18 Aralık 2007 Salı

Mobbing

Mobbing, işyerlerinin ve çalışanların korkulu rüyası. Tabi kurbanı olunca ne olduğu daha iyi anlaşılıyor.

Bazen dosdoğru bir girişim değil de kötü bir bakış, bir tavır bile moralinizi bozmaya yeterken butür davranışlar sistemli olarak üzerinize yönelirse ne yaparsınız?
Her ne kadar adı "mobbing" (Latince: mobile vulgus - kararsız kalabalık) gibi yabancı dilden dilimize girmişse de kendisi aslında toplumumuzun pek de yabancı olmadığı "Bizans Oyunları"ndan başka bir şey değildir. "Mobbing de nereden çıktı?" diyorsanız linke tıklayıp bakabilirsiniz.
Bir tür psikolojik saldırı olan mobbing her ne kadar çok gerilere götürülebilecek kökleri bulunsa da kavram olarak 40-50 yıldır farkına varılmıştır.

"Yerçekimi" gibi adı konulana kadar varlığı hissedilen, ancak ne olduğu bir kavram ile ifade edildikten sonra kafalara dank eden bir durumdur.

Aslında canlıların doğasından gelen hükmetme, ezme, yenme ve yoketme (kısaca kendi neslini sürdürmek de denilebilir) güdüsünden kaynaklanmakta en azından bu güdünün kışkırtmasıyla can yakmaktadır desem sanırım yanlış olmaz. Bir de bunun yanında entrikalar işin içerisine giriyorsa, artık ölümlerden ölüm beğenin.

Aslında en umut kırıcı olan yanı, birarada yaşamakta olan hayvan gruplarında görülen bir davranış şeklinin günümüzde mevcut ekonomik yapı ve iş dünyasında kendisine yer bulabilmesidir.

İşyerinde emirleri veren kişi kurban'a karşı baskı uygulayabilir. Genellikle bir kısım çalışan bu duruma destek verebilir. Böylece ortaya kurbana psikolojik baskı uygulamaya başlayan bir çetecik çıkıverir. Baskıyı başlatan illa patron olmak zorunda da değildir. Bir başka bölüm yöneticisi, partner, beraber çalışılan bir kimse hatta işyerinde en alttan en üste kadar çalışanlardan herhangi biri de planlı - plansız bu tür bir girişimi başlatabilir. Her nedense bu yapılanlar doğal görülebilir. Hatta bunun o kadar doğal karşılanır ki kimse yapılan kötülüğün farkında bile olmayabilir.

İşin kötü yanı bu tür bir davranış karşısında bazen yapacak fazla bir şey olmamasıdır. Bu konularda yeteri tecrübeye sahip değil yada yufka bir yürek sahibiyseniz işler daha da kötü gidebilir. Bir iki yanlış adım karşınızdaki çetenin elini kuvvetlendirebilir.

Peki neler yapılabilir?


Öncelikle sinirlerinize hakim olun. Karşı taraf fevri bir hareketnizi dört gözle bekliyor olabilir.

Çalıştığınız ortamda sizi sevenler ve destekleyenler olsa da onlardan bir adım ötesini yani sizin için şahitlik yapmalarını beklemeyin. Eğer işlerini kaybetmeleri söz konusuysa kolayca yüz çevirebilirler.

Küçük bir ses kaydedici işinizi kolaylaştırabilir.

Eğer mahkemede ikna edici bir savunma yapmak istiyorsanız başınıza gelenleri ispat konusunda ses kayıtları etkili olabilir.

Size verilen emirleri mümkünse yazılı olarak almaya çalışın. Bu tür bir dokümantasyon çok işinize yarar.

Üst seviye yöneticilerinize durumu zaman geçirmeden rapor edin.

Herşeyi, özellikle de işimizden olmayı gözünüze alın. Bunun için alternatifleri dikkatli ve gizli bir şekilde değerlendirin.

Psikolojik ve hukuki konularda profesyonel danışmalık alın.


Çevrenizdieki ve iş ile ilgili olarak ilişkide bulunduğunuz güvenebileceğiniz dostlarınızla durumunuzu paylaşın (çok dikkatli olun).

Aslında bu konuda hukuki düzenlemeleri yeniden gözden geçirmekte yarar vardır. Mobing iddiası bile mahkemece karine olarak kabul edilmeli aksini muhataplar kanıtlamalıdır. İş hukukunda güçsüz olan tarafın bu sayede yapılanların karşısında savunmasız durumu böylece ortadan kaldırılabilir.

Son olarak mobbing yapmayın yaptırmayın kimi ısıracağı belli olmayan deli bir köpeği ortaya salmaktan ve çalışma barışını baltalamaktan başka bir işe yaramaz. Bir kurbansanız bir an önce yeni bir iş bulmak için çaba harcayın.

26 Kasım 2007 Pazartesi

TEKNOPOST

Teknoloji bir yere kadar. Yani şunu söylemek istiyorum: Bir buluş yapmak başka bir şey onu pazara sunmak ve sunulan ürüne pazar yaratmak tamamen başka bir şey. İşletme mezunlarının AR-GE'cilerden daha iyi kazanmasında bunun etkisi olabilir sanırım.
Taşınabilir telefon teknolojisi çok ciddi bir pazar yarattı. Bu teknolojinin bir adım gerisindeki telsizler ise bu pazar başarısının yanına bile yaklaşamamıştı. Hobi olarak yıllarca amatör telsiz ile uğraştığım için 80'li yılların sonundan günümüze kadar telsiz teknolojisindeki gelişmeleri takip ettim. İster amatör olsun, ister profesyonel amaçlı, telsiz teknolojisi hızla ilerlemesine rağmen ürün çeşitliliği hep belli bir seviyede kaldı. Örneğin 2 - 3 yıllık periyodlar ile yeni modeller piyasaya sürüldü. Sonuçta dünyada yıllık dar bir hacme yönelik piyasadan, yıllık milyar adetleri bulan telefon satışları söz konusu olunca, ürün çeşitliliği inanılmaz bir hal aldı. Çevrenize şöyle bir bakın telefonunu en fazla 1 yıl kullanıp değiştiren pek çok tanıdığınızı bulabilirsiniz. Hatta belki siz de bu çabuk model yenileyenlerdensinizdir. Doğal olarak bu kadar büyük ve neredeyse herkesin cebinde yer bulmuş teknolojik bir ürün söz konusu olunca yan sanayi diyebileceğimiz kesimin cep telefonları için ürettiği ilginç ve kullanışlı ürünler de kendini gösteriyor.
Eğer benim oturduğum yer gibi telefon sinyallerini almakta güçlük çeken bir konuma sahipseniz gerçekten ilgi çekici bulacağınız bir ürün var. zBoost telefon sinyal güçlendiricileri gerçekten çok işe yarayacak gibi görünüyorlar. Pek çok yararı var cihazların. Bunların bence en önemlileri: Rahat kesintisiz görüşme yapabilmeniz, servis sağlayıcıya uzaksanız görüşme yapmanızı sağlayabilmesi (kapsama alanının sınırında yer alan yerleşim bölgelerinde oturanlar beni anlar), pilinizin daha uzun dayanması, telefon çalınca pencere kenarına veya balkona koşmanızın gerekmemesi. Cihazın kötü yanı ise henüz sadece ABD'de kullanılan telefon standartlarını destekleyip bizimkilerde çuvallaması. Ancak pazar bulma ihtimali nedeniyle uyumlu cihazlar üretebilirler diye düşünüyorum. Şekilden görebileceğiniz gibi sistem dışarı kurulan bir anten ve içerideki üniteden oluşuyor.
İşte bilinen bir teknolojide yenilikçi bir tasarım ve akıllı bir pazar oluşturma yaklaşımına iyi bir örnek. Umarım benzeri ürünler bizim standartları da destekler bir gün...
Aslında biraz tuzlu fiyata sahip olmakla birlikte bizim standartları destekleyen bir başka ürün bulmak olası. Cep telefonları için tekrarlayıcı (repeater) olarak satılıyor.
1000 Amerikan dolarını böyle bir cihaza vermek ne kadar akıllıca olur bilmiyorum ama kim bilir belki bir işine yarayan çıkar. Bir an böyle cihazları görünce eski zamanları hatırladım. CB yani halk bandı telsizler 80'li yılların ortalarında yurdumuza gelmiş ve şimdiki Facebook gibi bir anda çılgınlık derecesinde yayılmıştı. Her apartmanın tepesinde bir cb anteni görmek alışıldık hale gelmişti. Ardından İtalyan malı çıkış gücü yükselten cihazlar el altından piyasaya dolmaya başlamıştı. O zamanlarda Çinliler bu işlere pek el atmamışlardı. Hemen bu cihazlara bir ad konuldu: "TAKOZ". Şimdi ne alakası var diye düşünüyorsanız, hemen bağlantısını kurayım. Kamyoncu CB kullanıcıları mı buldu, bilmem ama büyük ihtimalle tekerin arkasına konup arabanın yerinde durmasına destek olan tahta takozlardan ilham alıp "bu alet de CB'nin destekçisi, o halde adı takoz olsun" denmiş olabilir. O zamanlarda da böyle cihazlara tomarla para verilip sahip olunuyordu. Teknoloji değişti ama kim bilir bu yukarıda bahsettiğim yeni aletler ülkemize bir şekilde girse ne diye adlandırılırlar. Aslına bakarsanız, "Takoz" iyi bir isim olur bunlara da :) Çalışma ortamınızda şöyle fiyakalı bir Kral Arthur kılıcı ve ortaçağ baltasına ne dersiniz? Gerçi Kral Arthur'un kılıcı Excalibur'u çok uzaktan andırsa da gerçeğini nasıl olsa gören olmamıştır diyerek idare edilebilir. ThinkGeek web sitesinde satılan bu ofis oyuncakları lateksten mamul eğilip bükülmemeleri için cam eltafıyla güçlendirilmişler. Ürün tanıtımı için matrak da bir film yapmış site. Aşağıya eklemeden edemedim. Buyrun seyredin. Bu aylık da bu kadar. Kalın sağlıcakla. TA2EE Burçak Çubukçu

27 Ekim 2007 Cumartesi

Maltepe Pazarı Yeniden

Son bir iki günden beri feysbuk (http://www.facebook.com/) sitesine bulaşmış olduğumdan biraz geciktirerek Maltepe Pazarı Yeniden makalemin başına oturabildim. Feysbukta artık ANTRAK üyelerinin katıldığı bir grup da var sayemde... Neyse sıkı boş zaman geçirgeci (evet LİMK sitesi bile gölgede kaldı korkarım) feysbuk'dan söz etmeyi burada bırakıp yazımızın asıl konusuna dönelim. Aslında daha önce Maltepe Pazarı hakkında Antrak Gazetesinde yazmıştım. Biraz da bu nedenle bu ikinci makaleyi yazmak zorunda hissettim kendimi. Göktay ağabeyin geçen akşam ANTRAK'da boğazıma sarılıp "Gazeteye Yazı yazmadın mı?" diye sormasının da etkisi olmadı desem yalan olur :) Küllerinden yeniden doğan bu pazar bahsedilmeyi hakediyor. Eski pazar olaylı bir şekilde bir yıldan fazla süre önce 09 Temmuz 2006'da kapanmıştı. Arada uzun bir süre olunca doğaldır ki, Maltepe Pazarı müşterileri tarafından unutuldu. Geçtiğimiz aylarda yeniden açılana kadar tabi. Yeni pazar yeri, eskisine yakın olmakla birlikte farklı bir yerde. Eski havagazı fabrikası kaldırılarak oluşturulan yere kurulmuş (Maltepe Migros'un karşısında). Paralı otoparkına 25 kadar araba parkedebiliyor. Son derece modern bir anlayışla açık bir pazar oluşturulmuş açık dediysem üzeri güneş ve diğer hava şartları için korunmuş durumda. Pazarcıların galeriler içerisine yerleştirilmiş farklı büyüklükte sergi alanları pazardan çok, karma bir fuara gelmişsiniz duygusu uyandırıyor. Çoğunluğu bayanlardan oluşan güvenlik görevlileri yerlerini almışlar. Pazarın bu yeni hali, eski pazarı hatırlayanların hoşuna gidecektir. Eskisi gibi üst üste değil sergiler. Pazar esnafı, her pazar taşınıp yerini her pazartesi kurulan sebze meyva pazarına bırakmak zorunluğundan kaynaklanan tekerlekli ucubik sergi yerlerinden kurtulmuş. Gelin bir ucundan süzülelim içeriye Eskisi gibi, pazarda ne ararsanız var. Çinde üretilen en son model elektronik ürünler menüye dahil. Ancak bildiğiniz gibi tabak-çanaktan, tekstile, sıhhi tesisat malzemesinden, teleskopa kadar bulamayacağınız yok. "Bilgisayar malzemesi satanlar" derseniz eskisinde de çoklar. Kullanılmış, yeni ne ararsanız var. Hatta geçen ay yazdığım teknopost yazısında bahsettiğim fm vericisi olan mp3 çalarlardan bile bulmak mümkün. Unutmadan yerler son derece iyi dökülmüş beton sayesinde son derece düzgün ve temiz. Yürürken sergilerden başka bir şeye dikkatinizi vermeniz gerekmeyecek anlayacağınız :). Ne de olsa geçtiğimiz sebze-meyva pazarından kalan artıklar artık gezi arkadaşınız olmayacak. Ne demiştim size? Teleskop arayan amatör astronomsanız bakılacak bir yeriniz daha var Maltepe Pazarı. Tamam çok fazla bir şey beklememk lazım bu optik devlerden belki ama fiyatları kuşkusuz cebinizi acıtmayacaktır. İşte benim favorim. Zirve Elektronik. Murat, eski pazarda bir kaç dar sergiye sıkışmış yerini burada geniş bir sergi haline getirmiş. Elektronik ürünlerde oldukça geniş bir ürün yelpazesi var. Bir çalışanı serginin önünde poz verirken "abi bu resimleri çekip, ucuz kalitesiz mallar satıyorlar dite yazmazsın değil mi?" diye soruyor. "Yok neden yapayım böyle bir şey?" deyince eski pazarda fotoğraf çekip günlük gazetelerden birinde böyle manşet atmış olduklarını belirtiyor. Neyse ki bu yazıyı okuyanlar nasıl bir teknolojiye para yatıracağını bilecek düzeydedir. Aslına bakarsanız teknomarketlerde satılan ürünlerden çok da farklı değil buradakiler. Farkları daha ucuz olmaları. Düşük sabit giderleri nedeniyle daha az sabit gider katkısı yapmanız sayesinde daha ucuza satın alma şansınız oluyor. Hepsi bu. Ekonomik açıdan ele alırsak, ucuz Çin malları sadece bu pazarı değil tüm dünya pazarını ele geçirmiş durumda. Bunu da aklınızın bir köşesinde bulundurun. Galerinin sağ tarafında tekstil ürünleri, sağ tarafında ise çantalar, bavullar süslüyor. Ancak yolun sonunda otomobil müzik görüntü sistemleri satan sergi daha çok ilgimi çekiyor hiç kuşku yok. Maltepe pazarı esnafı ilgi azlığından şikayetçi. Bir yıllık ara ve Ankara'nın her yerinde pıtrak gibi açılan alışveriş merkezleri ilgiyi azaltmışa benziyor. Ancak Maltepe Pazarı sizleri bekliyor. Aynen tabelalara da yansıtmışlar durumu. Ne mi eksik? Siz tabi ki... Sağlıcakla kalın. Burçak Çubukçu

19 Eylül 2007 Çarşamba

Vay be!

Kötülük ile iyiliğin aslında çok da farklı kaynaklardan gelmediğinin farkındayım. Öyle "neden benim başıma geldi" diye feryat figan etmeyecek kadar olgun olduğumu, aslında her türlü olayın herkesin başına gelebileceğini de biliyorum. Ama, şu son zamanlarda yaşadıklarım var ya, bazen ben bile olanlara inanamıyorum. Vah be! demek bunları da görecekmişim diyorum.

14 Ağustos 2007 Salı

Sular Kesilince...

Başkent Ankara, Ağustos (2007) ayının başından beri cididi su sıkıntısı çekiyor. Su kaynaklarımızın çok olduğu bilgisi ile büyütülmüş bir kuşak olarak sarsıcı olan şu ki: aslında öyle zengin su kaynaklarına sahip olmak bir yana, Türkiye ciddi biçimde çölleşme tehlikesi ile karşı karşıya. Bunu tatilde olan şanslıların dışında her Ankaralı musluklardan bir hafta boyunca tıs sesi bile gelmemesi ile yaşadı. Çocukluğumda (yani 30-35 yıl önce) Kurtuluş semtinin hemen hemen tüm evlerinin önünde veya arkasında bir su tulumbası vardı. O dönemde şehir su şebekesinin devrede olmasına rağmen oralarda her evin kendi kuyusu bir köşede şebekenin olmadığı yıllardan yadiğar kalmıştı. İşin hoş yanı; bu kuyularda su olur, hatta çocuk kuvvetiyle pompayı biraz zorlarsanız, su bile akardı. Zaman içerisinde eski evler yerlerini çok katlı apartmanlara bıraktı. Kuyular ise unutuldu gitti. Bir tek şehrin varoşlarında zaten yıllardır kendi yolunu bulup, dağlardan aşağıya akan kaynakların ucundaki çeşmeler kalmıştı. Bu kaynakların başında bidonlarını doldurmaya çalışan insanların sinirli halleri ekranlarımıza, gazete fotoğraflarına yansıdı. Peki, aslında "pek çok yer altı suyunun üzerinde kurulu bulunan Ankara, neden yazın ortasında bu kadar çok su sıkıntısı çekiyor?" diye sormadan edemiyor insan. Ankara'da büyüdüğüm ve halen oturmakta olduğum semt olan Bahçelievlerde yıllar boyunca pek çok inşaatın temel çukurları oyun yerimiz olmuştu. Bu çukurlar genellikle yer altından gelen su ile dolu olurdu. Hatta 3. caddenin ortalarına rastlayan semt halinin hemen yanında, bu suları kullanan hamam 30 yıldan bu yana hizmet vermektedir. Aslında komik olan; su kaynakları üzerinde oturup da susuz kalma durumunun, Ankara insanının başına 2007 yılında gelmesidir. Peki evin bahçesine kuyu açmalı mıyız? 167 sayılı Yeraltı Suları Hakkında Kanun bu suların ne şekilde çıkarılıp kullanılabilleceğini belirlemiştir. Kanunun 4. maddesine göre "Kuyu açan kimse, bulunan suyun ancak kendi faydalı ihtiyaçlarına yetecek miktarını kullanmaya yetkilidir." diyor. Yani amacınız, sadece kendi ihtiyacınız olan suyu elde etmek ise kuyu açmanız mümkün görünüyor. Sanırım böyle giderse kuyu açmak da aradığımız çözümlerden biri olabilir. Tabi kafaya koyduysanız iyice bir araştırmakta fayda var bu işi kuyu açayım derken başınıza iş açmayın! Yer altı suları öyle bulunduğu yerden bir yere ayrılmayan sular değil. Genellikle birbirleri ile bağlantılılar ve oradan oraya akıp duruyorlar. Dolayısıyla bir yerden çıkarmaya başladığınız su aslında gitmesi gerken bir yerlere ulaşamadığında kendiliğinden oluşmuş bir dengeye müdahale etmiş oluyorsunuz. İşte bu durum, kendi su ihtiyacımı karşılayayım derken bir kaos yaratmanıza neden olabilir. Ankara gibi milyonların yaşadığı bir şehirde önüne gelenin kuyu açması halinde yer altı sularının da kısa sürede tükeneceğini öngörmek falcılık olmaz sanırım. Zaten biraz da bu nedenle şehir şebekesi üzerinden su ihtiyacını karşılamak en sağlıklı model olarak karşımıza çıkmaktadır. Kızılırmağın sülfat, klorür ve ağır metal zengini kirli suları ne derece sağlıklı olur tartışmıyorum. Ama en azından korkutucu ve Ankara için tehlike oluşturduğunu düşünmeden de edemiyorum. Su sorunu, güncelliğini koruyor ve bir süre daha manşetlerde kalacak gibi görünüyor. Peki tarih boynca su bulmak için neler yaptı atalarımız? Şüphesiz pek çok uğraş ve buluş bu yolda gerçekleştirildi. Kimi halen kullanılıyor, kimi ise yok oldu gitti. Bir de gri bölgede kalan buluşlar var. Mesela su arayıcılarının aygıtlarının işe yaradığını söyleyen azımsanamayacak sayıda insan var. Hatta geçenlerde jeolog olduğunu söyleyen birini su kesintisinin gündemi içinde gösterdi bir televizyon kanalı. Ellerinde su arama çubukları ile su bulma işini çok daha ucuz ve doğru bir şekilde gerçekleştirebildiğini söyledi bu bey. Şüphe ile dinledim magazinsel haberi, sonra da yıllar öncesinden hatırladığım bu su arama aletleri konusunda kısa bir Google araştırması içinde buldum kendimi. Biraz uzun bir giriş olmakla birlikte hayatımızda çok önemi olduğunu ancak yitirince anladığımız değerlerden önemli biri olan "su" hakkında insanın yazdıkça yazası mı geliyor nedir? Asıl bahsetmek istediğim, atadan kalma su bulma yöntemi olan "çatal ağaç dalı" ile su arama. Kimilerine göre uydurmaca gibi görünse bu konuda pek çok kaynak işe yaradığını iddia ediyor. Gerçekten çatal bir dal ile su bulunabilir mi? Aslında bir anlamda Avrupanın popüler kültürüne işlenmiş bir motif gibi duran "su-cadılığı" günümüzde de zihinleri kurcalamaya devam etmektedir. Hatta iş çatal ağaç dalından öteye gitmiş, bu konuda hassas olduğu ileri sürülen çeşitli aletler geliştirilmiştir. Internette yaptığım araştırma sonucunda bulduklarım oldukça etkileyici. Yakında televizyondan direkt satış yöntemiyle pazarlanırlarsa şaşırmam. Alıntı: http://www.raymongraceprojects.com/tools.htm Yukarıda gördüğünüz resimde üzerlerinde V-rods yazan aletler aslında çatal dalın daha şık üretilmiş imitasyonları. Özellikle enerji hatları ve su kaynakları ile maden aramalarında etkili olduğu söyleniyor. Ancak titrek ellere duyarlı. Bobers yazan arkada tutacak yeri olan bir telin ucunda ağırlık asılı. Daha çok bir hastalığın iyileştirme noktasını bulmada işe yarıyor, ancak su arama konusunda da beklenen cevabı verebilecek olan hassas bir aygıt. Rüzgardan etkilenmemekle birlikte titrek ellere karşı bu da duyarlı olsa gerek. Pendulum denen bildiğiniz sarkaç ya da şakül. Aslında günlük yaşantınızda sorularınıza cevap vermek konusunda geniş bir kullanım alanı var (ki bu kendi başına bir yazı konusu olur). Örneğin lokantada menüden size en uygun yemeği seçmede iş görebiliyor. O anda çevrenizdekilerin ve garsonun şaşkınlığını bir yana koyarsak işlevselliği tartışılmaz. Tabi ki su bulmaya da yarıyor. L-rods olanlar ise favorim, ayrıca en gelişmiş ve yaratıcı tasarıma sahip olanları. Sofistike aletleri oldum olası sevmişimdir. Bu "L" teller ihtiyacınıza göre uzun ya da kısa olabiliyor. Ne yazık ki rüzgar ve titrek kulanıcılardan son derece kötü etkileniyorlar. Ancak söylendiğine göre enerji hatları ve akışkan sıvıların miktarına kadar son derece hassas sonuçlara ulaşmanız mümkün. İnsanoğlunun hayal gücüne hep saygı duymuşumdur. Ancak bunlar benim bile düşündüğümün ötesinde şüphesiz. Peki gerçekten ne kadar işe yarıyorlar? Şüpheci biriyseniz gülüp geçeceksiniz eminim, ama durun! Bilimsel yolla bu gibi alet ve yöntemlerin ne kadar başarlı olduğu konusunda araştırma sonuçları bize biraz fikir verebilir. Almanya'da Frankfurt'un kuzeyinde Kassel kentinde bilimsel araştırmalar yapan bir grup Gesellschaft zur wissenschaftlichen Untersuchung von Parawissenschaften (GWUP) 1992 yılında yerel bir televizyon kanalının ortaklığıyla bu şekilde su aramanın (dowsing) ne derece etkili bir yöntem olduğunu test edecek bir ortam oluşturmuşlar. Yerin 50 santimetre altına uygun boyutta bir boru yerleştirilmiş. Bir vana çok miktarda su akışını açıp kapatacak şekilde uygun yere konulmuş. Borunun yeri üzerine konulan eni geniş kırmızı-beyaz şeritli bant ile işaretlenmiş. Su arayıcıların yapması gereken, boruyu bulmak değil doğal olarak. Tek yapmaları gereken suyun akıp akmadığını ellerindeki aletler ile tespit etmek. GWUP 13 kişilik çoğu Alman, bir kısmı Danimarkalı, Avusturyalı ve Fransız olan arayıcıları yarıştırmış. Arayıcıların suyun akıp akmadığını bildikleri 10 deneme yapılmış önce. Alınan sonuçlarının %100 doğru olması sizi şaşırtmamıştır sanırım. Daha sonra yapılan 20 denemede ise arayıcılar suyun akıp akmadığını bilmedikleri durumda sonuçlar alınmış. Suyun akıp akmayacağına da torbadan çektikleri işaretli top ile karar vermiş test sahipleri. Sonuçta yapılan 3 günlük denemeler sonunda sıradan şans ile ulaşılabilecek yüzdeler ortaya çıkmış. Yani su arayıcılar %100 başarılı olmak bir yana yakınına bile ulaşamamışlar bu oranın (http://www.randi.org/encyclopedia/dowsing.html). Cesaret kırıcı değil mi. Evde bile kolayca üretebileceğimiz aletlerle su bulunabilse harika olurdu. Ama durun bu konuda pek çok araştırma yapılmış bazıları işe yaradığı yolunda sonuçlara bile sahipler http://skepdic.com/dowsing.html adresinden detaylı bilgiye ulaşabilirsiniz. Aslında olayın yüzyıllar öncesine dayanan bir inanış kısmı var ki, su arayıcılarının aslında kerameti kendilerinde olup, ancak bu yetenekle taçlandırılmış kimselerin başarılı olduğu öngörülüyor. E işin içinde böyle bir inanış olunca olgu doğaüstü bir yerlere gelip oturuyor ister istemez. "İnanıyoruz ve oluyor işte" denildi mi bilimin akan suları duruyor. Kanıtlar, deneylerin sonuçları tersini de gösterse inanınca her şey daha kolay kabul görüyor. Süphecilerin işi zor. Popüler kültürün önemli bir parçasının aslında boş inanç olduğunu kanıtlamaya çalışmak. Peşinen kabullenenler içinse hayat kolay, al eline çatal bir dal suyu ara bul. Sanırım, su bulma işi ile ciddi olarak ilgilenenlerin en azından 4 yıllık bir üniversitede dirsek çürütüp daha sonra da bilimsel yöntemler ve hiç de ucuz ve basit olmayan aletler kullanmalarının nedeni yukarıdakilerin aslında işe yaramadığıdır ne dersiniz? Kalın sağlıcakla Burçak Çubukçu

13 Haziran 2007 Çarşamba

200 dolar'a PC Ağustosta!

Aslında gelişmemiş ülkelerdeki kullanıcı sayısını artırmak adına 100 dolar altına dizüstü PC üretme çabalarını bilmeyen kalmamıştır. Saygı duyulacak bir proje olması nedeniyle ilgimi çekmişti. Ancak bakın kolay alınabilir ve taşınabilir PC üretme fikri nerelere taşıdı endüstriyi... Asus firması bir açıklama yaptı ki görünce aklım çıktı. Başlıkta yazılan doğru. 200 dolar başlangıç fiyatıyla satılacağı duyurulan dizüstü bilgisayarın üretimi son aşamasına gelmiş. Asus "eee pc 701" dizüstü taşınabilir bilgisayar piyasasında bir çığır açacak gibi görünüyor. Sözü uzatmadan teknik özelliklerine bir göz atalım isterseniz... EeePC 701 Özellikleri Ekran:7" (yaklaşık 18 cm diagonal) CPU & Chipset: Intel mobile CPU & chipset İşletim Sistemi: Linux/ Microsoft Windows XP compatible Bağlantıları: 10/100 Mbps Ethernet; 56K modem WLAN: WiFi 802.11b/g Graphic: Intel UMA Hafıza: 512MB, DDR2-400 Depolama kapasitesi: 4/ 8/ 16GB Flash Webcam: 300K pixel video camera Ses: Hi-Definition Audio CODEC; Bütünleşik stereo hoparlörler; Bütünleşik mikrofon Pil Ömrü: 3saat (4 bataryadan oluşan blok: 5200mAh, 2S2P) Boyutları ve ağırlığı: 22.5 x 16.5 x 2.1~3.5cm, 0.89kg Bağlantılar: VGA, USB, Kulaklık ve Mikrofon bağlantıları 1 kilonun altında (890 gr) hemen hemen her yere taşıyabileceğiniz harika bir alet gibi görünüyor. Sabit diski solid state, yani manyetik diski yok. Zaten o nedenle depolama kapasitesi hayli düşük. Ancak Live Linux sürümlerini hatırlarsanız işinizi görecek bir dolu program ve işletim sistemi sıradan bir cd'ye sığabiliyordu. Böylece 4 GB'lik bir solid state disk ile bile alsanız Linux kurulu PC'nizde depo için geriye 3 küsür GB yer kalır demektir ki bu da mail okumaya, dokümanlarınızı düzenlemeye ve projeksiyonda sunu yapmaya (hatta abartayım; web server kurmaya bile) yetecektir. 8 ve 16 GB sabit diskli olan sürümler için fiyatta ciddi bir artış beklemek yanlış olmaz sanırım. Ben diyeyim fazladan bir 100 dolar, siz deyin 300 dolar. Ancak solid state sabit disklerin zaman içerisinde ucuzlaması ve kapasitelerinin artması bir süre sonra fiyatlarda ek bir gerileme olmasına da sebep olacaktır. Bulduğum tanıtım fotoğraflarından görebildiğim kadarıyla SD hafıza kartları için bir yuvası da bulunan bu PC gerektiğinde fotoğraflarınızı yedeklemenize de izin verecek. Üzerine Vista yüklenmesi halinde bu yuvayı "ReadyBoost" için kullanmak mümkün olur mu şimdiden merak etmiyorum desem yalan olur. Yazıldığına göre Computex Taipei'de yapılan bir gösteride 15 saniyede açılan oldukça hızlı bir yapıya sahip. Büyük ihtimalle önceden Linux yüklü olarak gelecek PC için Windows XP sürücüleri de sağlanacakmış. 7 inch'lik ekran kenarlarda kalan boşluklar nedeniyle çocuk oyuncağıymış gibi bir görünüm arz etse de, taşınabilir diğer PC'ler ile fiyat ve özellik olarak karşılaştırıldığında bir anda PC ile işi olan herkesin edinmek isteyeceği bu ürün sayesinde piyasanın allak bullak olacağını öngörmek yanlış olmaz. Rakiplerinin yerinde olsam kara kara düşünürdüm, ancak benim bildiğim Çinli üreticiler boş durmaz, kısa süre içerisinde etrafı aynı özelliklerde olan fason PC'ler kaplar. Hatta Doğubank çevresinde mp3 çalar satan pek çok esnafın dükkanları kısa süre içerisinde bu aletlerle dolacaktır diye düşünüyorum. Biryandan da bir an önce şu aletler gelse de bir tane edinsem diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

11 Haziran 2007 Pazartesi

Eflatun Demiş ki

Yukarıdaki resim bir arkadaşım tarafından bana yollandı. Aslında birkaç arkadaşımdan farklı zamanlarda geldi ya neyse.
"Siyaset ile ilgilenmeyen aydınları bekleyen kaçınılmaz sonuç cahiller tarafından yönetilmektir." şeklinde yan yatmış bir "merhaba!" nidasının yanında dizilmiş. En altta da "Eflatun" imzası yer alıyor. Sol tarafta da burka giymiş birilerini arkasından kötü kötü bakan bir çocuk "öcü" olarak ifadeyi tamamlamış
Eflatun böyle bir laf etmiş midir? Bilemiyorum, en azından yeterince güvenilir bir kayıt var mıdır bu konuda bilmiyorum. Ancak, ifade haklı. Bir tek, aydınlar siyaset ile ilgilenseler bile sayıca yeterler mi o tartışılır işte.
Günümüzün tek süper gücü ABD'de bile en eğitimlilerin yaşadığı New York gibi büyük şehirlerde, geçtiğimiz başkan seçimlerinde okumuş çocuklar oylarını demokratlara vermişlerdi. Kırsal sayılacak ve nisbeten aydın olmayanların (oralarda "kızarık ense" -redneck- denilen taşralılar) oyları G. W. Bush'un seçilmesinde etkili olmuştu. Demek ki eğitim herkese lazım... Amerika'lı bile olsalar lazım. Gerçi demokratlar kazansaydı, şimdi Amerika Irak'ta olmaz mıydı bilmek çok zor. Ama sanırım şu anda daha farklı bir dünyada yaşıyor olabilirdik.
Peki "aydınlar" illa siyasetle mi ilgilenmelidir? Fıçının içinde yaşayıp gelene "gölge etme gerisi boş" (Sinop'lu Diyojen) diyebilecek aydınlar, siyaset ile ilgilenseler ülkenin hali fıçının içi gibi nemli ve küf mü kokar? Yok, yok kokmaz sanırım. Orta yolu bulup siyasetin biraz ucundan köşesinden tutmalıdır aydınlar.
Aydınları yukarıdaki resim provake etmeye yetmez, kuşkusuz biraz daha çalışmak lazım ayaklandırmak için. Ben öyle uğraşıp mail trafiği falan yaratamam ama yaratacaklara da engel olmak istemem. En azından, mail bombardımanı ile insanları canlandırmanın çok mümkün olmadığını düşünüyorum. Ama yok ben kurcalamak isterim bunu diyen varsa:
İşte bir slogan da benden...
Aydınlar uyanın, uyanmazsanız fıçınızın kör tıpası kapanacak!
Esen Kalın,
Burçak Çubukçu

2 Haziran 2007 Cumartesi

Nerelisin? (Terbiyesiz Fotomontaj)

-Nerelisin?-AA Saatin yeni mi? Kaça aldın? -????? -Saatin diyorum. ya da -Nerelisin? -Yaraklı'yım.., -??? şeyy içinden mi? -Yok 2,5 cm altından töbe töbe... -Nerelisin? -Tam 2530 kişinin sessizlik yemini ederek adını söylemeyeceği kasabadanım.. -Haaaa hani şu 3 delikanlının tabelası önünde fotoğraf çektirdikleri meşhur yer... -Anladın sen onu...

3 Mart 2007 Cumartesi

Arıza nerede?

Şu dünyada yaşayan insanların yüzde kaçı zihinsel olarak sağlıklı merak ediyorum. İnsan, doğası gereği "bu tür durumlar ve insanlarla benim ne işim olur" diye düşünüyor. Ancak başınıza gelince anlıyorsunuz durumun ciddiyetini. Oluyor işte. Bir de bakıyorsunuz yakınlarınızdaki insanlar fıttırmışlar. Peki yapacak hiç mi bir şey yok? Belki de biz gereken yerde gereken müdahalede bulunamadık.... Ancak bu insanlara da yazık, bize de. Sıra bana ne zaman gelir diye merak etmeden duramıyorum doğrusu. Hani vardır ya, "ulan kuduz olsam kimleri ısıracağımı biliyorum" diye bir düşünce :)) Delilik ile normallik arasında ince bir çizgi olduğu doğruymuş sanırım. Ancak bunu birebir yaşamak ve karşınızdaki insanın anlaşılmaz düşünceleri üzerine "dumur" olmak gerçekten beklenmedik bir durum. Ancak en acısı, emek verip kurduğunuz kumdan kalelerin üzerinde tepinip, ardında dağınık bir yığın bırakıp giden, sümükleri dudağıyla dili arasında danseden o yaramazın ardından yapacak bir şeyiniz olmadan bakarken hissettikleriniz. Yaparken çektikleriniz ve öğrendikleriniz ise yanınıza kar. Hiç içmemiş olsanız da üzerinize sinen, dayanılmaz sigara artığı koku ile evinize dönerken kafanızda yankılanan ses "ne işin var delilerin içinde?" diye sorup duruyorsa.... "Kimbilir belki de ben de onlardan biriyimdir" diye cevaplıyor öteki ses :)) İnsan ister istemez yaşadığı garip, karmaşık durumların etkisinde kalıyor... Belki yarın daha farklı düşünürüm kimbilir?

18 Ocak 2007 Perşembe

LG'den Prada Phone

Apple yeni iPhone'u ile teknoloji dünyasını ve ve telefon-müzik meraklılarını heyecanlandırırken LG yeni ürünü ile iyi bir rakip olacakmış gibi görünüyor. Cihazlar Yahoo web sitesinin haberine göre benzer özelliklere sahipler. Görünüş diyecek olursanız şık siyah bir gövde elinizin altında. Biraz (önemsiz miktarda) daha büyük bir cihaz.
Aslında bu üreticilerin yeni tasarım eğiliminin ne olabileceği hakkında biraz bilgi veriyor. Pek yakında dünya piyasalarını iPhone kılıklı pek çok telefon-müzik çalar kaplayabilir. Bu, fiyatların düşmesi ve kullanıcılara daha ucuz fiyatla daha iyi ürünlerin ulaşması anlamına da gelebilir. Biraz özelliklerinden bahsedeyim isterseniz bu şık cihazın. Aslında tam olarak resmi bir bilgi yok ama ilgili web sitelerinden toplayabildiğim bilgiler bunlar! Öncelikle ünlü bir İtalyan moda tasarımcısının (PRADA) imzası var cihazda. Üzerinde 8 GB hafıza bulunuyor ve ek kartlarla artırılabiliyor. Geniş ekranından dokunmatik olarak programlara ve telefona erişim mümkün. Müzik dinlemek ve film, klip vs. görüntüleri izlemek mümkün.
iPhone'un kablosuz ağlara erişebilmesi sayesinde Internette hızlı sörf yapmak mümkün (burada insan "ah bir de Skype yüklü olsaydı ya içine" diyor). LG'nin bu modelinde bu özellikler kuşkusuz olacaktır. Eğer bu özellikler ile gelmiyorsa piyasada yerini sağlama alması mümkün değil. Tüm bu tür telefonlarda olduğu gibi LG de yeni çikolatasına 2 megapiksellik bir kamera eklemiş. Mucize bekleyenlerin hayallerini kırmak için kötü, ama cebimde devamlı taşırım lazım olur diyenler için işe yarar bir özellik.
Kalınlığı 12 milimetre olan bu cihaz iPhone'dan sadece 0,4 milimetre daha kalınmış. Güney Kore'li üreticisinin en kısa sürede piyasaya sunacağı bu şık alet ülkemize gelirse satış başarısı olup olmayacağını hep birlikte görürüz sanırım. İlk olarak 2007 başlarında İtalya'dan başlayarak Avrupa'da dağıtımının yapılacağı LG web sitesinde yayınlanmış.

9 Ocak 2007 Salı

Mvix Kablosuz HD Medya Merkezi

Thinkgeek favori web uğraklarımdandır. Bu gün, ne var ne yokmuş diye bir bakayım dedim.
Yandaki cihaza rastladım. Bu antenli kutucuk pek becerikli. Her türlü multimedya dosyasını (HD dahil) televizyon ya da plazma-LCD ekranlardan izlemenize, MP3, WMA, AAC, OGG, PCM, AC3, DTS müziğinizi müzik setinizde çalmanıza imkan sağlıyor. Fiyatı biraz tuzlu, 300 Amerikan Doları. Ayrıca içerisine isteğinize göre bir 3,5'lik Hard Disk takmanız gerekiyor.
Kendi işlemcisi ve gömülü Linux türevi işletim sistemi mevcut. Yani aslında bu kutucuk içi dolu bilgisayarcık.
Güzel ve işlevsel özellikleri arasında kablosuz olarak ağınıza bağlanabilmesi var. Bu da kablo salatası olmadan bilgisayarınızdaki içeriği salonunuzun konforunda izleyebilmeniz anlamına geliyor.
Sanırım bu tür kullanışlı cihazlar önümüzdeki yıllarda kolayca bulunup ucuza alınabilecek hale gelir. Şimdilik "neymiş" diye merak edip incelemek isterseniz ThingGeek'den ulaşabilirsiniz.
Marifetleri arasında müzik eşliğinde fotoğraf gösterisi yapmak da var. Misafirliğe gelenleri sıkıntıdan patlatabilecek bu özelliğini de göz önünde bulundurmakta fayda var.
Her türlü giriş çıkışı mevcut. Svideo, Kompozit Video, DVI, Koaksiyel-Optik 5.1 ses, Stereo ses çıkışları, USB, Ethernet hemen sayabileceklerim.
Ayrıca, "bu aleti yapan, nasıl bir firmadır" derseniz, ulaşmak için buraya tıklayabilirsiniz.

Zamanın Sonu: Ölüm ve Varoluş

Genellikle ölüm korkusu ya da endişesi ile yaşarız. Büyük olasılıkla bu, yaşadığımız sürece, bir gün geldiğinde öleceğimizi bilmemizden kayn...