29 Aralık 2009 Salı

2009 Neden İyi Geçti?

İsmail Emrah Demirayak bana bir mim göndermiş. Başlık kolay gibi görünse de, içeriğini doldurmak hiç de öyle değil. Mim'in asıl başlatanı Hasan Başusta hayata iyi yanından bakan bir dost.

Çocukken, günler haftalar geçmek bilmezdi. Yaş ilerledikçe zamanın hızlandığına tanık oluyor insan. Sanırım bu hızlanma lineer (doğrusal) değil de logaritmik oluyor. Gerçi anı yaşamak en iyisi de, insanın gözü geçmişte kalanlara takılıveriyor işte.

Hız konusu aslında oldukça göreli. Eğer olup biteni unutuveriyorsanız, "nasıl geçti habersiz o güzelim yıllarım" diye şarkı söyleyip, "bu sene de pek hızlı geçti yahu" demek işten bile değil.

O halde bakalım neden iyi geçti bu 2009?

Önemsiz olsa da bir sağlık problemi yaşadım, ancak başarılı bir operasyon sonrası sağlığıma yeniden kavuştum.

Babam zorlu bir operasyondan sonra sağlığına kavuştu ki bu da hoş bir gelişmeydi.

Oğlumun ve kızımın hızla büyüdüklerini görme fırsatım oldu. Hatta oğlum bu sene benim, annesinin ve dedesinin okuduğu ilköğretim okulunda 3. nesil olarak anasınıfından eğitimine başladı.

Yaz dönemine rastlayan boş zamanlarımda çocuklarımla birlikte hoş vakit geçirdim. Unutmamalı ki bu zamanlar kaçırılmış olsaydı bir daha yaşanma şansları olmazdı.

Önceki işimi çok sevsem de istemeden olan bir işten ayrılık döneminden sonra yeni ve keyifli başlayan bir iş buldum.

Her şeyden önemlisi, bir tane hayatım var ve her ne olursa olsun, onu yaşamaktan keyif aldığım bir sene daha geçti. Sanırım verebileceğim en iyi cevap da bu.

Bu arada lafı dolandırıp bir türlü söyleyeceği şeyi söylemeyip, başka şeylerden bahseden konuşmacılardan haz etmediğimi hatırladım nedense. Bunun basit bir nedeni olduğunu anlamamak elde mi? Söyleyecek fazla bir şeyin yoksa, geveleyip durursun lafı. Nereden geldiyse şimdi aklıma, durup dururken :)

Ben zinciri bozup, kimseyi mimlemeyeceğim bu defa. Ancak bu yazıyı okuduysanız en azından siz de neden iyi bir sene geçirdiğinizi düşünün derim. Şaşırtıcı gelse de eminim en az 5 iyi olay hatırlayacaksınız.

20 Aralık 2009 Pazar

Termometre Yapalım


Kızım ilköğretim 5. sınıf öğrencisi. geçtiğimiz günlerde Fen ve Teknoloji dersinden performans ödevi yapmanın zamanı geldiğinde benden yardım istedi. Basit bir su termometresini birlikte yapmamız gerekiyordu.

İşte aşağıda sizlerle bu ödevi paylaşıyorum.

1- Termometre ne işe yarar?
Termometre sıcaklık ölçmeye yarar. Sıcaklığını ölçmek istediğimiz bir objenin, bir canlının, ortamın sıcaklığını termometre ile ölçebiliriz.

2- Kaç çeşit termometre vardır? Özellikleri nelerdir?
a) Sıvıların genleşmesi esasından yararlanılarak yapılan.
b) Metallerin genleşmesi esasından yararlanılarak yapılan.
c) Sayısal termometreler

3- Termometre yapımında hangi maddeler kullanılır?
a) Sıvılar (Alkol, su, cıva),
b) Metaller (Çelik)
c) Yarı iletkenler (Elektronik duyargaçlar)

4- Termometrelerde derecelendirme nasıl yapılır?
Termometre cinsine göre bir slaka (ölçek) hazırlamanın en kolay yöntemi fabrikasyon bir termometre kullanmaktır. Örneğin aşağıda yapımı anlatılan su termometresinde sayısıal bir termometre derecelendirme için kullanılmıştır. Öncelikle içi buzla dolu bir kabun içine termometre daldırılıp sıvının en düşük seviyesi 0 derece olarak işaretlenir. Aynı zamanda fabrikasyon termometre ile de bu sıcaklık doğrulanabilir. Daha sonra ısıtılmış bir su içerisine batırılan termometremiz, fabrikasyon termometrede görülen sıcaklık kaç derece ise ona göre ölçekte ilgili yer işaretlenir. Örneğin fabrikasyon termometre 50 dereceyi gösterene kadar beklenir ve bu sıcaklık yakalandığı anda yaptığımız termometredeki ölçekte yeri işaretlenir. Daha sonra ölçek üzerine 0 ila 50 derece arasındaki kalan sıcaklık aralığı örneğin 10'ar derecelik bölmelerle belirtilebilir.

Fabrikasyon termometrenin yapımında kullanılan maddeleri bir kenara koymak ve modelimizde eldeki maddeleri kullanmak iyi bir tercih olabilir. Alkol kolayca bulunabilir, ancak o anda evde bulunması zor olabilir. Metal kullanarak yapılacak termometre için de her evde gereken malzemenin bulunabilmesi nümkün olmayabilir. Cıva ise son derece zehirli bir madde olduğundan böyle bir performans ödevi için kullanılması uygun değildir. En kolayı musuktan akan suyu kullanmaktır.

Bir saydam cam pipet oldıkça işe yarabilir ancak elinizde saydam bir plastik pipet varsa o da olur. Her ikisi de bulunmadığından işe yarar ne var diye ararken bulduğum kırmızı renkli tükenmez kalemin içindeki tüpü kullanmaya karar verdik. Üstelik kalemin içinde kalan renkli mürekkep de suyu renklendirerek görünürlüğü artırmada işimize yarayacaktı.

Bi adet eski parfüm şisesinin kapağını delip, içinden tüpümüzü geçirdik. Hava kaçırmaması için de delikle pipet arasındaki bölümü ısıtıldığında eriyen plastik ile doldurduk. Şişeyi de ağzından taşana kadar renkli su ile doldurduk. Pipetimizi de renkli suya tersten daldırıp içine bir miktar su aldıktan sonra ters çevirip şişenin ağzını sıkıca kapattık.


Su seviyesini çıkmayan asetat kalemi ile pipetin üzerine işaretledikten sonra ısıttığımız su ile dolu kabın içine termometremizi batırdık. Sıvı seviyesi giderek yükseldi. Sıcaklık ölçebilen ölçü aletimizin ölçme ucunu aynı kaba daldırdık. Sıcaklık 50 dereceyi gösterdiğinde pipetin üzerine ikinci bir işaret daha koyduk. Böylece evimizde bulabildiğimiz malzemelerle yaklaşık olarak 25 ile 50 derece arasındaki sıcaklığı gösterebilen bir termometre (sıcaklık ölçer) yapmış olduk.

Arada hava alan termometremizi yeniden ayarlamak için tekrar gereken miktarda suyu ekledikten sonra bu defa üzerini eriyen plastik ile kapatıp sistemimizi kapalı hale getirdik. Ayarlama prosedürünü tekrarladık.


Dikkat edilmesi gereken en önemli konu termometremizin pipet ile kapağı arasından hiç bir şekilde hava almaması gerektiği. Eğer alırsa su pipet içinde üst seviyede duramaz ve ölçüm yapmak da mümkün olmaz.

Sıvılar içinde su diğer sıvılara göre bir farklı davranışta bulunur. Donana kadar hacmi azalır, ancak donma noktasına gelindiğinde buz haline gelen su genleşir. Cam ve metal şişeşerin içlerindeki suyun donmasından dolayı kırılma ve patlamalarının nedeni bu genleşmedir. Bu nedenle fabrikasyon termometre yapımında genellikle alkol kullanılır. Alkolün donma noktası daha düşük sıcaklıklardadır. Ayrıca donduğu zaman hacmi artmaz, azalmaya devam eder.

Modelimizden de anlaşıldığı üzere sıcaklık değişimleri maddelerin genleşmesine ya da büzülmelerine neden olmaktadır. Bu özelliği kullanarak sıcaklık ölçmek de mümkündür.

9 Aralık 2009 Çarşamba

Sagem Spiga


Fransız üreticinin markası Sagem'i bir ara piyasamıza giren, zamanına göre  ilginç ve yenilikçi telefonları ile hatırlıyoruz. Her ne kadar bu aralar ürünlerine Türkiye piyasasında rastlamıyorsak da anlaşılan Sagem firması yeniliklerini devam ettiriyor.

Spiga modeli ilginç bir ürün. 3G desteği bulunuyor. 4,8 inçlik ekranı biraz küçük sayılsa da içerisinde bildiğiniz Windows XP işletim sistemi var. Dolayısıyla cebinize sığan, qwerty klavyeli üstelik dokunmatik (kalemle) kullanabileceğiniz bir ekrana sahip. 1024x600 standart netbook çözünürlüğü 12,2 cm diagonal büyüklükteki bir ekranda olabildiğince yüksek detay vaad ediyor. 1,3 Mp bir webcam'i var.

1,1 Mhz hızında çalışan bir Intel Atom işlemcisi var. Bluetooth, WiFi, 3G üzerinden dış dünya ile haberleşebiliyor. Netbook çılgınlığının son noktası bu cihaz olacak gibi görünüyor.

8GB depolama kapasitesi (SSD) bulunuyor. Ek olarak SD kart okuyucusu var.
Pil ömrü 5 saat civarında. Küçük adaptörünü taşımak zor gelmezse her yere kolayca götürebileceğiniz bir cihazınız oldu demektir.

Bu kadar küçük olunca fiyatı biraz fazla olabilir. Ancak Vodafone ülkemizde bu cihazları 3G internet erişimi ile birlikte belli süre sözleşme yaparak almak isteyenlere bir imkan sağlayacak gibi görünüyor.

Reklamı iyi yapılırsa edinmek, kullanmak isteyen çok olur diye düşünüyorum.


Bu arada hemen belirteyim, bu cihazın aslı Umid M1 markası ile üretilmekte Sagem ise bunu alıp kendi markası altında pazarlamakta.

16 Kasım 2009 Pazartesi

Teknoloji Tehlikeli mi?



Değişim, insanda ister istemez şüphe uyandıran bir kavram. Oysa hayatın doğal süreci değişimi kaçınılmaz kılan bir yapıya sahip. Var olan durumu (statüko) korumak, bilinen ve kontrollü şartlar içerisinde kalmak yanıltıcı bir güvende olma hissi verebilir. Peki çevredeki tüm şartlar değişmesine rağmen biz değişimden uzak durabilir miyiz?

Uzatmaya gerek yok değişim biz istesek de, istemesek de bizi bulur ve değiştirir. Zaten gelişmenin ilk adımı da değişimdir. Eğer değişime ayak uydurabilir ve bunu kendiniz için avantajlı bir hale getirebilirseniz gelişirsiniz.

Sanırım, bu kadar laf oyunu yeter.

Sizce Hangisi Tehdit?
Teknoloji mi? Yoksa bunu doğru kullanmayan anlayış mı?

Hızlı bir ilerleme eğilimine sahip olan teknolojinin, yaşantımız üzerinde yaptığı değişiklikler genellikle olumlu. Geçmişte fazla zaman alan, yoğun emek isteyen pek çok iş, gelişmiş teknoloji sayesinde artık daha kolay yapılıyor.

Doğru ellerde kullanılan teknoloji sayesinde daha güvenli ve güzel bir yaşam sürmemiz mümkün. Yanlış kullanım ise tam tersi sonuçlar yaratabilir. Ekmek bıçağı gibi, birini yaralamaya da yarayabilir, ekmek kesmeye de.

Doğru kullanımla, teknoloji sayesinde suçların önlenmesi ve suçluların ortaya çıkartılması daha kolaydır. Örneğin trafik kameraları sayesinde trafik suçlarının tespiti ve cezalandırılması sürecinde durum budur. Çok daha az insan gücü ile otomatik tespit edilen trafik suçları kolayca cezalandırılabilmektedir. Bu durum her an tetikte durup kameralara yakalanmak korkusu yerine, basitçe trafik kurallarına uyarak, trafik suçu işlenmesinde ciddi azalmalara neden olabileceği gibi işlenen suçların cezalandırılması yoluyla ciddi bir gelir girdisine de neden olabilir. Her iki sonuç da olumlu olarak değerlendirilebilir.

Suçluların izlenmesi ve yakalanması için kullanılabilecek MOBESE kameraları da önemli ölçüde faydalı bir sonuç silsilesi doğurabilecektir. Yüz tanıma ve benzeri biometrik yöntemlerle birleştirilmesi halindeyse çok daha aktif bir izleme ve suç önleme görevi pekala bu tür sistemleri daha etkin kılabilir.

Son zamanlarda gündemde olan izleme ve dinleme söylentileri ise işin rengini biraz değiştiriyor. Potansiyel suçların önlenmesi amacıyla yapılan bazı teknolojik dinleme ve izleme çalışmaları medyada yer alıp toplumun çeşitli kesimlerini rahatsız etmeye başlamış gibi görünüyor. Kuşkusuz dinleme ve izleme türünde istihbarat faaliyetlerini yapan makamların ve bu makamlar üzerinde yönetim erkine sahip olanların gerçekleştirilen çalışmaları objektif ve kişisel değer yargılarından arınmış olarak yapmaları gerekiyor. Aksi taktirde bu konuda toplumsal tepkinin giderek buyümesi kaçınılmaz olacak gibi görülüyor.

Bu tür haberler ve kamuoyunun ilgisinden dolayı toplumdaki rahatsızlık giderek daha belirgin ve ilginç bir hale geliyor. İlginçlik şu şekilde kendini gösteriyor. Geçenlerde bir TV'de, yolda, 20'li yaşlarda bir genci çevirip soruyorlar. "-Telefonunuzun dinlendiğini düşünüyor musunuz?" diye. Genç, emin bir şekilde "evet dinleniyorum" diyor. "Neden dinlendiğinizi düşünüyorsunuz?" sorusuna ise anlamlı bir cevap veremiyor gencimiz. Aynı şekilde haber programında dinlendiği hatta telefonu açık değilken bile bunun gerçekleştirildiği düşüncesiyle, mahrem kalabilmek için cep telefonunu gazete kağıdına sarıp buzdolabının buzluğuna (neden buzluğa bilmiyorum, alt bölme de aynı etkiyi yapabilir oysa) hapseden bir kişi böylece Faraday kafesi etkisi sağlayıp istediği gibi mahrem kalabileceğini gösteriyordu.

Görüleceği gibi, toplumsal bir paranoya dalgası bu haftanın gündemini meşgul edecek gibi duruyor. Ancak asıl sorunu hiç gözden kaçırmamak lazım hangisi sıradan vatandaşı tehdit ediyor? Teknoloji mi? Anlayış mı?

9 Kasım 2009 Pazartesi

Atam, Seni Saygı ve Özlem ile Anıyorum


Bu fotoğraf Atatürk takviminin ilk yaprağı. İzleyen fotoğrafların büyük bölümüne bu linkten ulaşabilirsiniz.

Sevgili Mustafa Kemal Atatürk. 

Bir On Kasım'da daha seni, sevgi ve şükranla anıyorum. Fikirlerinin ışığı ile bu ülke ve insanlarını halen aydınlanırken sen de nur içinde yat.


Seni unutmadık ve unutmayacağız.

Mimlendim

Oğulcan Orhan beni mimlemiş.

Öyle ki eğer biri size bir mim yollayıp bir şey sorarsa siz de ona cevap olarak bir yazı yazıp bir tanıdığınızı da siz mimliyorsunuz. Eğer o tanıdığınız miminize cevaben bir yazı yazmaz ise, başına korkunç şeyler gelebiliyor. Ülkesinde açılım rüzgarları esiyor. Bor maden yatakları kuruyor. İşsizlik son 10 yılın en yüksek seviyelerine geliyor. Ekonomisi krize giriyor.

Bütün bunlar neyse ki bizim ülkemizde olmuyor. Eğer olsaydı, birinin gelen mime cevap vermemiş olduğu sonucuna ulaşırdık ki bunu da istemeyiz öyle değil mi?

Lafı uzatmadan mim ile gelen düğün bayram, deyip soruyu cevaplayayım. Soru ne mi? "Yazılarınız nasıl hayata geçiriyorsunuz?"

Öncelikle aklıma birşey gelmesi ya da okuduğum gördüğüm bir olay, bir yer, bir düşünce, bir teknolojik aletten ilham almam gerekiyor.

Sonra bir süre bu konuda düşünmem gerekiyor. Öyle oturup kafa patlatmıyorum. Bazen bir yerden bir yere giderken, bazen sıkıcı bir toplantıda, bazen de olur olmaz herhangi bir yerde akıma birşeyler geliyor. Genelikle not alamadığımdan büyük çoğunluğunu unutuyorum. Unutmadıklarım olursa yazıya döküyorum.

Konunun özelliğine göre bir araştırma yapıyorum, sonra başlıyorum yazmaya. Genellikle incelediğim teknolojik bir oyuncaksa, hakkında okuyup, yapılan değerlendirmeleri karşılaştırıyorum. Bulabilirsem basın bültenine kadar ulaşmaya çalışıyorum.

Genellikle gecenin ilerleyen saatlerinde yazıyorum. Bazen de kızımın cimnastik antrenmanında yazıyorum. Teknoloji en sevdiğim alan. Genellikle teknoloji yazsam da, arada sırada felsefe, çalışma hayatı, ekonomi üzerine de yazdığım oluyor.

Hikaye de yazmayı denedim, ancak kimseler ilgilenip okumayınca hikaye yazmayı kestim. Bilimkurgu bir hikaye idi ama "mini iPhone", "nasıl bir fotoğraf makinesi almalı", "asgari ücret rakamı" gibi yazıkarım tavan yaparken bilimkurgu hikayeme silah zoru ile okuyanlar dışında pek ilgi olmayınca ben de bir süre derin dondurucuya kaldırdım.

Yazıları ne kadar büyük hevesle yazarsam, o kadar çok hata yaptığımı farkettiğim için yazıyı yayınlamadan önce tekrar tekrar okuyorum (bu pek doğru değil :). Yıllarca dergi, webde yayınlanan Antrak Gazetesi editörlüğü de yaptığımdan kendi yazılarımı okumak işkence gibi geliyor. Bazen ne kadar okusam da hatalı yazılarım çıkabiliyor. Arada arkadaşlarım, yayınladıktan sonra yazımı okurlarsa düzeltmeleri gönderiyorlar, ben de düzeltiyorum.

Yazılarımda muhakkak bir fotoğraf ya da başka bir görsel kullanıyorum. Dümdüz yazı bana soğuk geliyor. genellikle, ya kendim çekiyorum, ya da bir yerden alırsam üzerinde oynayıp da kullanıyorum. Mesela bu yazıda görülen yazıyı az önce tuşlarına basarak yazdığım masaüstü bilgisayarımın klavyesi.

İşte böyle yazıyorum ben de.

Mim olması nedeniyle, sanırım İdris Cin'e ve İsmail Emrah Demirayak'a yollayıp onların nasıl yazdığını da okumak istiyorum.

6 Kasım 2009 Cuma

Yeniden Sanayi Devrimi mi?

Böyle başlık atınca insanın, "istemem kalsın" diyesi geliyor ya neyse. Bakalım, neler yazmışım.



Resimdeki bina, Sanayi Devriminin sembolü haline gelmiş olan Kristal Palas'dır. Çelik yapılıdır. Çokça camla da tamamlanmıştır. Endüstri Devriminin sembolü çelik ve cam bu binada adeta bir tür güç gösterisi yapmıştır. Gerçi bunları yapacak ısıyı oluşturmak için gereken kömürü unutmuşlar ama o kadar olur.


Sanayi Devrimi, 18. yüzyılda Avrupa'yı geri dönülmez şekilde değiştirdi. Seri üretim ve tüketim alışkanlıklarının buna ayak uydurması iyi güzeldi de, büyük çevre kirliliği gibi bir yan etkisi oldu. Bir de insanlarının çok zor şartlarla boğuşmalarına.

Post endüstriyel (endüstri devrimi sonrası aşama) dönemde ise iki dünya savaşı atlatıp, bedelini ödemek zorunda kalan gelişmiş ülkeler, resmin tamamını görmek istemediler. Bunun yerine, kendi bölgelerinde kısmen düzelme ile yetindiler. Bu durum, teknoloji geliştiren ama iş üretmeye gelince, bunu başka ülkelere yaptıran bir hal almalarına yol açtı.

Şu finansal kriz olmasaydı gelişmiş ülkeler spekülatif borsa kazançlarıyla ve paradan para kazanma işiyle gül gibi geçinip gideceklerdi. Ama olmadı işte. Saadet zinciri en zayıf halkasından, finansal tarafından koptu.

Avrupa, krizi ve işsizliği derinden yaşarken, ülkemizde de istihdam miktarı ciddi boyutta azaldı. Yeni işgücü de bir türlü istediği türde iş bulup istihdamı artıramadı. Özetle, milyonlarca işsiz insan, ne yapacağını bilmez bir halde, umutsuz bir arayış içinde buldu kendilerini.

Bu arada, Asya Kaplanları krizi fırsata çevirdiler. Teknoloji ürünleri üretiminde ciddi bir artış ve fiyatlarda da ciddi bir düşüş yaşandı. Son zamanlarda Uzakdoğu merkezli firmaların üretimleri ve satışları arttı.

Artan sadece satışlar değil. Artık günden güne farklı modeller çıkıyor. Üstelik neredeyse takip edilmeyecek kadar hızlı bir yenilenme süreci yaşanıyor. Telefon, bilgisayar, televizyon, fotoğraf makinesi gibi ürünlerde aynı modeller eskiden 2-3 sene kadar üretilip satılırken, artık 2-3 ay önce satılan modellerin bile yerini yenilerinin aldığını görüyoruz.



Bu gelişmelerin sonucunda Uzakdoğulu insanların ülkelerine kaynak artışı ve zenginleşmenin yanında ek maliyet olarak, doğa katliamı ve kirli çevre olarak geri dönüyor. Bir anlamda tarih tekrarlanıyor. Daha çok üretim ve refah için nesiller ve çevre harcanıyor.

Bir gün gelip, dengeler tekrar yerine oturacak. Doğa tüm bu yapılanların karşılığını insanoğluna ödetecek.

Korkarım bu gelişmelerin ve neden olduğu tahribatın bedelini bizler ve çocuklarımız ödeyeceğiz.

Teknolojik gelişmelerin hayatımızı karartmamasını, daha iyi ve yaşanabilir bir çevreden sonsuza kadar uzak kalmamamızı dilerim.

27 Ekim 2009 Salı

Bu da mı viral değil hakim bey?



Alkışlarla yaşıyorum sitesinde rahmetli Sadri Alışık'ın ünlü bir repliği var. Bu linkten izleyebilirsiniz. Malum her yanımızı viral reklam kaplayan şu günlerde arkadaşlarımız tarafından gönderilen mail eklerinde sık sık viral reklam örnekleriyle karşılaşıyoruz. Bence en başarılı reklam kampanyaları da bunlar arasından çıkıyor. Böyle giderse pek yakında kendimizi firmaların viral reklamlarını arkadaşlarımıza gönderiyorken bulacağız.

İşte aşağıda bunlardan biri yer alıyor. Gerçekten çok ilginç görüntüler. Adam bisiklete binmiyor uçuyor. Ama viral işte, zaten viral olmama gibi bir iddiası da yok. O kadar ilginç ki keyifle izleniyor.

Ey sosyal medyanın üyeleri, buyrunuz izleyiniz.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Yardımcı İşlemciler Herşeyi Değiştirecek (OMAP-DM510, OMAP-DM515 ve OMAP-DM525)



Mobil telefonlar giderek küçülüyorlar. Bunda içlerindeki bileşenlerin küçülmesi ve tek yongada pekçok işi yapar hale gelmeleri rol oynuyor. Bu yongalar sayesinde cep telefonları haberleşme ötesinde birşeyler oldular.


İşte bu yongaların büyük üreticilerinden Texas Instruments firması müthiş bir gelişmeye imza atmış. Yardımcı işlemciler OMAP-DM510, OMAP-DM515 ve OMAP-DM525 gerçeken son derece ilgiç özellikler ile geliyorlar. Bunlar sayesinde cep telefonlarıyla 20 megapiksele kadar fotoğraf çekilmesi mümkün olacak. Yüksek sıkıştırma oranlı ve kaliteli H.264, 720p videoları kaydedip oynatabilecekler.

Modeline göre 128 ila 256 megabayt hafıza ile geliyorlar. TV çıkışı veriyorlar. Yüz tanıma, gülümseme algılama, kırmızı göz düzeltme, sarsıntı önleme gibi konuları  haledebiliyor. Filmlerdeki gürültü filtreleme özelliği ile net çekimler yapılması mümkün.

Telefon üretim hattına girmelerinden sonra mobil telefonlarımız daha da fazla beklentiyi karşılayak. 5-8 megapiksele dayanan fotoğraf makinelerinin çözünürlükleri artacak. Film çekilmerini HD çözünürlükte yapmalarına rağmen çekilen filmler daha az yer kaplayacak.

Detaylı bilgi için tıklayın.

4 Ekim 2009 Pazar

Sen de İnternet'i bul, sonra kendi bulduğunu düzene sok. İnternet'ime Dokunma!



Her hafta Biltekhaber.com sitesine iki adet yazı hazırlıyorum. Çalışmazken kolay olan bu durum yorgun argın eve geldiğimde yetişmesi gereken iki yazı olunca pek keyifle yapılabilecek bir iş değil. Ancak yine de takip edebildiğim kadarıyla teknoloji ve telekom dünyasını etkileyen konularda yazmaya devam ediyorum. Bu defa da blog biraz boşlanıyor ister istemez.

Google PR sıralamam 3'den 1'e düşünce de yazmak için çok fazla isteğim kalmadı o da ayrı.

Neyse, bunları bir yana bırakıp bu hafta Biltekhaber.com sitesinde yayınlanacak olan yazıma biraz atıf yaparak son gelişmelere ve İnternet Sansürüne ilişkin görüşlerimi yazayım.

İlk bilgisayar ve insanlara zarar vermeye çalıştığı filmleri hatırlarsınız. Başlarda bilgisayar teknolojisi çok abartıldı. Basit bir hesap makinesinden biraz daha fazla iş yapmayı becerebilen öncül PC'ler neler yapmadı bu filmlerde? Dünyayı ele geçirdiler, insanlara zarar verdiler. Zaten basit korkularımızı büyütüp, tekrar bize gösteren filmler gişe başarısını bir şekilde garantilediğinden yıllar boyunca dünyayı yok etmek isteyen pek çok bilgisayar geldi geçti. Oysa işin aslı bu değil. Masum bilgisayarlar bize zarar vermedi. Büyük ihtimalle de gelecekte de zarar vermeyecekler.

İnsanlar ise hemcinslerine her fırsatta zarar verdi. Bunun için gerekirse bilgisayarı da silah olarak kullandılar. Virüsler buna iyi örnektir. Biraz kod yazmayı beceren genç insanlar neden zarar veren birşeyeler yapmak isterler? Bir süre sonra bundan fırsat yakalayan firmalar virüs ve benzeri zararlıları temizlemek için sizden para talep eder. Peki bunca sene bilgisayar teknolojisi virüsten etkilenmeyen bir işletim sistemini neden üretemez (Hadi sadece Microsoft diyelim)? Linux işletim sistemi pek etkilenmiyor böyle şeylerden.

****

Denetim mekanizmasını elinde tutanlar, bunun verdiği güç ile hiç bilmedikleri ama bildiklerini sandıkları bir mecrayı nasıl denetler? Son olarak neden olduğu bilinmez Farmville denen saçma Facebook oyununa erişim engellemesi getirilmesi nedendir?

Sanırım en iyisi kendi internetlerini kendilerinin yapması. Ne bileyim, bir iki gazete sitesi, bir de e-devlet siteleri dışında tüm sitelere erişim izole edilsin. denetimi de kolay olur hem.

Hatalardan ve hatalı uygulamalardan, sansürden ve engellerden uzak bir yaşam dilerim.

15 Eylül 2009 Salı

LÖSEV - Elimi Siz Tutar mısınız?

LÖSEV, desteği hak eden bir sivil toplum kuruluşu. 4 yaşındaki oğlum da gösterimdeki reklamına bayılıyor. Desteklerinizi esirgemeyin. Sizlere uzanan küçük elleri tutun.



Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...