kültür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
kültür etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Kasım 2022 Cuma

Lucifer Morningstar bir Melektir


Ölen birinin ardından söylenen "Nur içinde yatsın ya da ışıklar içinde olsun" dilekleri hep olumlu yorumladığım ve kullandığım cümlelerdir. Zaman zaman durup söylediklerimiz ve yaptıklarımız hakkında düşünmek lazım. Bu sözleri söylerken aslında kimse gerçek bir durumu hedeflemez. Bu, o kişinin ruhunun huzur içerisinde olması için bir dilektir. Ancak durumu şakaya alıp, sosyal medyada yayılan aşağıdaki resme inananlar olduğu da bir gerçektir. 

12 Ekim 2020 Pazartesi

Öğrenmeyi Öğrenmek

Türkiye'de kişisel gelişim üzerine yazmak, denizde kayıkla akıntıya karşı gitmeye çalışırken, boşa kürek çekmek gibidir. Zira, var olan bir şeyi geliştirebilirsin. Aynen temeli olmayan bir bina yapmanın tehlikeli olması gibi. Okullar ve aile eğitim sistemimizin temelini oluşturmaya çalışır. Üniversiteler de insanları hayata hazırlar. Eğitim sistemi iyi de, öğrenmeye yöneltme konusunda ciddi sıkıntısı var. Öğrenme önemlidir. Hayatta başarılı olmak ve toplumun gelişmesi için öğrenmemiz daha çok öğrenmemiz gerekir. Bilgiyi çoğaltan, onlardan yeni bilgiler üreten toplumlar, diğerlerine göre avantaj kazanır. Böyle toplumlar kolayca gelişir ve ilerler. İlerlemeyen toplumlar diğerlerinin iş ve beyin gücü olmaktan ileri gidemez. Demek ki, başka toplumlara göre daha ileri gitmek için öğrenmemiz gerekiyor.

Neye İhtiyacımız Var?

Bence, temel eksikliklerden biri Türkçe eğitiminin yapılış şekli. Eğer Türkçe öğrenemezsek kendimizi düzgün şekilde ifade edemeyiz. Kendimizi ifade edemezsek karşımızdakini de anlayamayız. Dahası verilen diğer dersleri de anlayamayız. Dolayısıyla, Türkçe öğrenmeye ihtiyacımız var. Türkçe eğitimine yapılan en temel hataları düzelterek başlayabiliriz. Türkçe eğitimi okul öncesinde aile içerisinde başlar. Dolayısıyla, aileleri kitap okumaya teşvik etmek iyi olabilir. Tam olarak çözüm olmasa da, kitap okuma alışkanlığı dili kullanımı geliştirir. Ek olarak, düzgün ve doğru yazmayı da öğrenmek gerekli. Bunun dikkatli ve akıllı bir metotla gerçekleştirilmesi lazım. Türkçe, Çince kadar yazılması zor bir dil değil. Eğer onlar yapabiliyorsa biz de yapabiliriz.

Türkçe Neleri Öğretemiyoruz?

Dil bilgisi ile ilgili eğitimimiz, adeta dilden ve yazmaktan nefret ettirmek için tasarlanmış gibi. Oysa dilin yazım kuralları 10-15 sayfaya sığacak kadar az. Ekleri nasıl yazacağımızı 12 yılda öğrenmemek bir başarı sayılmaz sanırım. 
Sistem Türkçe öğretemiyor. Bari yanlış şeyler öğretmesin. Öyle değil mi? Kısa hikayemi anlatayım o zaman.
Ankara'da iyi sayılabilecek Devlet okullarında eğitim aldım. İlkokulum ve öğretmenim iyiydi. Orta okulda ise yine iyi bir okulda okuma şansım oldu. Ortaokulda Türkçe öğretmenim çok iyiydi. Yazmayı sevmemde çok etkisi oldu. Ancak, zaman, zaman sistem ufak hatalarla kendini gösterdi. Lise'de askeri okul sınavlarına girmeye karar verdim. O zamanda sınavlara hazırlayan kurslar yoktu. Zaten olsa bile buna imkanımız da yoktu. Kendimce bulabildiğim kitaplardan yararlanarak, sınavlara hazırlanmaya çalıştım. Sınavdan önce bir sağlık kontrolünden geçtik. Ardından, sıra yüz yüze görüşmeye geldi. Sorulan sorulara kendimce düzgün konuşmaya çalışarak cevap verdim. Yani bana öğretildiği gibi yazılan hali ile kelimeleri kullandım. E tabi yapacağım, edeceğim, gideceğim, göreceğim benzeri kelimeleri yazıldıkları gibi kullanınca, kimi siyasetçiler gibi konuşmuş oldum. Gözünün önüne getirmeye çalışın. Askeri okul sınavında bir aday mıyıl, mıyıl konuşuyor. Oysa asker dediğin bütün gücüyle aktaracağı bilgiyi aktarır. Tüm gücü ile  bağırarak! "BURÇAK ÇUBUKÇU 932. KISA DÖNEM, İSTANBUL, EMRET KOMUTANIM!" gibi. Neden bağırıldığını sormayın, büyük rütbeli askerlerin yaşlı olduğu ve kulaklarının iyi duymadığı bir dönemden kalmış olabilir. Ya da savaş gürültülü ortamlarda anlaşmayı sağlamak için öyle yapılıyordur. Sanırım, öyle fonetik, fonetik konuşunca, karşımdakilere oldukça komik gelmiştir. Oysa gerçek hayatta konuşurken öyle konuşmuyoruz. E ama bize Türkçe'nin yazıldığı gibi okunan bir dil olduğu yani fonetik bir dil olduğu söylenmişti. Oysa Türkçe Fonetik bir dil değil! Konuşurken bazı harfleri yutuyoruz. Özellikle yabancı kökenli kelimelerde yazıldığından çok daha değişik telaffuz (söyleyiş) edebiliyoruz. Konuşurken kelimelerin arasını birleştirebiliyoruz. İyi ama okullarda bunların hiç biri öğretilmiyor. Öğretilmiyor derken, bunu sistemetik kurallar bütünü haline getirip, öğrencilere monoton bir sesle aktarmak ve sınavda sormak, öğrenmeyi sağlamıyor. Ezberletmeye ve sınavdan sora unutmaya dayalı dil bilgisi ve Türkçe dersleri yerine, iyi konuşmayı ve bunu yaparken yazmayı da öğretmeye çalışmak daha etkili olabilir. Yaşayarak, konuşarak öğretmek, bunu öğrencilerin yaşama aktarmalarını sağlamak, yani onları eğitmek gerekli. Örneğin Türkçe'de sesli harfleri kelimedeki yerine, söylenişine göre farklı kullanmamız gerekiyor. "Üçe aldım, beşe sattım ve çok kar ettim" cümlesinde "kar" ekonomik faaliyet sonucunda elde edilen artı gelirdir. Kalkıp, "kışın yağan kar" ile aynı söylenirse konuşmanız çok garip olur. Sen de a harfine inceltme koy öyle yaz diyebilirsiniz ki o da başka bir sorun.
Türkçe konuşurken genel yanlışları yapmaktan kurtulmak mı istiyorsunuz? Kendinize Türkçeyi iyi konuşan ve kullanan kişileri örnek almaya ne dersiniz? Twitter'da Suha Çalkıvik'i @SuhaCalkivik takip edin. Web sitesi ise https://web.itu.edu.tr/calkivik/ "Kimdi?" diye merak ediyorsanız şu ses dosyasını dinleyin. Hemen hatırlayacaksınız. 
Türkçe'yi çok iyi konuşan ve bunu hayatına da çok güzel yansıtarak örnek olan başka kişi de Boğaçhan Sözmen. Onu da Twitter'da @bsozmen kullanıcı adı ile bulabilirsiniz. Web sitesi de https://www.bogachansozmen.com/ Onun da ses örneği bu linkten dinlenebilir.

Sözün Özü 

Türkçe öğreten öğretmen öncelikle kendisi iyi Türkçe konuşmalı ve örnek olarak öğrencilerinin önünde olmalı. Kırık Türkçe konuşan, "cağım, ceğim" diyerek düzgün konuştuğunu sanan siyasetçiler gibi konuşmamalı. Yabancı dil öğretmeni o dili kültürü ve söyleyişi ile düzgün kullanabilmeli. Çorum ağzı ile yabancı dil konuşma bir yana bırakılabilse de, bir dili öğretmek için o dilin yaşayan kültürüne de sahip olmak gerekir. Örneğin, artık kimse "Hello, how are you?" diye sormuyor. Cevap da "Fine thanks and you?" şeklinde verilmiyor. Dilin canlı ve zamanla değişen bir yapıda olduğu ve bebekler gibi dinleyerek ve konuşarak öğrenildiği unutulmamalı.

24 Temmuz 2016 Pazar

Köyleşmiş Büyük Kentlerde Yaşamak Neden Zor?


1980'li yıllarda üniversitede okurken Ankara'nın %70 kadarının gecekondularda yaşadığını öğrendik. Ekonomik zorunluklar ve nüfus artışı ile tarım ekonomisinin etkileri aileleri bulundukları kırsal bölgelerde yeterine besleyemez hale geldi. Göç ile şehirler giderek kalabalıklaştı. Ankara nüfusu 30 yılda yaklaşık olarak ikiye katlandı. Gecekondular ise kentsel dönüşümle apartmanlara evrildiler. Ancak, dönüşüm sadece binaları kapsıyor gibi. İçinde yaşayan insanlar kentli olmadılar. Sadece apartmanlarda oturan ama ne kentli, ne de köylü insanlar haline geldiler.

Dönüşümü sağlayamadık. Bu yüzden toplumca sıkıntılarını yaşıyoruz. Kentin, kent olmasını sağlayan kurallar bütünü ve dokusu ise bir türlü yerine yerleşemiyor. Örneğin kent kuralları konuluyor ama bunlara uymak için değil, uymamak için uğraşıyor insanlar. Tek yönlü sokaklarda ters yönde sürat yapanlar mı ararsınız, metroda engelli asansörlerini kullanalar mı? En basiti, apartmanlara birbirinden nefret eden komşular mı? Oysa huzur hepimiz için iyi olmaz mı?

Kent, bir arada yaşayıp, birbirinin sınırlarını iyi bilen ve birbirini rahatsız etmeyen insanların hayat alanıdır. Tolerans içerisinde yaşanmayan bir kentte barış olamaz. Bunun yanında kent insanı kültürel açıdan zengin, bedensel ve zihinsel açıdan üretken, verimli olmak zorundadır. Zira ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, elindeki sermaye ve güç budur. Ekip ürün alabileceği toprağı yoktur. Kentsel yaşamda, bireysellik ve özgürlük sınırları keskindir. Bu nedenle kentli yaşam tarzında birey, bir miktar yalnız olsa da, bu çok sayıda akraba ve kabileler içinde yaşamanın sınırlayıcılığı ve tekdüzeliği yanında, bireyin kendini yeniden yaratmasına ve kendini tanımasına yönelik bir özgürlük vardır.

Bilgi özgürleşmenin ve kendini yeniden yaratmanın en önemli katalizörüdür. Bu nedenle kent insanı okur, araştırır, sorgular. Bunları yapmayan insanlar, kentli olamamış hatta, eski yaşam alışkanlıklarını kente taşıyarak onu köyleştirmiş bireylerdir.



İnternet'te yayınlanan "halka sorduk" şeklinde yukarıdaki gibi eğlenceli videoları hatırlayın. İstanbul'da Taksim, Eminönü, Ankara'da Ulus, Kızılay gibi yerlerde abuk bir soru insanlara sorulup, verdikleri tepkiler kaydedilip, eğlenceli oldukları için izlenilir. Ortak yanları, bilmedikleri bir konuda ahkam kesmek olan bu insanların en belirgin özellikleri. Bilmedikleri bir konuda genellikle o anda akıllarına gelen her şeyi söylemeleridir. Oysa aydın kentli tavrı, "bilmediğini" sorana, "bilmiyorum" diye söyleyebilmektir.

Bilmiyor görünmemek için adres soran birine yanlış yol tarif eden insanların yaşadığı yer, kent olsa da o insanlar kentli olamamıştır. Diğer yandan, kentlilerin yaşadığı kentlerde her köşebaşında kent haritası ve gezilip görülecek yerler ile ilgili bilgiyi içeren broşürlerin satıldığını görebilirsiniz. Çünkü kentlilerin yaşadığı kentlerin, tarihi ve kültürü öne çıkar. Onu görüp, yerinde incelemek isteyen insanlar da ortaya çıkar tabi. Yani kendi kültürünü oluşturmuş şehirler sırf bundan gelir bile elde ederler. Bunu becerememiş kentler ise durmadan şekilden şekle girer. Tek katlı evler yıkılır, iki katlılar yapılır, onlar yıkılır yenileri gelir. Oysa kent kültürü korunsa, mesela 1600'lü yıllardan kalma binalar ayakta tutulsa, kentin görsel ve kültürel değeri artar.

Kentleşmiş toplumlarda ilerlemenin etkisiyle kaçınılmaz olarak, köyler de kentleşir bir süre sonra. Avrupa köylerini görmüş olanlarınız, oralarda köy yollarında hayran hayran yürürken "buraya köy diyenin, bizim şehre de şehir diyenin" diye içinden geçirmiştir. Oysa burada önemli olan sürecin hangi yöne işlediğinden ibarettir. Köyleşen kentler mi yoksa şehirleşen köyler mi? Sorusunun cevabı, bu sürecin yönü için belirleyicidir.

Bireyleri okullar eğitiyor gibi görünse de, eğitimin en önemli kısmı ailede gerçekleşir. Dolayısıyla kentli olma yolunda, ancak ailelerin dönüşümü ile kentli bireylerin yaşadığı bir kent mümkün olabilir. Okul eğitimi ancak bunun üzerine bina edilebilir.

Kentler ve kentli olmak, mükemmel bir dönüşüm anlamına gelmeyebilir. Zaten bitmiş bir süreç değildir kentlilik. Toplumun bir arada birbirine tolerans gösterip yaşadığı yerlerdir. Mükemmel midir? Bu tartışılır, ancak kent gibi kent, köyleşmiş bir kentten daha yaşanabilir bir yerdir.

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...