insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
insan etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

11 Aralık 2023 Pazartesi

Yapay Zeka İnsanlığın Sonunu Getirir mi?

İnsan gelişme için fayda sağlayabilecek her türlü teknolojiyi kendi yararına kullandığı gibi başkalarının zararına da kullanmıştır. Bir buluş yaptığında onun silah olarak nasıl işe yarayacağını düşünmek kaçınılmaz bir insan davranışıdır. 

4 Aralık 2019 Çarşamba

Cennete Gitmek İçin Ne Yapmalı?

İyi bir insan olmak, içinde yaşadığınız toplumun yaşam kalitesini yükseltir. Tüm insanların saf iyi olduğu hayali bir toplum, yaşamak için can atacağımız bir yer olur. Peki, ya öldükten sonra cennete gitmek için ne yapmalıyız?

Kadim Mısır'dan çıkan tek tanrı düşüncesi ve semavi dinler, cennetin nasıl bir yer olduğunu tekrar tekrar tarif etmişler ya da bu tariflerin yapılmasına kaynak olabilecek ipuçları vermişlerdir. Konuya inanç sistemleri açısından yaklaşalım. Genellikle cennete gidebilmek için bu dünyadaki davranışlarınız için bir hesaplama yapılır. Bu hesaplamanın sonucunda, hak edip etmediğiniz değerlendirilir ve buna göre nereye gideceğinize karar verilir. Yine de insanları bu dünyada bir düzene sokmak için cennetin tasviri yanında, cehennemin yani kötülerin cezalarını çekecekleri yerin tasviri de etkilidir. Yani, "tamam iyi olmayabilirsiniz ama kötü olmayın bari. Yoksa sonunuz budur!" mesajı verilmiştir.

Dante'nin Cehennemi
Bu resim şu sayfadan alınmıştır.
Toplumlar, henüz karmaşık hale gelmemiş, insanlar günümüze göre küçük topluluklar halinde yaşarken, iyilikler ve kötülükler için hesaplamayı yapmak kolaydır. Zira başınızdaki yöneticinin sözünden çıkmaz, inancınızın gereklerini yerine getirirseniz, kimi inanç sistemlerinde sağ ve sol omuzda bekletip yaptıklarınızın kayıtlarını tutan meleklerin topladığı iyilik kayıtlarınız, yaptığınız kötülüklere üstün gelirse, sorunsuzca cennete hak kazanabilirsiniz.

Oysa yaşadığımız dönemde dünya eskisi kadar basit değil. Artık Çin'de kanat çırpan bir kaos kelebeği yüzünden Florida kıyılarında dev bir fırtına olabiliyor. Bu etkili bir anlatım mı (mecaz veya metafor)? Yoksa gerçek mi olup, olmadığını ise bilmiyoruz. Ama fazla burada takılmayalım zira hala Dünyanın düz olduğuna inanan (!) insanlar var.

Newton sadece 24 yaşındayken 1667 yılında kütle çekim yasasını fark etti. Zaman içerisinde yer çekimi ile ilgili her türlü formülü bulduk. Şimdiye kadar bulamadığımız ise kütle çekiminin nedeni. Uzayı keşfetmeye çalışırken, Dünya'da anlamadığımız hatta keşfetmediğimiz pek çok yer var. Tek tek bireyler olarak anlama ve bilme kapasitemiz sınırlıyken dünya üzerinden iletişim imkanını artırdığımız için beyinlerimiz birlikte çalışarak, daha fazlasını anlamamıza yol açıyor. 7 milyar insanın çok küçük bir kesimi bunu yapabiliyor ama bu bile aydınlanma ve bilimsel bir sıçrayış için yeterli. Biraz savurganca olsa da, bilmek için birlikte hareket ediyor olmamız bir dönüm noktası. Tek sorun, işin hala başında olmamız. Ancak zaman algımız yaklaşık 14 milyar yaşındaki evreninki ile karşılaştırıldığında oldukça sınırlı ve dar kalıyor. Ortalama insan ömrü olarak kabul edersek; 70 yıl uzun gibi gelse de, aslında evrenin yaşı ile karşılaştırıldığında anlık bir enerji pırıltısı kadar öneme sahip.
-------------------------------
Okumak İçin Güzel Bir Gün!



Mutluluk Saçan Işık: 

Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?

Çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.


-------------------------------
Tüm bunlara karşın 2000 yıl öncesine göre çok daha entegre ve karmaşık bir insan topluluğuyuz. 2000 yıl öncesinde kesinlikle iyi olarak kabul edilecek bir hareketimiz kaos kelebeğinin etkisiyle beklenmedik ve kötü sonlara gebe olabiliyor. Sonuç itibariyle yaşadığımız dönem ve yakın zamanlarda iyi bir hareketinizin kötülük etkisi olmaması imkansız gibi.


Resimde ortada gördüğünüz masum görünümlü çocuk, ortaokulda derslerinde çok da başarılı olamamış ama resim sanatına eğilimi olan, belki de bu eğilimi biraz desteklense çok başarılı bir ressam olabilecek bir küçük insan. Avusturya'da Viyana Güzel Sanatlar Akademisi sınavında diğer adaylara göre daha başarısız olduğu için akademiye girememesi belki de İkinci Dünya savaşının çıkmasına ve milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Resimdeki masum çocuk, Adolf Hitler. Onu seçmeyerek diğer yetenekli kabul edilen adayları seçip kendilerince adil ve iyi olan akademisyenler ise bunu yaparken iyi bir amel olduğunu düşünmüşlerdi. Sonuçları günümüzde bile kötülüklere neden oluyor. İsrail'de durup dururken, hayatını öldürülerek kaybeden bir Filistinli çocuk, resimdeki çocuğun sanatçı olmamasından sorumlu olan akademisyenlerin günahlarının bedelini ödüyor. Amel defteri açık kalan bu akademisyenler de günden güne Cehennemin daha derinlerine gitmeleri için gereken günahları biriktiriyorlar. Gel de kaos kelebeği denilen sevimli şeyin aslında Şeytan olabileceği ihtimaline takılma!


Bu yazının fikri bir komedi dizisinden çıkma. (Spoiler Alert - Dizi hakkında bilgi var!) The Good Place (İyi Yer) isimli dizi; ölüp, cennete gittiklerini sanan insanlar ve onlara bu duyguyu verip, bu yolla eziyet eden zebaniler üzerine kurulu. Dizide bir bölümde günümüzden geriye doğru bir kaç yüzyıldan beri kimsenin cennete gitmeye hak kazanamadığı dile getiriliyor. Bu durumun nedeni dizide şöyle anlatılıyor. Din kitaplarının geldiği zamandaki yaşantının artık çok değişti ve günümüzde daha karışık bir toplumsal hayat bulunuyor. İyi olmak artık eskisi kadar kolay değil.

Yani belki de ne kadar iyilik yaparsak yapalım bu durum bir yerde bir kötülüğe neden oluyor. Ne yaparsak yapalım, iyiliklerimiz bir kötülükle son bulduğu için de iyi olamıyoruz. Böyle bir durum mümkün olabilir mi? Ne dersiniz?

Dalay Lama'ın zamanımızın paradoksu ile ilgili güzel bir şiiri var. Osman Balcıoğlu dilimize çevirmiş. Okuyalım...

Zamanımızın Paradoksu

Büyük evler yaptık ama ailelerimiz küçüldü.
Aletlerimiz gelişkin, yine de zamanımız yok.
Derecelerimiz yükselirken, sağduyumuz düştü.
Eskisinden daha bilgili ama o ölçüde kararsızız.
Bol bol ilaç, yanı sıra sağlık sorunu ürettik.
Aya gidip geldik, yolun karşısındaki komşularla buluşamıyoruz.

Bilgisayarlarımız gelişti, artık daha çok bilgiye ulaşabiliyoruz.
Kopyacılığımız zirve yaptı. İletişimimiz yerin dibinde.
Sayılarla aramız iyiyse de kaliteyi yitirdik.
Hazır yiyecekleri çoğaltırken, sindirim sistemimizi iflas ettirdik
Boylarımız uzadı ama karakter kıtlığı çekiyoruz.
Para üzerine para koyuyoruz ama ilişkilerde sıfıra sıfır elde var sıfır.
Pencerelerinin içinde çok şeye sahip olduğumuz, boş odalarımızda yaşama zamanındayız.

Dalay Lama

Filozoflar bu konuda nasıl düşünmüşler?

1724 -1804 yıllarında yaşamış olan Alman filozof Immanuel Kant'a göre: Eskiden insanların ahlakı algılayışı, kendi anlayışlarına ya da evrensel bir anlayışa göre değil de, hükümdarın, yani ilahi gücün, emirleri olarak görüyordu. Kant bu düzeyi "hamlık" şeklinde dile getirmiştir. Kurtuluş ise olgunlaşmaktır. Farklı insanların, farklı dinlere inandığı durumda pek çok ahlaki değerlerin değiştiğini görebiliriz. Kimi için kutsal olan şarap, başkaları için günah, kimi için lezzetli bir yemek yapılabilecek bir dana, diğerleri için kutsal bir dokunulmazlıktır. Kant’a göre olgunlaşma, bir dinin ya da kralın söylediğinden çok kendini bulmak ile olur. Özetle, Kant yukarıda anlatılanların bir bakış açısı sorunu olduğunu dile getirmiştir. Kısacası, belli bir bakış açısının sınırları içerisine kısılıp kalırsak, o bakış açısının aksaklıkları içinden çıkılmaz bir durum oluşturabilir. Oysa, kördüğüm olmuş gibi görülen mesele, başka bir bakış açısı ile yaklaşıldığında daha kolay anlaşılabilir.


Son derece zeki biri olan merhum Cumhurbaşkanı ve politikacı Süleyman Demirel benzer bir yorumu halk dili ile ifade etmiştir. Demirel, "Meseleleri mesele etmezseniz, ortada mesele kalmaz" demiştir.

Milattan önce 495 - 406 yıllarında eski Yunan medeniyetinde yaşamış olan düşünür Sophokles, "Bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur." görüşünü dile getirmiştir. Geçen iki bin beş yüz yıla rağmen geçerliliğini koruyan bu görüş belki de daha binlerce yıl geçerliliğini koruyacaktır.

Bu durum yapısal olmalıdır. Yapısal olan bir durumu değiştirmek için; durumun bilincinde olmak gereklidir. Farkında olmadığımız bir durumu değiştirmek de mümkün değildir. Bu durumda insan, içinde bulunduğu cehennemden ancak kendini tanıyarak ve mevcut durumunu değiştirerek kurtulabilir.

İçinde yaşadığı cehennemden kurtuluş için çareyi gösteren bir düşünceyi, 1856 -1950 yılları arasında yaşamış olan, İrlandalı yazar George Bernard Shaw dile getirmiştir. "Yalancının cezası kimsenin kendine inanmayışı değil, kendisinin kimseye inanmamasıdır." Söz konusu olan durum, içinden çıkılması çok kolay olsa da, ancak farkında olarak kurtulunması mümkün bir durumdur. Aslında, biraz düşünürseniz, bundan güzel cehennem olamayacağını anlarsınız. Atacağınız bir küçük adım ile içinden çıkılabilecek olan durum içinde hapsolmak en büyük cezadır. Üstelik mahkum da, hakim de, savcı da ve hatta gardiyan da sizsiniz.

1694 - 1778 yılları arasında Fransa'da yaşamış olan yazar ve filozof François Marie Arouet ya da bildiğimiz adı ile Voltaire, "İnsan hiç de kötü yaratılmamıştır; ama hastalandığı gibi kötüleşir de..." diye düşünmüştür. Belki de, içinde iyilik ve kötülüğü bir arada tutan insanın bunlardan hangisini ortaya çıkartacağı, onun yapısına ve çevresel şartlarına düşündüğümüzden çok daha fazla bağlıdır.

İyi ve kötü, birbirinden o kadar ayrı ve farklı değildir. Bu iki kavram, bir bütünün ayrılmaz parçaları olabilir.

Her Sorunu Cevabı

İyi olmak biraz da yapımızda vardır. Aynen kötü olmak gibi. Doğamız gereği iş, açlığımızı gidermeye kaldığında, canını aldığımız bir başka varlığın da, bir ailesi, çocukları olduğu, yaşamaktan duyduğu derin mutluluk, aklımıza bile gelmez. O varlık, masamıza gelen bir dilim etten başka bir şey değildir. Onun, bir zamanlar yaşadığı, kırlarda hoplayıp, zıpladığı, yeni bireyler dünyaya getirip, onlara karşı sevgi ve bağlılık duyduğu, aklımıza bile gelmez. Sadece, sevdiğimiz kadar pişip, pişmediği ve ne kadar lezzetli olduğudur aklımızdaki. Diğer hayvanlar da, insandan farklı değildir. İhtiyaçları olan besinleri, doğrudan topraktan alamayan canlıların hayatta kalmak için bir başka canlı formunun bedenini alıp, onu yemekten başka bir şansı yoktur. Bunu yaparken iyi ya da kötü bir şey yapmamakta, sadece hayatta kalarak yeni nesiller yetiştirmektedir. Durum, maddeye dönüşmüş olan enerjinin farklı bedenlerde var olması ve küllerinden yeniden ortaya çıkmasıdır. Şirin ev kedinizin size duyduğu sevgi ve yanınızda mutluluktan hoş sesler çıkartıyor olması da, pencerenin dışında gördüğü kuşları yakalayıp yemek istemesi de, doğasından gelir. İnsanın doğası da çok farklı değildir. Ancak insan, kimi zaman doğasına karşı gelebilir. Farklı olan, insanın bunları düşünüp, değiştirebilir ve sonuçları paylaşabilir olmasındadır. Ancak bu bile, aslında maddeye dönüşmüş enerjinin bilinç kazanma yolculuğundan başka bir şey değildir. Mutlak tekillik halinden, bilinçli bir canlıya dönüşmüş olan madde, önce enerji, sonra yeniden madde, sonra bir yaşam formu ve bilebildiğimiz halimizle kendinin farkında olan bilinçli bir yaşam formu olarak, kendini anlama ve bilme yolculuğuna çıkmıştır. Bir sonraki düzeyin ne olacağını tahmin etmek bile mümkün görünmemektedir. Zaten bunun, bu düzeydeki bir durum için bir önemi de yoktur.

Cenneti yaşarken bulabilirsiniz. Belki de düşündüğünüzden çok daha yakındadır. Belki de zaten yanınızda taşıyorsunuzdur. Tıpkı cehennemi de yanınızda taşıdığınız gibi.

Yaşam ve var oluş yolculuğunun size ayrılan kısmında iyi ve mutlu yaşama şansınızın olmasını dilerim.

31 Mayıs 2019 Cuma

On Maddede Sürdürülebilir Başarıya ve Mutluluğa Nasıl Ulaşılır?

1- Başarı ve mutluluk sürdürülebilir olmalı

Başarı diye tanımladığımız olgu nedir? Bir başarıdan söz etmek için öncelikle bir hedef belirlemek gereklidir. Bu sıradan ve genellikle benzerlerimiz ile aynı yaşam koşullarını sağlayacak bir hedef olabilir. Önemli olan, belirlenen bu hedefe vardığınızda daha çok mutlu olup olmayacağınızdır. Örneğin: Bir ev ve bir araba olarak belirlediğiniz nispeten kolayca gerçekleştirilebilecek bir hedefiniz olsun. 20 sene kadar vasat bir işte çalıştığınızda, biraz da tasarruf için zorlanarak bu hedefinize ulaşabilirsiniz. Emekliliğinizde sizi rahat yaşatabilecek olsa da hedefe ulaştığınız andan itibaren mutluluk seviyeniz aynı kalmayacaktır.

Para, mal, mülk sürekli mutluluk getirebilen şeyler değildir. Aldığınız anda kısmen kendinizi iyi hissetseniz de kısa süre sonra bu duruma alışır ve kanıksarsınız. Dünyanın en pahalı ve kaliteli arabasını alsanız da bir süre sonra bu durum sizin için sıradan bir hal alır. Başkaları aracınıza imrenerek baksalar da o araç sizin için sıradan binek bir araçtan farklı değildir. Lamborgini ile meclise gidip gelirsiniz, diğer milletvekilleri ve halk size imrenerek ve bazen de kıskanarak bakabilir, kimileri bu durumu gereksiz bir şatafat olarak değerlendirebilir. Oysa o araç sizin için hiç bir zaman ilk aldığınız gündeki kadar mutluluk veren bir halde değildir. Hatta kasislere girdiğinizde sağ ön amortisörden gelen ses sizi eskisinden daha fazla rahatsız edebilir. 350 beygirlik motoru da sanki eskisi gibi çabuk 100 kilometre hıza çıkmıyormuş gibi gelebilir. İşte bu nedenle başarının hedefine ulaştığınızda, aslında sürdürülebilir mutluluk sağlayabilmek önemlidir.

Peki, salt başarı mutluluk getirir mi? Onu da aşağıdaki maddelerde göreceğiz.

2- Bir Örnek (onaylanma ihtiyacı)

Sosyal medyada geçtiğimiz günlerde bir olay tepki topladı. İstanbul Beşiktaş semtinde bir konser salonunun sahibi, kendisi geldiğinde ayağa kalkmadı gerekçesiyle çalışan bir kadını ve diğer personeli tokatladı. Olay sosyal medyada yayılınca tepki çekti. Benim dikkatimi çeken de aslında malı ve mülkü toplumun büyük kesimi ile karşılaştırıldında gayet bol olan bu kişinin neden mutsuz olduğuydu. Siz ne kadar varlıklı ve diğerlerinden iyi durumda olsanız da çevrenizdekiler bu durumunuzu dikkate almıyor ise, yani sizi takdir etmiyorlarsa mutsuz olabilirsiniz. Sürekli bir teyid mekanizması olmadığında, eğer durumunuzdan mutlu değilseniz, bu durumunuzun daha kötü olduğunu göstermez. Kendinden emin bir kişi etrafındakiler ona ne kadar duyarsız olursa olsun bu durumu önemsemez. Çünkü kendini tanımakta ve sınırlarını, becerilerini bilmektedir. Yani tökezleyip, yere düşse zorlanmadan yeniden ayağa kalkabilir. Çünkü bunu bir kere başarmıştır. Gerekirse yeniden başarabilir. Onay ihtiyacı ise farklıdır. Sürekli olarak saygı gördüğünüzde mutlu olursunuz çünkü, bunun nedeninin zenginliğiniz olduğunu zannedersiniz. Oysa gördüğünüz samimi saygı varsa, nedeni başarılarınız olmalıdır. En küçük bir nedenle elde ettiğiniz zenginliğin kaybetmekten korkuyorsanız, sürekli olarak saygı görmenin bunu önleyebileceği gibi saçma düşüncelere kapılabilirsiniz. Çünkü kaybettiğiniz zenginliği yerine koyamamaktan korkuyor olabilirsiniz. Oysa, kendine güvenen insan, daha önce başardığı işi yine yapabileceğini bildiğinden böyle garip ihtiyaç döngülerinin esiri olmaz. Aksine, çalışanlara kibar ve babacan davranarak kolayca saygı görebileceğini bilir. Kimi zaman ise insan davranışlarının kaygan bir zemin olduğunu bildiğinden böyle şeyleri kafasına hiç takmaz. Sadece işine bakar.

3- Bir başka örnek (dünya başarılı insanlarla dolu)

İlk defa denediğiniz bir işte başarısız olmak normaldir. Normal olmayan, denemekten vazgeçip, o konuda gerçekten başarısız olmaktır. Pek çok denemede başarısız olup, vazgeçmediği için sonuçta hayatta başarılı olmuş kişilerin öyküleri var. Bunlardan sevdiğim biri Alibaba ve Aliexpress'in kurucusu Jack Ma'nın öyküsü.

Ma, 1964 yılında Çin'de doğdu. Ailesi ona Yun Ma adını verdi. Ailesinde ondan başla bir ağabeyi bir de ablası vardı. 12 yaşında doğduğu şehir olan Hangzhou'daki otellerde gelen turistlere parasız rehberlik yapmaya başladı. Tek isteği, çok ilgi duyduğu İngilizceyi öğrenmekti. Sekiz yıl bu işi yapan ve bu arada İngilizce de öğrenen Ma, Avustralyalı bir aileyle mektup arkadaşı oldu ve ailenin daveti üzerine Avustralya'yı ziyaret etti. Ma'nın Çin dışındaki dünyaya ilgi duymasının nedenlerinden biri de büyük ihtimalle bu yolculuktu.

Ma, artık büyümüş, dimağ tokluğuna çalışmanın hafifliğini sürdüremeyecek bir genç olmuştu. Her yere başvurup, iş aradı. Ancak çaldığı tüm kapılar suratına kapanıyordu. Uluslararası Fast Food (çabuk yemek) zincirlerinden ünlü biri olan Kentucky Fired Chicken (KFC) restoranlarından birine başvurdu. Restorana yapılan 24 iş başvurusundan diğer 23'ü işe alındı. İşe alınmayan tek kişi Ma oldu. Ancak bu durum iş arayışını durdurmadı. Okul hayatında da pek başarılı değildi. Sıra Üniversite’ye gelince durum farklı olmadı. Üniversite giriş sınavını da iki kez denedi ama kazanamadı. Tahmin ettiğiniz gibi üniversiteye girmekten de vazgeçmedi. 1988'de Hangzhou Öğretmen Enstitüsü, İngiliz dili bölümünü bitirdi. Daha sonra yerel bir üniversitede öğretmen olarak çalışmaya başladı. Hayatının sonuna kadar, benzer pek çok insanın yaptığı gibi kariyerini öğretmen olarak geçirebilirdi. Ancak bu durum kendisine yeterli gelmemiş olmalı ki, arayışı devam etti.

1995 yılında Çinli firmalara çevirmenlik yapmak için Amerika Birleşik Devletleri'nin kuzey batısındaki Seattle'a gidene kadar bilgisayar ve internete karşı bir ilgisi olmayan Ma, internetin önemini fark ettiğinde internet girişimlerine yöneldi. Ma aralarında China Pages gibi internet sitesi de bulunan, çok başarılı sayılmayacak çeşitli ticari denemeler yaptı. 1999'da 17 arkadaşı ile birlikte Alibaba'yı kurdu. Şirket kısa sürede büyük başarı elde etti. Şirketin başarısının altında ilginç bir gerçek var. Alibaba hiç bir şey üretmiyor! Üretenler ve toptan alanlar arasında aracılık yapıyor.  Alibaba 19 Eylül 2014 tarihinde New York Borsası'nda (NYSE) 24.7 milyar dolarlık halka arz ile tüm zamanların en büyük halka arzını gerçekleştirdi. Günümüzde de başarısı devam ediyor. Başarısızlıklarla dolu bir yaşamın sürdürülebilir başarı ile taçlandığı bir yaşam öyküsü. Üstelik başlangıçta İngilizce öğrenmek gibi gerçekleştirlimesi gayet basit bir başlangıç noktası bulunuyor. Ma'ını sadece bir ev, bir araba almak gibi bir hedefi bulunsaydı, şimdi külüstür bir araca binen, emekli maaşı yetmediği için bulduğu her işte çalışan ve kıt kanaat geçinen sıradan biri olabilirdi. Dünya üzerinde çalışan milyarlarca insan gibi yakaladığı kısmi başarı ile durmayıp sürdürülebilir ve büyük bir başarı öyküsünün kahramanı olan sıradan bir insan Jack Ma. Kaynak: Wikipedia Ma vazgeçmemesi ve tekrar tekrar denemesi, ne olursa olsun yola devam etmesi sayesinde diğer insanlardan ayrılan bir başarıyı elde etmiş. Dahası başarıyı sürdürmeyi becermiş bir kişi. Peki mutlu mu? Bunu bilemiyoruz ama başarı ile mutluluğun kesin bir ilgisi yok.

4- Başarı, mutlu olmak için yeterli mi?

Çok ünlü, milyonların sevdiği, alanlarında çok başarılı olmuş insanlar arasında da başarısız olanları var. 1988 yılında Can Dostum isimli fimdeki en başarılı yardımcı erkek oyuncu rolü ile Oscar alan Robin Williams, Dünya müzik listelerini sarsmış, pek çok fimde başarılı roller almış olan Whitney Huston da başarı kriteri açısından değerlendirildiğinde son derce başarılı insanlar. Ancak mutluluk sözkonusu olduğunda başarının ya da paranın bunu sağlayamadığının örnekleri. Her ikisi de girdikleri depresyon nedeniyle hayatlarını sonlandıran ünlülerden. Demek ki başarı mutlu olmak için yeterli değil. Peki ne yapmalı da mutlu olmalı? Mutlu olmayı istemekten başlamaya ne dersiniz? Gerçekten mutlu olmak istiyor musunuz? Başlangıç için güzel. Ama hayat uzun bir yolculuk. Bir de basit bir formülü yok. Mutluluğun yolunu kendi başınıza bulacaksınız. Yakınlarınızdan ailenizden, arkadaşlarınızdan yardım almak ise mümkün. Ünlü yazar Tolstoy bu konuda: "Mutluluk yaşadığın hayat tarzında değil, hayata bakış tarzındadır". Umarım sizin için de az da olsa ışık tutar.

5- Kaybetmekten korkmayın

Başarı piyango ya da başka bir şans oyunu sonucunda gelmedi ise. Başarı ile elinize geçenleri kaybederseniz onu yeniden elde etmek için ne yapacağınızı biliyorsunuz demektir. O nedenle kaybetmekten korkmak için bir neden yoktur. Tekrar çalışır, yaparsınız.

6- Nasıl mutlu olunur?

Mutluluk bir akıl halidir. Mutlu olmak için çok zengin olmaya gerek yoktur. Elinizdeki mütevazi birikimler ile de mutlu olabilirsiniz. Kimsenin sizi takdir etmesine ya da onaylamasına da ihtiyacınız yoktur. Çabaladınız ve yaptınız. Aynadaki görüntü (içinize dönüp baktığınızı farzediyorum dış görünüş değil. Önemli olan, ne görüyorsanız o da sizi mutlu etmeli) sizi memnun ediyorsa mükemmel. Daha önce başardınız yine yapabilirsiniz. Mutlu olabilmek için de başarıda olduğu gibi aradaki engelleri ortadan kaldırmak gerekli. Tabi yılmadan tekrar tekrar denemek de. Mutluluk ile ilgili olarak en önemlisi onu istemeniz. "Mutlu olmak istiyor muyum?" kendimize bunu sorduğumuz zaman "evet" cevabını veriyorsak, işe öncelikle kendi koyduğumuz engelleri ve takıntıları aradan çıkartarak başlamak gerekir.

Mutluluğun evrensel bir formülü bulunmamakla birlikte elinizdekilerle işe başlamanız güzel olabilir. Güzel bir aileniz varsa, mutlu olabilirsiniz. Yalnızsanız, küçük bir yavru kedi bile mutlu olmanıza yetebilir. Sevgi vermek ve almak beyni seratonin salgılamaya (yani mutlu olmaya) iten eylemlerden biridir. Yardım kuruluşlarında gönüllü çalışmak bile size mutluluğun kapılarını açabilir. Biraz ararsanız, pek çok başka yolunu bulabilirsiniz. Tek kötü yanı mutluluğu sürdürmeniz gerekmesidir. Çünkü bağımlılık yapar.

7- Reddedilmek korkusu

Çoğu zaman kendi engellerimizi kaldırmak mutluluk yolunda ilerlemek için iyi bir yöntemdir. Mesela, reddedilmek korkusu ile pek çok işe girişmemek daha başta mutsuzluk getiren engellerden biridir. Size çok çekici gelen birine yaklaşmak zor gelebilir. Eğer sizi terslerse dünyanın sonu gelecekmiş gibi gelebilir. Oysa bu düşüncelerinizi kafanızdan atıp, onunla tanışıp en azından denemeden bunu bilmenize imkan yoktur. Ayrıca dünyada milyarlarca insan var. Birkaçı sizi reddetse ne olur ki? Geriye milyarlarca insan var. Bir olmazsa, diğeri olur. Denemeden başaramazsınız. Ancak burada da sorun başarılı oldunuz diye, mutlu olmanızın garantili olmamasında. Birlikte mutlu olmak için emek harcamadığınızda mutlulukta da başarısız olmak mümkün. Yine de, tekrar tekrar denemeden mutlu olmaktan vazgeçmemek bizden öncekilerden alabileceğiniz bir ders.

8- Başarısızlık korkusu

Kimse birden bire başarılı olmaz. Emekleyen bir bebek ilk adınlarını atmaya başladığında sıklıkla yere düşer. Şüphesiz canını yakan bu deneyim nedeniyle yürümekten vazgeçmez bebek. Aksi taktirde hayatı boyunca güvenli bir şekilde emeklemesi kaçınılmaz olur. İşte aynı nedenle tekrar tekrar denemek bir işi daha iyi yapmak için en önemli gerekliliktir. Daha iyi öğrendiğiniz bir işi zamanla daha iyi yaparsınız. Ya da hiç bir şekilde ilerleme şansınız olmayan bir işi değiştirip başka bir işte başarılı olana kadar yeniden denemek sonunda başarılı olmanızı sağlayabilir.

9- Başarı ile mutluluk 

Dünya, kendi işini en güzel yapan ve bununla bağlı ya da bağsız olarak mutlu olabilen iyi örneklerle dolu. İlla tüm dünyanın sizi tanıması gerekmiyor. Pekala, yeteri kadar kazanç sağlayabilen bir ayakkabı ustası da çok mutlu olabilir. Çocuklarını üniversitede okutabilir. Mutlu bir yuvası olabilir. Zaten ün ya da para ile mutluluğun sağlıklı bir bağlanısı olduğunu söylemek o kadar da kolay değil.

10- Vazgeçmeyin

Belki en tırt başlık "vazgeçmeyin" oldu. Üstelik yukarılarda da tekrar etmiştim. Ancak ister başarılı olma, ister mutlu olma konusunda verilecek en iyi öğüt vazgeçmemek. Vazgeçtiğinizde her iki hedefe de ulaşmak mümkün olmaz. Bu nedenle umudunuzu yitirmeden çaba gösterin. Ne kadar çabalar ve acılı deneyimlere katlanırsanız o kadar iyisine ulaşabilirsiniz. Kimi siyasetçiler gibi yapın. Başarılı ya da mutlu olmak için yapmanız gerekenleri gerçekleştirirken önünüze aşılmaz gibi engeller çıktığında durun ve soluklanın. İlk fırsatta yeniden deneyin. Bir, ikisinde olmasa da ücüncü ya da dördüncü denemede istediğinizi elde edersiniz. Tabi bunu yaparken yine de siz evrensel etik kurallarına dikkat edin. Sonra hesabını veremeyeceğiniz bir hareketinizin, bir gün tepki alabileceğini unutmayın.

----------------------


Okumak İçin Güzel Bir Gün!
Mutluluk Saçan Işık: Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?
Ben yazdım diye söylemiyorum çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.


26 Nisan 2019 Cuma

Bilimsel Düşünce Neden Önemlidir?

İnsanın beyni harikadır. Sadece kendini ve çevresini anlamakla kalmaz. Var olmayan nesneleri, düş ürünü canlıları, yerleri, paralel evrenleri soyut olarak düşünebilir. Dahası soyut kavramları kkendi içinde taklit edebilir (simülasyon). Bunları diğer insanlara aktarabilir. Düşlemek eylemi yaratıcılığın ve yeni teknolojilerin öncülü olmuştur.

Albert Einstein "Yaratıcılık bulaşıcıdır." demiştir. Sadece teorik fizikçi değil, aynı zamanda bir düşünür olduğunu gösteren pek çok düşüncesi günümüze gelmiştir. Bu söz insanların birbirinden daha ilginç fikirler ve ürünler üretebildiğinin göstergelerinden biridir. En basitinden insan, "Başkaları yapabiliyorsa ben neden yapmayayım?" diye sorarak yaratıcı bir akıl durumuna geçebilir. Değişmez yazgıcı, verilenle yetinen, sorgulamayan zihinlerin ise bu zincirleri kırabilecek bir devinime ihtiyaçları var.


Karen Armstrong, Tanrı'nın Tarihi isimli kitabında Yahudilik, Hristiyanlık ve bunlar kadar olmasa da Müslümanlığın kişiselleştirilmiş bir Tanrı düşüncesini geliştirdiklerini söyler ve ekler "... kişilik sahibi bir Tanrı tehlikeli olabilir. Bizi sınırlarımızın dışına çekmek yerine memnuniyetle onlar içinde kalmaya teşvik edebilir, bizi acımasız, katı, kendinden memnun ve "O"nun sanıldığı gibi tarafgir yapabilir". İşte, insanın içinde bulunduğu daireden çıkıp, şeytanla yüzleşmesi gereken yer burasıdır. Ancak bu şekilde, yeni düşünceler, hayaller ve güzel, yeni bir gelecek yaratabilir. Gelişmenin ve yenilikçi düşüncenin ve hayal gücünün önüne hiç bir engel konulmamalıdır.

Interstellar Filmi Kara Delik Sahnesi
Yaratıcılığın güzel yanı; o an için yapılamayacak şeyleri de düşünebilmenin mümkün olmasıdır. Ulaşması, ışık yılları ile ifade edilebilecek mesafelerdeki yıldız sistemlerine gitmek şimdilik mümkün olmayabilir. Ancak bunu yapabildiğimizi düşlemek hiç de imkânsız değildir. "Aman nasılsa gitmek mümkün değil!" diye ucunu bırakmak az da olsa yapılması olası olan bir teknolojiye hiç başlamadan veda etmektir. Hem uygarlık üst üste konulan tuğlaların büyük bir duvarı oluşturması ile buluşların bir biri ardına eklenmesi ile oluşan bir bilgi birikimidir.

Boş verip, üretmeyi ve geliştirmeyi "durdurmak" ile ilgili en güzel örnekleri kendi yakın tarihimizde görebiliriz.
Devrim arabası, Kapattığımız uçak fabrikamız, Aselsan tarafından üretimi durdurulan cep telefonumuz aklıma gelebilen en yakın örnekler. Eğer uçak üretebiliyorsanız bunu geliştirebilirsiniz. Günden güne daha iyisini yapabilirsiniz. Belki ilk üretiminiz düşündüğünüzün çok gerisindedir ama üreticisinizdir. Zamanla rekabet edip, ürünü geliştirip diğer tüketicilere de satarak, araştırma ve geliştirme için ihtiyacınız olan kaynakları da sağlayabilirsiniz. Bunu boş verip, “aman nasıl olsa daha iyisini daha ucuza mal eden var. Onlardan alalım” dediğiniz anda üreticilikten çıkıp, tüketiciye döndüğünüz gibi. Teknoloji mallarını bir kenara bırakın, soğanı bile üretmekten vazgeçince başımıza gelenleri gördük. Raflarda elinizi bile sürmekten çekindiğiniz küflü soğanları satın almaya zorlandığımız 2019 kışını unutmamak lazım.

Bilimsel düşünce araştırmaya ve sorgulamaya dayanır. Hiç bir gerçek kavram yalanlanmaz değildir. Bugün gerçekler olarak önümüzde hazır bulunan ve kabullendiklerimiz bile henüz fark etmediğimiz bazı farklı özellikler taşıyor olabilirler. Bunu fark etmenin yolu araştırmaktan geçer. On ikibin yıl öncesi ile günümüz arasında Dünyanın bize sağladıkları hammaddeler arasında bir fark yoktur. Eğer araştırma ve sorgulama yapmasaydık hala boş vakitlerimizi granit bloklarına şekil vererek geçiriyor olabilirdik. Oysa henüz 100 yıl önceki atalarımızın çok küçük bir kısmının ancak hayal edebilecekleri bir yaşantımız var. En basitinden bu yazıyı ekranda okuyor olmamız bile bunun kanıtı.

Kanıt demişken, bilimsel düşünce bir olguyu ileri sürdüğünüzde bunun kanıtlanabilir olmasını sorgular. Deneyler yinelendiğinde aynı sonuçların alınması gerekir. Üstelik olmuyorsa "yoktur!" diye kestirip atmaz. Konuya bilinmeyen, araştırılan bir konu olarak yaklaşır. Örneğin karşıtlar tarafından durmadan eleştirilen Evrim Kuramı içerisinde eksik ve boşluklar barındırabilir. Ancak bağlantıları fosil kanıtlar ile belgelenmemiş eksik parçalar için araştırmaya devam eder. Bilimsel düşünce insan dimağının çok kısa süren (50-90 yıl kadar) canlılık süresinin bilinen bütün bir evrenin bilgisini kavramakta zorlandığından da haberdardır. Yine de araştırıp geliştirmekten vazgeçmez. Zira bugünkü bilginin binlerce yıllık insanlık tarihinde zorluklarla elde edildiğini ve birikim olduğunu bilir.,


Bilimsel düşünce daha iyi, daha mutlu ve gelişmiş bir Dünya ve insan istiyorsak önemlidir. Aklınıza bir dogmalara boğulmuş mutsuz, huzursuz toplumları getirin. Bir de gelişmiş, mutlu ve huzurlu olanları. Hangisinde yaşamak istersiniz? Bu sorunuzun cevabı, neden bilimsel düşüncenin önemli olduğunun da cevabıdır.

Esen kalın.

----------------------


Okumak İçin Güzel Bir Gün!
Mutluluk Saçan Işık: Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?
Ben yazdım diye söylemiyorum çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.
Okumak için tıklayın!

30 Ocak 2019 Çarşamba

Lüzumsuz İnsanlar


İnsan sayısı, bildiğimiz tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar yüksek. Günümüzde 7,6 milyar olan dünya nüfusunun önümüzdeki 12 yılda, 1 milyar daha artacağı ve 2050 yılına kadar 9,6 milyar seviyesine ulaşacağı tahmin ediliyor. Birleşmiş Milletler raporunda, yakın gelecekte en hızlı nüfus artışının ağırlıklı olarak gelişmekte olan ülkelerde olacağına dikkat çekiyor (1). Afrika ülkelerinde doğum rakamları yüksek ve bunun gelecekte daha da büyümesi bekleniyor.

Gelecekte dünya nüfusu önemli bir sorun olabilir. Büyük ihtimalle üretim artışı ve göçler gibi çözümleri olabilecektir. Ancak bu doğal kaynakların çok daha hızla tüketilmesi ve çevreye verilen zararın artması anlamına gelecektir. Karar mekanizmasında bulunan kişiler bunun böyle sürdürülemeyeceğine ve bir şekilde geriye çevrilmesine karar verebilirler. Bu durumda nasıl bir şekilde dünya nüfusu azaltılabilir?

Hemen karamsar bir seri ölümler senaryosu çizmeden, günümüzdeki uygulamalara bakalım.

Çin, vatandaşları hakkında topladığı verilerden yararlanarak bir kişi derecelendirme sistemi kuruyor.


Çin yönetimi, 2020’den itibaren vatandaşları için sistemini uygulamaya almaya hazırlanıyor. Mobil cihazlara yüklenecek bir uygulamayla çalışacak sistemde, kullanıcılar hem sanal, hem de gerçek hayatlarında izlenerek derecelendirilecek. Notu yüksek olan ayrıcalıklı hizmet alırken, kötü notu olanlar kendilerine eş bile bulamayacak (2). Devletine ve Komünist Parti ilkelerine bağlı, ahlaklı, çalışan olmayanlar iyi not alamayacaklar. İnternet'te yabancı sitelere girenler, Twitter gibi sosyal mecralarda dolaşanlar, hele böyle yerlerde yönetenlerin hoşuna gitmeyecek gönderiler ve yorumlar yapanlar, kötü not alacaklar. Notu düşük vatandaşlar en basit haklardan yararlanamayacaklar. Örneğin: İyi bir konutta oturmak, seyahat etmek, ucuz İnternet'ten faydalanmak gibi son derece sıradan ve zorunlu olduğunu düşündüğünüz haklarınız elinizden alınabilecek.

Çin'de uygulamaya başlanacak olan "sosyal skor" size garip ve haksız mı geldi? Bir de şunu deneyin: Ülkemizde ve pek çok batı ülkesinde uygulanan kişisel kredi derecelendirme sistemi ile bir kişinin bankalara başvurması halinde ne kadar kredi alabileceği ve bu kredinin banka için oluşturacağı risk belirleniyor. Bu veri, kişinin kredi kartı ödemeleri, tasarruf - harcama alışkanlıkları ile yatırımları ve mal varlığı gibi verilerden kolayca oluşturulabiliyor. Basit sayılabilecek bir algoritma kısa sürede en yeni verileri bir araya getirerek, güncel kredi güvenilirliğinizi verebiliyor. Bankalar sizi boş yere arayıp, size: "düşük faizli ihtiyaç kredisi kullanmak ister misiniz?" diye sormuyorlar. Ellerinde somut ve güvenilir bir veri bulunuyor. Veri, öğrenebilen ve kendisini yeni durumlara uyarlayabilen algoritmalar ile işleniyor. Hani merhum Stephen Hawking'in "kontrolsüz gelişiminin insanlığın sonunu getirebileceği" uyarısında bulunduğu Yapay Zeka vardı ya (3). İşte bu algoritmalar o yYapay Zekanın ta kendisi.

Nüfus artışının pek çok nedeni var. Teknolojide ve tıp alanında çok ilerledik. İnsanlar artık eskisi kadar çok nedenden ölmüyor ve eskisinden daha uzun yaşıyor. Kapitalizmin en yüksek kalesi pek de sosyal devlet sayılmayacak Amerika Birleşik Devletlerinde en fakir bireyler bile asgari tıbbi hizmetlere ulaşabiliyor. Giderek zenginleşen ve görece refah düzeyleri artan Hindistan ve Çin gibi büyük ülkeler de azalan ölüm oranları yüzünden, hızla artan bir nüfusa sahipler.

Günün birinde bir karar alıcı çıkıp da, bu kadar nüfus dünyaya fazla, bunu düşürmek için radikal bir şeyler yapmak üzere bir düğmeye basarsa ne olur? "Canım olur mu öyle şey?" demeden iyi düşünün. Pekala 21. yüzyılda bile, hiç de rasyonel olmayan kararlar alabilen ve milletlerin kaderini belirleyen dünya yöneticilerine sahibiz. 40 yıl sonra, bunun değişmesi mümkün mü? İnsanlara bir "yaşam skoru" belirlense ve bu skora göre insanlar basit bir şekilde en gerekliden, en gereksize kadar sıralanamaz mı? Üretime, sosyal hayata, düşünsel faaliyetlere önemli katkıları olan, yeni nesillere aktarılacak önemli genetik özellikler taşıyanlar bir tarafa, işsizler, üretmeyenler, düşünmeyenler, topluma bir katkısı olmayan ve olmayacaklar diğer tarafa konulduğunda bunları birbirlerine göre sıraladığınızda elinizde Yapay Zeka marifetiyle oluşturulmuş bir liste olur. Düşük puana sahip kimseler sağlık hizmetlerinden yararlanamazlar. Yaşlılar basit bakım hizmetleri alamazlar. Bırakın şehirler arası yolculuğu, şehirdeki kitle taşıma vasıtalarını kullanmaları, alışveriş merkezlerinin çöplüğü, yiyecek dükkanlarının çevresine yaklaşmaları bile duygusuz robotlar tarafından engellenebilir. Eminim, insanlığın ve dünyanın geleceği için kimse buna karşı çıkamayacaktır. Ha tabi bir de duygusuz robot koruyucuların uzaklaştırıcı etkisi ve skorunun düşmesi korkusu insanların bir sonraki adımlarını ihtiyatlı atmalarına neden olabilir.

Tabi tüm bunlar olmadan Yuval Noah Harari'nin ileri sürdüğü gibi, geni değiştirilmiş bireylerden oluşan yeni bir insan türü çıkıp, Homo Sapiens'i tarihten silmezse. Yine Çin'de genleri değiştirilmiş bebeklerin denenmeye başladığını duymamış olabilirsiniz (4). Ancak belki de bu süreç bile başladı.

Gelecek henüz yazılmadı. Onu oluşturacak kararları ise günümüzden vermeye başladık. Belki bu sefer insanlık akılcı davranır. Böyle karanlık senaryolar oluşmaz. Bunun için, insanlar olarak beynimizi en verimli şekilde kullanmamız gerekiyor. Peki biz neyle uğraşıyoruz? Denize girdiğimizde ne olursa orucumuz bozulur, ne olmazsa bozulmaz. Kötü senaryoları hak ediyor muyuz ne?


Dipnotlar:
1- http://www.theworldcounts.com/counters/shocking_environmental_facts_and_statistics/world_population_clock_live
2-  https://www.haberturk.com/ekonomi/is-yasam/haber/1512582-cin-vatandaslarina-sosyal-skor-uygulayacak
3- https://www.fizikist.com/stephen-hawkingten-yapay-zeka-uyarisi/
4- https://www.bbc.com/turkce/haberler-dunya-46341694

22 Aralık 2018 Cumartesi

Özgür İrade Ve Aydın İnsanlar


Özgür irade

Benjamin Libet 1983'de bir deney gerçekleştirmişti. Deney oldukça basitti. Denek parmağını oynatmaya karar verecek ve oynatacaktı.
Bunun tespiti için deneğin parmağında bir hareket tespit edici bağlanmıştı. Saniyenin binde biri kadar duyarlı bir sensör olan EMG (elektromiyograf) halen tıbbi denemelerde kullanılmakta. Deneğin karar verme anını belirlemesi için, karşısında ekranda dönüp duran kadrandaki bir beneğin karar verme anındaki yerini söylemesi istenir.
Deneğin kafasına bir EEG bağlıdır. Bu cihaz da beyindeki aktiviteyi ölçmek için kullanılmıştır.
Deneğin parmağını hareket ettirmeye karar vermesi ile hareket ettirmesi arasında 200 milisaniye zaman geçtiği ölçülmüştür.
Karar verme anından yaklaşık 350 milisaniye önce ise beyinde bir elektriksel hareketlilik gözlenmiştir.
Deney günümüze kadar defalarca tekrarlanmış. Teknolojik gelişmeler ile yenilenen sensörler kullanılmış olmasına rağmen aynı sonuçlar alınmıştır.
Deneyin basitçe sonucu şöyle yorumlanabilir. Denekler, karar aldıkları andan 350 milisaniye önce beyinde bir başka alt yordam çalışarak, kararı vermektedir. 350 milisaniye sonra da kişinin bilinci aldığı bu emre uyarak, kendi kararını aldığını düşünüp, uygulamaktadır.


Peki özgür irade var mı? Yok mu?

Bundan yola çıkarak, özgür irade yoktur diye düşünebilirsiniz. Bu biraz katı bir çıkarım olabilir. Çünkü karar veren mekanizmanın benlikten ömür boyu veri alarak, öğrenip öğrenmiyor olduğu konusunda bir bilgimiz yok. Bana kalırsa mekanizma geçmiş deneyimlerden ders alıyor olmalı. Aksi taktirde bir şekilde benlik ile bu kadar uyumlu çalışması mantıklı olmazdı. Beynimiz algoritmalarla çalışan organik bir makine de olsa algoritmalar öğrenme ile düzenlenebilir, dahası iyileştirilebilir. Özgür irademiz otomatik çalışan karar verme mekanizmamız ve öğrendiklerimizin bileşkesi olmalıdır. Yani beynin çevresi ile olan etkileşimi, karar alma mekanizmasını etkilemelidir. Zira toplum yaşamı, parmağını hareket ettirmek gibi basit kararlarla yönlendirilemeyecek kadar karmaşıktır.

Gelişme Neden Yavaş?

Fütüristlere kalsaydı, içten patlamalı motorlara sahip arabalar 100 yıla kalmadan uçacaktı. Oysa, halen, motor teknolojisi çok da değişmemiş olan arabalar ile şişme tekerlerin üzerinde yolda gitmekteyiz. Bana kalırsa en önemli iyileştirme, araçlarda müzik dinlememizi sağlayan müzik sistemleri. Elektrik motoruna sahip arabalar bile halen kolayca alınabilen yaygınlıkta değiller. Tatilde 750 km yol tepmek yerine, kuş uçuşu 500 km gitmeyi ise sadece hayal edebiliyoruz. Üstelik, uçan arabaların oluşturacağı muhtemel tehlikeleri öngöremiyoruz. Mesela 16. kattaki evinizde akşam sefası yapayım derken, balkonunuza bir aracın çarpması ihtimali olacak. Alkollü bir sürücü Cep telefonu verici direklerinin üst kısımlarına toslayıp, haberleşmeyi zorlaştırabilecek. Uçan araçlar ile ülkeler arasında gitmek kolaylaşacağı için gümrük işlemlerinde değişiklikler yapmak gerekecek. Evlerin çatılarında oluşturulacak park yerleri park sorununa çare olabilecek, ama bu seferde iyi park edilmediği için araçlar çatıdan aşağı düşebilecekler. Ama bütün bunların olması için bir yüz yıl daha yetmeyebilir.

Sorun nerede?

Sorun, yaşam süremizin çok sınırlı olması. Kısa hayat süremize rağmen her şeyin bir anda olup bitmesini bekliyoruz. 90'lı yıllarda fütiristlerden biraz daha ileri gidebilen bazı düşünceleri okuduğumda çok sevinmiştim. Onlara göre, aydınlanma çağı yaklaşıyordu. Artık insanlar büyük ölçüde hakikati kavramış, kendileri için en iyisini gerçekleştirme yoluna girmişlerdi. Göstergeler de bu yönde gibiydi asına bakarsanız. Kitle imha silahları insanlık ve doğal yaşam için önemli bir tehlike olduğundan artık kalıcı bir barış için önemli adımlar atılıyor gibiydi. Duvarlar yıkıldı. Totaliter sistemler çöktü. İnsanlar daha özgür ülkelerde yaşamaya başladı. Binlerce yılda şekillenmiş olan ülke sınırları bile Birleşik Avrupa projesi ile ortadan kalkmaya yüz tutmuştu. Sadece Avrupa değil, çevre ülkeler hatta kuzey Afrika bile sistemin içerisine dahil olacak gibi duruyordu. Ne yalan söyleyeyim, başlarda inanmasam da, Türkiye'nin bile Avrupa ile entegre olacağını düşünmeye başlamıştım. Türkiye ile birlikte 6 AB ülkesi ile gerçekleştirdiğimiz bir Avrupa Birliği projesinde İspanyol ortağımızın bir çalışanı, "Türkler Avrupa'ya girmemeli" diyene kadar, böyle düşünüyordum.
Sonra, yer yer küresel olmayan küçük çatışmalar, savaşlar, bitmek bilmeyen gerilla saldırıları dünyanın görece geriş kalmış, zengin doğal kaynakları olan yerlerinde baş göstermeye başladı. Nedenleri her ne olursa olsun, insanlığın bu birleşme ve birlikte mutlu olma hayalleri son 20 yılda böylece ortadan kalktı. İngiltere seçmenleri küçük bir farkla "baş ağrısı" Avrupa'dan uzaklaşmaya, yeniden kendini sınır duvarlarının ardına almaya karar verdi. Şimdilerde iki süper gücün başındaki liderlerin sağduyudan uzak yaklaşımlarının dünyayı etkilediği, aşırı milliyetçi, aşırı dinci akımların hissedildiği bir dünya ile yeniden karşılaştık. Yurdunu seven ama dünyayı sevmeyen, inancına bağlı ama diğer insanları şeytan gören bir dünya anlayışı ile karşı karşıyayız. Sanırım, aydın insanların oranının, seçmen nüfusunun yarısının altına düştüğü her yerde bu tehlike söz konusu.
Sorun, büyük ihtimalle nüfus artışından kaynaklı. 1800'lerde 1 milyar olan dünya insan nüfusu 2010 itibariyle 6.9 milyar seviyesine geldi. Üstelik 1970'lerde %2 olan nüfus atış oranı, yarı yarıya azalmış durumda. Buna rağmen, 2048'de dünya nüfusunun 9 milyar seviyesinde olması bekleniyor. Çok insan! Çok fazla, yiyecek, tüketim maddesi, enerji ve en önemlisi eğitim ihtiyacı demek. İyi eğitimli aydın insanlar yetiştirememek, birbirinden nefret eden, birbirini öldürmeye ve yok etmeye çalışan gruplar anlamına gelebilir. Çünkü, kaynaklar azalırken ihtiyaçları karşılayabilmek için yüksek teknolojiden anlayan ve onu geliştiren beyinlerin olmaması halinde, mevcut ihtiyaç maddeleri ve enerjinin paylaşımı için birbirini öldürmeye eğilimli ilkeller haline gelebiliriz. Üste görünen ideolojiler (inançlar, milliyetçilik gibi) olsa da asıl neden, büyük ölçüde sınırlı kaynakların paylaşımı olmaya devam edecek gibi. Yani, neden ekonomik! Oysa aklımızı çözüm için çalıştıracak olsak, dünya ekolojisine zarar vermeden, milyarlarca insanın mutlu yaşayacakları bir cenneti kurmak mümkün.
Şimdilerde Mars kolonisi çalışmaları başladı. İnsanlar bir daha geri dönmemek üzere Mars'a göç edecekler. Sorun, insanlığın neslini başka bir gezegende devam ettirmesinden çok, başka bir gezegeni daha cehenneme çevirip çevirmeyeceğimiz olabilir.

Anahtar, Aydın Nesiller 

Atatürk bir asır kadar önceden yapılması gerekenleri görmüş. Köylerde bile eğitim ile daha iyi bir Türkiye'nin gelecekte aydınlık ve çözüm üreten bir ülke olabileceğini görmüş. İnsan, algoritmalar ile çalışan bir beyne sahip bile olsa,0 bunları iyilik için kullanmayı öğrenebiliyor. Örneğin kötü eğitilmiş bir beyin, doğru olduğunu düşündüğü ve benzerleri tarafından ileri sürülen bir düşünceyi aynen benimseyebiliyor. Örneğin biri kalkıp, "dünya düzdür" dediğinde buna inanıyor. Bunu hararetle savunabiliyor. Aydın bir kimse ise dünyanın yuvarlak olduğuna ilişkin delilleri sorgulayıp, bulabiliyor hatta deneyler ile kendisi de bunu kontrol edebiliyor.
Kabulcü anlayış, eksik eğitimle de pekiştirilebiliyor. Mesela eğitimli ancak sorgulama konusunda sistematik kıvraklığı olmayan beyinler, her şeye direkt inanmıyor ama bazı referans bellediği kimselerin her dediğini doğru kabul ediyor. Oysa bu çok tehlikeli. Çünkü bir kimse her konuyu bilemez. Ancak bir konuyu çok iyi bilen biri, eğer her konuyu biliyor gibi olur, olmadık açıklamalar yaparsa, bu ciddi bir tehlike oluşturabilir. Popüler doktorlar buna iyi örnek olabilir. Konusunda çok iyi olan bir kalp cerrahı, bilimsel anlamda konunun uzmanı olmasa da grip aşısının gereksiz hatta, zararlı olduğunu açıkladığında, buna inanan kitlelerden risk grubu içindeki çok genç ya da yaşlılar grip yüzünden hayatlarını kaybedebilirler. Doğal olarak, o tıp insanına dönüp, kimse bunun hesabını sormaz. Oysa seri katilden tek farkı, ölümler ile bu insanın bağlantısının kurulmuyor olmasından ibarettir.

Bir gün Ankara Kızılay ya da İstanbul Eminönü meydanlarında uzatılan mikrofonlara verilen cevaplar bizi güldürmediğinde, dahası o cevapları gerçek(!) ve doğru bulduğumuzda, dünya daha iyi bir yer olabilir. İyi niyetli bir yaklaşımla, bu zaman meselesi. Ama biz görebilir miyiz? Cevap hayır.

7 Ekim 2018 Pazar

Ekonomi Tıkırında. Peki Neden?


Noah Yuval Harari, "21. Yüzyıl için 21 Ders" isimli kitabında: "Referandum ve seçimler her zaman insanların duygularıyla ilişkilidir, mantıklarıyla değil, Demokrasi mantıklı tercihler yapmaya ilişkin bir mesele olsaydı, herkese eşit oy hakkı tanımanın hiçbir mantıklı gerekçesi olmazdı. Bazı insanların diğerlerinden, bilhassa da belli ekonomik ve siyasi sorular söz konusuysa daha mantıklı oldukları yönünde bolca delil var. Brexit referandumunun ardından ünlü biyolog Richard Dawkins, İngiliz halkının, kendisi de dahil, büyük bir kısmından böyle bir referadumda oy kullanmasını istemenin yanlış olduğunu çünkü gerekli ekonomi ve siyaset bilimi altyapısına sahip olmadıklarını ifade etmişti. "Einstein'ın cebir hesaplamalarının doğruluğuna halk oylamasıyla karar vermekten ya da pilotun hangi piste ineceğini yolcuların oyuna bırakmaktan farksız bir şey."(s. 58) şeklindeki bir paragraf ilgimi çekti.
Youtube'da ya da zaman zaman çeşitli televizyonların haber bültenlerinin pazarda durum nasıl bölümlerinde yayınlanan, Ankara'da Kızılay, Ulus, İstanbul'da Eminönü'nde insanlara mikrofon uzatıp, saçma bir soru yöneltiyorlar. Mesela: "İsmet İnönü CHP Parti Meclisi kararıyla partiden ihraç edildi, ne diyorsunuz? Piramitler Mısır'a kaçırıldı. Ne düşünüyorsunuz?" İnsanlar bu sorulara saçma cevaplar verdiklerine gülüp eğleniyoruz. Oysa, aynı kişiler, hatta biz de, benzeri düşüncelerle hislerin yönlendirmesiyle seçimlerde ya da referandumlarda oy kullanıyoruz. Sizce, mantıklı ve rasyonel kararlarla verilmemiş oylarla ne kadar doğru bir yönetim seçebiliriz? Bu durum sadece bizim için değil, tüm dünyada geçerli. Günden güne küresel ısınma nedeniyle Dünya'nın dengesini bozuyoruz ama bunu düzeltmek adına bir şeyler yapabilecek adayları seçmiyoruz. Amerika'nın yaptığı gibi, yaklaşık olarak: "Küresel ısınma da neymiş? Yok öyle bir şey" diyen bir lideri yönetime getirmek ne kadar akılcı?
Sanırım, yukarıda adı geçen yerlerde insanlara "Dünya bir küremsi midir, yoksa tepsi gibi düz müdür?" diye referandum yapılsa, cevap "düzdür" diye çıkabilir. Peki, bunun Türkiye'nin geleceğini güvene alması açısından ne faydası olur? Tabi ki hiç. Belki de seçim sonuçlarını aynı bakış açısı ile yeniden değerlendirmeliyiz. Gerçekten, geleceğimizi daha iyi olması için, akılcı kararlar mı veriyoruz? Yoksa, sadece iyi olacağını düşündüğümüz için, üstelik o konuda hiç ama hiç bir bilgimiz olmasa bile, sadece hislerimiz bizi öyle yönlendirdiği için mi, gidip bir siyasi partiye oy veriyoruz?
Sizce bunun sürdürülebilir bir yanı var mı? Sorunuzun cevabı günümüzdeki ekonomik durumumuzun neden bu halde olduğunu anlamamıza ışık tutabilir.
Kalın sağlıcakla.

4 Aralık 2017 Pazartesi

Kibirli Maymun

Geçenlerde daha gün aydınlanmadan araçla şantiyeye gidiyorduk. Aracın penceresinden bakarken hızla gözümün önünden akıp giden alaca karanlık yol süslerinin büyüsünden uzaklaşıp, kestireceğim yerde, düşünceye daldım. İçinde bulunduğum aracı düşündüm. Sonra üzerimdeki giysileri, çevrede insan tarafından ortaya çıkarılmış eserleri, evleri yolları. Sonra insan geldi aklıma. Neydi insanı insan yapan? Elimizden tüm bu birikim alınsa geriye ne kalır?

Unuttuk gitti

Tüm bildiklerimizi bir anda unuttuğumuzu düşünün. Eğitiminiz, okuma ve hatta konuşma yeteneğiniz yok olsa. Tüm insanlık aynı şekilde her şeyi unutsa. Bir tür fabrika ayarlarına sıfırlansak. Her şeyi yeniden keşfetmek şimdiki medeniyet seviyesine geri dönmek için kaç nesil gerekir? Dahası modern tarım, endüstri taşıma ile kopacak olan bağımız nedeniyle geniş kitleleri besleyebilir miyiz? Yerine getirilmeyen ihtiyaçlar kitlesel yok oluşa neden olur mu?

Dünyanın neresine giderseniz gidin, geniş bir dağıtım ağı sayesinde insan ihtiyaçlarının karşılandığını görebilirsiniz. Bitmek tükenmek bilmeyen bu ihtiyaçları karşılamak için koşturup dururuz. Yollar çılgın bir trafiğe, sanayi tesisleri büyük çapta üretime mecburdur. Bütün bunlar için bir de, çeşit, çeşit maddeden faydalanarak enerji üretip kullanırız. Bunlar için de inanılmaz sayıda insan çalışır. Bir anda herkes her şeyi unutursa bizden geriye ne kalır?

Beyaz sayfa

Eğer evrende başka bir yerlerde, başka akıllı canlılar varsa ve onlar da aynı şeyi düşünüyorlarsa, cevap kökenlerine kadar inmelerini gerektirecektir. Bir kafadan bacaklı, bir plankton, germanyum bazlı ilkel bir hayat formu, kınkanatlı bir böcek ve belki de bizim için, bir insansı olabilir. Beyaz bir sayfa. Ancak o kadar da parlak değil!

Yürümeyi becermek sanırım kolay olanlardan biri olur. 10 milyon nüfuslu bir şehirde bile olsanız, nereye gideceğinizi bilmeden etrafınızdaki şaşkın kalabalık gibi oradan oraya sürüklenmekten başka yapabileceğiniz bir şey yok. Akşam yaklaştığında giderek soğuyan hava nedeniyle donmadan hayatta kalmaya çalışmak bile başlı başına bir yaşam savaşı. Şansınız varsa görece sıcak bir mekana bir binaya sığınsanız bile en basit yiyeceğe ulaşıp karnını doyurmak bile bir mesele. Sizin gibi bir zamanlar insan olan etrafınızdaki canlıların sizi yemek olarak görmeleri de işten bile değil. Bundan iyi dünyanın sonu mu olur.

7 büyük günahtan biri: Kibir

İşte tam da bu anda aklıma ne kadar kibirli olduğumuz geliyor. aslında insanlığın sonu için dünyanın sonu diyoruz. Hayata öylesine pamuk ipliğiyle bağlıyız ki hayata insanlığın sonu için bile büyük bir kibirle "dünyanın sonu" diyebiliyoruz. Bir kaç derecelik bir ısı değişimi, virütik bir amansız salgın, dünyanın ekseninde olabilecek bir değişiklik, küresel bir hafıza kaybı kolayca sonumuzu getirebilir. Tahtadan dev bir gemi yapıp içine doluşsak bile kurtulamayabiliriz. Başka bir gezegene hatta Mars'a bile kaçsak kurtulamayacağımız bir sonla bir şekilde insan türü evrenden silinebilir.

Bizse bunların hiç farkında olmadan on binlerce yıldır yaşadık ve daha bir kaç yüzyıl geriye gittiğimizde kendimizi evrenin merkezinde görüyorduk. Ancak hayal ettiğimiz evren aslında o kadar büyükmüş ki, durumu anladığımızda bile, anlamak güç oldu.

Şunun şurasında tüysüz ve korumasız vücutlarımıza giydiğimiz rengarenk kıyafetlerin içinde gariban bir maymundan bile daha zayıfız. Tek korumamız olan kafamızın içine büyük zahmetlerle doldurmuş olduğumuz bilgi. Ne kadar bilgiye sahipsek o kadar çare üretebiliyoruz. Ancak bu bilgi bir anda yok olabilir. Her nasıl olup da anlayamadığımız bir şekilde organik bir nöron ağında tutulan bu bilgiler bir anda uçup giderse bizden geriye ne kalır?

İşte kibir, bu yüzden kötü ve gereksiz.

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...