gerçek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
gerçek etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Şubat 2024 Salı

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma düğmesine basarsanız açılır. Bu bir gerçektir. Tabii kumandanın pili yoksa açılmaz ya da televizyon bozuksa açılmaz. Dolayısıyla gerçek de duruma göre farklı olabilir. Ancak gerçek kavramı söz konusu olduğunda somut ya da objektif bazı oluşlardan söz ediyor olduğumuz açıktır. 

22 Eylül 2021 Çarşamba

Nedensellik


Gazetelerin fal köşeleri vardır. Kimi okurlar, ilk olarak oraya bakar. O gün başına neler gelebilir? Günü iyi  mi, kötü mü geçecek diye anlamak için, günlük burç falı köşesini okumadan güne başlamazlar. Oysa gazetelerin yıldız falları genellikle işe yeni başlamış birileri tarafından tamamen işkembe-i kübradan atılarak yazılır. Yani, uydurmadır! Teknolojinin gelişmesiyle bu falları bir havuz içinden alıp, hazırlayan yazılım sistemleri de yapılmış olabilir. İşin özü, burç falı hiç bir gerçek nedene dayanmaksızın ve metotlarının gerçekliği tartışılır bir sistemdir. İnsanları 12 temel gruba ayırması, yani dünyada 7-8 milyar insanın 12 tipte olduğunu önermesi ile ilk duvara toslar. Gerçekleşme oranlarının istatistiği tutulmamıştır. Genelde yuvarlak ve her yöne çekilebilecek ifadeler içerir. Örneğin "bugün toplu para alabilirsiniz" gibi. Para gibi sürekli el değiştiren bir değişim aracı için ay başlarında yazılabilecek bir öngörüdür bu. Siz hiç piyangodan büyük ikramiye kazanmış bir burç falı yazarı gördünüz mü? Oysa, kelin merhemi olsa başına sürerdi. Kısaca burç falı uydurmadır. Çünkü gerçek olduğuna ilişkin hiç bir delil öne sürülemez. İnanlar ve bundan fayda sağlayanlar, "Neden böyledir?" sorusuna pek çok cevap sunabilir. Ancak bu cevapların hiç bir sağlam dayanağı yoktur.

Koçlar! harika bir haberim var!

-Bu gün aşkta şansınız açık!

- Neden?

- Çünkü ben, öyle olacağına dair sarsılmaz bir sezgiye sahibim! Bana öyle geliyor. Öyle olmalı!

12 saat sonra.

Berbat bir gündü. Kimse yüzüme bile bakmadı. 

- Hık, mık 

ya da:

Tüm gün herkesin gözü üzerimdeydi. 3'ünün telefonunu aldım.

- Bak gördün mü? Bana malum oluyor!

Zengin falcılar servetlerini fal bakarak yapıyor. Hiç biri borsa, çekiliş, piyango ya da kumardan kazanmadı servetini. Hala zihninizde bir aydınlanma olmadı mı? Olmadıysa sorun yok. Fal okumaya devam edebilirsiniz. Gerçekler mutlu eder diye bir kural yok.

Nedensiz bir şey olmaz. Bir olgu ile karşı karşıyaysanız bunun bir nedeni vardır. Mesela suyu yeterince ısıtırsanız kaynar ve buharlaşır. Isıtmak suyun kaynamasına nedendir.  

Basit sebep-sonuç ilişkisine güzel bir örnek de hemzemin geçitte bariyerler kapalı olmasına karşın geçmeye çalışan adamın aracına tren çarpmasıdır. Neyse ki sadece araç hurda olmuş. İşin garip yanı biraz sağ yapsa bariyer olmayan taraftan geçebilecekken, araçtan inip bariyeri eli ile kaldırmaya çalışıyor. Video linki: https://youtu.be/-806F20zbIY

Bir örnek daha. Eviniz temiz kalsın diye kapıdan girerken (hatta kimi apartmanın sokak kapısında) ayakkabılar çıkartılır. Ancak elinize gecen bir çöpü düşünmeden sokağa atmak normal gelir. Burada neden sonuç ilişkisi oldukça karışıktır. Zira sokak temiz olsa eve girerken ayakkabı çıkartmaya gerek kalmaz. Yine de eve toz girebilir. Bu eve ayakla taşınmayan toz değil ise neden eve toz girmektedir. Afrika'da Sahra Çölünde oluşan fırtına ile havaya kalkıp, evinize kadar gelen toz bunun nedeni olabilir. Oysa aynı toz Avrupa'ya da giderken nasıl olur da onların evlerinde, sokaklarında toz olmaz? Bunu da Fiziki haritalara bakarak anlayabilirsiniz. Ülkemize göre çok daha yeşil olan Avrupa ülkelerinde bu toz büyük oranda ormanlar tarafından filtrelenir. Bu basitleştirilmiş bir neden sonuç ağının anlatımı için bir örnek. Pek çok neden sonuç ilişkisi çok daha karmaşık olabilir. Karmaşık neden sonuç ilişkileri ile yoğrulmuş bir durumu anlamak yerine akıl dışı bir yöntemle açıklamak kolaycılıktır. Örneğin "Dünya, evrenin merkezidir" gibi. Gerçek ise çok daha karışıktır ama gözlemlenemez, açıklanamaz ve anlaşılamaz değildir.

En basit anlamıyla "yalan" yalandır. Örneğin: ben, "istediğim zaman rüzgar estirebiliyorum, hatta fırtına bile çıkartabiliyorum" değimde, verilebilecek karşılık "hadi yap da görelim!"dir. Rüzgar estirebildiğimi söyleyip duruyorsam ve estiremiyorsam, bu yalandır. Bunu ne kadar tekrarlarsam tekrarlayayım, rüzgar estiremem. Ancak çok tekrar ettiğimde insanların bir kısmı bu kadar tekrar edilen bir şeye "acaba mı?" diye yaklaşabileceklerdir. İnsanın bir kurgu ile olguyu ayırt edememesi yapısal sorundan mı kaynaklanmaktadır?

Olgu ve Kurgu ayrımı yapabilmek önemlidir. 

Nedensellik şöyle tanımlanabilir. "Aynı neden aynı sonuca yol açtığına göre neden–sonuç bağlantısı kesin ve değişmezdir. Bu anlamda evrendeki tüm olay ve oluşlar, kesin, değişmez ve öngörülebilirdir. Diğer bir anlatımla evren, gözlemcinin ya da deney yapanın iradesinden bağımsızdır(1)."

David Hume, Nedensellik ilkesinin zihinde belli olayların birleşikliğinin sürekli deneyim edilmesiyle oluştuğunu (2) belirtmiştir.

Eğer kendimizi eğitmemişsek, yaşantımızda bu gibi kavramsal tökezlemeler yaşayabiliriz. Ancak toplumun geneli kendisine paket olarak verilen kuralları olduğu gibi kabul etmek kolaycılığına gider. Gerçeklikle ilgisi olmayan kimi kabullerin fazlalığı bir toplumun ileriliği ile ters orantılıdır. Bu bir tür toplumsal nedensizliktir. Diyebiliriz.

Sözün özü her şeyin bir nedeni vardır. Kimini anlamasak da açıklayamasak da bu bir gün açıklanmayacakları ve anlaşılmayacakları anlamına gelmez.


1- Nedensellik Vikipedia, https://www.wikiwand.com/tr/Nedensellik

2- Örsan K. Öymen, Tanrı Var Mıdır? - Tanrı Üzerine Sorgulayıcı Düşünceler. 5. Baskı Şubat 2021

4 Aralık 2019 Çarşamba

Cennete Gitmek İçin Ne Yapmalı?

İyi bir insan olmak, içinde yaşadığınız toplumun yaşam kalitesini yükseltir. Tüm insanların saf iyi olduğu hayali bir toplum, yaşamak için can atacağımız bir yer olur. Peki, ya öldükten sonra cennete gitmek için ne yapmalıyız?

Kadim Mısır'dan çıkan tek tanrı düşüncesi ve semavi dinler, cennetin nasıl bir yer olduğunu tekrar tekrar tarif etmişler ya da bu tariflerin yapılmasına kaynak olabilecek ipuçları vermişlerdir. Konuya inanç sistemleri açısından yaklaşalım. Genellikle cennete gidebilmek için bu dünyadaki davranışlarınız için bir hesaplama yapılır. Bu hesaplamanın sonucunda, hak edip etmediğiniz değerlendirilir ve buna göre nereye gideceğinize karar verilir. Yine de insanları bu dünyada bir düzene sokmak için cennetin tasviri yanında, cehennemin yani kötülerin cezalarını çekecekleri yerin tasviri de etkilidir. Yani, "tamam iyi olmayabilirsiniz ama kötü olmayın bari. Yoksa sonunuz budur!" mesajı verilmiştir.

Dante'nin Cehennemi
Bu resim şu sayfadan alınmıştır.
Toplumlar, henüz karmaşık hale gelmemiş, insanlar günümüze göre küçük topluluklar halinde yaşarken, iyilikler ve kötülükler için hesaplamayı yapmak kolaydır. Zira başınızdaki yöneticinin sözünden çıkmaz, inancınızın gereklerini yerine getirirseniz, kimi inanç sistemlerinde sağ ve sol omuzda bekletip yaptıklarınızın kayıtlarını tutan meleklerin topladığı iyilik kayıtlarınız, yaptığınız kötülüklere üstün gelirse, sorunsuzca cennete hak kazanabilirsiniz.

Oysa yaşadığımız dönemde dünya eskisi kadar basit değil. Artık Çin'de kanat çırpan bir kaos kelebeği yüzünden Florida kıyılarında dev bir fırtına olabiliyor. Bu etkili bir anlatım mı (mecaz veya metafor)? Yoksa gerçek mi olup, olmadığını ise bilmiyoruz. Ama fazla burada takılmayalım zira hala Dünyanın düz olduğuna inanan (!) insanlar var.

Newton sadece 24 yaşındayken 1667 yılında kütle çekim yasasını fark etti. Zaman içerisinde yer çekimi ile ilgili her türlü formülü bulduk. Şimdiye kadar bulamadığımız ise kütle çekiminin nedeni. Uzayı keşfetmeye çalışırken, Dünya'da anlamadığımız hatta keşfetmediğimiz pek çok yer var. Tek tek bireyler olarak anlama ve bilme kapasitemiz sınırlıyken dünya üzerinden iletişim imkanını artırdığımız için beyinlerimiz birlikte çalışarak, daha fazlasını anlamamıza yol açıyor. 7 milyar insanın çok küçük bir kesimi bunu yapabiliyor ama bu bile aydınlanma ve bilimsel bir sıçrayış için yeterli. Biraz savurganca olsa da, bilmek için birlikte hareket ediyor olmamız bir dönüm noktası. Tek sorun, işin hala başında olmamız. Ancak zaman algımız yaklaşık 14 milyar yaşındaki evreninki ile karşılaştırıldığında oldukça sınırlı ve dar kalıyor. Ortalama insan ömrü olarak kabul edersek; 70 yıl uzun gibi gelse de, aslında evrenin yaşı ile karşılaştırıldığında anlık bir enerji pırıltısı kadar öneme sahip.
-------------------------------
Okumak İçin Güzel Bir Gün!



Mutluluk Saçan Işık: 

Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?

Çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.


-------------------------------
Tüm bunlara karşın 2000 yıl öncesine göre çok daha entegre ve karmaşık bir insan topluluğuyuz. 2000 yıl öncesinde kesinlikle iyi olarak kabul edilecek bir hareketimiz kaos kelebeğinin etkisiyle beklenmedik ve kötü sonlara gebe olabiliyor. Sonuç itibariyle yaşadığımız dönem ve yakın zamanlarda iyi bir hareketinizin kötülük etkisi olmaması imkansız gibi.


Resimde ortada gördüğünüz masum görünümlü çocuk, ortaokulda derslerinde çok da başarılı olamamış ama resim sanatına eğilimi olan, belki de bu eğilimi biraz desteklense çok başarılı bir ressam olabilecek bir küçük insan. Avusturya'da Viyana Güzel Sanatlar Akademisi sınavında diğer adaylara göre daha başarısız olduğu için akademiye girememesi belki de İkinci Dünya savaşının çıkmasına ve milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Resimdeki masum çocuk, Adolf Hitler. Onu seçmeyerek diğer yetenekli kabul edilen adayları seçip kendilerince adil ve iyi olan akademisyenler ise bunu yaparken iyi bir amel olduğunu düşünmüşlerdi. Sonuçları günümüzde bile kötülüklere neden oluyor. İsrail'de durup dururken, hayatını öldürülerek kaybeden bir Filistinli çocuk, resimdeki çocuğun sanatçı olmamasından sorumlu olan akademisyenlerin günahlarının bedelini ödüyor. Amel defteri açık kalan bu akademisyenler de günden güne Cehennemin daha derinlerine gitmeleri için gereken günahları biriktiriyorlar. Gel de kaos kelebeği denilen sevimli şeyin aslında Şeytan olabileceği ihtimaline takılma!


Bu yazının fikri bir komedi dizisinden çıkma. (Spoiler Alert - Dizi hakkında bilgi var!) The Good Place (İyi Yer) isimli dizi; ölüp, cennete gittiklerini sanan insanlar ve onlara bu duyguyu verip, bu yolla eziyet eden zebaniler üzerine kurulu. Dizide bir bölümde günümüzden geriye doğru bir kaç yüzyıldan beri kimsenin cennete gitmeye hak kazanamadığı dile getiriliyor. Bu durumun nedeni dizide şöyle anlatılıyor. Din kitaplarının geldiği zamandaki yaşantının artık çok değişti ve günümüzde daha karışık bir toplumsal hayat bulunuyor. İyi olmak artık eskisi kadar kolay değil.

Yani belki de ne kadar iyilik yaparsak yapalım bu durum bir yerde bir kötülüğe neden oluyor. Ne yaparsak yapalım, iyiliklerimiz bir kötülükle son bulduğu için de iyi olamıyoruz. Böyle bir durum mümkün olabilir mi? Ne dersiniz?

Dalay Lama'ın zamanımızın paradoksu ile ilgili güzel bir şiiri var. Osman Balcıoğlu dilimize çevirmiş. Okuyalım...

Zamanımızın Paradoksu

Büyük evler yaptık ama ailelerimiz küçüldü.
Aletlerimiz gelişkin, yine de zamanımız yok.
Derecelerimiz yükselirken, sağduyumuz düştü.
Eskisinden daha bilgili ama o ölçüde kararsızız.
Bol bol ilaç, yanı sıra sağlık sorunu ürettik.
Aya gidip geldik, yolun karşısındaki komşularla buluşamıyoruz.

Bilgisayarlarımız gelişti, artık daha çok bilgiye ulaşabiliyoruz.
Kopyacılığımız zirve yaptı. İletişimimiz yerin dibinde.
Sayılarla aramız iyiyse de kaliteyi yitirdik.
Hazır yiyecekleri çoğaltırken, sindirim sistemimizi iflas ettirdik
Boylarımız uzadı ama karakter kıtlığı çekiyoruz.
Para üzerine para koyuyoruz ama ilişkilerde sıfıra sıfır elde var sıfır.
Pencerelerinin içinde çok şeye sahip olduğumuz, boş odalarımızda yaşama zamanındayız.

Dalay Lama

Filozoflar bu konuda nasıl düşünmüşler?

1724 -1804 yıllarında yaşamış olan Alman filozof Immanuel Kant'a göre: Eskiden insanların ahlakı algılayışı, kendi anlayışlarına ya da evrensel bir anlayışa göre değil de, hükümdarın, yani ilahi gücün, emirleri olarak görüyordu. Kant bu düzeyi "hamlık" şeklinde dile getirmiştir. Kurtuluş ise olgunlaşmaktır. Farklı insanların, farklı dinlere inandığı durumda pek çok ahlaki değerlerin değiştiğini görebiliriz. Kimi için kutsal olan şarap, başkaları için günah, kimi için lezzetli bir yemek yapılabilecek bir dana, diğerleri için kutsal bir dokunulmazlıktır. Kant’a göre olgunlaşma, bir dinin ya da kralın söylediğinden çok kendini bulmak ile olur. Özetle, Kant yukarıda anlatılanların bir bakış açısı sorunu olduğunu dile getirmiştir. Kısacası, belli bir bakış açısının sınırları içerisine kısılıp kalırsak, o bakış açısının aksaklıkları içinden çıkılmaz bir durum oluşturabilir. Oysa, kördüğüm olmuş gibi görülen mesele, başka bir bakış açısı ile yaklaşıldığında daha kolay anlaşılabilir.


Son derece zeki biri olan merhum Cumhurbaşkanı ve politikacı Süleyman Demirel benzer bir yorumu halk dili ile ifade etmiştir. Demirel, "Meseleleri mesele etmezseniz, ortada mesele kalmaz" demiştir.

Milattan önce 495 - 406 yıllarında eski Yunan medeniyetinde yaşamış olan düşünür Sophokles, "Bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur." görüşünü dile getirmiştir. Geçen iki bin beş yüz yıla rağmen geçerliliğini koruyan bu görüş belki de daha binlerce yıl geçerliliğini koruyacaktır.

Bu durum yapısal olmalıdır. Yapısal olan bir durumu değiştirmek için; durumun bilincinde olmak gereklidir. Farkında olmadığımız bir durumu değiştirmek de mümkün değildir. Bu durumda insan, içinde bulunduğu cehennemden ancak kendini tanıyarak ve mevcut durumunu değiştirerek kurtulabilir.

İçinde yaşadığı cehennemden kurtuluş için çareyi gösteren bir düşünceyi, 1856 -1950 yılları arasında yaşamış olan, İrlandalı yazar George Bernard Shaw dile getirmiştir. "Yalancının cezası kimsenin kendine inanmayışı değil, kendisinin kimseye inanmamasıdır." Söz konusu olan durum, içinden çıkılması çok kolay olsa da, ancak farkında olarak kurtulunması mümkün bir durumdur. Aslında, biraz düşünürseniz, bundan güzel cehennem olamayacağını anlarsınız. Atacağınız bir küçük adım ile içinden çıkılabilecek olan durum içinde hapsolmak en büyük cezadır. Üstelik mahkum da, hakim de, savcı da ve hatta gardiyan da sizsiniz.

1694 - 1778 yılları arasında Fransa'da yaşamış olan yazar ve filozof François Marie Arouet ya da bildiğimiz adı ile Voltaire, "İnsan hiç de kötü yaratılmamıştır; ama hastalandığı gibi kötüleşir de..." diye düşünmüştür. Belki de, içinde iyilik ve kötülüğü bir arada tutan insanın bunlardan hangisini ortaya çıkartacağı, onun yapısına ve çevresel şartlarına düşündüğümüzden çok daha fazla bağlıdır.

İyi ve kötü, birbirinden o kadar ayrı ve farklı değildir. Bu iki kavram, bir bütünün ayrılmaz parçaları olabilir.

Her Sorunu Cevabı

İyi olmak biraz da yapımızda vardır. Aynen kötü olmak gibi. Doğamız gereği iş, açlığımızı gidermeye kaldığında, canını aldığımız bir başka varlığın da, bir ailesi, çocukları olduğu, yaşamaktan duyduğu derin mutluluk, aklımıza bile gelmez. O varlık, masamıza gelen bir dilim etten başka bir şey değildir. Onun, bir zamanlar yaşadığı, kırlarda hoplayıp, zıpladığı, yeni bireyler dünyaya getirip, onlara karşı sevgi ve bağlılık duyduğu, aklımıza bile gelmez. Sadece, sevdiğimiz kadar pişip, pişmediği ve ne kadar lezzetli olduğudur aklımızdaki. Diğer hayvanlar da, insandan farklı değildir. İhtiyaçları olan besinleri, doğrudan topraktan alamayan canlıların hayatta kalmak için bir başka canlı formunun bedenini alıp, onu yemekten başka bir şansı yoktur. Bunu yaparken iyi ya da kötü bir şey yapmamakta, sadece hayatta kalarak yeni nesiller yetiştirmektedir. Durum, maddeye dönüşmüş olan enerjinin farklı bedenlerde var olması ve küllerinden yeniden ortaya çıkmasıdır. Şirin ev kedinizin size duyduğu sevgi ve yanınızda mutluluktan hoş sesler çıkartıyor olması da, pencerenin dışında gördüğü kuşları yakalayıp yemek istemesi de, doğasından gelir. İnsanın doğası da çok farklı değildir. Ancak insan, kimi zaman doğasına karşı gelebilir. Farklı olan, insanın bunları düşünüp, değiştirebilir ve sonuçları paylaşabilir olmasındadır. Ancak bu bile, aslında maddeye dönüşmüş enerjinin bilinç kazanma yolculuğundan başka bir şey değildir. Mutlak tekillik halinden, bilinçli bir canlıya dönüşmüş olan madde, önce enerji, sonra yeniden madde, sonra bir yaşam formu ve bilebildiğimiz halimizle kendinin farkında olan bilinçli bir yaşam formu olarak, kendini anlama ve bilme yolculuğuna çıkmıştır. Bir sonraki düzeyin ne olacağını tahmin etmek bile mümkün görünmemektedir. Zaten bunun, bu düzeydeki bir durum için bir önemi de yoktur.

Cenneti yaşarken bulabilirsiniz. Belki de düşündüğünüzden çok daha yakındadır. Belki de zaten yanınızda taşıyorsunuzdur. Tıpkı cehennemi de yanınızda taşıdığınız gibi.

Yaşam ve var oluş yolculuğunun size ayrılan kısmında iyi ve mutlu yaşama şansınızın olmasını dilerim.

11 Ekim 2019 Cuma

Gerçek Algımız Güvenilir mi?

Algıladığımız dış dünya beynimizin duyu organlarından aldığı verilerle yeniden oluşturduğu bir tür canlandırma. 

Dış dünyanın simülasyonunu izleyip, tepkilerimizi ve hareket yöntemimizi belirliyoruz.
Örneğin gözlerimiz bir görüntüyü optik olarak sinirlere ulaştırıyor. Bu görüntü küçük elektrik sinyalleri olarak beyne iletiliyor. Beynin pek çok bölgesi görme için belli işlevlere sahip. Refleks gerektiren bir durum söz konusu ise ani kaçınmayı gerektirecek kadar bilgi hızla işlenip, kaçınma refleksi için bilgi anında değerlendiriliyor. Hızla gelen bir sinek ya da taş karşısında ani bir kaçış ya da göz kapağını kapatma gibi. Ancak daha detaylı bir görüş için daha gelişmiş bir algılama prosedürü başka beyin bölgelerinde gerçekleşir. 57-70 metre uzaklıktan bir tanıdığımızı görüp, kim olduğunu çıkartmak düşündüğünüzden daha karmaşık olabilir. Sadece gördüğünüz görüntüyü algılamak yetmez, beyniniz anılardaki görüntüler ile karşılaştırıp, bir tanıma işlemi gerçekleştirir. Bu günümüzde bilgisayar sistemlerinin gerçekleştirdiği yüz tanıma işleminden daha karışıktır. Zira tanıdığınızı arkadan, kafa yapısından, saçının görünümünden, boyundan, yürüyüş şeklinden (örneğin aksamasından), giysilerinden karma bir şekilde algılayıp tanıyabiliriz. Tabi yanılma payı her zaman var :)
Peki, gözün retina bölgesine düşen, dış dünyanın ters görüntüsü nasıl olup da düzelir? Gözlerin kör noktaları olsa da bu her iki gözden alınan verilerin işlenmesi ile tamamlanır ve eksiksiz bir görme sağlanır. Yine hızla yaklaşan bir aracın yaklaşık ne sürede sizin bulunduğunuz yere ulaşabileceğini anlayabiliriz. Bütün bu karmaşık işlemleri nasıl olup da son derece kısa bir sürede gerçekleştirebiliyoruz? Bu sinir bilimin ilgilendiği bir alan. Tam olarak nasıl olduğu konusu hakkında kesin bir cevap yok. Ancak beynin 30 kadar bölgesinin bu işle ilgili olduğu düşünülüyor. Aynı zamanda dış dünyanın gözlerimizin retinasına düşüp bu bilgiyi algılayan hücrelerin kendi algıladıkları veriyi beyne iletmeleri bu bilginin bir görüntü olarak işlenip yeniden oluşturulması sırasında bir miktar zaman geçiyor. Oysa gözünüze doğru yaklaşan bir sinek fark edildiği anda beyin kısayolları kullanarak göz kapağını anında kapatıyor (tamam, genellikle gözümüze kaçıyor o gariban sinekler ama bazen de işe yarıyor ve hem sinek hem de gözümüz kurtulabiliyor). Bu kısım kısa süreli bir etki tepki durumu. Oysa iki gözümüzden gelen 3 boyutlu algılanan ve beynimizin kim bilir hangi bölgelerinin birlikte çalışmasıyla yeniden oluşturulan dış dünya görüntüsü bir miktar gecikme ile algılanmış oluyor. Oysa refleks ile değil de sıradan hayatımızı sürdürürken yaptıklarımız bu tür gecikmelere tahammül edemez. Örneğin kahvenizi almak için uzandığınızda beyniniz bahsettiğim simülasyonu mili saniyelik gecikmelerle bile yapsa kahveye uzanırken çarpıp dökebilirsiniz (tamam kazara ben de arada çarpıp döküyorum ama bu genele yayılamaz, endişe etmeyin).

sakarlık

Beynimizin görüntüyü anlayabilmek ve değerlendirmek için yeniden oluştururken bir miktar geciktiği ancak, hayatta kalmaya çalışan bir organizmanın böyle bir gecikmeden ölümcül olarak etkilenebileceği düşünülebilir. Zira sadece insan beyninden söz etmiyoruz burada. Bizimle birlikte evrim geçirmiş tüm canlıların beyinlerinde benzeri mekanizmalar bulunabilir. Görüntüyü yeniden yaratacağım derken, meydana gelen bir gecikme tonla aksaklığa sebep olabilir. Kimi bilim insanları bu durumun beyinde bir tür zaman makinesi ile çözüldüğünü öne sürmektedirler. Öyle bir telafi mekanizması düşünün ki, beyin yaklaşan trenin yanınıza ulaşması için gereken zamanı tam olarak hesaplasın ve aynı anda gecikme nedeniyle olduğu yerden daha geride bulunan tren görüntüsünü tam olarak o anda gerçekten bulunduğu yerde oluştursun. Bilim insanları bu durumu çözdüklerinde beynimizin çalışma mekanizmasını daha iyi anlayacağız. Olanın bitenin beynimizde yeniden canlandırılması ise son derece ilginç ve çekici. Gerçeği olduğu gibi mi algılıyoruz sorusunu gündeme getiriyor.
Hep göz ve görme üzerinden örnekler vermiş olsam da, tüm duyu organlarımızın benzer şekilde aldığı sinyalleri beyne ilettikleri ve bu sinyallerden yola çıkan beynin dış dünyayı algılamak ve simülasyonunu oluşturmak için bu sinyalleri kullandığı düşünülebilir.

Gerçeği yeniden oluşturmak ve onu algılayabilmek için yeniden yaratmak nasıl bir şey?

Tıpkı uzaktan kumandalı bir dronu kameradan gelen görüntülere bakarak uçurmak gibi. Orada dronun içinde olmamakla birlikte oradaymış gibi tepkiler verebiliyoruz. Adeta, bilincimiz o dronla birlikte vücudumuzdan uzaklara taşınmış oluyor.
Belki de bu, gerçek anlamda bir vücut dışı deneyim olarak nitelendirilebilir. Astral seyahat gibi değil üstelik, biraz eğitimle herkes bir dronla vücudunun dışında bir yerlere uçabilir.

Asıl dikkat çekmek istediğim şu: Eğer beynimiz dış dünyayı algılayıp, yeniden bir simülasyon oluşturup, dış dünyanın karmaşıklığını daha anlaşılır kılıyorsa, hakikat dediğimiz şey de gerçeğin kendisi değil de aslında bir tür simülasyonu olacaktır.
Tüm beyinler aşağı yukarı birbirine benzediği için simülasyonların da birbirine benzeyeceğini öngörebiliriz. Ancak yine de küçük yorum farklarının olması beklenebilir. Bu nedenle hakikat için objektif bir anlayış geliştirmek mümkün olmayabilir.


Akıl Hastalıkları

Gerçekler ile bağlantının kopması gibi sonuçları olan kimi akıl hastalıkları bu yaklaşımla daha kolay anlaşılabilir. Dış dünya algısı eğer bir tür simülasyon ve yorumsa bu işlemler sırasında beynin bir bölümü bozuk olduğu için gerçek algısını yanıltacak bir takım değişikliklere neden olabilir. Kaynağı belli olmayan görüntüler, sesler duymak. Var olmayan kişiler görmek, onlarla iletişim kurmak gibi gerçekte olmayan durumlar hakikatmiş gibi algılanabilir. Çevrenizde bu durumu fark eden birileri bulunmuyorsa ve bir şeyler yapmazlarsa böyle bir durumdan nasıl çıkılabilir?

Belki de bu yüzden bir mutlak hakikat algısı geliştirmek düşündüğümüzden daha zordur.

Peki hakikat nedir?

Bu konuda gerçek ve hakikat'in kelime anlamı olarak birbirini tam örtmediğini düşünen kimi yazarlar vardır. Örneğin bir nesnenin diyelim ki bir kahve kupasının varlığı bir gerçek iken. Onun zihnimizde canlandırdığımız (yukarıdaki anlatımla bağlantılı olarak simülasyonu) hali ise hakikattir.
-------------------------------
Okumak İçin Güzel Bir Gün!


Mutluluk Saçan Işık: 
Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?

Çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.



-------------------------------
Bu düşünceye göre gerçek insan bilincinden bağımsız mutlak olan bir kavramdır. Ancak diğer taraftan insan bilincinden bağımsız olarak gerçeği nasıl kavrayabiliriz ki? Dış dünyadan gelen her türlü bilgi bilincimiz tarafından bir işleme tabi tutulur. Ayrıca bizim var olmamız demek, bilincimizin var olması demektir. Zira varlığımızın ve evrenin varlığının ancak bilincimiz sayesinde fark edebiliriz. Bilincimiz yok olduğunda gerçek maddesel varlığımız hala bulunsa da bilincimizin algıladığı hakikat artık yoktur. Ancak bu durum görelidir. Bizim için hakikat olmayan ama gerçek olarak yerinde duran kahve bardağı başka gözlemcilerin işe dahil olması durumunda her birinin kendi hakikatine dönüşecektir. Dil bilim olarak aynı olan kavramı ifade eden, biri Türkçe, diğeri Arapça kökenli ve aynı anlamlı iki sözcüğü bu şekilde anlam farklılaşmasına tabi tutmak, kavramları açıklamaya çalışırken işi kolaylaştırıyor gibi görünebilir. Ancak en güvenilir bilim insanlarının bu durumu ve algımızın tam olarak nasıl çalıştığını anlamaları ile olabilir. Felsefi açıdan, üçüncü bir kavram belki bilim adamları sayesinde ispatlanabilir. O kavram ise Doğru kavramıdır. "Doğru" var olan bir kahve kupasının hem gerçekte hem de beynimiz tarafından algılanan hali ile birbirinin aynı olmasıdır.

Hakikat hepimiz için aynı şeyi mi ifade eder?

Fredrich Nietzsche İyinin ve Kötünün Ötesinde isimli kitabında "ahlâk filozoflarının pek çoğu, yüreğin süzgecinden geçirilmiş ve soyutlanmış bir arzunun gerekçelendirmesini bize sunarlar. Diğer bir değişle bu filozoflar kişisel olmayan mantıksal akıl yürütmenin işe karıştığı karmaşık analizleri ortaya koyar gibi görünür, fakat en sonunda kendilerinde mevcut olan önyargıların doğru olduğunu göstermeye çalışırlar (*).
Dolayısıyla gerçek olarak tanımlayabileceğimiz örneğin bir erik meyvesini nasıl algıladığımıza ilişkin durum söz konusu olduğunda hakikat durumundaki erik hepimize göre farklı olabilir. Bu hakikat durumu farklı olarak algılansa da onu bir başkası ile paylaştığımızda durum farklılaşabilir. Biz eriğin olgunluğu üzerine yoğunlaşmışken. Bir başkası kabuğunun parlaklığı, bir diğeri ise üzerindeki kurt deliğine dikkatimizi çekebilir. Beyinlerimiz birlikte çalıştığında hakikat algımız bu şekilde değişebilir. Aynı durum soyut kavramlar için de geçerlidir. Üstelik soyut kavramlar gerçeklik gibi gözümüzün önünde de durmaz. Yine de birlikte düşünmek ve araştırmak tek olarak bunu yapmaya çalışmaktan daha zengin sonuçlar verebilir.
Bir kavram karşısında ne kadar çok düşünürsek ve araştırırsak araştıralım, bu durum bir başkasının daha öncekilerden hiç birinin düşünemediği bir hakikate parmak basana kadar sürer.
-----

Benzer yazılarım da ilginizi çekebilir.


Gerçek Bir Simülasyon Mu?

Yaşadığımız Gerçeklik Simülasyon mu?

(*) Nigel Warburton, Felsefeye giriş s.79-80

26 Nisan 2019 Cuma

Bilimsel Düşünce Neden Önemlidir?

İnsanın beyni harikadır. Sadece kendini ve çevresini anlamakla kalmaz. Var olmayan nesneleri, düş ürünü canlıları, yerleri, paralel evrenleri soyut olarak düşünebilir. Dahası soyut kavramları kkendi içinde taklit edebilir (simülasyon). Bunları diğer insanlara aktarabilir. Düşlemek eylemi yaratıcılığın ve yeni teknolojilerin öncülü olmuştur.

Albert Einstein "Yaratıcılık bulaşıcıdır." demiştir. Sadece teorik fizikçi değil, aynı zamanda bir düşünür olduğunu gösteren pek çok düşüncesi günümüze gelmiştir. Bu söz insanların birbirinden daha ilginç fikirler ve ürünler üretebildiğinin göstergelerinden biridir. En basitinden insan, "Başkaları yapabiliyorsa ben neden yapmayayım?" diye sorarak yaratıcı bir akıl durumuna geçebilir. Değişmez yazgıcı, verilenle yetinen, sorgulamayan zihinlerin ise bu zincirleri kırabilecek bir devinime ihtiyaçları var.


Karen Armstrong, Tanrı'nın Tarihi isimli kitabında Yahudilik, Hristiyanlık ve bunlar kadar olmasa da Müslümanlığın kişiselleştirilmiş bir Tanrı düşüncesini geliştirdiklerini söyler ve ekler "... kişilik sahibi bir Tanrı tehlikeli olabilir. Bizi sınırlarımızın dışına çekmek yerine memnuniyetle onlar içinde kalmaya teşvik edebilir, bizi acımasız, katı, kendinden memnun ve "O"nun sanıldığı gibi tarafgir yapabilir". İşte, insanın içinde bulunduğu daireden çıkıp, şeytanla yüzleşmesi gereken yer burasıdır. Ancak bu şekilde, yeni düşünceler, hayaller ve güzel, yeni bir gelecek yaratabilir. Gelişmenin ve yenilikçi düşüncenin ve hayal gücünün önüne hiç bir engel konulmamalıdır.

Interstellar Filmi Kara Delik Sahnesi
Yaratıcılığın güzel yanı; o an için yapılamayacak şeyleri de düşünebilmenin mümkün olmasıdır. Ulaşması, ışık yılları ile ifade edilebilecek mesafelerdeki yıldız sistemlerine gitmek şimdilik mümkün olmayabilir. Ancak bunu yapabildiğimizi düşlemek hiç de imkânsız değildir. "Aman nasılsa gitmek mümkün değil!" diye ucunu bırakmak az da olsa yapılması olası olan bir teknolojiye hiç başlamadan veda etmektir. Hem uygarlık üst üste konulan tuğlaların büyük bir duvarı oluşturması ile buluşların bir biri ardına eklenmesi ile oluşan bir bilgi birikimidir.

Boş verip, üretmeyi ve geliştirmeyi "durdurmak" ile ilgili en güzel örnekleri kendi yakın tarihimizde görebiliriz.
Devrim arabası, Kapattığımız uçak fabrikamız, Aselsan tarafından üretimi durdurulan cep telefonumuz aklıma gelebilen en yakın örnekler. Eğer uçak üretebiliyorsanız bunu geliştirebilirsiniz. Günden güne daha iyisini yapabilirsiniz. Belki ilk üretiminiz düşündüğünüzün çok gerisindedir ama üreticisinizdir. Zamanla rekabet edip, ürünü geliştirip diğer tüketicilere de satarak, araştırma ve geliştirme için ihtiyacınız olan kaynakları da sağlayabilirsiniz. Bunu boş verip, “aman nasıl olsa daha iyisini daha ucuza mal eden var. Onlardan alalım” dediğiniz anda üreticilikten çıkıp, tüketiciye döndüğünüz gibi. Teknoloji mallarını bir kenara bırakın, soğanı bile üretmekten vazgeçince başımıza gelenleri gördük. Raflarda elinizi bile sürmekten çekindiğiniz küflü soğanları satın almaya zorlandığımız 2019 kışını unutmamak lazım.

Bilimsel düşünce araştırmaya ve sorgulamaya dayanır. Hiç bir gerçek kavram yalanlanmaz değildir. Bugün gerçekler olarak önümüzde hazır bulunan ve kabullendiklerimiz bile henüz fark etmediğimiz bazı farklı özellikler taşıyor olabilirler. Bunu fark etmenin yolu araştırmaktan geçer. On ikibin yıl öncesi ile günümüz arasında Dünyanın bize sağladıkları hammaddeler arasında bir fark yoktur. Eğer araştırma ve sorgulama yapmasaydık hala boş vakitlerimizi granit bloklarına şekil vererek geçiriyor olabilirdik. Oysa henüz 100 yıl önceki atalarımızın çok küçük bir kısmının ancak hayal edebilecekleri bir yaşantımız var. En basitinden bu yazıyı ekranda okuyor olmamız bile bunun kanıtı.

Kanıt demişken, bilimsel düşünce bir olguyu ileri sürdüğünüzde bunun kanıtlanabilir olmasını sorgular. Deneyler yinelendiğinde aynı sonuçların alınması gerekir. Üstelik olmuyorsa "yoktur!" diye kestirip atmaz. Konuya bilinmeyen, araştırılan bir konu olarak yaklaşır. Örneğin karşıtlar tarafından durmadan eleştirilen Evrim Kuramı içerisinde eksik ve boşluklar barındırabilir. Ancak bağlantıları fosil kanıtlar ile belgelenmemiş eksik parçalar için araştırmaya devam eder. Bilimsel düşünce insan dimağının çok kısa süren (50-90 yıl kadar) canlılık süresinin bilinen bütün bir evrenin bilgisini kavramakta zorlandığından da haberdardır. Yine de araştırıp geliştirmekten vazgeçmez. Zira bugünkü bilginin binlerce yıllık insanlık tarihinde zorluklarla elde edildiğini ve birikim olduğunu bilir.,


Bilimsel düşünce daha iyi, daha mutlu ve gelişmiş bir Dünya ve insan istiyorsak önemlidir. Aklınıza bir dogmalara boğulmuş mutsuz, huzursuz toplumları getirin. Bir de gelişmiş, mutlu ve huzurlu olanları. Hangisinde yaşamak istersiniz? Bu sorunuzun cevabı, neden bilimsel düşüncenin önemli olduğunun da cevabıdır.

Esen kalın.

----------------------


Okumak İçin Güzel Bir Gün!
Mutluluk Saçan Işık: Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?
Ben yazdım diye söylemiyorum çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.
Okumak için tıklayın!

19 Nisan 2018 Perşembe

Küçük Çaplı Aydınlanma

Bilmiyorum, belki de yaşlandıkça garip, garip adetler edinmemden olabilir, detaylara takılıyorum zaman, zaman. Bir seneden fazla zamandır iş nedeniyle Cezayir'de Relizan diye bir kentte bulunuyorum. Kent dediysem, hemen belirteyim öyle dev bir yerleşim yeri değil. Bizim Ankara'daki Bahçelievler semti kadar bir yer. Belki yüz ölçümü olarak biraz daha büyük olabilir ama 100 bin 120 bin kişilik bir yer. Burası ile ilgili olarak Youtube'da bir iki tanıtım görüntüsü yayınladım. Ancak fazla da ilgi çekecek bir yeri yok diye düşünüyordum. Ancak biliyorum ki, bu düşümce şeklim yanlış. Her insan kendi çapında bir evrendir. Kim bilir, yakın çevremde kimler yaşıyor. Belki de 21. yüzyılın en önemli fizik buluşlarını yapacak kişi bu şehirden çıkabilir, bunu bilmek zor.

Relizan'daki Buğday Silosu, Belki de bir un fabrikası 
Bulunduğumuz kent geçmişini de beraberinde yaşatıyor. Örneğin Fransızların zamanından kalma binaların bazıları hala ayakta. Şehrin ortasında eski kilise şimdilerde cami olarak hizmet veriyor. Yine büyük postane aynı şekilde kullanılanlardan. Buğday silosunu da sayarsak şehirde müze yapılsa dünyanın her yerinden gelebilecek turistlerin ilgisini çekebilecek yapılar mevcut.

Seksenli yılların sonları ile doksanlı yılların başlarında yaşanan halk ayaklanmalarının izleri her yerde görülebiliyor. Buradaki binalar genellikle iki katlı olmalarına rağmen ikinci kat pencereleri de demir parmaklıklı. Garajlar genellikle evlerin içerisinde ve çelik kapıları var. Dükkanlar da aynı
Fransızlardan kalma bir villa.
şekilde çelik kapılarını kapattıklarında orada bir iş yeri bulunduğunu anlayamayacağınız hale geliyor. Evlerin dış giriş kapıları da çelik ya da demir parmaklıklı. Yani, güvenliğe ihtiyaç duyduğunuzda kapınızı kapatmanız yeterli. Çok acılar çekilmiş olmalı. Şimdilerde böyle şeyler yok tabi ama şehir geçmişin hayaletlerini fazla uzaklaştırmamış.

Ne diyordum? Hah, yaşlılık detaylara takılmama neden oluyor. Tanımadığınız bir çevreye alışmaya çalışırken yolu bulmak için kimi nirengi noktaları yardımcı olabiliyor. Akşamları eve gelirken soldaki sokaklardan hangisine sapacağımızı anlayabilmek için, boşlukları betonla doldurulmuş bir elektrik direğini referans alıyoruz. Onu gördüğümüzde, saptığımız sol bizi eve getiriyor. Bir yıl geçmesine rağmen neden kimi direğin içinin doldurulup, kimisinin ise boş bırakılmış olduğuna o kadar önem vermemiştim. Ta ki, bu güne kadar.

Gündüz gözü ile beni aydınlatan direk bu işte.
Az önce, direklerden birinin yanından geçerken adeta küçük çaplı bir aydınlanma yaşadım. Sözünü ettiğim elektrik direkleri biraz da dar kaldırımların etkisi ile evlere bitişik duruyorlar. Dolayısıyla, eğer içlerini betonla doldurmazsanız kolayca tırmanıp, evin pencerelerine ya da genelde göreli olarak az korunaklı çatı katlarına ulaşılabilir. İşte bunu engelleyebilmek için, elektrik direklerinin içini üzerine tırmanmayı engelleyebilecek şekilde beton doldurmuşlar. Bir yıl sonra ne olduğunu anlamış olsam da, ilginç bir detay.

İşte böyle. İnsan kendi doğup, büyüdüğü bir şehirde bile çevresine yabancılaşabilir. Kaldı ki, yabancı bir çevrede bulunduğunda, ister istemez kendini daha korunaklı bir konuma alıp, çevresine karşı duyarsız bir tavır alabilir. Bu bir tür körlük yaratabilir. Bundan mümkün olduğunca uzak durmak ve çevremize karşı duyarlı ve dikkatli olmak keyif verici detaylara hakim olmamıza yol açar. Bazen böyle hiç beklenmedik bir detay sizi alıp götürür, eskisinden çok daha iyi tanırsınız yaşadığınız yeri.

Anı kaçırmayın. Yaşayın! Zira, geçmişte kalan kayıp anların, bir daha hiç tekrarı olmayabilir.

------
Relizan ile ilgili olarak çektiğim görüntüleri aşağıda izleyebilirsiniz.

 ---------

14 Nisan 2018 Cumartesi

Gerçek Bir Simülasyon Mu?

Çevreden izole bir ortamda bulunan 3,5 kiloluk jölemsi bir et parçası biz dediğimiz kişiliği oluşturuyor. Beynimizin fonksiyonunu bile bir kaç yüzyıldır doğru tahmin edebiliyoruz. Nasıl çalıştığı hakkında bilim adamlarının artık açıklamaları var. Sinir hücreleri (nöronlar) birbirleri ile kurdukları bağlantılar ile bizi biz yapan unsurları oluşturuyor.

2 yaşına kadar gelişen beyinde daha sonra ölene kadar hücre sayısı aynı kalıyor. Bu hücrelerin birbirleri ile yaptıkları bağlantılar sayesinde yeni bilgileri öğrenip işleyebiliyoruz. Örneğin, yeni bir dil öğrendiğimizde ya da bir müzik enstrümanı çalmayı başardığımızda beynimizde buna imkan verecek yeni bağlantılar kuruluyor.

Zaman içerisinde değişiyoruz. Gençlik yıllarındaki davranışlarımız ile olgunluk dönemlerindeki davranışlarımız belirgin olarak farklıdır. Günümüzde tek bir eğitim, ömür boyu çalışma hayatında kalmamız için yeterli olmuyor. Üniversitede aldığımız eğitimin üzerine yeni bilgiler koymadan profesyonel hayatımızda gelişme sağlamak mümkün değildir. Bunun olabilmesi için, beynimiz adapte olmakta ve aynı sayıdaki nöronlar birbirleri ile farklı bağlantılar yaparak bunun üstesinden gelmektedir. 

Başta, adeta kapalı bir kutunun içerinde hapsolmuş beynimizden bahsetmiştim. Beyin, dış dünya ile ilişkiye duyu organları sayesinde girebilir. Görme, dokunma, tad alma, koku alma, duyma işlevine sahip organlardan gelen verileri işler, karşılaştırır. Ortaya çıkan veriyi değerlendirerek dış dünyayı kendi içinde yeniden canlandırır. Bu simülasyonu dış dünya gerçekliği olarak algılarız. Örneğin Gaetano Kanizsa'nın 1955'te yayınladığı optik yanılsama örneği resim, bunu anlatmada yardımcı olabilir. Resimde tamamlanmış bir üçgen bulunmamasına rağmen, bunu görme yolu ile algılayan beyin aradaki boşlukları doldurarak, üst üste konulmuş bir düz bir de ters üçgen oluşturur. Biz de gerçekte orada olmayan iki üçgeni gördüğümüze inanırız (https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/5/55/Kanizsa_triangle.svg adresinden alınmıştır).  

Yine renkleri algılamamız da böyle bir yoruma bağlıdır. Gördüğümüz renkler başka bir gerçeklik yorumunda çok daha farklı görünüyor olabilirler. Beynimiz dış dünyada var olan ancak anlaşılması zor bir çelişkiyi kendince mantıklı bir hale getirebilir.

Örnekte (http://www.wikiwand.com/tr/Optik_ill%C3%BCzyon adresinden alınmıştır) gördüğünüz ilüzyonda iki gri kare hep aynı renkte olmasına rağmen beynimiz durumu kendisi için daha anlaşılabilir hale getirmek adına birbirinin aynı olan gri tonları farklı yorumlamaktadır. Burada dikkat edilecek durum, gözlerimizin renkleri mümkün olduğunca doğru algılaması ve beyne iletmesidir. Bu anda beynimizde gözlerden beyne bir veri akışı yaşanmakta, yine veriyi yorumlayan bölümden de gelen veri hakkında işlenmiş bilgi gelmekte ve beynimiz gözlerimizin gördüğü durumun yorumunu kendi içerisinde anlaşılabilir bir simülasyona dönüştürmektedir. Yani beyin gerçeği yeniden oluşturmakta ve bize bunu göstermektedir. Gözlerimiz sadece belirli bir sınır içerisindeki dalga boylarını algılayabilir. Örneğin gözlerimizin görmediği gama ışınları, x ışınları, hatta kızıl ötesi ışınlar da bulunur. Eğer onları da görebilseydik belki de işleyebileceğimizden daha fazla bilgi ortaya çıkabilirdi. Yani Süperman gibi x ışınlarını görmek, süper hızlı bir veri işleme kapasitesine sahip beyin gerektirebilirdi.

Görsel, https://foxsuperpowerlist.com/vision-x-ray/ adresinden alınmıştır.
Burada şöyle ilginç bir durum var. Gözden beyine giden veri, kısa da olsa bir yol alıyor. Bu yolda zaman kaybediyor. Daha sonra bu veri beyinde işleniyor ve anlaşılabilir bir şekilde yorumlanıyor. Bu da ayrı bir zaman kaybı. Toplamda diyelim yarım saniyelik ölümcül bir kayıp. Gözümüzle gördüğümüz ile beynimizde olayın yeniden oluşturulması için bir zaman geçiyor. Dolayısıyla beynimizin oluşturduğu gerçeklik, aslında o anda geçmiş haline gelen bir şey. Beyin bu gecikmeyi de hesaplayıp, ona göre düzeltmeler yapan bir yapıya sahip. Aksi taktirde, araç kullanmamız bize hızla gelen bir tehlikeden kaçınmamız ya da bir jonklörün üç topu düşürmeden çevirmesi mümkün olmazdı. Bu anlamıyla beynimiz kısa da olsa, bir zaman dilimini yeniden yaşattığı ve aradaki zaman farkını kavrayıp, gerekli düzeltmeyi yapabildiği için aslında bir zaman makinesi gibi çalışıyor. Geçmişte yaşıyor ama anı da kaçırmıyor.

Felsefi anlamda gerçeği aramak güzel. Ancak aradığımız gerçeğin de aslında beynimiz tarafından oluşturulan bir gerçek simülasyonu olduğunu anlayabilmek paha biçilmez bir durum.

Konu ile ilgili BBC yapımı bir belgesel var. Eğer zamanınız varsa izlemenizi öneririm.

30 Ekim 2015 Cuma

Başarının Önündeki Engel Ne?

Genetik Mirasımız Başa Bela mı?

Biraz genetik mirasımızdan kaynaklandığını düşündüğüm bir özellik var. Küçük insan toplulukları halinde doğal koşulların etkisini sonuna kadar hissederek yaşanılan dönemlerde, vahşi hayvanlar ve diğer insanlara karşı dikkatli olan atalarımız bu dikkatleri nedeniyle nesillerini sürdürebildiler. Daha cesur ve korkusuz olan bazı bireyler ise bu cesaretlerinin ve tedbirsizliklerinin bedelini canları ile ödediler. Zamanla hayatta kalanlar, ürkek ve tedbirli çoğunluk olabilir. Yeni nesillere aktarılan bu özellikler günümüze kadar aktarılmış olabilir.

Artık, doğanın ortasında vahşi hayvanlardan korkarak, genellikle de diğer insanların canımıza kastetmesi endişesi ile yaşamıyoruz. Büyük şehirlerde ya da daha küçük yerleşim yerlerinde güvendeyiz. Savaş bölgesinde değilseniz, fazla korkmamıza neden olacak, hayatınızı tehdit eden unsurlar da yok.

Oysa, ilkel dünyada hayatınızı kurtaran, genetik olarak taşınmış özellikler hala kafanızın içinde hazır olarak sizinle dünyaya geliyor. Diğer yandan, mevcut ekonomik düzende cesur ve  girişimci olmanız, yaratıcı düşünceleriniz ile ortaya koyabileceğiniz yenilikleri cesurca kullanıma sunabilmeniz gerekiyor. Oysa ürkek ve tedbirli tarafımız bütün bu parlak fikirleri ortaya atmamıza, yeni şeyler denememize engel olabilir.


Toprağa Gömdüğümüz Zenginlikler Neler?

Bu nedenle mezarlıklar hayata geçirilmemiş parlak fikirlerle, gerçekleştirilmemiş girişimlerle, denenmemiş yenilikçi fikirlerle dolu. Tüm bu zenginlikleri toprağa gömüyoruz. Oysa biraz cesaret olsaydı belki de, pek çok hayatı kolaylaştıracak ürün ve hizmet şimdi yerin altında olmayacaktı.

Bizi Zincirleyen Genetik Mirasımızın Etkisinden Nasıl Kurtuluruz?

1- Her girişimin önündeki engellerin neler olacağını düşüneceğinize, onları nasıl aşacağınızı düşünün.
2- Elde ettiğiniz bir fırsatın olası olumsuz etkilerine kaygılanmak yerine, bu fırsatı bir daha elde edemeyeceğinizi düşünüp, değerlendirin.
3- Anın kıymetini bilin. Yeni kişiler tanımak için kafanızdaki ilkel korkulardan sıyrılın. Bir an tanıyabileceğiniz kişiyi, o anı kaçırınca, bir daha görmemek üzere kaybedebileceğinizi unutmayın.
4- Kimi girişimler gençken, insanın daha cesur olduğu bir dönemde daha kolay yapılır. Gençliğinizin bu cesur ve girişimci yönünü koruyun. Orta yaşlarda genç kalmayı istemez misiniz?
5- Tedbirli tarafınızın siz tedirgin eden ve vazgeçmenizi telkin eden çığlıklarını bastırın. Biraz cesaret ve başladığınız işten vazgeçmemek başarı için tek ihtiyacınız olabilir.

Bu görsel, şuradan alınmıştır. 

Başarı Çok Yakında Olabilir

Akılda kalıp, ölümün ötesine geçmek istiyorsanız başarılı olup işe yarayan bir hayat yaşayın. Başarı uzanıp yakalayabileceğiniz kadar kolay bir yerlerde olabilir. Geri çekilerek başarıya ulaşamazsınız.

Sürüdeki birey, güven içerisinde hayatını boşa harcayabilir ama sürüden ayrılıp, aklını kullanan birey ölümlü bedeni ortadan kalksa da yaptıkları ile yaşamaya devam eder.

Ölümsüz olma fırsatını, ne yaparsanız yapın, kaybetmeyin. Hayata kattığınız yenilikler, ürünler, fikirler, eserler sizi yaşatır. Büyük yenilikçiler, sanatçılar, girişimciler, yaptıkları ile hatırlanır. Düşününce hemen bir iki ismi sıralayabilirsiniz. Büyük kötümserler ve tedbiri elden bırakmadan hep radarın altından hayatını sürdürmüş milyarlarca ölüden ise kolay kolay kimseyi sayamazsınız. Onlar toprak altında kalmış değerlendirilememiş insanlık potansiyelinden kişilerdir.

Hangi taraftan olacağınız tamamen sizin elinizde. Başarınızın engeli, kendiniz olmayın.

6 Aralık 2014 Cumartesi

Esseniler


Paramparça Geçmiş
Din, geçmişten bu güne gelişim gösteren bir düşünce sistemi olarak konumlandırıldığında mevcut bilgimiz parçalara ayrılmış ve farklılaşmış bir görüntü algılamamıza sebep olabilir. Oysa eksik parçaları birleştirebilecek verilere sahip oldukça, aslında temelde birinin diğerinden çok da farklı olmadığını ileri sürmek mümkündür. İnsanlık tarihi iyi ve kötünün durmadan birbirine harmanlandığı bir döngünün etkisinde gibidir. Aydınlığın yayıldığı ve egemen olduğu dönemlerde bile karanlığın etkisi kendini göstermiştir. Adeta tam mutluluğun yakalandığı dönemlerde birileri çıkıp bunu bozmak için gereken çabayı göstermiştir.

İnsanlık Tarihi
İlkel insan topluluklarında güvenlik ve birlik sağlamak, birlikte hareket etmeyi kolaylaştırmak için aslında toplumun davranış kurallarını oluşturan kavramların itiraz edilmeden kabul ettirilebilmesi için bu kuralların kaynağının ilahi bir güce dayandırılması mantıklı bir çözümdür. Böylece yöneticiler, güçlerini aldıkları ilahi kaynak sayesinde iktidarlarını sürdürülebilir kılmışlardır. Bilgiyi birbirine aktararak uygarlık birikimini artıran ve paylaşan insan toplulukları din ve toplumsal hayatı birlikte sürdürmüşlerdir.

Tarihi milattan önce 11.000’lere kadar giden Urfa yakınlarındaki Göbeklitepe kalıntılarında bulunan tapınak henüz cilalıtaş devrinde olan ve şehirlerini bile kurmamış insan topluluklarının bir tapınak inşa etmiş olduklarını düşünmemize neden olmuştur.

Henüz yazı olmayan bir dönemde yaşayan insanlar deneyimlerini ve birikimlerini birbirlerine sözel olarak aktarabilmektedirler. Eğer bir nedenle, bu aktarım kesintiye uğramışsa kaybedilen bilgiyi yeniden bulmak söz konusu değildir. Yani atalarımız belki de defalarca aynı buluşları yeniden yapmak zorunda kalmış olabilirler.

Bu durum bizim insanlık tarihine de bakışımızı etkilemiştir.



Toplam 15 bin yıllık bir perspektif üzerinden bakılırsa neden olmasın? Neyse ki yapılan araştırmalar bizi bu noktadan
İlk İnsanlar
|
Paleolitik İnsanlar (2 Milyon Yıl Öncesi)
|
Mesolitik İnsanlar (20-10 bin ile MÖ 5000)
|
Neolitik İnsanlar (MÖ 4500 ile MÖ 2000)
|
Biz
şeklinde bir sıralamaya getirmiştir.


Peki, ya gerçekte olan durum aşağıdaki gibiyse? 

İlk İnsanlar
|
Paleolitik İnsanlar (2 Milyon Yıl Öncesi)
|
Mesolitik İnsanlar (20-10 bin ile MÖ 5000)
|
Neolitik İnsanlar (MÖ 4500 ile MÖ 2000)
|
|
Büyük Unutuş
|                                              |
10,000 Diğer Kültür             Biz (1)

İnsanlar birbirlerine hikâyeler anlatarak kültürü aktaran bir topluluktur. Bizi benzersiz yapan budur(2). Ancak yazı olmadan aktarım kolayca kesintiye ve kayba uğrayabilir. Belki de 2 milyon yıllık tarihimiz boyunca çok önemli edinimlerimizi unutmuş olabiliriz.

Efsaneler
Belki de elimizde kalan söylenceler düşündüğümüzden çok daha eskilerden kalan fısıltılardır.
Gılgamış Destanı (Ya da Nuh Tufanı Söylencesinin öncülü)
Yaratılış (Tanrının dünyayı 6 günde var etmesi)
Vaad Edilmiş Topraklar

Kuşkusuz efsanelere başka pek çok örnek verebiliriz.

Yazı bulunuşundan bugüne uygarlığımızın inanılmaz bir hızla ilerlemesine neden olmuştur. Evrenin doğduğu anı yaptığımız gözlem araçları ile tespit edip dahası onun 13,8 milyar yıl öteden görüntüsünü tespit edebiliyorsak, bunun nedeni: yazı ile en az kayıpla deneyimlerimizi yeni nesillere aktarabilmiş olmamızdır.

Dini öğretilerin de birbirlerinden etkilendiği ileri sürülebilir.
Musevilik doğrudan Aton Dini olarak bilinen tek tanrılı eski bir Mısır inancından kaynaklanmıştır. Dolayısıyla aslında bugünkü hâkim dinlerin, Akhenaton’un dininin takipçileri olduğu da ileri sürülmektedir(3).

Osiris Mabedinde inisiye olan Musa Saabi inançları ve Osiris dininden etkilenmiştir. Dinini yaymak için 70 kişiyi tekris etmiş ve bunlardan “kabul edilmişler” anlamında Kabbalacılar olarak söz edilmiştir. Musa’nın ezoterik dinini bu kişiler ve takipçilerinin yaydığı ileri sürülür. Kabbalacılardan zorunlu göçler sırasında Yahuda Çölünde kalanlara Esseniler (tekili İsiyim) denildiği diğer bir kısmının ise Simyacılar olarak Avrupa’ya geçtiği daha sonra Catharlar ve Templierlere katıldıkları ileri sürülür.

Ölü Deniz Parşömenleri
1947 yılında Kumran’da Ölü Deniz Kıyısında bir Bedevi Çoban tarafından bir mağarada bulunan Ölüdeniz yazmaları 1958 yılına kadar 10 yıl süresince 11 mağarada yapılan kazılar 800 kadar yazmanın gün ışığına çıkmasını sağlamıştır. Bulunan metinlerin dörtte biri kadarı Tevrat'ta geçen metinlerdir. Bu belgeler aynı zamanda bunları yazan topluluğun inançları ve yaşayışları hakkında da bilgi vermektedir.

Bu metinleri bir Yahudi topluluğunun yazdığı ve bu topluluğun Esseniler olduğu düşünülmektedir. En eskisi MÖ 250 en yenisi ise MÖ 68'e tarihlenmektedir. Son tarih aynı zamanda Kudüs'e giden Roma ordularının Kumran kentini yıktıkları tarihtir (4).
Tarih sahnesinden bir anda yok olan Esseniler, nasıl bir topluluktur?

Esseniler

Esseniler, MÖ 500 yıllarından itibaren Filistin'le Mısır arasındaki Yehuda Krallığı bölgesinde yaşadıkları söylenen Yahudi mezhebidir. Flavius Josèphe, kendi döneminde var olan üç Yahudi mezhebinden bahseder. Bunlar: Ferisiler, Sadukiler ve Esseniler'dir (5). Esseniler’in farklı düşündükleri, kuralcı Farisilerle sürekli mücadele içinde oldukları ileri sürülmüştür.
Köken olarak Esseni kelimesi Aramice Hase (aziz, saf) kelimesinden gelmiş olabilir. Philon da “Essaoi” kelimesinin Grekçe Ösioi (aziz, dindar) kelimesi ile ilişkili olduğunu söylemiştir. Bu kelime hakkında bir başka görüş ise hassaim (sessiz) kelimesinden türediğidir. Esseniler, kendi inançları hakkında dışarıya sessiz kalmışlardır (6).

İsrail Krallığı yıkıldıktan sonra 12 kabile dağılmıştır. Kabilelerin bir bölümü Pers tarafında bir bölümü de Mısır tarafında kalmıştır. Sürgün yıllarında Musevi dini Kuzeyde Zerdüşt ve Sümer, Güneyde ise Mısır ve Helen etkisiyle değişikliğe uğramıştır. Mısır Yahudileri İskenderiye okulunu kurmuşlardır. Düşünceleri Helen ve Mısır doktrinleriyle bir senteze gitmiştir. Aynı dönemde Osiris rahipleri de İskenderiye Okulunda Yahudilerle birlikte çalışmışlardır.

Böylelikle Musevilikte iki ana eksen ortaya çıkmıştır: Filistin Okulu ve İskenderiye Okulu. Zaman içinde giderek Essenilerin oluşturduğu ileri sürülen İskenderiye okulundan bir grubun ayrılarak Vaftizci Yahya (John) ve İsa'nın başı çektiği Hıristiyanlığa dönüştüğü söylenmektedir.

Yine bazı din tarihçilerine göre, Helen etkisi ve İskenderiye ve Filistin ekolleri John ve İsa her ikisi de fakir Esseni topluluğunun üyeleri olup, Musevi dinine mensuplardı. İsa'nın hocası olan Vaftizci Yahya, Kudüs Tapınağı rahibinin oğluydu. Yahya İskenderiye'ye yerleşti. Orada vaazlarına devam etti. Platon'dan çok etkilendiği bilinmektedir. 12 Havariler'den olan Paul, burada yetişen rahiplerden biridir. Paul'ün sonradan Anadolu'ya kaçtığı ve burada Efes'de bir kilise kurduğu söylenmektedir. Mısır Yahudileri yani Esseniler'in İskenderiye'de bir akademi kurdukları ileri sürülür. Burada Helen ve Yahudi kültürü zaman içinde bir senteze gitmiştir. “Kutsal Ruh” kuramı burada ortaya çıkmıştır. Daha sonra da yeniden diriliş öğesi işlenmiştir (7).

Philo Judaeus

Tarihçi Flavius Josèphe’e göre Esseniler sadece bir kentte değil, her kentte çok sayıda kişiden oluşan gruplar halinde görülmüşlerdir. Helenistik Yahudi filozof Philo Judaeus Filistin ve Suriye’de 4 binden fazla olduklarını ileri sürmüştür (8). Roma’lı yazar, doğacı ve doğa düşünürü Yaşlı Pliny, Essenilerin Ölü Denizin Batı yakasında sahilden uzakta Engeda isimli kasabada yaşadıklarını belirtmiştir (9).

Bazı modern akademisyenler ve arkeologlar Essenilerin Ölü Deniz Judean Çölünde yer alan Kumran düzlüğünde yerleşik olduklarını ve Ölü Deniz tomarlarını da Essenilerin yazdıklarını ileri sürmektedirler. Bu teori kesin olarak kanıtlanamamıştır (10).

Josephus (Yusuf) Süleyman Tapınağı döneminden şehir duvarlarındaki Esseniler Kapısını refere ederek, Essenilerin de şehrin bu bölümünde yaşamış olduklarını ileri sürmüştür.

Prof. Rachel Elior

Diğer yandan Essenilerin hiç var olmadıklarını ileri süren bir akademik görüş de bulunmaktadır. Kudüs İbrani Üniversitesi’nde Yahudi Mistisizmi Öğretim Üyesi Prof. Rachel Elior, Essenilerin 1. Yüzyılda yaşamış olan Yahudi-Roman tarihçi Flavius tarafından uydurulmuş olduğunu ve bunun da yüzyılarca bir gerçek olarak nesilden nesile iletildiğini ileri sürmektedir. Kumran’da bulunan 900 yazıtın hiçbir yerinde Essenilerin kendilerinden söz etmemiş oldukları, geçen 60 yılda yapılan metinlerde yapılan araştırmalarda içeriklerde Essenilerin bulunamadığı. Bunun efsane içerisinde bir efsane olduğundan söz etmektedir (11).

Prof. Norman Golb

Essenilerin Kumran’da bulunan Ölü Deniz Parşömenlerini yazmadıkları, bu metinlerin, eski Yahudi toplulukları tarafından oluşturulduğu özet sonucunu anlattığı kitabıyla Şikago Üniversitesi Yahudi Tarihi ve Uygarlığı Profesörü Norman Golb’u da burada anmak gerektiğini düşünüyorum (12).

Esseniler ve Ezoterik Yapıları
Essenilerin tarihte var olup olmadıklarını konusunu bilim insanlarına bırakıp, elimizdeki veriler ile nasıl bir topluluk olduklarını anlamaya çalışalım.

Essenilerin kuruluşunun tek tanrı inancının bozulduğunu düşünen Musevilerin ayrı bir tarikat olarak örgütlenmeleri ile olduğu düşünülmektedir. Bu Yahudi dindar topluluk bozulduğunu düşündükleri inanışın yerine kavramlarda daha esnek, uygulamalarda ise katı bir anlayış geliştirdiler. Hint öğretilerinden etkilenen ancak temelde eski Mısır’ın temel moral değerleri olan Maat inancına yakın kısaca hakikate uygun yaşama esasını kabul ettikleri düşünülmektedir (13).

Esseniler Kudüs’ü terkederek Kumran’da manastır benzeri bir inziva düzenine çekildikleri ileri sürülür. Esseniler’in Süleyman Mabedi’nin mevcut halinden rahatsız olarak, Kumran’da bir “Ruhani Mabed” oluşturmaya çalıştıkları ileri sürülmüş. Kumran’daki kazılarda bulunan iki büyük sütün tabanı, Essenilerin iki sütun ve aralarındaki kapı ile gerçek Mabed’i sembolize ederek, törenlerini bu sembolik Mabed’de yaptıklarını düşündürmektedir (14).

Esseniler kendilerini Yahudi toplumu içerisinde seçkin bir grup olarak nitelendirirler. Topluluklarına dahil edecekleri kişilerde aradıkları bazı özellikler dikkat çekicidir.

Esseniler kendi aralarında “kardeş” kelimesini kullanır ve kendilerini “İnleyenler” ve “Ah edenler” olarak vasıflandırırlardı (15).

Topluluğa girmek isteyen aday 3 yıl süren bir sınav dönemi geçirirdi. Adaya öncelikle Esseniler gibi yaşamayı öğrenmesi için bir küçük balta, bir peştamal, bir beyaz elbise verilirdi. Bu deneme süresinde aday nefsine hakim olabildiğini gösterebilirse, daha sıkı kurallara uyması istenir ve su ile bir tür arınma ve temizlenme ritüeli yapmaya hak kazanırdı. İzleyen dönemde 2 yıl kadar karakteri ve davranışları gözlenir, ancak bundan sonra uygun görülür ise topluluğa alınırdı.

Giriş (inisiasyon) Töreninde aday;
- Dindar kalacağına,
- İnsanlara adaletli olacağına;
- Kimseye zarar vermeyeceğine;
- Zalimlere karşı savaşacağına;
- Devleti yönetenlere karşı sadık olacağına;
- Yönetim kendisine geçerse baskıcı olmayacağına;
- Emrindekilere karşı bir üstünlük göstergesi olabilecek bir işaret veya farklı giyim ve kuşamı olmayacağına;
- Daima gerçeği arayacağına ve yalancıların hatalarını ortaya çıkarmaya çabalayacağına;
- Kötülüklere karşı ruhunu temiz tutacağına;
- Ölümle tehdit edilse dahi topluluk üyelerinden hiçbir şeyi gizlemeyeceğine ve mezhebin sırlarından hiçbirini diğer insanlara açıklamayacağına;
dair yemin ederdi (16).

Kademeli bir ezoterik derecelendirme sistemine sahip olduğu da eldeki verilere dayandırılmaktadır. Kimi yerde 4 derece olarak belirtilse de daha fazla derece olduğu şeklinde yorumlar da bulunmaktadır.

  • Kurtulanlar,
  • Tövbekarlar, 
  • Fakirler,
  • Gerçekçiler, 
  • Azizler, 
  • Seçilenler.

Sofra da Esseniler için önemli bir kavramdı. Aynı topluluk üyeleri ile sofraya oturmak, tanrıya ulaşma yolunda arınma ve iman seviyesi göstergesi olması nedeniyle önemlidir.

Yemek, bir ibadet ritüleli içinde gerçekleştirilirdi. Sofra ahirette Mesih ile birlikte yapılacak şöleni temsil ediyordu. Güneşin doğuşundan önce dünyevi hiçbir söz edilmez, dua edilirdi. Güneş doğduktan sonra, herkes işinin başına geçerdi.

Öğlene doğru, su ile temizlendikten sonra elbiselerini değiştirir birlikte yemek üzere toplanırlardı. Öğle ve akşam iki defa yemek yenirdi. Yemeğin başında ve yemekten sonra üstad, dua ederdi. Yemek oldukça mütevazı olurdu. Yemekten sonra tekrar eski elbiselerini giyer ve işlerinin başına dönerlerdi.

Baş Üstadın yönetiminde bir Konsey topluluğu idare ederdi. Topluluk Hz. Musa öğretisine sıkı sıkıya bağlı olup bunu değiştiren, bozan ruhban sınıfa karşı dini en doğru hali ile algılamak ve onu korumak için çaba göstermektedir. Bu bağlamda dini gerçeği orijinaline sadık kalarak anlamak ve gerçekte verilen mesajı anlayıp iletmek için ezoterik yöntemi kullanmış oldukları ileri sürülebilir.

Cezalandırma yöntemleri de ilginçtir. Büyük günah işleyenler topluluktan uzaklaştırılırlar. Böylelerinin diğer insanlardan yiyecek alması yasaktır. Son derece zor şartlarda ot yiyerek zayıf düşen bu eski üyeler bu şekilde bir deri bir kemik kalır ve böyle ölürlerdi. Kimi zaman yeterince çektiği düşünülen üyeler tam son nefeslerini verecekleri zaman yeniden gruba kabul edilir ve cezalarını çekmiş olarak hayatlarına devam edebilirlerdi.

Essenilerin ana doktrinleri “sevgi” olarak nitelenebilir. Bu sevgi Tanrıyı Sevmek, Erdemi Sevmek ve İnsanları sevmek şeklinde bir tanıdık üçlü yapı (teslis) olarak karşımıza çıkar (17).

Yeni üyelerin kıdemliler karşısında durumları çok düşüktü. Yanlışlıkla bir yeni üye kıdemli bir üyeye dokunursa kıdemli üye kendisine kirli biri dokunmuşçasına arınıp temizlenmek için yıkanırdı. Günümüz için tanıdık bir Obsesif Kompülsif Bozukluk böyle davranışlara sebep olmuş olabilir mi? Belki.

Essenilerin Hayat Tarzları
Yine şüpheli 1. Yüzyıl tarihçimiz Josephus’un anlatımıyla Esseniler tarım ve el sanatları ile üretim yapıyor, bunu topluluk içerisinde paylaşıyorlardı. Bir tür komün ya da manastır hayatı olarak yorumlanabilecek bu yaşam şeklinde mallar ortak olarak kullanılıyor ve az ile yetinmek esas kabul ediliyordu. Tevrat hükümlerine göre yaşam esastı.

Evlilik yapmıyorlardı. Bu nedenle çocukları da olmadığından dışarıdan uygun adayları aralarına alıp yetiştiriyorlardı. Küçük de olsa bir kısım Essenilerin evlilik yaptıkları da ileri sürülmüştür. Bu kesim evliliği reddetmenin insan neslini yok edebilecek tehlikeli bir düşünce olduğunu ileri sürüyorlardı. Ancak evlenecekleri kadını belirlerken de 3 yıllık bir dönemde temizlik sınavından geçirip, ancak doğurgan olduğunu anladıkları zaman evleniyorlardı.

Stresten uzak ve dingin bir yaşam sürdüklerinden Essenilerin genellikle 100 yaşından fazla yaşadıkları ayrıca bir kısmının Romalılar tarafından vahşi şekilde öldürüldüğü da aktarılanlar arasındadır.

Dinsel İnançları
Yahudi inancı esası hep önde tutulmuştur. Ölümden sonra yeni bir bedende yeniden doğuş ve hüküm günü inancı belirgindir. Sadece doğruların dirileceği inancı hâkimdir.

Melekler ile ilgili zengin bir inanç yapısı söz konusudur. İyi ve kötü meleklere inanç söz konusu olduğu gibi koruyucu melekler olduğuna da inanılmaktadır.  Ruhun ölümsüzlüğüne ve ebedi olarak varlığını sürdüreceğine inanırlardı. Eski Çoktanrılı Yunan inancına benzeyen bir ahiret yaklaşımları da vardır. Erdemli ruhların ölüm sonrasında mutlu olacakları okyanus ötesi bir mekana gidecekleri metinlerde tasvir edilmiştir.

Dualist bir mesih anlayışları vardır. Bir Mesih Kral düzeni yeniden kuracak, bir mesih haham da bozulan din anlayışını düzeltecektir.

Gnostisizmin ilkeleri le benzerlikleri nedeniyle bu topluluğun Gnostik bir topluluk olduğu da sık sık dile getirilmiştir.

Gnostizim
Essenilerin dinin gerçek anlamını arayışları yüzünden gnostik bir topluluk olduğu ileri sürülmüştür. Peki gnostiklik nedir? Terim, eski Yunanca’daki “sezgi veya tefekkür yoluyla edinilebilen bilgi” anlamındaki “gnosis” sözcüğünden türetilmiştir. (Gnosis üç bilgi türünden biridir. Diğerleri, öğrenimle öğrenilebilir bilgi “mathesis” ve ancak ıstırap çekerek öğrenilebilen bilgi “pathesis”tir.) Eski Yunan ezoterizmine göre nasıl ıstırap yoluyla ulaşılabilecek bilgiye öğrenim ve sezgi yoluyla ulaşılamazsa, sezgi yoluyla öğrenilebilecek bilgiye (gnosis) de ne ıstırap yoluyla ne öğrenim yoluyla ulaşılabilir. Bu yüzden kimileri gnostisizmi "'sezgi' yoluyla alınan 'bilgiyle kurtuluş öğretisi'" olarak tanımlar (18).

Nedir Gnostikliğin ilkeleri?
1- Hakikatlere ulaşabilmede dinler yetersizdir.
2- Hakiki bilgiler, yani hakikate ait ya da hakikate yakın bilgiler ancak ruhsal ve psişik gelişim yoluyla edinilebilir.
3- Ruh ölümsüzdür. Ruh dünya yaşamında bir tür hapishane yaşamı geçirmektedir.
4- Gerçek olan, fiziksel dünya yaşamı değil, ruhsal yaşamdır.
5- Dünya düalite ilkesinin geçerli olduğu bir gelişim ortamıdır.
6- Ruhsal gelişim yolunda en önemli bilgi kaynaklarından biri ruhsal alemden ruhsal irtibatlarla alınabilecek yüksek bilgiler içeren tebliğlerdir ki, bunlar ruhsal bakımdan seçkin insanlara verilir(19).

İsa Bağlantısı
İncil’de geçmemekle birlikte Ölüdeniz Parşomenleri bulunduktan sonra Hz. İsa ile Esseniler arasında bir bağlantı olduğu düşünülmüştür. Essenilerin su ile temizlenme ritüelleri ve Vaftizci Yahya’nın su ile vaftiz yapması gibi rastlantılar bu tür düşünceleri kuvvetlendirmiştir. Bu bağlantı ile ilgili kesin bir sonuca ulaşılamamasının nedenlerinden biri böyle bir topluluğun gerçekten yaşayıp yaşamadığına ve topluluğa atfedilen pek çok özelliğin aslında başka Yahudi topluluklarının özellikleri olması olasılığına da dikkat çekmek gereklidir.

İsa'nın Esseniliğe alınışı ve Vaftizi (Abdest)

İsa’nın Esseniler tarafından yetiştirildiği ileri sürülmektedir. Mesajı Ahlak ve Sevgidir. Yaratıcının bilgi ve sevgisini anlatır. İnsanları seven, şefkatli bir tanrıdan bahseder. Bu yüce varlığı mutlu etmek için Maat yasasına göre yaşamak yeterlidir. İsa’nın kendisinin beklenen mesih olduğunu ileri sürdüğü ve Yahudi Kralı olmak istediği bilinmektedir. Ancak öğretiyi hazır olmayan sıradan insanlara açması nedeniyle Essenileri hayal kırıklığına uğrattığı ve bu nedenle Essenilerin sessizleşmesine neden olduğu ileri sürülmektedir. İsa mesajlarını verip zamanın yönetim erki ve Yahudi din adamlarının kendisini ortadan kaldırdığı olaylar dizisinden sonra, aslında kendisini hiç görmemiş olan Aziz Paul (asıl adı Saul) isimli bir başka Yahudi İsa’nın mesajlarını bozarak yeni bir din kurmuştur. Bu dindeki Tanrı kızgın olabilmekte cehennem ve Şeytan gibi kavramlar ile Tanrı sevgisi yerine korkusunu aşılamaktadır. Ardından kurulan kilise ve İsa’nın ölümünden 300 yıl sonra toplanan İznik Konsül’ü İsanın mesajları yanında başka pek çok kavramı dinin içine almıştır. İsa’nın gerçek mesajlarının Kumran’da ve Nag Hammadi’de bulunan parşömenlerde olduğu ileri sürülmektedir (20).

Modern Esseniler
Günümüzde Esseniler Ölü Deniz Parşomenleri bulunduktan sonra modellenen Eski Essen Düzeni’ı Grace Mann Brown isimli hanım tarafından 19. Yüzyılın sonlarında kurulmuştur. Gülhaç hareketi daha sonra bu oluşumu kendi yönetimi altına almıştır.

Nasıralı Essenler Düzeni Amerika Birleşik Devletlerinde Abba Yesai Nasrai (Davied Asia Israel) tarafından 1981'de kurulmuştur, inançlar arasındaki bağlantıları anlamaya yönelik, Gnostik Hıristiyan, Budist, Maniheist inançlar ve uygulamalar üzerine faaliyet göstermektedir.

Quebec, Canada’da Essen Ruhu isimli bir oluşum Olivier Manitara tarafından kurulmuştur.
Amerika birleşik devletlerinde de Essen hareketleri ve Kiliseleri vardır (21).

Sonuç
İnançlar birbirlerinden etkilenmiştir. Ezoterik öğretiler de öyle.

İster yaşamış olsunlar, ister bir tarihçi tarafından uydurulmuş olsunlar, Esseniler kapalı bir gruptur. Kılı kırk yaran seçkinci ve katı disiplinli yapısıyla muhtemelen misyoner hıristiyanlık, budizim ve İslam gibi inanışlarla rekabet edememiş, var olmuş ise de bir süre sonra yok olmuş ya da asimile olmuşlardır.

Günümüz ile 2000 yıl öncesi arasında dramatik bir nüfus farkı vardır. 1 yılında Dünya insan nüfusunun 200 – 400 milyon arasında olduğu tahmin edilmektedir. 7 milyara yaklaşan nüfusun yaşadığı dünyamızda ana akım inançlar yanında insan nüfusu ile orantılı olarak dini anlayış çeşitlenmeleri normaldir.

Zaten inançların da ezoterik yorumlarında hep "gerçeği aramak" vardır. Ancak neyi aradığını tam olarak bilmeden arayış bir tür hedefsizlik olarak görülse de aslında kişinin benliğini yüceltme çabası olarak yorumlanabilir.

Dipnotlar:
1) http://www.deep-ecology-hub.com/the-great-forgetting.html
2) http://www.deep-ecology-hub.com/story-of-civilization.html
3) Berk Yüksel, Aton Dini, Konferans
4)  Erhan Altunay, Ölü Deniz Yazmaları, Hermetics, http://www.hermetics.org/oludeniz.html
5) Flavius Josèphe, La Guerre des Juifs, Yunanca'dan çev.: Pierre Savinel, Paris 1997, kısım: 2/8:117-166, ss. 237-243.
6) Berk Yüksel, Esseniler ve Ölü Deniz Yazmaları. http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=101344
7) Esseniler, Vikipedia, http://tr.wikipedia.org/wiki/Esseniler
8) Philo (c. 20–54). Quod Omnis Probus Liber. XII.75.
9) Pliny the Elder. Natural History. s. 73.
10) Ellegård, Alvar; Jesus – One Hundred Years Before Christ: A Study in Creative Mythology, (London 1999)
11) Scholar: The Essenes, Dead Sea Scroll 'authors,' never existed http://www.haaretz.com/print-edition/news/scholar-the-essenes-dead-sea-scroll-authors-never-existed-1.272034
12) http://en.wikipedia.org/wiki/Who_Wrote_The_Dead_Sea_Scrolls%3F_(book)
13) Berk Yüksel, Akenaton’la Ezber Bozmak, Konferans. Ayrıca http://www.derki.com/ezoterik/akhenatonla-ezber-bozmak
14) İlhan Or, Kral Süleyman Mabedi.
15) Şişman, “Lut Gölü Yazmaları”, s. 52
16) Flavius Josèphe, a.g.e., kısım: 2/8: 137-142, s. 240.
17) Fragments of a Faith Forgotten by G.R.S. Mead, http://www.gnosis.org/library/grs-mead/fragments_faith_forgotten/fff14.htm
18) http://tr.wikipedia.org/wiki/Gnostisizm
19) http://tr.wikipedia.org/wiki/Gnostisizm
20) Berk Yüksel, Akenaton’la Ezber Bozmak, Konferans. Ayrıca http://www.derki.com/ezoterik/akhenatonla-ezber-bozmak
21) The First Essene Church, The Order of the Essenes - Los Angeles Chapter, The Essene Ministry Cathedral City CA


Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...