunmamaktadır. Önemli olan bu yolda yolcu olmaktır. Yol hiç bitmese de.

Gördünüz mü, yalancı bir sinek bizi nereden nereye getirdi?


8 Şubat 2017 Çarşamba

Hiç

Neyzen Tevfik ve Nietzsche
İnsan varlığının evrende bir amacı olmayabileceği ihtimalini düşünün. İnsanda endişe yaratan bir düşünce değil mi? Dünyada yaşayan 7 milyar insanın bir varlık amacı olmayabilir mi? Ortaya çıkarttığımız eserler, uygarlığımız, uğruna ölümü bile göze alacağımız pek çok konu aslında boş şeylerden mi ibaret?

Güneş sistemimizde dolanan büyükçe bir asteroid yörüngesinden çıkıp da dünyayı üzerinde canlı yaşayamaz bir hale getirse ve yok olsak. Bu durum evrende ne gibi bir değişikliğe yol açar? "Hiç" öyle değil mi?

O halde tüm insanlığı bir yana koyduğumuzda kendi bireysel yaşantımızın amacı ne olabilir? Çin'de fakir bir sanayi kenti civarında doğsak, ömrümüz boyunca 3 metrekare bir iş yerinde biteviye çalışıp fakir doğduğumuz gibi, fakir ölmek mi? Miami de bir multi milyarderin çocuğu olarak dünyaya gelsek ve hayatımız boyunca zevk peşinde koşmaktan başka bir şey yapmaya ihtiyaç duymadan yaşayıp, dünyaya doyamadan ölmek mi?

İşte bizim yakın tarihimizden bir örnek:

Neyzen Tevfik
Sadrazam Talat Paşa, sevdiği ve perişan halinden üzüntü duyduğu Neyzen Tevfik'e devlet dairelerinin birinde katiplik önerir. Neyzen Tevfik: "Katip olacağım da, ne olacak?" diye sorar. Bu soru üzerine şaşıran Talat Paşa, memurluk katlarını alttan üste sıralar: "Önce şu, sonra bu..."
Neyzen'in hala hoşnut olmadığını sezince de, şöyle sürdürür: "Daha sonra vekil, nazır, kim bilir belki de sadrazam... "Neyzen'in yanıtı yine bir soru olur: "Ya sonra?"
Talat Paşa, bir an duraksar, "sonrası" padişahlıktır çünkü. İster istemez: "Hiç!" der. Bu yanıt karşısında Neyzen Tevfik güler ve şöyle der: "Ben bugün de "hiç"im! Sonu "hiç" olduktan sonra, onca zahmete katlanmaya ne gerek var?"

Hiçlikten hiçliğe bir yolculuğa, yaşamak mı diyoruz? Yoksa, Neyzen Tevfik gibi özel bir konumda durup, hayatı farklı bir pencereden mi görüyoruz? Belki de, o boşluğu ömrümüz boyunca kendimizce anlamlı uğraşlarla doldurup eserler veriyoruz. Kendimize hikayeler anlatıp, sonra onlara kendimiz inanıyoruz.

Gerçekten, ne istediğimizi biliyor muyuz? Şöyle bir dünyada yaptıklarımıza bakın. İnsanlık tarihi yapmaktan çok yıkmak üzerine yazılmamış mı? İçinde yaşamak için muhtaç olduğumuz çevreye yaptıklarımızı bir düşünün. Birbirimize yaptıklarımızı düşünün. İnsan ne istiyor?

Delphi'deki tapınağın duvarında yazan "Kendini Bil" sözü acaba Yuval Noah Harari'inin Sapiens isimli kitabında bahsettiği gibi "ortalama insanın kendisiyle ilgili cahil olduğu ve gerçek mutluluğu da bilemeyeceği" (s. 384) anlamına mı gelmektedir?

Yaşama anlamı biz katarız. Friedrich Nietzsche “If you know the why, you can live any how.” "Yaşamak için bir sebebiniz varsa, her şeyle baş edebilirsiniz" demiştir. O nedeni ortaya çıkartmak yine bizim elimizde.

Büyük patlama olmadan hemen önce ne vardı? Hiç...

2 Ekim 2015 Cuma

Yürüyen Merdivenlerin İki Yanındaki Fırçalar Ne işe Yarar?

Neden?

Bilmem dikkatinizi çekiyor mu? Yürüyen merdivenlerin iki yanında basamaklardan az yukarıda fırçalar bulunur. Bunlar sanıldığı gibi ayakkabılarınızı parlatmaya yaramazlar.

Peki bu yürüyen merdiven fırçaları ne işe yarar?

Kenarlardan merdiven sisteminin içine düşebilecek bir yangın sebebini önlemeye yararlar. Ayrıca yürüyen merdivenin ömrü boyunca yanıcı maddelerin kenarlardan geçip, içeride birikmesini de önlerler. İnsan derileri havada toz olarak uçacak kadar hafif olsalar da diğer artıklarla birlikte oldukça yanıcı ve yağlı bir birikime neden olabilirler.

Böyle bir yangın yaşanmış mı?


Evet ne yazık ki yaşanmış. Zaten böyle durumlarda insanoğlu kötü bir şeyler olmadan durumun öneminin farkına varamaz. King's Cross yangını buna bir örnek. 18 Kasım 1987'de İngiltere'de yaşanan olayda 31 kişi hayatını yitirmiş, 100 kişi de yaralanmıştır. Merdivenlerin içlerinde biriken bu yanıcı artıklar, tahta yürüyen merdivenlerin tutuşup, yanmasına sebep olmuştur. Büyük ihtimalle yanan bir sigara ya da kibritin merdivenlerin kenarından aşağı düşerek, yangın çıkarttığı sonucuna varılmış (yasak da olsa, insanlar merdivenlerde sigaralarını yakmadan duramamışlar).


"KingsXfire" by Christopher Newberry - Own work. Licensed under CC BY-SA 3.0 via Commons - https://commons.wikimedia.org/wiki/File:KingsXfire.jpg#/media/File:KingsXfire.jpg

Günümüz

Artık, tahtadan yürüyen merdiven yapılmıyor. Kenarlardan düşen öteberileri engellemek için de, merdivenlerin genişlikleri kenarlara çok yakın olacak şekilde üretiliyor ve ek olarak da yanlara fırçalar takılarak, düşen öteberinin bunların üzerinden sekmesi ve merdivenin üzerine düşmesi sağlanıyor.

Gördünüz mü, küçük detaylar ne kadar ilginç nedenlerle hayatımıza etki yapıyor? Ayakkabınızı fırçalamak için konduğunu sandığınız fırçalar aslında sizlerin güvenliği için olabiliyor. Yarın, onlara daha şevketle bakacaksınız biliyorum ;)

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...