Bilimkurgu dizilerine bayılıyorum. Amerikalı dizi yazarları grev yaptıklarından beri sevdiğim pek çok dizi sezon ortasında kalakalınca, "arada başka işe yarar dizi var mı?" diye şöyle bir listeleri inceledim. Ancak dizilere öyle isimler vermişler ki, bilimkurgu olduklarını anla anlayabilirsen. Mesela Pushing Daisies'i yanlışlıkla tv'de izlemesem hayatta adına bakıp ne olduğunu çıkartamazdım. Meğerse 2003'de parlayıp, sönen Dead Like Me'nin yapımcılarından Bryan Fuller tarafından ortaya çıkartılmış. Keyifle izlenecek bir dizi.
TNT isimli kanal'da geçenlerde gözüm takıldı. Dizinin 3. bölümü yayınlanıyordu. Kahramanımız Dan, başında bir ağrı hissedip kendini 10 küsür sene kadar geçmişte buluverince, ister istemez ekranın karşısında yapışıp kaldım. Journeyman'dan söz ediyorum. Kısaca konuya değineyim. Çekirdek aile babası Dan, eşi ve küçük oğlu Zach ile San Francisco'da yaşayan bir gazete muhabiridir. Zaman çizgisi değişmekle birlikte, hep yakın çevresinde ve geçmişe dönmeleri ile serinin ilk sezonu geçiyor. Gittiği yerlerde uçak kazasında öldüğünü sandığı eski sevgilisi Dan'e yardım da etse, 13. bölüme kadar bir türlü bu seyahatlerin nedenini tam olarak anlamak mümkün olmuyor. Gene de oldukça etkileyici.
Dizi beni çok çekse de sanırım raitingleri her bölümde düştüğünden yayından kaldırılmış. Üzücü bir durum bu, zira kendi adıma söyleyeyim, giriş kısmı sezon boyunca sürse de dizinin hızlı temposu ve konunun son derece çekici olması nedeniyle, ben 3-5 sezon daha keyifle izlerdim. Umarım bir mucize olur da yeni bölümleri yapılır.
Türk izleyicisi için ise güzel haber, TNT'de dizinin oynatılması şüphesiz. Geçmiş bölümleri için belki torrent kaynaklarına bir gözatmak isteyebilirsiniz.
Bilimkurgu, hele hele zaman yolculuğuna meraklıysanız bu diziyi kaçırmayın.
24 Mart 2008 Pazartesi
Journeyman
Bilimkurgu dizilerine bayılıyorum. Amerikalı dizi yazarları grev yaptıklarından beri sevdiğim pek çok dizi sezon ortasında kalakalınca, "arada başka işe yarar dizi var mı?" diye şöyle bir listeleri inceledim. Ancak dizilere öyle isimler vermişler ki, bilimkurgu olduklarını anla anlayabilirsen. Mesela Pushing Daisies'i yanlışlıkla tv'de izlemesem hayatta adına bakıp ne olduğunu çıkartamazdım. Meğerse 2003'de parlayıp, sönen Dead Like Me'nin yapımcılarından Bryan Fuller tarafından ortaya çıkartılmış. Keyifle izlenecek bir dizi.
TNT isimli kanal'da geçenlerde gözüm takıldı. Dizinin 3. bölümü yayınlanıyordu. Kahramanımız Dan, başında bir ağrı hissedip kendini 10 küsür sene kadar geçmişte buluverince, ister istemez ekranın karşısında yapışıp kaldım. Journeyman'dan söz ediyorum. Kısaca konuya değineyim. Çekirdek aile babası Dan, eşi ve küçük oğlu Zach ile San Francisco'da yaşayan bir gazete muhabiridir. Zaman çizgisi değişmekle birlikte, hep yakın çevresinde ve geçmişe dönmeleri ile serinin ilk sezonu geçiyor. Gittiği yerlerde uçak kazasında öldüğünü sandığı eski sevgilisi Dan'e yardım da etse, 13. bölüme kadar bir türlü bu seyahatlerin nedenini tam olarak anlamak mümkün olmuyor. Gene de oldukça etkileyici.
Dizi beni çok çekse de sanırım raitingleri her bölümde düştüğünden yayından kaldırılmış. Üzücü bir durum bu, zira kendi adıma söyleyeyim, giriş kısmı sezon boyunca sürse de dizinin hızlı temposu ve konunun son derece çekici olması nedeniyle, ben 3-5 sezon daha keyifle izlerdim. Umarım bir mucize olur da yeni bölümleri yapılır.
Türk izleyicisi için ise güzel haber, TNT'de dizinin oynatılması şüphesiz. Geçmiş bölümleri için belki torrent kaynaklarına bir gözatmak isteyebilirsiniz.
Bilimkurgu, hele hele zaman yolculuğuna meraklıysanız bu diziyi kaçırmayın.
17 Mart 2008 Pazartesi
Time Dünyayı Değiştiriyor
Time Dergisi yaptı gene yapacağını...
Dünya ekonomisi çalkalanır, ülkemizde AKP kapatma davası gündemdeyken dikkat edilmezse gözden kaçacak bir takım önermeleri ortaya atıverdiler. Para ve siyasetten daha önemli bu fikirler neymiş bir bakalım ve yorumlayalım dilerseniz.
1- Common Wealth: Başlık ile aslında Commonwealth diye birzamanların üzerinde güneş batmayan İngiliz İmparatorluğuna gönderme yapılıyor. Ancak bu defa tüm dünyanın iyiliğine birşeyler kasdediliyor. 20. yüzyılın sonlanmasıyla birlikte şahit olduğumuz Avrupanın ekonomi ve para dünyasındaki hakimiyetinin sona erişinin bu defa ABD için önümüzdeki 5-7 sene içinde gerçekleşeceği dile getiriliyor. Oh ne ala mı demeli? Demeli, demeli...
İnsanlık ortak gelecek için tüm kötülükler ile birlikte mücadele edecek. Yoksulluk için birlikte hareket edilecek. Temiz enerji ve küresel ısınma ile birlikte mücadele edilecek.
Yüzyılın ilk 50 yılı için son derece analitik ve insancıl bir öngörü doğrusu. Zaten bu tür bir birliktelik olmaz, insanlık kıl, tüy konulardan dolayı birbirinden uzaklaşmaya devam ederse 50 yıla kalmaz sıkı bir yıkım yaşamamız işten bile değil.
Bu arada ne olacak bu memleketin hali diye düşünmemişler ne olacak bu dünyanın hali diye düşünmüşler. Bu biraz adamı bozar! Neyse...
2- Kendi hesabını kendin gör dönemi geliyor. Marketlerde kasa elemanı olmayacak. Kendi alışverişinizi yapmaya nasıl kısa sürede alıştıysak, bu da onun bir adım ötesi. Maliyetler iyice düşecek böylece. Hemen hatırlatayım. Şu anda bile bu teknolojiyi kullanmak mümkün. Cep telefonunuz, saatiniz ya da anahtarlığınızda taşıdığınız chip kredi kartı çıkışta aldıklarınızı ödeyebilir. Hatta biometrik tanıma sistemleri bunlara bile gerek kalmadan sizi tanıyıp aldıklarınızın bedelini tahsil edebilir.
Aslında zaten giderek görmeye başlıyoruz bu tür uygulamaları. Havayolları, online alışveriş mağazaları kendi işinizi kendinizin görmesini sağlayan sistemleri devreye sokuyorlar birer birer. Türk Hava Yollarından online bilet alıp bankoda görevli yüzü görmeden tüm işlerinizi kendiniz yapıp istediğiniz yere uçmanız şimdiden mümkün.
Hizmet eden eleman sayısı düştükçe maliyetler de düşecek. Yanlız işsiz kalan elemanlar ne yapacak onu yazmamışlar. Olur o kadar çuvallamak diyor, bir sonraki maddeye zapplıyoruz.....
3- Senaryolar film yıldızlarından önemli olacak. Damdan düşer gibi bir sıralama olmuş demeyin adamlar uğraşmış yapmışlar. Robert Redford, Meryl Streep ve Tom Cruise rol kesip milyonlarca doları götürüyor ya; sanırım bu durum birilerine zor gelmiş olacak ki buraya akan dolar musluklarını da kapatmanın akıllıca olacağını düşünmüşler. Olur da netekim :) Sanırım son Holivud yazarlar grevi akıllarını biraz başlarına getirdi. Aylardır durmuş olan diziler, senaristler olmadan multi milyon dolarlık yıldızların foss olduklarını göstermiş olacak ki, bu madde de sıralamaya 3 numaradan girmiş..
4- Radikallikten geriye dönüş. Köktendincilik tersine çevrilecek. İşte bir "eğitim şart" maddesi geldi. Gönülden desteklemek lazım. Biraz daha bu kökten dincilik pompalanırsa, geleceği iyi görmek çok zor. Sadece bir iç mesele değil aynı zamanda insanlığın geleceğini de tehdit eder bir hal almak üzere olan bu sorun en kısa sürede çözülmeli tabi ki. Yanlız nasıl olup da bunun sağlanabileceğini ben çok merak ediyorum! Sanırım dünyanın jandarması pozuyla oraya buraya dalarak dayak yemekten vazgeçip, daha analitik birtakım önlemler ile yapmak lazım bu işi. Sanırım biraz havada kalmış bir madde ama olsun buraya koymasalar birşeyler eksik kalırdı. Gene de kalmış. Bir neyse daha....
5- Kimya mutfağa girecek. "Amanın o da ne" demeyin. "Yahu zaten girdi aldığımız hazır yemek çerez, büskivi falan içerik olarak zaten kimyasal madde üreticilerinin esiri yapmış bizi" hiç demeyin. Time diyor ki: "Akıllıca yemek hazırlamayı beceremiyor besinlerin fayda ve değerli kısımlarını yemek haline getirirken çuvallıyoruz. Bu durum değişecek". Hatta "yemek yaptığımız gibi ilaç üretsek çoktan ölmüştük" bile diyorlar (yemeğe avuç dolusu tuz atmak, "olmuş mu?" diye makarnayı duvara fırlatıp yapışıp yapışmadığına bakmak gibi şeyler). Ancak öyle bir örnek vermişler ki yazıda okurken dudak bükmeden duramadım. Bizim (Türklerin) orkidelerden elde edip kullandığımız salep yerine dondurmalarda suni salep kullanılmasından bahsetmişler ki, "zaten gerçek salep mi kaldı" diye düşündürüyorlar insanı...
Asıl söylenmeye çalışılan akıllıca pişirip kendimize zarar vermeden yiyeceklerin de besin değerlerini ve niteliklerini bozmadan yemeğe dönüştürülmesinin becerileceği ve bunda da kimyanın yardımcımız olacağı. "E o zaman güzel" deyip bir sonraki maddeye pike yapıyoruız hemen.
6- Jeomühendislik. Küresel ısınma durdurulamaz mı? Okyanuslar günden güne eriyor biz bakıyoruz! Herşey gösteriyor ki, karbon tüketimini kesmemiz lazım hem de hemen! "Sera etkisiyle kendi kendimizi pişiriyoruz" diyorlar. En kısa sürede akılları başa devşirip gaz emilsiyonlarını ve sera etkisine neden olan her türlü saçmalığımızı keseceğiz. Para kazanmaktan daha önemli şeyler var! Hele çok kısa süre içerisinde kazanılan paraların anlamı kalmayacaksa bu mesaj daha da etkili olacaktır. Anlaşılan o ki; bu abuklukları durdurmak mümkün değil. O halde Jeomühendislik ile dünyaya ulaşıp ısıtan güneş ışıkları atmosfer dışına kurulacak aynalarla azaltılabilinir. Okyanuslara demir zenginleştirmesi yapıp karbondioksit emme kapasitelerini arttırmak gibi bilimkurgu öykülerden zıplamışcası işleri jeomühendislik yapacak. Çok mu umutsuzuz? Bakalım becerebilecek miyiz?
Sırada ne var?
7- Orjinallik sertifikası. Aldığınız ürün gerçekten almak istediğiniz şey mi? Yani aslında size kırmızı biber diye kiremit tozu yediren birileri olabilir... İşte bunun kesinlikle önüne geçileceği söyleniyor. Şirketler böyle konularda yetkin mercilerden onay almadan mutfağımıza giremeyecekler. Bununla da kalmıyor. Sokaktaki kafeler olması gerektiği gibi mi bakalım? Özgün kafe değilse hiç şansı yok. Global zabıtalar işbaşına!
8- Sade bir yaşam benimsenecek. Lüks tüketim azaltılacak. Bu daha çok Amerikalıları ilgilendiriyor. Dünyanın en abuk subuk harcamalarını yapıp durmaksızın tüketip yok eden bir toplumun ne dünyaya ne de kendine faydasının olmadığı anlaşıldı mı ne?
Diyorlar ki: Bir gün tüm insanlar uyandıklarında sigaranın öldürdüğünün farkına varacak, kredi kartlarıyla topladıkları puanların kendilerini zenginleştirmediğini anlayacaklar.
Evet evet bunu istiyorum işte gerçekten....
Sonraki....
9- İyi sağlık zorunlu olacak. Sigara ve obeziteye savaş açılacak. İşte buna zıplayıp ayaklarımı birbirine vurarak destek veriyorum. Akıllı bir insanlık kendi kendine zarar vermemeli. Saçma sapan beslenip orası burası şişmemeli. Artık belki de işverenler en çok buna önem verecekler. Kendi sağlığını düşünmekten aciz elemanın şirketin iyiliğini düşünmesi diye bir şey olabilir mi? Üstelik sağlık düzeltmek için deli gibi para harcamak yerine, sağlıklı kalmak çok daha düşük maliyetli. Hadi söndürün şu külü düşmek üzere olan illeti.
10- Hz. İsa yeniden yorumlanacak. "Ah ne güzel" diyor insan. Bakalım bu defa becerebilecek miyiz? Aslında birbirinden pek farklı olmayan Yavudi - Hristiyan inancı sonunda tekrar yorumlanıp barışa ulaşacak deniyor (bir Yavudi olarak doğan Hz. İsa ölene kadar bir Yavudi olarak yaşamıştı. Takipcisi Paul ise durumu, kendilerini daha farklı bir inanışta oldukları şeklinde yorumlayınca işler biraz karışmıştı) Bakalım bundan bizim payımıza ne düşecek?
Son söz, dünyada ekonomik buhran da olsa, öyle parti kapatmak falan gibi önemli bir gündemleri olmadığından, oturmuş ortaya yanar dönerli bir yazı hazırlamış TIME. İyi de olmuş da, bizim uğraşacak çok daha önemli meselelerimiz var. 40-50 yıl sonra bu konularla da ilgileniriz. Bu arada "bizim salep hakikaten yapay mıydı?" diye de hin hin düşünebiliriz bir yandan tabi ki....
Kaynak:
10 Ideas That Are Changing The World TIME
14 Mart 2008 Cuma
Youtube'un Yeni Görünümü
Youtube erişimi tekrar kapatıldı.
Uzun uzun yazacak bir şey yok.
Bu, yanlış ortaya çıkartılmış bir yasa maddesine dayanarak yapılmıştır.
Sonucu sadece Türkiye'de etkili olmaktadır.
Geri kalmış birtakım ülkelerde bu tür engellemeler yapıldığından Ülkemizin yurtdışındaki itibarı ve görüntüsü kötü etkilenmektedir.
Sadece DNS sorgulaması değil, siteye erişim tamamen kapatıldığından eskisi gibi arka yollardan ulaşmak da mümkün değil.
Ancak başka bir erişim imkanı var hala. Anonymous vekil sürücüler buna imkan verebilir.
Peki buna gerek olmalı mı?
Engelleme efektif mi?
Tartışılması gereken asıl bunlardır.
13 Mart 2008 Perşembe
Dokunmadan Dokunmatik Ekran
"Ahh, bu benim aklıma gelmişti" dedirtecek bir buluş. Dokunmadan dokunmatik gibi ekranı kullanmak. Aslında gözümüzün önünde duran bir iki teknolojiyi birleştirdiniz mi oluveriyor.
Bunu birleştirenlere gelince Eliptic Laps firması.
İşin özü şu. Artık patentli bir teknoloji (yani geç kaldınız) olan "Touchless human/machine user interface for 3D navigation" yani 3 boyutlu dokunmasız insan/makina kullanıcı arabirimi basitce nasıl çalışıyor diyorsanız buyrun filmini seyredin.
İşin ilginç yanı, öyle ele eldiven giyme, parmaklara sensör takma, gibi detaylarla uğraşmaya gerek kalmamış olması. 1 metre uzaklığa kadar 3 boyutlu bir şekilde el hareketlerini tanıyarak istediklerinizi ekranda yapıyorsunuz. Aklıma lisede nefret ettiğim üçgenin hipotenüs'ü ile ilgili matematik dersleri geldi hemen. Kimbilir belki de aynı mantığı 3 boyutlu uzayda kullanmışlardır. Sanırım iki adet kamera bu işi kotarabilir. Ancak ya şu dokunmadan işleyen mousepad'e ne denebilir bilemiyorum.
Teknolojinin cep telefonlarına bile uygulanabilecek olması ise kullanım alanlarını bir anda çok genişletiyor.
Uygulama alanları ise doğrusu heyacan verici. Örneğin tıpta kullanımı olabilir. Siteril ameliyat ortamlarında cerrahların IT itiyaçları bu yolla kolayca karşılanabilir. Buna dişçileri ve veterinerleri de ekleyebilirsiniz.
Oyun sektöründe keyifle karşılanabilecek bir arayüz. Oyunları dokunmadan belli bir mesafeden oynamak keyifli olabilir.
Dokunarak kullanılmasının problem oluşturabildiği durumlar nedeniyle halka açık alanlarda kullanılan bilet satış makineleri, bilgi sistemleri, bankamatikler bu teknolojiyi kullanabilirler.
Özetle, iyi bir Ar-Ge projesi olduğu ve gelecekte pek çok alanda kulllanılabileceği açık olan bir yenilik. Norveç Hükümeti ve üniversiteleri de projeye destek vermişler.
İyi yanları:
Ekranda, parmak izi kalması sorunu kalmayacak.
Televizyonunuzu uzaktan kumanda olmadan kullanabileceksiniz.
Oto Servisleri gibi kirli, yağlı işlerde klavye ve ekran temasına gerek kalmayacak.
Cep telefonlarına uygulanabilecek halde.
Kötü yanları:
Gece, sesi kısayım derken tüm komşuları ayağa dikebilirsiniz (malum henüz yeni teknoloji düzeltilecek yanları olabilir)
Kullanımı öğrenmek zor olabilir. Ancak bunun aşılabilecek bir konu olduğunu düşünüyorum (Bilgisayarda fareyi elinize ilk defa aldığınız dönemi düşünün).
Belli bir mesafe yakınlığı gerektiriyor.
Microsoft'un reklamlarını yaptığı dokunmatik işletim sistemi (surface) daha pazara sunulmadan böyle bir rakip karşısında ne tepki verecek (bir satınalma, ufuktan göz kırpabilir mi acaba?) merak ediyorum...
11 Mart 2008 Salı
Kendini Bil

Yazıya, bir klişe ile başlayacağım. Yukarıda canlandırmasını gördüğünüz, Delfi tapınağının girişinde "kendini bil" (gnothi seauton) yazar. Aslında felsefi olarak dipsiz bir kuyunun girişini gösteren bir sözdür. Ancak kendini tanıma serüvenine en baştan başlamak gereklidir.
Socrates tarafından Yunan uygarlığına kazandırılan bu söz aslında büyük ihtimalle Mısır'dan edinilen bilgilerin bir parçasıdır. Ancak daha önceki bir uygarlığa ait birikim olduğu konusunda spekülasyon yapmadan da duramayacağım.Şimdi durup dururken kendimden bir örnek vereyim (buna bayılıyorum).
Geçtiğimiz ayın başından bu yana sol ayağımın yan tarafında bir ağrı var. Hissettikçe endişelendiren, "acaba gene topuk dikenim mi nüksedecek" diye düşündürecek kadar sıkıntı veriyor! İyi de, bu seferki topukta değil, sol ayağın solunda serçe parmağın aşağılarında bir yerde.
Doktora göstermeden önce kendi kendime, bir kere daha yaptıklarımı sorguladım. Ayakkabım mı hatalıydı yoksa? Uzatmayayım; özellikle evde bilgisayar başında birşeyler yaparken sol ayağımı içe büküp, üzerine de sağ ayağımla yüklendiğimi farkettim. Sen farketmeden ayağını ez dur, sonra da "neden ağrıyor bu" diye hayıflan!
Şimdi felsefesini yapmaya çalışalım biraz. Kendini bilmek, aslında aydınlanmanın başlangıcı. Belki de bir üst bilinç haline geçmenin ilk kapısı. Tasavvuf da bu konuyu atlamamıştır. Öğretilerinin en önemli unsurlarından biri "kendini bilmek"tir.
Yunus Emre, asırlar öncesinden belki de bu güne sesleniyor! Sesini duymamız gerekiyor. Nedenine gelince, Türk insanı Müslümanlık ile buluşmanın ve aydınlanmanın yolunu aslında çok eskiden açmıştır. Laik ve aynı zamanda yaygın inancı müslüman olmak Anadolu'da anlaşılabilir bir durumdur. Bunu anlayamayanlar, Anadolunun yaşadığı aydınlanma sürecini yaşamamış olan toplumlardır. Lütfen, uzun da olsa, daha önce okumuş olsanız da, aşağıdaki dizeleri bir kez daha sindire sindire okuyun...

İlim Bilmektir - Yunus Emre
İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır
Okumaktan mana ne
Kişi Hakk'ı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir
Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen
Abes yere yelmektir
Dört kitabın manasın
Bellidir bir elifde
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır
Yigirmi dokuz hece
Okusan ucdan uca
Sen elif dersin hoca
Manası ne demektir
Yunus Emre der hoca
Gerekse var bin hacca
Hepisinden eyice
Bir gönüle girmektir
Türkiye Cumhuriyeti laik olması son derece doğaldır. Bu aslında cumhuriyetten çok daha önce başlamış bir aydınlanma sürecinin sonucunda olmuştur. Atatürk, aydın ve kamil bir insan olarak bu sürecin adını koymuştur. Ancak bu yaptığı öyle basit bir devrim değildir. Burada hedef alınan Kurtuluş Savaşında hadleri bildirilen düşmanlardır. Gerek batı, gerek doğudaki emperyalist unsurlardır.
Bu unsurların uzantıları halen çabalarını sürdürmektedir.
Ağrıyan ayağımın farkında olmak için harcadığım çabadan başlayıp geldiğim noktaya bakın.
Yıldızlara bakarak yürürüp, geleceği görmeye çalışırken dikkat edin, önünüzde çukur olmasın!...
Kendinizi bilin ve tanıyın,
Kaynaklar:
http://www.weblopedi.com/i/ilim_bilmektir_yunus_emre_sarki_sozu_ve_sozleri-t5170.0.html
http://www.atlantisresim.com
http://www.shunya.net
9 Mart 2008 Pazar
Küçük ve becerikli
Asus Eee PC 900 modeli Cebit 2008'de görücüye çıktı! Yukarıda solda 7 inch'lik model sağ tarafta ise 8.9 inch'lik yeni Eee 900 görünüyor. Asus Eee serisi ucuz ve kolay taşınabilir olmak iddiasıyla geçtiğimiz yıl raflarda yerini almıştı. Doğrusu biraz hayal kırıklığı da yaşanmadı değil. Bu subnotebook biraz geç ve yaklaşık iki katı fiyata piyasaya çıktı. Bakalım bu yeni model ne zaman ülkemize gelecek? Diğeri (Eee 700) 8 ay kadar bir sürede zar zor geldiğine göre bundan da daha iyisini fazla beklememek lazım. Ancak ekranının büyümesi kullanışlılığını artırabilir. Bu da doğal olarak satışlarının artması anlamına geliyor.
Eee PC'ler kısa sürede kendi hayran kitlesini de doğurdu. http://forum.eeeuser.com/ sitesinde Eee Pc meraklıları makinelerin her bir yerini kurcalayıp, uçuk işler çıkartıyorlar. Zamanınız varsa muhakkak uğrayın! Bunlar arasında, depolama kapasitesini artırmak, minicik kasa içerisinde boş bırakılmış her noktaya olur olmadık ekler yapmak da var. Bir kullanıcı arabada mp3 dinlemek için içerisine fm verici bile tıkabildiğine göre insan bu küçük taşınabilir makineyi daha da çok merak ediyor doğrusu.
Yeni model Eee 900, 9 inch'e yakın daha büyük ekranı yanında başka yenilikler de getiriyor. Öncelikle daha fazla depolama alanı var! 12 Gb Solid State Sabit Disk ve 1Gb bellek ile piyasaya sürülecek olan cihaz bu defa Windows XP yüklü olarak da alınabilecek.
Özellikler artarken boyutta da ister istemez bir miktar büyüme olmuş. Eee 700 serisinde 900 gram olan ağırlık da 90 gram daha artmış Gelin şuna şişmanlayıp 1 kilo olmuş diyelim... Ancak asıl büyüyen parasal değeri ne yazık ki. Ülkemiz açısından 600 Dolarlık yurtdışı fiyatı alınırlığını ortadan kaldıracak bir unsur olarak düşünmek yanlış olmaz. 500 USD altına taşınabilir PC'lerin olduğunu düşünecek olursanız Eee PC ağzıyla kuş tutsa satılmaz gibi geliyor bana. En azından ben olsam bunun yerine 3-5 kilo fazla da olsa bir dizüstü alıp kullanmayı tercih ederim doğrusu.
Asus 700 serisi küçük sevimli ve ucuz olduğundan çok tutulmuştu. Şimdi daha büyük, daha ağır üstelik de daha pahalı bir model sözkonusu. Benim alt dudağımı düşürmeye yetti de arttı bu durum ya neyse...
Kimler İçin?
Aklıma hemen bir türlü PC ile işi olmamış ama çevresindeki herkes elektronik posta kullanıp da kendisinde olmaması nedeniyle buruk kalanların sırf bu yüzden böyle bir cihaz alabilecekleri geliyor. Ancak sanırın en azından 1 yıl kadar fiyatların makul düzeye düşmesini beklemeleri gerekecek.
Eksileri
Bu kadar popüler olmuşken, ben olsam içine 250 Gb 2.5 inch bir sabit disk atıverirdim bu eksik.
Dokunmatik bir ekran bu cihaza yakışır. İsteyen bir kalem yardımıyla kullanabilse bu işte yeni olanlar özendirilirler.
Modifikasyon meraklılarına özel, kasa sökmeden donanıma erişim için özel bir bölme düşünmenin zamanı gelmedi mi?
10 inch ekran da nasıl yakışır bu cihaza.
Fiyat hala uçuk ve fazla. Sürümden kazanıp tüm dünya piyasasını ele geçirmek Asus'un vizyonuna fazla geliyor sanırım.
Eski serideki batarya kullanılmaya devam edilince pil süresi de ister istemez kısalıyor!
Kaynaklar:
http://forum.eeeuser.com/viewtopic.php?id=18369
http://www.engadget.com/photos/hot-9-inch-on-7-inch-eee-pc-action/673218/
http://www.chip.com.tr/konu/Asus-Eee-PC-900-Daha-buyuk-ekran-ve-hafiza_5839.html
http://news.zdnet.co.uk/hardware/0,1000000091,39362122,00.htm?r=1
http://community.zdnet.co.uk/blog/0,1000000567,10007451o-2000331761b,00.htm
6 Mart 2008 Perşembe
Tak Fişe, Başla İşe!
Öncelikle en basitlerinden başlayayım anlatmaya
Yukarıda görmekte olduğunuz Mini Station SOH-2000 fiyat ve kalite olarak aşağılarda olan bir ürün. Bir sunucuyla ethernet portu aracılıyla haberleşiyor, VGA, fare, klavye ve hoparlörlerinizi bağlayıp (mikrofon girişi yok!) sunucunuzun gücüne göre 30 adede kadar terminal sahibi olabilirsiniz. Oyun oynatmadan sadece internet erişimi verecek bir eğitim salonu için düşük maliyetli çözüm olarak düşünülebilir. Sunucunuzun üzerindeki tüm windows uygulamalarını sorunsuz çalıştırabiliyor. Tek bir PC'yi birden fazla kullanıcıya kullandırmak işin özü.
Biraz daha iyi bir cihaz istiyorsanız, var elbet.
Ncomputing L230 Network Terminali neredeyse tam bir pc kadar bağlantı noktasına sahip. Son derece az enerji tüketiyor ve sessiz. Fazladan mikrofon ve USB bağlantıları da var. "Bilgisayar isterim" diye sızlanıp duran ilköğretimdeki çocuğunuzun odasına, yada doktor muayenahanenizdeki yardımcınızın masasına düşük maliyetli bir çözüm olarak düşünülebilir mi ne dersiniz?
Bu cihaz yanında gelen aksesuarla bir adım öne geçiyor. Hele Standart lcd monitörlerin arkalarında yer alan montaj yuvasına takılmasını sağlayan bir aksesuarı var ki ortalıktaki kablo salatasını bir anda organize ediyor. Fiyatı 333 YTL.
Bir de yukarıdaki cihaz var. HydraPAC 2000/XP Multimedia aslında biraz daha geri bir teknoloji sayılır ama kimine daha kullanışlı gelebilir. Bu cihaz ethernet değil usb üzerinden haberleşerek tek PC'yi çok kişiye kullandırabiliyor. Bu defa da herkesin kendi monitör, klavye, fare ve ses imkanı var tabi ki. 8 adede kadar kullanıcı sayısı ise doğal olarak ethernet üzerinden 30 adede kadar çıkabilen diğer modellerin gerisinde kalıyor.
Multi PC network terminali yukarıdakilere göre daha gelişmiş bir cihaz olarak ortaya çıkıyor.
Windows Ce işletim sistemi ile ya da Gömülü terminal yazılımı ile çalışıyor. Diğerleri gibi 30 adede kadar bir sunucuya bağlanabiliyor. Avantajı, tamamen Türkçe bir arayüze sahip olması kuşkusuz. Ayrıca CF hafıza kartı ile hafızası arttırılabiliyor.
İşte bomba
Şimdi sıkı durun en iyisini sona bıraktım. Yukarıda anlatılan tüm cihazlar bir ana bilgisayara muhtaç. İyi de kendi başına çalışsa fena mı olur bu cihaz? Beklentilerin biraz ötesinde bir cihaz var aslında. Yer kaplamama konusunda ise benzeri yok denilebilir. İşte Jack PC. Ya da halk arasındaki kullanımıyla Priz PC.
Priz PC gerçekten yenilik getiriyor. Standart ethernet portu sökülüp yerine takılabiliyor. Enerjisini ethernet hattından alıyor (buna uygun donanım desteğinin switchte olması gerekiyor yoksa üzerindeki adaptör girişinden beslemek lazım).
İşin asıl ilginç yanı bu cihaz resmen bir PC. Üzerindeki işletim sistemi Windows Ce. Bunun olası bir iki sakıncası olabilir tabi. İstediğiniz tüm programları çalıştıramayabiliyorsunuz. Ancak bu cihaz o kadar az yer kaplıyor ki (hatta kaplamıyor).
Birkaç değişik konfigürasyonlu modeli var. Cihazı monte ettikten sonra geriye monitör, klavye ve farenizi takmak çalışmaya hazır hale gelmesi anlamına geliyor.
En üst modelinin özelliklerini yazmadan geçmeyeyim.
Özellikler: DVI-I görüntü çıkışı, ikili monitör desteği, Sağlam, çalınmaya karşı dayanıklı yapı, Duvara, mobilyaya, zeminde saklı ethernet kutulara montaj kolaylığı, Ethernet üzerinden güç desteği veren (PoE) standart cihazlara bağlanabilme. Aynı zamanda dışarıdan da beslenebilme, RISC bazlı mimari, 8 Mb video belleği İsteğe göre düzenlenebilir masaüstü arabirimi, Kullanıcı ihtiyaçlarına göre plug-in'ler ile şekillendirilebilen modüler işletim sistemi, Tak-çalıştır özelikli, Bilgi güvenliği yüksek, Virüslere ve Truva Atlarına (Troyan) karşı neredeyse %100 güvenli, Kullanıcı yönetim arabirimiyle ölçeklenebilir bir sistem yönetimi.
Windows Ce yerine Linux bazlı bir işletim sistemi alternatifinin de yakında sunulma ihtimali var.
Donanım özelliklerinin dikkat çekici özellikleri ise şunlar: 128 mb DDR hafıza, 64 MB sabit disk niyetine flash bellek (kutu içinde), 4 usb girişi, Mikrofon ve hoparlör girişleri, Ethernet (buat içinden kablo bağlantısı) Sunucu aracılıyla veri yönetimi uygulamaları desteği.
Aşağıya tanıtıcı filmini de ekledim. İngilizce bilmeseniz de izleyebilirsiniz. Cihaz ve kullanım alanları hakkında fikir veriyor.
Bu teknolojik gelişme hızı ile 10-15 yılda peynir tenekesi büyüklüğünde PC'ler buatın içine girdi ya, artık bundan sonra ne görsem şaşırmayacağım, söz.
Sağlıcakla kalın.
27 Şubat 2008 Çarşamba
25 Yıllık Korku "Thriller"

24 Şubat 2008 Pazar
Nasıl bir fotoğraf makinesi almalı?
Çözünürlük artışı ile birlikte sizi bekleyebilecek bir diğer sorun ise sayısal gürültüdür. Normal görüntüde aslında olmaması gereken gürültü, ışık yetersizliği veya hatalı pozlandırma nedeniyle oluşur. Gürültü, fotoğraf üzerinde istenmeyen mavi, kırmızı noktalar olarak kendini gösterir. Bazı fotoğraf makineleri yüksek çözünürlük ile kullanıcıyı çekerken, artan gürültü faktörünü gözden kaçırabilirler! Işık hassasiyeti yüksek olan makinelerde bu sorun kısmen çözülebilir. Yeterince ışık olan ortamlarda ise gürültü daha az görülür. Bu nedenle tüm fotoğraf makineleri gün ışığında oldukça iyi sonuç verir. Gene de bir model belirleyip almak için karar verirken kullanıcıların görüşlerine de yer veren inceleme sitelerine bakmanızda yarar var.
Görüntü Yakınlaştırma:
Uzun süredir neredeyse standart hale gelen 3x zoom yerini giderek daha fazla yakınlaştırmaya bırakıyor. Gelecekte 5x, hatta 10x zoom standart olarak karşımızda durursa şaşmamak lazım. Ne kadar çok olursa o kadar iyi ancak yakınlaştıkça elinizdeki titremenin çektiğiniz fotoraflara yansıyacağını unutmamak lazım. Ek olarak yüksek yakınlaştırma kabiliyeti olan objektiflerde geniş açı çekim yapmak zor olabileceğinden değişmeyen objektifli ama yüksek zoom kabiliyetli bir makine alırken en azından normal açılı (35 mm karşılığı bir değerde) olmasına dikkat edin.
Sayısal yakınlaştırma, ise gereksiz bir aldatmaca aslında. Makine tarafından fotoğrafın yakınlaştırdığınız bölümü kesilip, interpolasyonla büyük boyutlu hale getiriliyor. Bulanıklık ve hatalar artıyor. O nedenle, değeri ne olursa olsun üzerinde durmayın. Hele hele firmaların optik ve sayısal yakınlaştırmayı toplayarak yaptıkları hesaplamaları direkt gözardı edin.
Titreme Engelleme: Titreme engelleme giderek standartlar arasına girmeye başlıyor. 2009'dan sonraysa titreme engellemesi olmayan model kalmayacak gibi. Ancak dikkat burada da sayısal düzeltme kandırmacası olabilir yanılmayın!
Bu alanda da bir iki teknik var. En basiti, iso değerlerini artırmak (sayısal düzeltme). Biraz işe yarıyor. Işığa daha duyarlı hale gelince daha az pozlandırmak yettiği için, sensörün ışık alma süresi azaldığından titremeler sonucu oluşan bozulmalar nispeten azalıyor. Ancak bu durumda gürültü arttığından fotoğraf kalitesi bozuluyor.
Optik düzeltme sistemleri daha başarılı (optik yakınlaştırmada olduğu gibi). Mümkünse böyle bir özelliği olan makine daha iyi olacaktır. Bazı modeller her iki tekniğe de sahip olabiliyor. Yani optik titreme engelleme ve sayısal teknik bir arada. Sayısal ve optik yakınlaştırmanın birarada bulunmasının standart hale gelmiş olması gibi, sayısal ve optik titreşim engelleme de bir yakın gelecekte arada sunulmaya başlayacak gibi görünüyor.
Diyafram açıklığı değeri:
F ile belirtilen değerdir. Genellikle makine seçerken gözden kaçırılır, ancak önemli bir kriterdir. F değeri ne kadar küçükse sensör o kadar çok ışık alır. Az ışıkla çok iş yapmak için bu değere de göz ucuyla bakarsanız iyi olur.
Film Çekim:
İlk başlarda "bu da bulunsun" diye "oyuncak özellik" niteliğinde bulundurulan film çekebilme kabiliyeti zamanla ilerledi. Önce 320x600 piksel 15 kare/saniye olan çözünürlük ve kare yakalama hızı, 640x480 piksel 30 kare/saniye, daha sonra Pal TV çözünürlüğü, ardından da 16:9 geniş ekran desteği derken; film çekme kabiliyetleri oldukça ilerledi. Gerektiğinde oldukça işe yarayabilecek olduğundan ve kısa sürede vazgeçilmez bir özellik olacağından bunu da değerlendirmekte yarar var.
Bazı modeller çift mikrofon ile ses kaydı gerçekleştirerek "bu kadarı da pes yani" dedirtebildiğine göre, bu konuda da belirgin bir sınır olmadığını ve gelişmeye açık olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Film çekerken optik yakınlaştırma yapabilen sınırlı sayıda model bulunmaktadır. Oysa "bu da bulunsun" mantığının ötesine geçen modeller, film çeken ikinci bir kamera alma ihtiyacını ortadan kaldıracak gibi görünürken, bu özelliğe dikkat etmemek olmaz.
Tabi bu özelliğin de gelişme döneminde olduğu, yakın gelecekte çok daha iyilerinin bulunacağı aklınızda olsun.
Optik: Hangi kategoride makine alırsanız alın en önemli konu optik aksam, yani kamerada kullanılan merceklerdir. Ne kadar kaliteli olursa o kadar iyidir. Kompakt kameralarda boyut olarak "bit kadar" olanlardan da fazla bir beklentiniz olmasın. Büyük mercekler kullanan modelleri tercih etmek iyi olabilir.
Markalı optikler genellikle daha başarılı sonuçlar verirler. Hatta Nokia N95 modeli cep telefonunda kullanılan Carl Zeiss marka merceklerin, pek çok fotoğraf makinesi ile alınacak sonuçların ötesinde kalitede fotoğraflar çekebilmesi rastlantı değildir. Neyse, biz tekrar dönelim fotoğraf makinelerine.
Geniş açılı olan modeller fotoğraf çekerken işinizi kolaylaştırır. En azından, "yazlıkta masanın etrafına toplanmış arkadaşlarınızın hepsini kadraja alayım" diye geri geri giderken, havuza düşmezsiniz. 35 mm değeri normal açı değeridir (eski fotoğraf makinelerinden kalma bir fosil değerdir, ancak hala eşlenikleri olan değerlerle karşılaştırılarak kullanılmaya devam ediliyor). 35 mm altındaki değerler daha geniş açılı çekimler yapabileceğinizi gösterir (örneğin 28 mm gibi). Özellikle kompakt kameralarda objektif üzerinde bu değeri gösteren sayılar bulunur. Ancak bu sayılarda alakasız değerler görürsünüz genellikle. Bu değerlerin neye karşılık geldiğini gösteren açıklamaları inceleme sitelerinde veya makinanın el kitabında bulabilirsiniz. Örneğin Canon Powershot A720 IS için objektif üzerinde görünen değer 5.8-34.8mm'dir (35-210mm karşılığı olarak dpreview sitesinde belirtilmiştir. Yukarıdaki Nikon P50'nin değeri ise 28-102mm karşılığıdır. Dolayısıyla Nikon'un yukarıdaki modeli daha geniş açılı çekimler yapabilir.)
Odak uzunluğu azaldıkça görüş açısı daha geniş olur. Bu nedenle odak mesafesi kısa olan makinelerin geniş görüş açısı olacağı söylenebilir (havuza düşme tehlikesi aklınızın bir köşesinde bulunsun - olmadı su geçirmeyen bir model veya su altı kabı da alınabilir tabi ki).
Deklanşör Gecikmesi:
Bu ne tür makine alırsanız alın, sinir katsayınızı aşağılarda tutabilmeniz için en önem vermeniz gereken konulardan birisidir. Özetle, deklanşöre bastığınız anda fotoğrafı çekmelidir. Kimi modellerde bu durum oldukça başarılıdır. Ancak karar vermeden önce alacağınız modelle ilgili incelemeleri internette araştırın. Bir veya daha fazla özelliği çok güzel gibi görünebilen modeller eğer deklanşör gecikmesine sahiplerse hemen almaktan vazgeçebilirsiniz. Her şey bir anda olup bittikten sonra saptayacağınız görüntü bir işe yaramayacaktır.
Aynı şekilde açma düğmesine bastıktan sonra gecikerek açılan bir makine de istenmez. Olabildiğince çabuk çekime hazır hale gelen makineler daha kullanışlıdır.
Yüz Tanıma:
Akıllı bir teknolojidir. Amatör çekimlerde insan yüzünü tanıyarak odaklamayı ona uygun yaptığı için net görüntüler saptamakta kolaylık sağlar. Olsa iyi olur. Olmasa da olur, ama ne tür bir özellik için bundan vazgeçebileceğinize karar vermeniz lazım.
Pil Tipi ve Ömrü:
Zor bir seçim de bu konuda bekliyor sizi. Kalem piller kolay bulunduklarından tercih edilebilirler. Ancak makineye uygun yapılmış lityum ion doldurulabilir-piller daha seksi görünümlü ve ince gövdelerin üretilebilmesine olanak sağlamaktadırlar. Bu durumda karar size kalıyor. Ancak makinenin tek dolum ile kaç fotoğraf çekebildiğini araştırın. 4oo, iyi bir çekim adedi rakamıdır. Bunun altındaki çekim rakamları makinenin yeterince yeni bir teknoloji kullanmadığını ve çok enerji harcadığını gösterir.
Gövde malzeme ve tipi:
Plastik gövdeler özellikle kompakt makinelerde üretim maliyetlerini aşağıya çektiğinden yaygın olarak kullanılır. Ancak kolay çizildiğinden ve oyuncak gibi göründüğünden metal gövdeli makineleri tercih etmek daha iyi olabilir.
Kompakt ve DSLR gibi olan 1 ve 2 numaralı sınıflandırmamıza giren makinelerde bile alüminyum hatta magnezyum esaslı gövdeler kullanılabilmektedir.
Cebinizde taşıyacaksanız hafif ve ince modelleri de dikkatlice inceleyerek istediğiniz gibi bir fotoğraf makinesi edinebilirsiniz.
Ekran:
Büyük ve yüksek çözünürlük her zaman işe yarar. Parlaklık da yeni eklenenlerden. Çektiğinizi görmek ve silinecekleri saptamak açısından önemlidir. Artık neredeyse "vizöre hiç bakmadan fotoğraf çekme" eğilimi ağırlık kazanmaya başladığından vizörsüz de olsa olur, ancak iyi gösteren bir ekran olmazsa olmaz. 2,5 inch'den daha büyük ekranlar işinizi kolaylaştıracaktır.
Ne yazık ki, bütün iyi özellikleri birarada sunabilecek "süper" bir fotoğraf makinesi modeli mevcut değil. büyük ihtimalle de hiç mevcut olmayacak. O nedenle ihtiyaçlarınızı iyi belirleyip bunu maddi imkanlarınızla eşleştirmek, uzun süre keyifle kullanabileceğiniz bir fotoğraf makinesi almakta yardımcınız olabilir.
Fotoğraf çekmek geçici bir heves değilse, DSLR makinelere meyledebilirsiniz. İlk alım maliyeti düşünüldüğünde DSLR makineler pahalıdır. Kullanımları da daha zor ve daha çok müdahale gerektirir. Ancak ciddi olarak fotoğraf çekmeyi kafaya koyduysanız o zaman başka tabi. Unutmayın bu işte bir "son nokta" yok. Durmadan yeni modeller ve hep daha iyiler çıkıp duruyor. Kim bilir, bu yüzden eğer imkanınız da varsa zamanla bir makine koleksiyonunuz da olur. Şu sıralar 1200 ila 4000 YTL aralığında alabileceğiniz DSLR modeller mevcuttur.
Şüphesiz, ince eleyip, sık dokuyanlar için dikkat edilecek daha pek çok konu vardır. Ama her konunun da bir sınırı olmalı. Bu nedenle "Ben kalender meşrebim" edasıyla bulaştığınız fotoğraf makinesi edinme uğraşında, gelip DSLR modellerine dayandıysanız zehiri fena halde kapmış olduğunuz açıktır. Ama en azından iyi bir hobiniz oldu fena mı?
Kalın sağlıcakla.
23 Şubat 2008 Cumartesi
Fujifilm Finepix S5700
Fotoğraf çekmek ile iyi fotoğraf çekmek arasında dağlar kadar fark vardır. İyi fotoğraf çekmek için, iyi görmeniz ve anı yakalamanız gerekiyor. E tabi bunun için de iyi bir fotoğraf makinesine ihtiyacınız var. Bu kadar çok marka ve çeşit varken nasıl tercih yapabiliriz? Çok paranız varsa, gidin en pahalı olanı alın. O kadar basit. Peki bütçeniz kısıtlıysa ne yapacaksınız? Öncelikle elinizdeki ile en iyisini almayı denemek akıllıca olur. Ancak tabi ki zengin biri kadar şanslı değilsiniz. Önünüzde 10'larca seçenek ve kafa karışıklığı olacak. Neyse ki internet biraz da olsa yardımıza koşabilir. 1000'lerce sayfa inceleme, reklam ve yalan yanlış bilgi.
Kısacası işiniz zor. En iyisi kullananlar ne demiş bir bakmaktır. Kolayca fikir verir. İşte aşağıda kullanıcıların görüşlerinden oluşturulmuş bir iyiler kötüler listesiyle Fujifilm Finepix S5700.
Gerçekten güzel fotoğraflar çektiğinizi düşünüyor ve paranız da istediğiniz kadar iyi bir DSLR almaya yetmiyorsa bu fotoğraf makinesine bir bakmakta fayda var. 7.1 Mp çözünürlük artık raflardan kalkmaya başlasa da, oldukça iyi kalite fotoğraf çekebileceğiniz bu makine hoşunuza gidecek özelliklere sahip.
İyi yanları:
10x zoom yapabiliyor.
Fiyatı makul sayılabilecek seviyede. İnternette satış yapan mağazalarda 470 YTL.
SD veya xD kart ile kullanılabilir.
Optik zoom film çekerken çalışıyor (pek çok amatör makinde çalışmaz).
Pil konusunda tasarruflu (iyi şarjlı pillerle 500 çekime kadar).
Gövde malzemesi güzel, ele iyi oturuyor.
Makro ve süper makro ayarları başarılı.
Elle ayarlar konusunda pek çok seçenek var.
Kötü yanları:
Sarsıntı önleme çok başarılı değil.
Elle ayarlayarak çekim yapmak zor.
Keskin fotoğraflar çekmekte zorlanıyor (odaklama problemli).
Film çekimi yaparken karanlık ortamlarda kötü sonuçlar veriyor.
Çekilen fotoğraflarda kontrast fazla ve renkler aşırı doygun olabiliyor.
20 Şubat 2008 Çarşamba
Rüzgar Enerjisi Teknolojisi
Gözlerim Yanıyor
Şiir yazmak ve ben? Hadi şarkı sözü diyelim sadece. Yoksa ister istemez kendimi dandik gazetelerin sizden gelen şiirler köşesine yazan 70...
-
Merhaba. Gurme bir arkadaşım var. Yaklaşık 4-5 senedir kendi tüketimi için şarap yapıyor. İlk yaptığı şarap, pek kolay içilemez olsa da, s...
-
Köpük baloncuk yaparken deterjan ve su kullanıyorsanız muhtemelen baloncuklarınız hemen patlıyordur. Dayanıklı baloncuklar için çözelti...
-
Forum belli grupların birbirleri ile görüş alışverişi yapabilimelerini sağlayan bir ortam. Popüler forumların etkisiyle ortalıkta pıtrak gib...
-
Model uçak için gerekli malzemeler: Maket Bıçağı Makas Yapıştırıcı Kendinden yapışan bant Kırtasiyede bastırılmış pdf çıktısı ...
-
Televizyon, müzik seti gibi genellikle evin salonunda yer işgal eden aletlerin en önemli sıkıntılarından biri cihazların arkasında birike...