Ankara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ankara etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Mart 2018 Pazar

Önde Turna Davul Zurna


Fotoğraf şu adresten alınmıştır.
Çocukluğumu 70'li yıllarda, Ankara'da geçirdim. Bahçelievler'de sokaklarda tek tük park etmiş arabalar olurdu. 3. Caddeden de zaman zaman arabalar geçerdi. Hatta, arabaların kimisi atlı olurdu. Gün boyunca rahat rahat sokaklarda oynamak mümkündü. O zamanlar bırakın bilgisayarı, evlerde televizyon, hatta radyo bile pek bulunmazdı. Dolayısıyla, çocukların sokaklardan başka fazla alternatifi yoktu.

Ortaokulda hinterlandımızı biraz daha genişletip Arı Sinemasının karşısındaki yaban otu dolu tepeye giderdik. Daha sonra üzerine Milli Kütüphane yapıldı. Yine Anıtkabir'in şimdiki çevre duvarı yerine tel örgülerinin dibinden kuyruklarını kopartıp kaçan kertenkelelere musallat olduğumuzu da hatırlıyorum.

Hepi topu, bir kaç cadde ve sokaktan oluşan bu çevrede pek çok çocuktuk. Genellikle kendi sokağımızda bile, 10 arkadaşın bir araya gelmesi işten bile değildi. Çeşit, çeşit oyunlar bulup oynardık. Saklambaç en revaçta olanlardandı. Ancak bir başka oyun da vardı ki, onu da apartman bahçesinde çığlık çığlığa oynayıp dururduk.

Bu oyunda ebe çocuk, yüzünü duvara döner ve tane tane, kimi zaman da hızlıca bir tekerleme söylerdi. Arkadaki çocuklar da, arkası dönükken ebe olan çocuğun 8-10 adım gerisinden başlayıp, yavaş yavaş ilerleyerek ebeye yaklaşırlardı. Ta ki ebe söylediği tekerlemeyi bitirip, arkasına döndüğünde hareket eden birini gördü mü, onlar yanardı. Bir tür, heykel gibi kalma oyunuydu. Ebe olan çocuk, tüm arkadaşlarını bu şekilde yakalayabilirse ebelikten kurtulurdu. Bir çocuk yakalanmadan ebenin sırtına vurmayı becerirse herkes kaçmaya başlar, ebenin birini yakalaması gerekirdi. Güzel bir oyundu. Çok keyif alarak oynadığımızı hatırlıyorum.

Tekerlemesi hala aklımda: "Önde turna, davul zurna, bir, iki, üç". Kimi zaman "ende turna", "elde turna" denildiği de olurdu. "50 yıldır, ne menem bir tekerlemedir bu?" diye zaman zaman aklıma takılıp durmuştur.

Bir süredir, Cezayir'de iş nedeniyle bulunuyorum. Hasp el kader, yabancı dil diye zar zor İngilizce öğrenmişliğim var. Burada ise 1. yabancı dil bizdeki gibi İngilizce değil. Fransızca. Hatta konuştuğum Cezayirliler, Fransızca bilmediğimi görünce çok şaşırıyorlar. Bu saatten sonra, Fransızca öğrenemem düşüncesiyle fazla üzerine düşmüyordum. Ancak, ister istemez insan kapıyor bir şeyler. Zira burada, Arapça konuşurken araya o kadar çok Fransızca kelime giriyor ki, istemeseniz de kulağınıza çalınıyor işte. 10 ay kadar önce geldiğimde 80'li yıllarda TRT 3 radyosunda her haber bülteninden sonra verilen İngilizce, Fransızca ve Almanca haberlerden kalma Fransızca kelimeler, az dans etmedi kafamda. Babaannem de arada Fransızca bildiği sayıları söyleyiverirdi ben çocukken, hatırlıyorum, ona kadar sayardı.

Az önce markette alışveriş ederken, böyle dökme bilgilerim birden bire, öylesi aydınlanma yarattılar ki şaştım kaldım.

Fransızca 1, 2, 3, 4, 5, 6 diye şu şekilde sayılıyordu. "Un, deux, trois, quatre, cinq, six" dilerseniz, Google Tercümeden girip, Fransızcasını alttaki hoparlör ikonuna tıklayıp dinleyin. Böylece çocukluk yıllarımdan beri bir türlü ne demek olduğunu çözemediğim bir muamma tatlıya bağlandı. Önde Turna Davul Zurna aslında Fransızca sayıların söylendiği oyun bizde oynanırken kelimelerin garip bir yuvarlanmasından ibaretmiş. Osmanlı'dan bu yana pek Fransızca'ya ilgimizin kalmadığını düşünürseniz, oyunun ne kadar eski bir zamandan beri bizde oynandığını siz düşünün. Gerçi, şimdiki çocuklar bunu anlayamazlar, onlar İnternet'te arkadaşlarıyla Minecraft gibi oyunlar oynuyor. Ama zaten çocuklar için değil bu yazılan satırlar. Siz de farkındasınız. Öylesine eskiye, yaşanmış mutlu anlara, biraz özlem işte.

Bunu paylaşmasam içimde kalırdı. İşte artık siz de biliyorsunuz. Meğer dünya ne kadar küçükmüş. Fransa'da ve dünyanın başka yerlerinde de oynanan bir oyunmuş bu bizim oynadığımız.

Eğer merak ederseniz, Wiki Ansiklopedide oyunun İngilizce anlatımı var.

 

23 Haziran 2014 Pazartesi

Ankara'nın Nostalji Tramvayı (Troleybüs)


Yıl 2014, bu sene metro Ankara'da daha fazla yere kolayca ulaşmamızı sağladı. Umarım yakın gelecekte daha da çok yere kolayca, trafiğe takılmadan ve gece, gündüz demeden ulaşabiliriz.

Ulaşım, giderek büyüyen ve genişleyen bir şehir olan Ankara'nın önemli bir konusu. 

Ulaşım işine hem analitik olarak hem de duygusal açıdan insan boyutunu gözardı etmeden yaklaşmak lazım. Sadece şehir içine değil şehirlerarası ulaşım da kolaylaşmalı ve bana sorarsanız tren yolları ile halledilmeli. 

Örneğin neden Ankara'dan trene binip Antalya'ya 3 saatte ulasıp denize girdikten sonra geri dönmek mümkün olmasın? Ya da İzmir'e boyoz yemek için gitmek, neden güzel bir pazar günü keyfi olmasın?

Yeniden dönelim yaşadığım şehir Ankara'ya.

Düşünüyorum da, sadece kazılıp, kazılıp kapatılan sokaklar, bir defalığına kazılsa. Kazılan bu sokakların altından ulaşım, pis-temiz su, gaz, telekom, elektrik vs. altyapıları halledilse kötü mü olurdu? 

Sizce, Ankara tekrar, tekrar kazılıp kapatılmaktan şaşkına dönmüş sokakların masrafını karşılayacak hovardalıkta bir şehir mi?

Ulaşım konusunda alternatiflerin artırılması ve korunması da hep göz ardı edilmiştir. Üstten giden hafif raylı tramvay çözümleri ne hikmetse hiç girmemiştir bu seçenekler arasına. Onlarca yıl inşaası süren gerektiği zamanda bitirilemeyen metrolar da ulaşıma sekte vuran unsurlardandır.

Büyük şehirin sorunlar da büyük oluyor. O nedenle sorunları büyümeden halledebilsek daha iyi olur. Şehrin büyüme paterni sır değildir sanırım. Buna göre yollar ve ulaşım altyapısı bir arada gerçekleştirilse belki ilk yatırım için büyük bir ödeme gerekebilir. Ancak daha sonra gerçekleşecek olan tasarruf göz önünde tutulursa "bir kere yap, tam yap" düşüncesinin mantığı ortaya çıkar.

Yeni iyidir, güzeldir ama eskisi de bir şehrin ruhunu ve albenisini yansıtır. Hiç tanımadığınız bir şehre gittiğinizde o şehrin geçmişine ait ipuçları görmek hangimize güzel gelmez ki? Şehrin geçmişinden bu yana ayakta kalmış yapılar turistik açıdan albeniyi artıran unsurlardandır. Şehrin geçmişinde kullanılmış taşıt araçları da böyledir. İstanbul Beyoğlu'nda yıllar sonra yeniden döşenen raylar üzerinde yeniden yolcu taşımaya başlayan nostaljik tramvayın şehrin değerine önemli katkısı vardır. 

Ankara'da 1940'lı yıllarda hizmete girip neredeyse 40 yıl boyunca kullanılmış Troleybüslerimiz ne yazık ki kaybedilmiş şehir sembollerimizdendir. 

Troleybüs elektrikle çalışan bir tür otobüstür. Elektriği, tepesinde bulunan iki anten gibi boru sayesinde yukarıya döşenmiş özel elektrik hattından alır. Türkiye'de ilk troleybüs Ankara'ya gelmiştir. Öyle sayıları da çok değildir. Ankara'da toplam 33 troleybüs sefere çıkabilmiştir. Elektrik alan boruları nedeniyle halk arasında "boynuzlu" lakabıyla anılan bu araçlar, ara sıra yerinden çıkan boynuzlar nedeniyle zaman kaybına yol açsa da keyifli bir seyahat vasıtasıdır. 

Görsel eba.gov.tr sitesinden alınmıştır.

Bahçelievlerin 7. caddesinin sonunda (Milli Kütüphane tarafı) Eser sitesi karşısında büyükçe bir yarım daire şeklinde cep bulunur. Bu cep troleybüslerin gelip 360 derecelik bir tur atabilmeleri için yapılmıştır (yukarıdaki troleybüs bahsettiğim cebin içerisinde görülüyor). Yine bu troleybüslerin gelip, bu cepte durmaları ve son durakları olması nedeniyle buraya "sondurak" denilmiştir. 

Çocukluğuma ilişkin en zevkli seyahatlerin "troleybüsler" ile yaptıklarım olduğunu söyleyebilirim. Şimdi olsa aynı keyifle bu araçlarda etrafı dolaşacağımı söyleyebilirim. Hele ki Ankara'nın gezilebilecek yerlerini bu vasıta ile gösteren bir şehir turu olsa, hiç boş kalacağını sanmam.

Şimdilerde, böyle bir eski püskü ama elden geçirilmiş trolleybüs şehrin görülecek yerlerinden geçen bir güzergahda çalışsa kötü mü olurdu? 

Tarihini yeni nesillere, uzaktan gelen ziyaretçilere anlatan böylesi bir araç, sizce de şehrin değerini artırmaz mıydı?

Duyar gibi oluyorum, "tüm sorunlar çözüldü sıra troleybüs denilen zombilerin hayata döndürülmesi mi kaldı?" diyenleri. "Tüm sorunlar da çözülsün, Troleybüsler de eski güzel anıların canlı tanıkları olarak, bir hatta çalışsın dursun, güzel olur" diyorum ;)

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...