28 Mart 2008 Cuma

iPhone Teleskopu

Artık hemen herkesin cebinde bir fotoğraf makinesi var. Cep telefonları üzerlerindeki iyi kötü sayısal kameralarla tüm dünyada bir devrime neden oluyorlar. Video paylaşım sitelerindeki cep telefonlarıyla yakalanmış görüntüleri hatırlayın. Peki bu cihazlar biraz daha uzaktaki görüntüleri yaklaştırabilseydi, amatör Paprazzi'lerin sayıları da artar mıydı dersiniz? Sanırım bunu da kısa süre içerisinde öğreneceğiz. Gelişmelerin ayrıntısı aşağıda yer alıyor. İphone için pek çok eklenti pazarda satılıyor. Ancak bu defa gerçekten ilginç bir ürün yapmışlar. iphone teleskop eklentisi! Üstelik fiyatı da ehven. Sadece 21 USD. Yani diyelim ki 25-30 YTL. (İyi ki iPhone'um yok, olsa ne yapar eder bu zımbırtıdan alırdım!) Azmederseniz yıldızları, mehtabı da izlemenize yarar da, sanırım bu ürünün meraklı kitlesi biraz daha yakın mesafelere ilgi duyanlar olacaktır. Ürün son derece akıllıca düşünülmüş. Koruyucu plastik kabın üzerine kolayca takılabilen teleskop, mevcut kameranın teleobjektif haline gelmesini sağlıyor. Güzel fikir, ancak pek yeni birşey değil. Gene de iPhone için yapılmış en ilginç ek denilebilir. Gerçi Çinliler bunu daha önce yapmışlardı. Ancak sanırım dünya pazarlarına ve iPhone gibi çok satılan bir ürüne kolayca zarar vermeden uygulanabilecek bir hale gelmesi için evrim geçirmesi gerekmiş. Yukarıda gördüğünüz LV2008 modeli Windows Mobile işletim sistemi ile çalışan aynı anda çift sim kart destekleyen bir ürün. ancak konumuzla olan ilgisi üzerine takılıp çıkartılabilen ek optik üründen kaynaklanıyor. Solomobi web sitesi dışında da pek bir yerlerde bulamayacağınız bu telefonun linkini aşağıda kaynaklar bölümüne ekledim. Bu arada sözkonusu telefonun fiyatı 138 Dolar. Başka bir şey söylemiyorum. Aynı özelliklerin yakınından bile geçmeyen cep telefonlarına akan paraları düşündükçe insan kahroluyor. Tekrar iPhone için yapılmış bu güzel eklentiye dönecek olursak; sanırım tutması halinde Çinli üreticiler pıtrak gibi diğer pek çok popüler telefon için bu ürünlerden üreteceklerdir. Demeye bile kalmadan, arayınca internette başka örneklerinin de bulunduğunu anlıyoruz... Bu arada "benzer ürünler yaygınlaşıncaya kadar bekleyemem" diyorsanız bir, iki alternatif daha var sizin için. Brando firması tarafından üretilen ve hemen hemen tüm telefonlara uyabilen teleskop ilginizi çekebilir. Üzerinde telefonun boyuna göre ayarlanabilir bir tutaç var. Telefonunuza takıp objektifin üzerine gelecek şekilde teleskopu ayarlayınca uzak mesafeleri yakın ediyor. Bunun da fiyatı makul sayılır 22 Dolar. Yakınlaştırması hakkında da 6x diye fikir versem sanırım iyi olur. Ürünün sitesinde ayrıntılı, montajı ile ilgili videoyu da izleyebilirsiniz. Benzer örnekleri çoğaltmak mümkün, ilgilenenler için kaynaklar bölümüne linklerini ekledim. Son söz: 6x yakınlaştırma az olmasa da, ürünlere "teleskop" denecek kadar iyi olmadığı açık. Her ne kadar denemediysem de, ortalama bir cep telefonu kamerasından böyle bir optik eklenti ile mucize beklemek yanlış olur. Tamam biraz yaklaştırır belki ama susturucu görünümüyle ya da cep telefonuna takılmış plastik kol haliyle çevrenizdeki insanların fazlasıyla ilgisini çekecektir. Böyle uzaktan görüntü yakalama meraklılara 18x zoom yeteneği olan ve piyasada 700-900 YTL fiyat aralığında olan sayısal fotoğraf makinelerinin çok daha iyi sonuç vereceğini belirtmeden geçmeyeceğim. Gene de karar sizin. Ürün ilginç. Fiyatı da makul. İnsan neden olmasın diyebilir. Kaynaklar: http://www.ipmart.com/main/product/Telescope,for,iPhone,,Black,36888.php?&prod=36888 http://hitslot.com/?p=220#more-220 http://www.solomobi.com/viewproduct.asp?pro_id=1057&page=1 http://www.reghardware.co.uk/2007/11/07/brando_mobilephone_telescope/ http://shop.brando.com.hk/prod_detail.php?prod_id=02162 http://www.ecplaza.net/tradeleads/seller/4799170/telescope_mobile_phonewrist.html http://www.ecplaza.net/tradeleads/seller/4165535/perfect_mobile_phone.html

24 Mart 2008 Pazartesi

Journeyman

Bilimkurgu dizilerine bayılıyorum. Amerikalı dizi yazarları grev yaptıklarından beri sevdiğim pek çok dizi sezon ortasında kalakalınca, "arada başka işe yarar dizi var mı?" diye şöyle bir listeleri inceledim. Ancak dizilere öyle isimler vermişler ki, bilimkurgu olduklarını anla anlayabilirsen. Mesela Pushing Daisies'i yanlışlıkla tv'de izlemesem hayatta adına bakıp ne olduğunu çıkartamazdım. Meğerse 2003'de parlayıp, sönen Dead Like Me'nin yapımcılarından Bryan Fuller tarafından ortaya çıkartılmış. Keyifle izlenecek bir dizi. TNT isimli kanal'da geçenlerde gözüm takıldı. Dizinin 3. bölümü yayınlanıyordu. Kahramanımız Dan, başında bir ağrı hissedip kendini 10 küsür sene kadar geçmişte buluverince, ister istemez ekranın karşısında yapışıp kaldım. Journeyman'dan söz ediyorum. Kısaca konuya değineyim. Çekirdek aile babası Dan, eşi ve küçük oğlu Zach ile San Francisco'da yaşayan bir gazete muhabiridir. Zaman çizgisi değişmekle birlikte, hep yakın çevresinde ve geçmişe dönmeleri ile serinin ilk sezonu geçiyor. Gittiği yerlerde uçak kazasında öldüğünü sandığı eski sevgilisi Dan'e yardım da etse, 13. bölüme kadar bir türlü bu seyahatlerin nedenini tam olarak anlamak mümkün olmuyor. Gene de oldukça etkileyici. Dizi beni çok çekse de sanırım raitingleri her bölümde düştüğünden yayından kaldırılmış. Üzücü bir durum bu, zira kendi adıma söyleyeyim, giriş kısmı sezon boyunca sürse de dizinin hızlı temposu ve konunun son derece çekici olması nedeniyle, ben 3-5 sezon daha keyifle izlerdim. Umarım bir mucize olur da yeni bölümleri yapılır. Türk izleyicisi için ise güzel haber, TNT'de dizinin oynatılması şüphesiz. Geçmiş bölümleri için belki torrent kaynaklarına bir gözatmak isteyebilirsiniz. Bilimkurgu, hele hele zaman yolculuğuna meraklıysanız bu diziyi kaçırmayın.

17 Mart 2008 Pazartesi

Time Dünyayı Değiştiriyor

Time Dergisi yaptı gene yapacağını... Dünya ekonomisi çalkalanır, ülkemizde AKP kapatma davası gündemdeyken dikkat edilmezse gözden kaçacak bir takım önermeleri ortaya atıverdiler. Para ve siyasetten daha önemli bu fikirler neymiş bir bakalım ve yorumlayalım dilerseniz. 1- Common Wealth: Başlık ile aslında Commonwealth diye birzamanların üzerinde güneş batmayan İngiliz İmparatorluğuna gönderme yapılıyor. Ancak bu defa tüm dünyanın iyiliğine birşeyler kasdediliyor. 20. yüzyılın sonlanmasıyla birlikte şahit olduğumuz Avrupanın ekonomi ve para dünyasındaki hakimiyetinin sona erişinin bu defa ABD için önümüzdeki 5-7 sene içinde gerçekleşeceği dile getiriliyor. Oh ne ala mı demeli? Demeli, demeli... İnsanlık ortak gelecek için tüm kötülükler ile birlikte mücadele edecek. Yoksulluk için birlikte hareket edilecek. Temiz enerji ve küresel ısınma ile birlikte mücadele edilecek. Yüzyılın ilk 50 yılı için son derece analitik ve insancıl bir öngörü doğrusu. Zaten bu tür bir birliktelik olmaz, insanlık kıl, tüy konulardan dolayı birbirinden uzaklaşmaya devam ederse 50 yıla kalmaz sıkı bir yıkım yaşamamız işten bile değil. Bu arada ne olacak bu memleketin hali diye düşünmemişler ne olacak bu dünyanın hali diye düşünmüşler. Bu biraz adamı bozar! Neyse... 2- Kendi hesabını kendin gör dönemi geliyor. Marketlerde kasa elemanı olmayacak. Kendi alışverişinizi yapmaya nasıl kısa sürede alıştıysak, bu da onun bir adım ötesi. Maliyetler iyice düşecek böylece. Hemen hatırlatayım. Şu anda bile bu teknolojiyi kullanmak mümkün. Cep telefonunuz, saatiniz ya da anahtarlığınızda taşıdığınız chip kredi kartı çıkışta aldıklarınızı ödeyebilir. Hatta biometrik tanıma sistemleri bunlara bile gerek kalmadan sizi tanıyıp aldıklarınızın bedelini tahsil edebilir. Aslında zaten giderek görmeye başlıyoruz bu tür uygulamaları. Havayolları, online alışveriş mağazaları kendi işinizi kendinizin görmesini sağlayan sistemleri devreye sokuyorlar birer birer. Türk Hava Yollarından online bilet alıp bankoda görevli yüzü görmeden tüm işlerinizi kendiniz yapıp istediğiniz yere uçmanız şimdiden mümkün. Hizmet eden eleman sayısı düştükçe maliyetler de düşecek. Yanlız işsiz kalan elemanlar ne yapacak onu yazmamışlar. Olur o kadar çuvallamak diyor, bir sonraki maddeye zapplıyoruz..... 3- Senaryolar film yıldızlarından önemli olacak. Damdan düşer gibi bir sıralama olmuş demeyin adamlar uğraşmış yapmışlar. Robert Redford, Meryl Streep ve Tom Cruise rol kesip milyonlarca doları götürüyor ya; sanırım bu durum birilerine zor gelmiş olacak ki buraya akan dolar musluklarını da kapatmanın akıllıca olacağını düşünmüşler. Olur da netekim :) Sanırım son Holivud yazarlar grevi akıllarını biraz başlarına getirdi. Aylardır durmuş olan diziler, senaristler olmadan multi milyon dolarlık yıldızların foss olduklarını göstermiş olacak ki, bu madde de sıralamaya 3 numaradan girmiş.. 4- Radikallikten geriye dönüş. Köktendincilik tersine çevrilecek. İşte bir "eğitim şart" maddesi geldi. Gönülden desteklemek lazım. Biraz daha bu kökten dincilik pompalanırsa, geleceği iyi görmek çok zor. Sadece bir iç mesele değil aynı zamanda insanlığın geleceğini de tehdit eder bir hal almak üzere olan bu sorun en kısa sürede çözülmeli tabi ki. Yanlız nasıl olup da bunun sağlanabileceğini ben çok merak ediyorum! Sanırım dünyanın jandarması pozuyla oraya buraya dalarak dayak yemekten vazgeçip, daha analitik birtakım önlemler ile yapmak lazım bu işi. Sanırım biraz havada kalmış bir madde ama olsun buraya koymasalar birşeyler eksik kalırdı. Gene de kalmış. Bir neyse daha.... 5- Kimya mutfağa girecek. "Amanın o da ne" demeyin. "Yahu zaten girdi aldığımız hazır yemek çerez, büskivi falan içerik olarak zaten kimyasal madde üreticilerinin esiri yapmış bizi" hiç demeyin. Time diyor ki: "Akıllıca yemek hazırlamayı beceremiyor besinlerin fayda ve değerli kısımlarını yemek haline getirirken çuvallıyoruz. Bu durum değişecek". Hatta "yemek yaptığımız gibi ilaç üretsek çoktan ölmüştük" bile diyorlar (yemeğe avuç dolusu tuz atmak, "olmuş mu?" diye makarnayı duvara fırlatıp yapışıp yapışmadığına bakmak gibi şeyler). Ancak öyle bir örnek vermişler ki yazıda okurken dudak bükmeden duramadım. Bizim (Türklerin) orkidelerden elde edip kullandığımız salep yerine dondurmalarda suni salep kullanılmasından bahsetmişler ki, "zaten gerçek salep mi kaldı" diye düşündürüyorlar insanı... Asıl söylenmeye çalışılan akıllıca pişirip kendimize zarar vermeden yiyeceklerin de besin değerlerini ve niteliklerini bozmadan yemeğe dönüştürülmesinin becerileceği ve bunda da kimyanın yardımcımız olacağı. "E o zaman güzel" deyip bir sonraki maddeye pike yapıyoruız hemen. 6- Jeomühendislik. Küresel ısınma durdurulamaz mı? Okyanuslar günden güne eriyor biz bakıyoruz! Herşey gösteriyor ki, karbon tüketimini kesmemiz lazım hem de hemen! "Sera etkisiyle kendi kendimizi pişiriyoruz" diyorlar. En kısa sürede akılları başa devşirip gaz emilsiyonlarını ve sera etkisine neden olan her türlü saçmalığımızı keseceğiz. Para kazanmaktan daha önemli şeyler var! Hele çok kısa süre içerisinde kazanılan paraların anlamı kalmayacaksa bu mesaj daha da etkili olacaktır. Anlaşılan o ki; bu abuklukları durdurmak mümkün değil. O halde Jeomühendislik ile dünyaya ulaşıp ısıtan güneş ışıkları atmosfer dışına kurulacak aynalarla azaltılabilinir. Okyanuslara demir zenginleştirmesi yapıp karbondioksit emme kapasitelerini arttırmak gibi bilimkurgu öykülerden zıplamışcası işleri jeomühendislik yapacak. Çok mu umutsuzuz? Bakalım becerebilecek miyiz? Sırada ne var? 7- Orjinallik sertifikası. Aldığınız ürün gerçekten almak istediğiniz şey mi? Yani aslında size kırmızı biber diye kiremit tozu yediren birileri olabilir... İşte bunun kesinlikle önüne geçileceği söyleniyor. Şirketler böyle konularda yetkin mercilerden onay almadan mutfağımıza giremeyecekler. Bununla da kalmıyor. Sokaktaki kafeler olması gerektiği gibi mi bakalım? Özgün kafe değilse hiç şansı yok. Global zabıtalar işbaşına! 8- Sade bir yaşam benimsenecek. Lüks tüketim azaltılacak. Bu daha çok Amerikalıları ilgilendiriyor. Dünyanın en abuk subuk harcamalarını yapıp durmaksızın tüketip yok eden bir toplumun ne dünyaya ne de kendine faydasının olmadığı anlaşıldı mı ne? Diyorlar ki: Bir gün tüm insanlar uyandıklarında sigaranın öldürdüğünün farkına varacak, kredi kartlarıyla topladıkları puanların kendilerini zenginleştirmediğini anlayacaklar. Evet evet bunu istiyorum işte gerçekten.... Sonraki.... 9- İyi sağlık zorunlu olacak. Sigara ve obeziteye savaş açılacak. İşte buna zıplayıp ayaklarımı birbirine vurarak destek veriyorum. Akıllı bir insanlık kendi kendine zarar vermemeli. Saçma sapan beslenip orası burası şişmemeli. Artık belki de işverenler en çok buna önem verecekler. Kendi sağlığını düşünmekten aciz elemanın şirketin iyiliğini düşünmesi diye bir şey olabilir mi? Üstelik sağlık düzeltmek için deli gibi para harcamak yerine, sağlıklı kalmak çok daha düşük maliyetli. Hadi söndürün şu külü düşmek üzere olan illeti. 10- Hz. İsa yeniden yorumlanacak. "Ah ne güzel" diyor insan. Bakalım bu defa becerebilecek miyiz? Aslında birbirinden pek farklı olmayan Yavudi - Hristiyan inancı sonunda tekrar yorumlanıp barışa ulaşacak deniyor (bir Yavudi olarak doğan Hz. İsa ölene kadar bir Yavudi olarak yaşamıştı. Takipcisi Paul ise durumu, kendilerini daha farklı bir inanışta oldukları şeklinde yorumlayınca işler biraz karışmıştı) Bakalım bundan bizim payımıza ne düşecek? Son söz, dünyada ekonomik buhran da olsa, öyle parti kapatmak falan gibi önemli bir gündemleri olmadığından, oturmuş ortaya yanar dönerli bir yazı hazırlamış TIME. İyi de olmuş da, bizim uğraşacak çok daha önemli meselelerimiz var. 40-50 yıl sonra bu konularla da ilgileniriz. Bu arada "bizim salep hakikaten yapay mıydı?" diye de hin hin düşünebiliriz bir yandan tabi ki.... Kaynak:

10 Ideas That Are Changing The World TIME

www.elite-wealth.com http://www.dailymail.co.uk/ http://www.tribuneindia.com/2003/20030119/spectrum/tv.htm http://openthefuture.com/understanding_the_world/ http://www.sciam.com/article.cfm?id=organic-food-authenticity-test http://www.buddhadharma.com/Palden.html

14 Mart 2008 Cuma

Youtube'un Yeni Görünümü

Youtube erişimi tekrar kapatıldı. Uzun uzun yazacak bir şey yok. Bu, yanlış ortaya çıkartılmış bir yasa maddesine dayanarak yapılmıştır. Sonucu sadece Türkiye'de etkili olmaktadır. Geri kalmış birtakım ülkelerde bu tür engellemeler yapıldığından Ülkemizin yurtdışındaki itibarı ve görüntüsü kötü etkilenmektedir. Sadece DNS sorgulaması değil, siteye erişim tamamen kapatıldığından eskisi gibi arka yollardan ulaşmak da mümkün değil. Ancak başka bir erişim imkanı var hala. Anonymous vekil sürücüler buna imkan verebilir. Peki buna gerek olmalı mı? Engelleme efektif mi? Tartışılması gereken asıl bunlardır.

13 Mart 2008 Perşembe

Dokunmadan Dokunmatik Ekran

"Ahh, bu benim aklıma gelmişti" dedirtecek bir buluş. Dokunmadan dokunmatik gibi ekranı kullanmak. Aslında gözümüzün önünde duran bir iki teknolojiyi birleştirdiniz mi oluveriyor. Bunu birleştirenlere gelince Eliptic Laps firması. İşin özü şu. Artık patentli bir teknoloji (yani geç kaldınız) olan "Touchless human/machine user interface for 3D navigation" yani 3 boyutlu dokunmasız insan/makina kullanıcı arabirimi basitce nasıl çalışıyor diyorsanız buyrun filmini seyredin. İşin ilginç yanı, öyle ele eldiven giyme, parmaklara sensör takma, gibi detaylarla uğraşmaya gerek kalmamış olması. 1 metre uzaklığa kadar 3 boyutlu bir şekilde el hareketlerini tanıyarak istediklerinizi ekranda yapıyorsunuz. Aklıma lisede nefret ettiğim üçgenin hipotenüs'ü ile ilgili matematik dersleri geldi hemen. Kimbilir belki de aynı mantığı 3 boyutlu uzayda kullanmışlardır. Sanırım iki adet kamera bu işi kotarabilir. Ancak ya şu dokunmadan işleyen mousepad'e ne denebilir bilemiyorum. Teknolojinin cep telefonlarına bile uygulanabilecek olması ise kullanım alanlarını bir anda çok genişletiyor. Uygulama alanları ise doğrusu heyacan verici. Örneğin tıpta kullanımı olabilir. Siteril ameliyat ortamlarında cerrahların IT itiyaçları bu yolla kolayca karşılanabilir. Buna dişçileri ve veterinerleri de ekleyebilirsiniz. Oyun sektöründe keyifle karşılanabilecek bir arayüz. Oyunları dokunmadan belli bir mesafeden oynamak keyifli olabilir. Dokunarak kullanılmasının problem oluşturabildiği durumlar nedeniyle halka açık alanlarda kullanılan bilet satış makineleri, bilgi sistemleri, bankamatikler bu teknolojiyi kullanabilirler. Özetle, iyi bir Ar-Ge projesi olduğu ve gelecekte pek çok alanda kulllanılabileceği açık olan bir yenilik. Norveç Hükümeti ve üniversiteleri de projeye destek vermişler. İyi yanları: Ekranda, parmak izi kalması sorunu kalmayacak. Televizyonunuzu uzaktan kumanda olmadan kullanabileceksiniz. Oto Servisleri gibi kirli, yağlı işlerde klavye ve ekran temasına gerek kalmayacak. Cep telefonlarına uygulanabilecek halde. Kötü yanları: Gece, sesi kısayım derken tüm komşuları ayağa dikebilirsiniz (malum henüz yeni teknoloji düzeltilecek yanları olabilir) Kullanımı öğrenmek zor olabilir. Ancak bunun aşılabilecek bir konu olduğunu düşünüyorum (Bilgisayarda fareyi elinize ilk defa aldığınız dönemi düşünün). Belli bir mesafe yakınlığı gerektiriyor. Microsoft'un reklamlarını yaptığı dokunmatik işletim sistemi (surface) daha pazara sunulmadan böyle bir rakip karşısında ne tepki verecek (bir satınalma, ufuktan göz kırpabilir mi acaba?) merak ediyorum...

11 Mart 2008 Salı

Kendini Bil


Yazıya, bir klişe ile başlayacağım. Yukarıda canlandırmasını gördüğünüz, Delfi tapınağının girişinde "kendini bil" (gnothi seauton) yazar. Aslında felsefi olarak dipsiz bir kuyunun girişini gösteren bir sözdür. Ancak kendini tanıma serüvenine en baştan başlamak gereklidir.

Socrates tarafından Yunan uygarlığına kazandırılan bu söz aslında büyük ihtimalle Mısır'dan edinilen bilgilerin bir parçasıdır. Ancak daha önceki bir uygarlığa ait birikim olduğu konusunda spekülasyon yapmadan da duramayacağım.

Şimdi durup dururken kendimden bir örnek vereyim (buna bayılıyorum).

Geçtiğimiz ayın başından bu yana sol ayağımın yan tarafında bir ağrı var. Hissettikçe endişelendiren, "acaba gene topuk dikenim mi nüksedecek" diye düşündürecek kadar sıkıntı veriyor! İyi de, bu seferki topukta değil, sol ayağın solunda serçe parmağın aşağılarında bir yerde.

Doktora göstermeden önce kendi kendime, bir kere daha yaptıklarımı sorguladım. Ayakkabım mı hatalıydı yoksa? Uzatmayayım; özellikle evde bilgisayar başında birşeyler yaparken sol ayağımı içe büküp, üzerine de sağ ayağımla yüklendiğimi farkettim. Sen farketmeden ayağını ez dur, sonra da "neden ağrıyor bu" diye hayıflan!

Şimdi felsefesini yapmaya çalışalım biraz. Kendini bilmek, aslında aydınlanmanın başlangıcı. Belki de bir üst bilinç haline geçmenin ilk kapısı. Tasavvuf da bu konuyu atlamamıştır. Öğretilerinin en önemli unsurlarından biri "kendini bilmek"tir.

Yunus Emre, asırlar öncesinden belki de bu güne sesleniyor! Sesini duymamız gerekiyor. Nedenine gelince, Türk insanı Müslümanlık ile buluşmanın ve aydınlanmanın yolunu aslında çok eskiden açmıştır. Laik ve aynı zamanda yaygın inancı müslüman olmak Anadolu'da anlaşılabilir bir durumdur. Bunu anlayamayanlar, Anadolunun yaşadığı aydınlanma sürecini yaşamamış olan toplumlardır. Lütfen, uzun da olsa, daha önce okumuş olsanız da, aşağıdaki dizeleri bir kez daha sindire sindire okuyun...

İlim Bilmektir - Yunus Emre

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır

Okumaktan mana ne
Kişi Hakk'ı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen
Abes yere yelmektir

Dört kitabın manasın
Bellidir bir elifde
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Yigirmi dokuz hece
Okusan ucdan uca
Sen elif dersin hoca
Manası ne demektir

Yunus Emre der hoca
Gerekse var bin hacca
Hepisinden eyice
Bir gönüle girmektir

Türkiye Cumhuriyeti laik olması son derece doğaldır. Bu aslında cumhuriyetten çok daha önce başlamış bir aydınlanma sürecinin sonucunda olmuştur. Atatürk, aydın ve kamil bir insan olarak bu sürecin adını koymuştur. Ancak bu yaptığı öyle basit bir devrim değildir. Burada hedef alınan Kurtuluş Savaşında hadleri bildirilen düşmanlardır. Gerek batı, gerek doğudaki emperyalist unsurlardır.

Bu unsurların uzantıları halen çabalarını sürdürmektedir.

Ağrıyan ayağımın farkında olmak için harcadığım çabadan başlayıp geldiğim noktaya bakın.

Yıldızlara bakarak yürürüp, geleceği görmeye çalışırken dikkat edin, önünüzde çukur olmasın!...

Kendinizi bilin ve tanıyın,


Kaynaklar:
http://www.weblopedi.com/i/ilim_bilmektir_yunus_emre_sarki_sozu_ve_sozleri-t5170.0.html
http://www.atlantisresim.com
http://www.shunya.net

9 Mart 2008 Pazar

Küçük ve becerikli

Asus Eee PC 900 modeli Cebit 2008'de görücüye çıktı! Yukarıda solda 7 inch'lik model sağ tarafta ise 8.9 inch'lik yeni Eee 900 görünüyor. Asus Eee serisi ucuz ve kolay taşınabilir olmak iddiasıyla geçtiğimiz yıl raflarda yerini almıştı. Doğrusu biraz hayal kırıklığı da yaşanmadı değil. Bu subnotebook biraz geç ve yaklaşık iki katı fiyata piyasaya çıktı. Bakalım bu yeni model ne zaman ülkemize gelecek? Diğeri (Eee 700) 8 ay kadar bir sürede zar zor geldiğine göre bundan da daha iyisini fazla beklememek lazım. Ancak ekranının büyümesi kullanışlılığını artırabilir. Bu da doğal olarak satışlarının artması anlamına geliyor. Eee PC'ler kısa sürede kendi hayran kitlesini de doğurdu. http://forum.eeeuser.com/ sitesinde Eee Pc meraklıları makinelerin her bir yerini kurcalayıp, uçuk işler çıkartıyorlar. Zamanınız varsa muhakkak uğrayın! Bunlar arasında, depolama kapasitesini artırmak, minicik kasa içerisinde boş bırakılmış her noktaya olur olmadık ekler yapmak da var. Bir kullanıcı arabada mp3 dinlemek için içerisine fm verici bile tıkabildiğine göre insan bu küçük taşınabilir makineyi daha da çok merak ediyor doğrusu. Yeni model Eee 900, 9 inch'e yakın daha büyük ekranı yanında başka yenilikler de getiriyor. Öncelikle daha fazla depolama alanı var! 12 Gb Solid State Sabit Disk ve 1Gb bellek ile piyasaya sürülecek olan cihaz bu defa Windows XP yüklü olarak da alınabilecek. Özellikler artarken boyutta da ister istemez bir miktar büyüme olmuş. Eee 700 serisinde 900 gram olan ağırlık da 90 gram daha artmış Gelin şuna şişmanlayıp 1 kilo olmuş diyelim... Ancak asıl büyüyen parasal değeri ne yazık ki. Ülkemiz açısından 600 Dolarlık yurtdışı fiyatı alınırlığını ortadan kaldıracak bir unsur olarak düşünmek yanlış olmaz. 500 USD altına taşınabilir PC'lerin olduğunu düşünecek olursanız Eee PC ağzıyla kuş tutsa satılmaz gibi geliyor bana. En azından ben olsam bunun yerine 3-5 kilo fazla da olsa bir dizüstü alıp kullanmayı tercih ederim doğrusu. Asus 700 serisi küçük sevimli ve ucuz olduğundan çok tutulmuştu. Şimdi daha büyük, daha ağır üstelik de daha pahalı bir model sözkonusu. Benim alt dudağımı düşürmeye yetti de arttı bu durum ya neyse... Kimler İçin? Aklıma hemen bir türlü PC ile işi olmamış ama çevresindeki herkes elektronik posta kullanıp da kendisinde olmaması nedeniyle buruk kalanların sırf bu yüzden böyle bir cihaz alabilecekleri geliyor. Ancak sanırın en azından 1 yıl kadar fiyatların makul düzeye düşmesini beklemeleri gerekecek. Eksileri Bu kadar popüler olmuşken, ben olsam içine 250 Gb 2.5 inch bir sabit disk atıverirdim bu eksik. Dokunmatik bir ekran bu cihaza yakışır. İsteyen bir kalem yardımıyla kullanabilse bu işte yeni olanlar özendirilirler. Modifikasyon meraklılarına özel, kasa sökmeden donanıma erişim için özel bir bölme düşünmenin zamanı gelmedi mi? 10 inch ekran da nasıl yakışır bu cihaza. Fiyat hala uçuk ve fazla. Sürümden kazanıp tüm dünya piyasasını ele geçirmek Asus'un vizyonuna fazla geliyor sanırım. Eski serideki batarya kullanılmaya devam edilince pil süresi de ister istemez kısalıyor! Kaynaklar: http://forum.eeeuser.com/viewtopic.php?id=18369 http://www.engadget.com/photos/hot-9-inch-on-7-inch-eee-pc-action/673218/ http://www.chip.com.tr/konu/Asus-Eee-PC-900-Daha-buyuk-ekran-ve-hafiza_5839.html http://news.zdnet.co.uk/hardware/0,1000000091,39362122,00.htm?r=1 http://community.zdnet.co.uk/blog/0,1000000567,10007451o-2000331761b,00.htm

6 Mart 2008 Perşembe

Tak Fişe, Başla İşe!

70'li yılların Yeşilçam filmlerine gönderme yaparak yazıya başladım ama okumaya devam ederseniz yerinde bir başlık olduğunu göreceksiniz. Yıllardır kişisel pc denilen koca koca teneke kutular masalarımızı, ofislerimizi, evlerimizi işgal ediyor. Üstelik fazlasıyla da ses yapıyorlar. Neyse ki dizüstü bilgisayarlar alınabilir hale geldi de artık yavaş yavaş peynir tenekesi kıvamındaki bilgisayar kasalarından kurtulmaya başladık. Peki ama bunun bir adım ötesi ne olabilir? Son zamanlarda yolunuz banka, hastane gibi yerlere düştüyse belki dikkatinizi çekmiştir. En fazla şişman bir çikolata kutusu kadar yer kaplayan birşeyler pc niyetine kullanılır oldu. Bu cihazlara "thin client" deniliyor. Pek çok çeşitleri var. Pek yeni bir fikir de değil aslında. Geçmişin ana sunuculu aptal terminalleri de bunlara benziyordu. Yalnız, haklarını teslim etmek lazım, bunlar biraz daha akıllı sayılırlar. Bir de tek pc'yi aynı anda ayrı birer pc gibi birden fazla kullanıcıya paylaştırabilen türleri var bu cihazların. Öncelikle en basitlerinden başlayayım anlatmaya

Yukarıda görmekte olduğunuz Mini Station SOH-2000 fiyat ve kalite olarak aşağılarda olan bir ürün. Bir sunucuyla ethernet portu aracılıyla haberleşiyor, VGA, fare, klavye ve hoparlörlerinizi bağlayıp (mikrofon girişi yok!) sunucunuzun gücüne göre 30 adede kadar terminal sahibi olabilirsiniz. Oyun oynatmadan sadece internet erişimi verecek bir eğitim salonu için düşük maliyetli çözüm olarak düşünülebilir. Sunucunuzun üzerindeki tüm windows uygulamalarını sorunsuz çalıştırabiliyor. Tek bir PC'yi birden fazla kullanıcıya kullandırmak işin özü. Biraz daha iyi bir cihaz istiyorsanız, var elbet. Ncomputing L230 Network Terminali neredeyse tam bir pc kadar bağlantı noktasına sahip. Son derece az enerji tüketiyor ve sessiz. Fazladan mikrofon ve USB bağlantıları da var. "Bilgisayar isterim" diye sızlanıp duran ilköğretimdeki çocuğunuzun odasına, yada doktor muayenahanenizdeki yardımcınızın masasına düşük maliyetli bir çözüm olarak düşünülebilir mi ne dersiniz? Bu cihaz yanında gelen aksesuarla bir adım öne geçiyor. Hele Standart lcd monitörlerin arkalarında yer alan montaj yuvasına takılmasını sağlayan bir aksesuarı var ki ortalıktaki kablo salatasını bir anda organize ediyor. Fiyatı 333 YTL.

Bir de yukarıdaki cihaz var. HydraPAC 2000/XP Multimedia aslında biraz daha geri bir teknoloji sayılır ama kimine daha kullanışlı gelebilir. Bu cihaz ethernet değil usb üzerinden haberleşerek tek PC'yi çok kişiye kullandırabiliyor. Bu defa da herkesin kendi monitör, klavye, fare ve ses imkanı var tabi ki. 8 adede kadar kullanıcı sayısı ise doğal olarak ethernet üzerinden 30 adede kadar çıkabilen diğer modellerin gerisinde kalıyor. Multi PC network terminali yukarıdakilere göre daha gelişmiş bir cihaz olarak ortaya çıkıyor. Windows Ce işletim sistemi ile ya da Gömülü terminal yazılımı ile çalışıyor. Diğerleri gibi 30 adede kadar bir sunucuya bağlanabiliyor. Avantajı, tamamen Türkçe bir arayüze sahip olması kuşkusuz. Ayrıca CF hafıza kartı ile hafızası arttırılabiliyor. İşte bomba Şimdi sıkı durun en iyisini sona bıraktım. Yukarıda anlatılan tüm cihazlar bir ana bilgisayara muhtaç. İyi de kendi başına çalışsa fena mı olur bu cihaz? Beklentilerin biraz ötesinde bir cihaz var aslında. Yer kaplamama konusunda ise benzeri yok denilebilir. İşte Jack PC. Ya da halk arasındaki kullanımıyla Priz PC. Priz PC gerçekten yenilik getiriyor. Standart ethernet portu sökülüp yerine takılabiliyor. Enerjisini ethernet hattından alıyor (buna uygun donanım desteğinin switchte olması gerekiyor yoksa üzerindeki adaptör girişinden beslemek lazım).

İşin asıl ilginç yanı bu cihaz resmen bir PC. Üzerindeki işletim sistemi Windows Ce. Bunun olası bir iki sakıncası olabilir tabi. İstediğiniz tüm programları çalıştıramayabiliyorsunuz. Ancak bu cihaz o kadar az yer kaplıyor ki (hatta kaplamıyor).

Birkaç değişik konfigürasyonlu modeli var. Cihazı monte ettikten sonra geriye monitör, klavye ve farenizi takmak çalışmaya hazır hale gelmesi anlamına geliyor.

En üst modelinin özelliklerini yazmadan geçmeyeyim.

Özellikler: DVI-I görüntü çıkışı, ikili monitör desteği, Sağlam, çalınmaya karşı dayanıklı yapı, Duvara, mobilyaya, zeminde saklı ethernet kutulara montaj kolaylığı, Ethernet üzerinden güç desteği veren (PoE) standart cihazlara bağlanabilme. Aynı zamanda dışarıdan da beslenebilme, RISC bazlı mimari, 8 Mb video belleği İsteğe göre düzenlenebilir masaüstü arabirimi, Kullanıcı ihtiyaçlarına göre plug-in'ler ile şekillendirilebilen modüler işletim sistemi, Tak-çalıştır özelikli, Bilgi güvenliği yüksek, Virüslere ve Truva Atlarına (Troyan) karşı neredeyse %100 güvenli, Kullanıcı yönetim arabirimiyle ölçeklenebilir bir sistem yönetimi.

Windows Ce yerine Linux bazlı bir işletim sistemi alternatifinin de yakında sunulma ihtimali var.

Donanım özelliklerinin dikkat çekici özellikleri ise şunlar: 128 mb DDR hafıza, 64 MB sabit disk niyetine flash bellek (kutu içinde), 4 usb girişi, Mikrofon ve hoparlör girişleri, Ethernet (buat içinden kablo bağlantısı) Sunucu aracılıyla veri yönetimi uygulamaları desteği.

Aşağıya tanıtıcı filmini de ekledim. İngilizce bilmeseniz de izleyebilirsiniz. Cihaz ve kullanım alanları hakkında fikir veriyor.

Bu teknolojik gelişme hızı ile 10-15 yılda peynir tenekesi büyüklüğünde PC'ler buatın içine girdi ya, artık bundan sonra ne görsem şaşırmayacağım, söz.

Sağlıcakla kalın.

27 Şubat 2008 Çarşamba

25 Yıllık Korku "Thriller"

Seksenlerin ikinci yarısı üniversite yıllarımdı. Michael Jackson o senelerde hayatının çıkışını yapmıştı. Thriller (korkutucu) albümü o kadar başarılı oldu ki hala tüm zamanların en çok satan albümü (100 Milyon'dan fazla) unvanını elinde tutuyor. 40'lı yaşlarda olan pek çok genç insanın duyduğunda hemen hatırladığı Jackson şarkıları sonunda klasikler arasına girdiler. 11 Şubat 2008'de ise "Thriller 25" piyasaya sürüldü. 25 yıl sonra hem hayranları hem de günümüz gençleri için iyi bir çıkış oldu şüphesiz. Ayrıca Michael Jackson bu albüme özel Akon, Will.i.am, Kanye West ve Fergie ile de birlikte bazı şarkıları yeniden yorumladı. Aslında Michael'ın ünlülerle yaptığı düetler rastlantısal değil. Günümüz gençlerine tanıdık olan seslerin yanında yer almak akıllı bir taktikdir, aynen eski zamanlarda olduğu gibi! Bazı parçaları şimdinin gençleri bile keyifle dinlediğine göre bakalım 50. yılında bir başka versiyonu piyasaya sürülecek mi? Bu başarının Michael Jackson için bir kötü tarafı da vardı. Bir anlamda kariyerinin zirvesi olan albümdeki büyük başarıyı bir daha hiç yakalayamadı. Dengesiz kişiliği ve cinsel sapkınlıkları başına ciddi belalar açtı. Elindeki parasal güç ve iyi avukatlar sayesinde sıradan bir suçlunun çarptırılacağı cezaların büyük bölümünden paçasını kurtardı. Diana Ross'a olan hayranlığı belki de ilk bıçak altına yatışının nedeni olabilir. Kıskançlıktan mıdır bilinmez bir ara "Dirty Diana" (Pis Diana) diye bir şarkı bile yaptı. Ancak bununla kalmadı, rengini de beyazlattı (gerçi bu konuda 1981 yılında yakalandığı vitiligo hastalığı suçlanıyor), defalarca operasyon geçirdi ve şimdiki biraz da garip olan görünümünü aldı. Bu nedenle pek çok eleştiri almakla kalmadı, daha kötüsü alaya da alındı. Peki ama başlarda koca burunlu, koyu renkli, güzel yüzlü, ince sesli bu çocuk, nasıl bu kadar başarılı oldu? Michael Jackson müzisyen bir aileden geliyordu. Neredeyse tüm çocuklar gösteri dünyasının içinde büyüdüler. Sahne ile küçük yaşta tanışmaları pek de zor olmadı. Ancak, babaları çocuklarına pek de iyi davranmayan bir yapıya sahipti. Büyük ihtimalle Michael'deki dengesiz davranışların kaynağında babasının çok rolü vardır. Kariyerinin ilk zamanlarında Jackson's Five isimli aile grubunda hepsi kendinden büyük erkek kardeşleriyle oldukça kaliteli albümler yayınladılar. Grubun yıldızı ise "Küçük Michael"dı. Neyse ki bizdeki müzik piyasasının eğilimi oralarda yoktu; ona hiç bir zaman "Küçük Michael" denilmedi. Grup, Michael solo albümlere yöneldikten sonra tekrar biraraya gelemedi. Diğer kardeşler de ciddi bir başarı gösteremediler. Kız kardeşleri Janet ise kendi yolunu diğerlerinden ayrı olarak çizip düşe kalka bu günlere kadar gelebildi. Ailede müzik kariyerini devam ettirmeye çalışan Jermain, Latoya gibileriyse müzik piyasasında mum alevi kadar etkili olabildiler. Öyle de olsa bu kadar müzik işi ile içiçe olan ailenin bir iki başarılı çocuklarının olması normaldir. Ancak sanırım bu kadarını hiç biri ummamışlardı. Albüm tüm dünyayı salladı. Sadece Amerika'da değil heryerde sadık bir dinleyici kitlesi ortaya çıktı. Albümde çok beğenilen şarkılar yer alıyordu. Müthiş ritmi ve harika dansıyla "Billy Jean" hafızalarda unutulmaz bir şekilde yer etti. O yıllarda popüler olan müzik rengi ve sesinin ötesinde yeni bir ritm ve ses olması, güzel videosu ile desteklenmesi de bu parçayı kitlelere sevdirdi. Thriller ile Michael Jackson'ın başarısı bir rastlantı mıydı? Pek sayılmaz... Amerikan müzik ve film endüstrisinin en iyileri bu albümde yer aldılar. Sadece içindeki şarkılar değil adeta bir korku filmi kadar emek harcanmış olan Thriller videosu ve bu videonun yapımını anlatan belgesel tadındaki görüntüler o dönemler için ilk defa yapılan büyük prodüksiyonlardı. O kadar ki tüm dünyada bu video inanılmaz bir başarı elde etti. Korku filmlerinin müthiş sesi de aynı şarkıda kanı donduran bir rap yaptı. Aynı başarıyı elde etmek için daha sonraki albümlerinde benzeri hatta çok daha pahalı yapımlar yer alsa da hiç biri bu kadar çok insanın ilgisini çekmedi (aslında onlar da fena değillerdi ya neyse). Quincy Jones: Quincy Jones müthiş birikimini bu albüm için ortaya koyanlardandı. İnanılmaz düzeyde bir müzik dehası ve pratiği olan Jones adeta Michael'i yeniden yaratmıştır. Üzerine pek uymasa da Michael Jackson'u sert bir delikanlı olarak lanse etmeyi bile başarmadaki rolü yadsınamaz. John Landis: Thriller videosunun yönetmeni. Bu videonun fikri, "An American Werewolf" ve "An American Werewolf in London" filmlerinden çıkmaydı. Daha önce "The Blues Brothers" filmini yönetmiş olan Landis bu korku - mizah karışımındaki deneyimini Thriller videosuna başarıyla taşıdı ve videonun vasat bir müzik videosu değil bir usta işi sanat eseri olmasını sağladı. Rod Temperton: Vincent Price için 5-10 dakika içerisinde takside yazdığı rapi ile Thriller'ın söz yazarıdır. Başta starlight (yıldız ışığı) diye düşünülen parçanın son haline gelmesinde önemli katkısı olduğu yadsınamaz. Vincent Price: Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz aktör. Siyah beyaz filmlerin unutulmaz korkunç adamıydı. Bir şekilde kendisine bu şarkının içersinde rap yapması için teklif götürüldüğünde kırmadı ve bence o nefis yorumu ile Thriller'a bambaşka bir ruh kazandırdı. Aşağıda Vincent Price sesiyle birlikte video klibi izleyebilirsiniz... Ayrıca 25 yıl özel (Delux Edition) versiyonunda Vincent Price'in ses kayıtları ve hiç yayınlanmamış olan Thriller rapinin 2. dörtlüğü de yer alıyor. Meraklıları için güzel bir sürpriz olmuş gerçekten. Vincent Price'ın ölümsüzleştirdiği rap kısmı şöyle. (Rap Performed By Vincent Price) Darkness Falls Across The Land The Midnite Hour Is Close At Hand Creatures Crawl In Search Of Blood To Terrorize Y'awl's Neighbourhood And Whosoever Shall Be Found Without The Soul For Getting Down Must Stand And Face The Hounds Of Hell And Rot Inside A Corpse's Shell The Foulest Stench Is In The Air The Funk Of Forty Thousand Years And Grizzy Ghouls From Every Tomb Are Closing In To Seal Your Doom And Though You Fight To Stay Alive Your Body Starts To Shiver For No Mere Mortal Can Resist The Evil Of The Thriller ve ardından gelen hariha kahkaha... Paul Mc Cartney: Beatles topluluğunun dev ismi o zamanlar dünya çapında fazla tanınmayan Michael Jackson ise "The Girl Is Mine" sarkısını yorumladı. Albümde biraz farklı bir ses olarak dursa da hiç kuşku yok başarıyı göğüslemede ciddi katkısı oldu. Michael ile daha sonra da çalıştı. Weird Al Yankovic: Ünlü parçaları kendince komikleştirip parodisini yapan Weird Al aslında kendi ünlenmeye çalışıyorken kesinlikle Michael Jackson'a katkıda bulundu. :) Michael'e pek de gitmeyen "Beat It"deki performansıyla ve videonun kendisiyle de sıkı bir şekilde dalga geçen videosu gülümsemeyle karşılandı. Ancak Thriller'in başarısını gölgelemedi doğal olarak. Gene de bana sorarsanız Weird Al'ın videosu Michael'inkinden kat kat güzeldi. Daha sonraki albümü olan I'm Bad ile de dalga geçmeyi ihmal etmedi. Ancak kesinlikle onun da Michael'in başarısında payı vardır. Son olarak 2004 yıllında "13 going on 30" isimli bir romantik komedide ünlü Thriller dansı bir kez daha anılarımızı canlandırdı. Ona da bir göz atmak isterseniz aşağıda yeralıyor. 25 yıl geçip de hala keyif alarak dinlediğiniz sayılı şarkı vardır. "Thriller 25" ise albüm olarak dinlenmeyi ve izlenmeyi hakediyor. Kalın sağlıcakla. Kaynaklar: http://en.wikipedia.org/wiki/Michael_Jackson http://tr.wikipedia.org/wiki/Michael_Jackson http://tr.wikipedia.org/wiki/Thriller_25_(2008) http://www.quincyjonesmusic.com/ http://en.wikipedia.org/wiki/Quincy_Jones http://en.wikipedia.org/wiki/John_Landis http://en.wikipedia.org/wiki/Vincent_Price http://www.imdb.com/title/tt0337563/ http://blogs.commercialappeal.com/beifuss/images/vp.web.jpg

24 Şubat 2008 Pazar

Nasıl bir fotoğraf makinesi almalı?

Bu soruyu kendinize soruyorsanız, yakında iyi bir kamera ya da hayal kırıklığı sahibi olacaksınız demektir. Karşınızda pek çok marka, model ve fiyat aralığı olan dev bir sektör var. Peki doğru kararı nasıl vereceksiniz? Üç ana kategoride sayısal makine var. 1- Kompakt (Amatör) 2- DSLR gibi olan (DSLR like) 3- DSLR (Digital Single Lens Reflex) Öncelikle ihtiyaçlarınızı belirleyin. Özel günlerde, çocuğunuzun büyümesini kaydetmede, yaz tatillerinde, gittiğiniz yeni yerlerde fotoğraf çekmek için amatör (kompakt) bir kamera işinizi görür. Hobi olarak çekimler yapmak için ise bütçenize göre 2 ve 3 numaralı seçeneklerden birini edinmeniz gerekecektir. Ben daha çok 1 ve 2. tür tercihler üzerinde duracağım. Fotoğrafçılıktan para kazanmak, yani profesyonel olarak fotoğrafçılık yapmak istiyorsanız 3 numaralı seçenek dışında fazla bir hareket alanınız bulunmuyor. Orta karar, yani 1 ve 2. seçenekler için karar vermede ele alınabilecek kriterleri gözden geçirelim. Hemen belirteyim, aşağıdakiler dışında kriterler de bulunuyor ve zaman içerisinde teknolojik gelişmeler bu kriterlere yenilerini ekleyebilir. Ben güncel ölçüler içerisinde, bana göre önemli olan kriterleri değerlendirdim. Hangi kriter daha önemli? Çözünürlük: Çok büyük çözünürlük rakamları iyi sonuç almak için yeterli olmayabilir. Üstelik yüksek çözünürlük yanında yer problemini de getiriyor. Sıradan amatör bir çekim ve 10x15 cm ebadında bir baskı için 2 Mp (megapiksel- yaklaşık 1600 pixel x 1200 piksel) çözünürlük yeter de artar. Yaklaşık olarak 300 KB (Kilobayt) yer tutan bu fotoğraf 5 Mp çekildiğinde 1.3 Mb kadar yer tutacaktır. Kısa sürede binlerce fotoğraf çekeceğinizi düşünürseniz, bunlar için ciddi bir arşiv mekanizmasına da sahip olmanız gerekeceği açıktır (unutmadan bedava çözüm Picasa programına bir göz atın). Örneğin fotoğrafları DVD'lerde ya da taşınabilir Hard Disklerde yedeklemeniz uygun olacaktır. Bu kadar lafa karşın yüksek çözünürlüklere karşı olduğum çıkartılmasın. Bütçenize uygun en yüksek çözünürlük en iyisidir diyelim. Örneğin şu günlerde (şubat-mart 2008) 200-300 YTL aralığında 7.1 Mp kompakt bir makine edinip oldukça iyi sonuç alabilirsiniz. 2007 başlarında çıkan yeni makinelerde ulaşılan 7 Mp değerleri, 2008 yılının başlarında ise 12 Mp büyüklüğüne kadar ulaşmıştır. Çözünürlük yarışı şimdilik duracak gibi görünmemektedir. Ama çözünürlüğün herşey demek olmadığı aklınızın bir köşesinde dursun! Tabi bu arada yeterli bellek kartına sahip olmanız da gerekir. En azından yaz tatili boyunca çektiğiniz fotoğrafları koyacak yer sorunu olmadan taşımanız için 2 Gb (Gigabayt) kapasiteli bir bellek kartı iyi olacaktır. Yüksek kapasiteli (HCSD) kartların çıkması ile SD kartların bir anlamda endüstri standartı haline geldiğini söylemek mümkün. Sony, her zaman olduğu gibi kendi standartında ısrarcı olmakla birlikte, fiyat ve yaygınlık açısından SD kartlarla pek başedebilecek gibi görünmüyor. Hatta DSLR'lerde kullanılan CF kartlara ek olarak bazı DSLR modellerinde SD kart girişleri de kullanılmaya başlandı. Dolayısıyla SD kullanmayan bir makineyi alırken iyice düşünmenizi öneririm. Gürültü: Çözünürlük artışı ile birlikte sizi bekleyebilecek bir diğer sorun ise sayısal gürültüdür. Normal görüntüde aslında olmaması gereken gürültü, ışık yetersizliği veya hatalı pozlandırma nedeniyle oluşur. Gürültü, fotoğraf üzerinde istenmeyen mavi, kırmızı noktalar olarak kendini gösterir. Bazı fotoğraf makineleri yüksek çözünürlük ile kullanıcıyı çekerken, artan gürültü faktörünü gözden kaçırabilirler! Işık hassasiyeti yüksek olan makinelerde bu sorun kısmen çözülebilir. Yeterince ışık olan ortamlarda ise gürültü daha az görülür. Bu nedenle tüm fotoğraf makineleri gün ışığında oldukça iyi sonuç verir. Gene de bir model belirleyip almak için karar verirken kullanıcıların görüşlerine de yer veren inceleme sitelerine bakmanızda yarar var. Görüntü Yakınlaştırma: Uzun süredir neredeyse standart hale gelen 3x zoom yerini giderek daha fazla yakınlaştırmaya bırakıyor. Gelecekte 5x, hatta 10x zoom standart olarak karşımızda durursa şaşmamak lazım. Ne kadar çok olursa o kadar iyi ancak yakınlaştıkça elinizdeki titremenin çektiğiniz fotoraflara yansıyacağını unutmamak lazım. Ek olarak yüksek yakınlaştırma kabiliyeti olan objektiflerde geniş açı çekim yapmak zor olabileceğinden değişmeyen objektifli ama yüksek zoom kabiliyetli bir makine alırken en azından normal açılı (35 mm karşılığı bir değerde) olmasına dikkat edin. Sayısal yakınlaştırma, ise gereksiz bir aldatmaca aslında. Makine tarafından fotoğrafın yakınlaştırdığınız bölümü kesilip, interpolasyonla büyük boyutlu hale getiriliyor. Bulanıklık ve hatalar artıyor. O nedenle, değeri ne olursa olsun üzerinde durmayın. Hele hele firmaların optik ve sayısal yakınlaştırmayı toplayarak yaptıkları hesaplamaları direkt gözardı edin. Titreme Engelleme: Titreme engelleme giderek standartlar arasına girmeye başlıyor. 2009'dan sonraysa titreme engellemesi olmayan model kalmayacak gibi. Ancak dikkat burada da sayısal düzeltme kandırmacası olabilir yanılmayın! Bu alanda da bir iki teknik var. En basiti, iso değerlerini artırmak (sayısal düzeltme). Biraz işe yarıyor. Işığa daha duyarlı hale gelince daha az pozlandırmak yettiği için, sensörün ışık alma süresi azaldığından titremeler sonucu oluşan bozulmalar nispeten azalıyor. Ancak bu durumda gürültü arttığından fotoğraf kalitesi bozuluyor. Optik düzeltme sistemleri daha başarılı (optik yakınlaştırmada olduğu gibi). Mümkünse böyle bir özelliği olan makine daha iyi olacaktır. Bazı modeller her iki tekniğe de sahip olabiliyor. Yani optik titreme engelleme ve sayısal teknik bir arada. Sayısal ve optik yakınlaştırmanın birarada bulunmasının standart hale gelmiş olması gibi, sayısal ve optik titreşim engelleme de bir yakın gelecekte arada sunulmaya başlayacak gibi görünüyor. Diyafram açıklığı değeri: F ile belirtilen değerdir. Genellikle makine seçerken gözden kaçırılır, ancak önemli bir kriterdir. F değeri ne kadar küçükse sensör o kadar çok ışık alır. Az ışıkla çok iş yapmak için bu değere de göz ucuyla bakarsanız iyi olur. Film Çekim: İlk başlarda "bu da bulunsun" diye "oyuncak özellik" niteliğinde bulundurulan film çekebilme kabiliyeti zamanla ilerledi. Önce 320x600 piksel 15 kare/saniye olan çözünürlük ve kare yakalama hızı, 640x480 piksel 30 kare/saniye, daha sonra Pal TV çözünürlüğü, ardından da 16:9 geniş ekran desteği derken; film çekme kabiliyetleri oldukça ilerledi. Gerektiğinde oldukça işe yarayabilecek olduğundan ve kısa sürede vazgeçilmez bir özellik olacağından bunu da değerlendirmekte yarar var. Bazı modeller çift mikrofon ile ses kaydı gerçekleştirerek "bu kadarı da pes yani" dedirtebildiğine göre, bu konuda da belirgin bir sınır olmadığını ve gelişmeye açık olduğunu söylemek yanlış olmaz. Film çekerken optik yakınlaştırma yapabilen sınırlı sayıda model bulunmaktadır. Oysa "bu da bulunsun" mantığının ötesine geçen modeller, film çeken ikinci bir kamera alma ihtiyacını ortadan kaldıracak gibi görünürken, bu özelliğe dikkat etmemek olmaz. Tabi bu özelliğin de gelişme döneminde olduğu, yakın gelecekte çok daha iyilerinin bulunacağı aklınızda olsun. Optik: Hangi kategoride makine alırsanız alın en önemli konu optik aksam, yani kamerada kullanılan merceklerdir. Ne kadar kaliteli olursa o kadar iyidir. Kompakt kameralarda boyut olarak "bit kadar" olanlardan da fazla bir beklentiniz olmasın. Büyük mercekler kullanan modelleri tercih etmek iyi olabilir. Markalı optikler genellikle daha başarılı sonuçlar verirler. Hatta Nokia N95 modeli cep telefonunda kullanılan Carl Zeiss marka merceklerin, pek çok fotoğraf makinesi ile alınacak sonuçların ötesinde kalitede fotoğraflar çekebilmesi rastlantı değildir. Neyse, biz tekrar dönelim fotoğraf makinelerine. Geniş açılı olan modeller fotoğraf çekerken işinizi kolaylaştırır. En azından, "yazlıkta masanın etrafına toplanmış arkadaşlarınızın hepsini kadraja alayım" diye geri geri giderken, havuza düşmezsiniz. 35 mm değeri normal açı değeridir (eski fotoğraf makinelerinden kalma bir fosil değerdir, ancak hala eşlenikleri olan değerlerle karşılaştırılarak kullanılmaya devam ediliyor). 35 mm altındaki değerler daha geniş açılı çekimler yapabileceğinizi gösterir (örneğin 28 mm gibi). Özellikle kompakt kameralarda objektif üzerinde bu değeri gösteren sayılar bulunur. Ancak bu sayılarda alakasız değerler görürsünüz genellikle. Bu değerlerin neye karşılık geldiğini gösteren açıklamaları inceleme sitelerinde veya makinanın el kitabında bulabilirsiniz. Örneğin Canon Powershot A720 IS için objektif üzerinde görünen değer 5.8-34.8mm'dir (35-210mm karşılığı olarak dpreview sitesinde belirtilmiştir. Yukarıdaki Nikon P50'nin değeri ise 28-102mm karşılığıdır. Dolayısıyla Nikon'un yukarıdaki modeli daha geniş açılı çekimler yapabilir.) Odak uzunluğu azaldıkça görüş açısı daha geniş olur. Bu nedenle odak mesafesi kısa olan makinelerin geniş görüş açısı olacağı söylenebilir (havuza düşme tehlikesi aklınızın bir köşesinde bulunsun - olmadı su geçirmeyen bir model veya su altı kabı da alınabilir tabi ki). Deklanşör Gecikmesi: Bu ne tür makine alırsanız alın, sinir katsayınızı aşağılarda tutabilmeniz için en önem vermeniz gereken konulardan birisidir. Özetle, deklanşöre bastığınız anda fotoğrafı çekmelidir. Kimi modellerde bu durum oldukça başarılıdır. Ancak karar vermeden önce alacağınız modelle ilgili incelemeleri internette araştırın. Bir veya daha fazla özelliği çok güzel gibi görünebilen modeller eğer deklanşör gecikmesine sahiplerse hemen almaktan vazgeçebilirsiniz. Her şey bir anda olup bittikten sonra saptayacağınız görüntü bir işe yaramayacaktır. Aynı şekilde açma düğmesine bastıktan sonra gecikerek açılan bir makine de istenmez. Olabildiğince çabuk çekime hazır hale gelen makineler daha kullanışlıdır. Yüz Tanıma: Akıllı bir teknolojidir. Amatör çekimlerde insan yüzünü tanıyarak odaklamayı ona uygun yaptığı için net görüntüler saptamakta kolaylık sağlar. Olsa iyi olur. Olmasa da olur, ama ne tür bir özellik için bundan vazgeçebileceğinize karar vermeniz lazım. Pil Tipi ve Ömrü: Zor bir seçim de bu konuda bekliyor sizi. Kalem piller kolay bulunduklarından tercih edilebilirler. Ancak makineye uygun yapılmış lityum ion doldurulabilir-piller daha seksi görünümlü ve ince gövdelerin üretilebilmesine olanak sağlamaktadırlar. Bu durumda karar size kalıyor. Ancak makinenin tek dolum ile kaç fotoğraf çekebildiğini araştırın. 4oo, iyi bir çekim adedi rakamıdır. Bunun altındaki çekim rakamları makinenin yeterince yeni bir teknoloji kullanmadığını ve çok enerji harcadığını gösterir. Gövde malzeme ve tipi: Plastik gövdeler özellikle kompakt makinelerde üretim maliyetlerini aşağıya çektiğinden yaygın olarak kullanılır. Ancak kolay çizildiğinden ve oyuncak gibi göründüğünden metal gövdeli makineleri tercih etmek daha iyi olabilir. Kompakt ve DSLR gibi olan 1 ve 2 numaralı sınıflandırmamıza giren makinelerde bile alüminyum hatta magnezyum esaslı gövdeler kullanılabilmektedir. Cebinizde taşıyacaksanız hafif ve ince modelleri de dikkatlice inceleyerek istediğiniz gibi bir fotoğraf makinesi edinebilirsiniz. Ekran: Büyük ve yüksek çözünürlük her zaman işe yarar. Parlaklık da yeni eklenenlerden. Çektiğinizi görmek ve silinecekleri saptamak açısından önemlidir. Artık neredeyse "vizöre hiç bakmadan fotoğraf çekme" eğilimi ağırlık kazanmaya başladığından vizörsüz de olsa olur, ancak iyi gösteren bir ekran olmazsa olmaz. 2,5 inch'den daha büyük ekranlar işinizi kolaylaştıracaktır. Ne yazık ki, bütün iyi özellikleri birarada sunabilecek "süper" bir fotoğraf makinesi modeli mevcut değil. büyük ihtimalle de hiç mevcut olmayacak. O nedenle ihtiyaçlarınızı iyi belirleyip bunu maddi imkanlarınızla eşleştirmek, uzun süre keyifle kullanabileceğiniz bir fotoğraf makinesi almakta yardımcınız olabilir. Fotoğraf çekmek geçici bir heves değilse, DSLR makinelere meyledebilirsiniz. İlk alım maliyeti düşünüldüğünde DSLR makineler pahalıdır. Kullanımları da daha zor ve daha çok müdahale gerektirir. Ancak ciddi olarak fotoğraf çekmeyi kafaya koyduysanız o zaman başka tabi. Unutmayın bu işte bir "son nokta" yok. Durmadan yeni modeller ve hep daha iyiler çıkıp duruyor. Kim bilir, bu yüzden eğer imkanınız da varsa zamanla bir makine koleksiyonunuz da olur. Şu sıralar 1200 ila 4000 YTL aralığında alabileceğiniz DSLR modeller mevcuttur. Şüphesiz, ince eleyip, sık dokuyanlar için dikkat edilecek daha pek çok konu vardır. Ama her konunun da bir sınırı olmalı. Bu nedenle "Ben kalender meşrebim" edasıyla bulaştığınız fotoğraf makinesi edinme uğraşında, gelip DSLR modellerine dayandıysanız zehiri fena halde kapmış olduğunuz açıktır. Ama en azından iyi bir hobiniz oldu fena mı? Kalın sağlıcakla.

23 Şubat 2008 Cumartesi

Fujifilm Finepix S5700

Fotoğraf çekmek ile iyi fotoğraf çekmek arasında dağlar kadar fark vardır. İyi fotoğraf çekmek için, iyi görmeniz ve anı yakalamanız gerekiyor. E tabi bunun için de iyi bir fotoğraf makinesine ihtiyacınız var. Bu kadar çok marka ve çeşit varken nasıl tercih yapabiliriz? Çok paranız varsa, gidin en pahalı olanı alın. O kadar basit. Peki bütçeniz kısıtlıysa ne yapacaksınız? Öncelikle elinizdeki ile en iyisini almayı denemek akıllıca olur. Ancak tabi ki zengin biri kadar şanslı değilsiniz. Önünüzde 10'larca seçenek ve kafa karışıklığı olacak. Neyse ki internet biraz da olsa yardımıza koşabilir. 1000'lerce sayfa inceleme, reklam ve yalan yanlış bilgi. Kısacası işiniz zor. En iyisi kullananlar ne demiş bir bakmaktır. Kolayca fikir verir. İşte aşağıda kullanıcıların görüşlerinden oluşturulmuş bir iyiler kötüler listesiyle Fujifilm Finepix S5700. Gerçekten güzel fotoğraflar çektiğinizi düşünüyor ve paranız da istediğiniz kadar iyi bir DSLR almaya yetmiyorsa bu fotoğraf makinesine bir bakmakta fayda var. 7.1 Mp çözünürlük artık raflardan kalkmaya başlasa da, oldukça iyi kalite fotoğraf çekebileceğiniz bu makine hoşunuza gidecek özelliklere sahip. İyi yanları: 10x zoom yapabiliyor. Fiyatı makul sayılabilecek seviyede. İnternette satış yapan mağazalarda 470 YTL. SD veya xD kart ile kullanılabilir. Optik zoom film çekerken çalışıyor (pek çok amatör makinde çalışmaz). Pil konusunda tasarruflu (iyi şarjlı pillerle 500 çekime kadar). Gövde malzemesi güzel, ele iyi oturuyor. Makro ve süper makro ayarları başarılı. Elle ayarlar konusunda pek çok seçenek var. Kötü yanları: Sarsıntı önleme çok başarılı değil. Elle ayarlayarak çekim yapmak zor. Keskin fotoğraflar çekmekte zorlanıyor (odaklama problemli). Film çekimi yaparken karanlık ortamlarda kötü sonuçlar veriyor. Çekilen fotoğraflarda kontrast fazla ve renkler aşırı doygun olabiliyor.

20 Şubat 2008 Çarşamba

Rüzgar Enerjisi Teknolojisi

Nükleer santral yapımı için 21 Şubat 2008'de firmalara yönelik davet ilanına çıkılıyor. Bakalım bu teknolojiden ne zaman faydalanmaya başlayacağız ve ülkemiz için iyi kötü ne tür etkileri olacak? Ancak alternatif enerji üretim tekniklerinden Rüzgardan enerji üretimi biraz es mi geçiliyor ne?
Rüzgar enerjisinin önemli avantajları var. Özellikle doğal dengeye önemli bir zarar vermemesi, atık ürün bırakmaması dikkat çekici. Türkiye'de neden bu teknoloji yeterli derecede kullanılmaz? Biz batılı ülkelerden daha mı akıllıyız da durmadan kömür, doğalgaz vs. tüketerek elektrik üreten otoprodüktör yatırımları yapıyoruz? Ya da nükleer reaktörler yapmak enerji sorunumuzu çözebilecek tek yol mudur? Yanlış anlaşılmasın, örneğin nükleer reaktör yapımı kaçınılmaz olabilir belki. Buna bir diyeceğim yok. Peki rüzgar esip dururken, biz de ardından bakmasak nasıl olur?
Mesela şu aşağıdaki fotoğrafa bir bakın.
Bu, dünyanın en büyük rüzgar gülü. Enercon E-126. Almanya 'da Emden yakınlarında Şubat 2008 başında inşaatı tamamlanmış. Büyüklüğünü anlatabilmek için rotor çapının 127 metre, türbini ayakta tutan yapının da 135 metre olduğunu belirteyim.
Peki bu dev tek başına ne kadar elektrik üretiyor dersiniz? Tam 5000 eve yetecek kadar. 7 megawatt'tan fazla! Yıllık olarak 20 million kilowatt saat.
Bu teknolojinin çok zor ve üretilmez olmadığı belli. Üstelik dönerlerken de ne kadar hoş görünüyorlar, İzmir Çeşme'deki rüzgar türbinlerini görenler bilir.
Bu tür temiz enerji üretme imkanlarını değerlendirmek sizce de akıllıca olmaz mı? Ne dersiniz?

17 Şubat 2008 Pazar

Datron TW7A

Bizzat 2 aydan fazladır denediğim (kullandığım) Datron Marka TW7A serisi dizüstü bilgisayardan bahsetmek istiyorum. DATRON markasını kısaca anlatayım. Bu markanın ürünleri Ufotek tarafından yurtdışında ürettiriliyor. Modemden LCD Televizyona kadar geniş bir ürün yelpazesi var. 2-3 yıl içerisinde satılan Datron marka taşınabilir bilgisayarlar, özellikle kasalarının kalitesi konusunda ciddi eleştiriler almakla birlikte, servis ve destek konusunda HP gibi büyük firmalar kadar olmasa da kullanıcılarda olumlu izlenim bırakabilmiştir. TW7A modelinin kasası her ne kadar 1. sınıf olarak nitelendirilemese de daha önceki modeller için alınan eleştiriler değerlendirilip üretilmiş olması ihtimali yüksek olduğundan, daha iyi kasa ve görünüm sunuyor. Koyu siyah metalik parıltılı üst kapakta yer alan Datron yazısı güzel görünüyor. Aslında benim aldığım model tam olarak Datron Aero TW7A Intel Santa Rosa C2D 2.0GHz 1024MB 160GB DVD+-RW (Kameralı). Fiyatı şu anda Mavi Bilgisayarda 1250 YTL (KDV Dahil). Ancak tam olarak aynısı olmasa da başka satıcılarda da benzeri modelleri üç aşağı beş yukarı bulmanız mümkün. Yazının duygusal kısmını burada kesip özelliklerine bir bakalım isterseniz. Ağırlığı 2.7 kilo. Pili ise en azından 2 saat kadar idare ediyor. İşlemcisi Intel T7250 bu serideki diğer işlemcilerin 4 MB işlemci önbelleğine sahipken bu işlemcideki önbellek 2 MB bu durum işlemcinin fiyatını daha alınabilir kılıyor. Özelik detayları: 4 Usb, 1 firewire (IEEE 1394), S Video, Ses için giriş çıkışlar, 1Gbps Ethernet, RJ 11 modem bağlantısı, Yeni tip monitör çıkışı (eski vga tipi değil) (MS/MS PRO/MMC/SD) Hafıza Kartı okuyucusu, 8 hızlı DVD yazıcısı, Bluetooth Kablosuz Ağ (a, b, g) bağlantısı, Webcam 160 Gb Sabitdisk. 800MHz FSB Intel PM965 + ICH8M Chipset 15.4 inc TFT-LCD WXGA Glare 1280 x 800 ekran Bir de yan tarafta genişleme soketi var ama kullanabilmek için uygun bir kablo bulmak mümkün mü bilmiyorum. En önemli özelliklerinden biri Nvidia 8400 256MB ekran kartına sahip olması. Bu MS Vista işletim sistemi Aero arayüzü, güncel oyunlar, mühendislik uygulamaları için oldukça yeterli. Hafızası kendinden yani sistemden paylaşıp belleği azaltan cihazlardan değil. Bu sırf oyun oynamak amacıyla masaüstü alan meraklıları çekebilecek bir özellik. Hafızası ise standart olarak 1 GB geliyor. Ancak 45 YTL civarına 1 GB daha almak işletim sisteminizi rahatlatacaktır. Santa Rosa platformu oldukça yeni ve fsb hızı 800 Mhz, bu anakartın bileşenlerinin kendi aralarında daha hızlı haberleşmesi anlamına geldiğinden iyi bir durum. Üzerinde free dos diye bir işletim sistemiyle geliyor. Bunun anlamı; istediğiniz işletim sistemini yükleyebiliyorsunuz. Vista sizi de pek çok kullanıcıda olduğu gibi rahatsız ediyor, çeşitli programlarla çalışmayıp mızmızlandığı için itiyorsa, bu makineye XP yükleyebilirsiniz. Ya da Linux severlerdenseniz kolayca onu da yüklemeniz mümkün ki, bu durum makineyi daha da çekici kılıyor. Windows XP ve Vista için gereken donanım sürücüleri makine ile birlikte verilen DVD'de yeralıyor. İşletim sistemi yüklenirken sürücülerde sorun çıkabiliyor, ancak bu sorunları makineye işletim sistemini aldığınız yerde yükleterek ya da teknik servisden sorarak kolayca aşabilirsiniz. Küçük bir detay daha: Üzerindeki bluetooth çipi sayesinde, destekleyen türde mouse (fare) kullanabilirsiniz. Böylece kablosuz farelerin oraya buraya takılan usb dongleları ile uğraşmanız gerekmeyebilir. Tabi 16 YTL'ye kablosuz fare alamak varken, bluetooth fareler 80 YTL civarına satılıyor o da ayrı bir ikilem. Bu bilgisayar Quanta Computer tarafından üretilmiş. Çinde yerleşik bu firma dünyada üretilen her 3 dizüstü bilgisayardan birini üreten firma. Bu eşlenik, bildik markalarla karşılaştırıldığında ve aynı üretici tarafından üretildiğini düşününce; verdiğiniz parayı da gözönünde bulundurduğunuzda bir miktar daha ek rahatma getiriyor (özetle, fiyat-performansı iyi). Gelelim kötü yanlarına: Öncelikle kullanırken kasası biraz daha özenli davranmayı gerektiriyor gibi, narin kolay çiziliyor. Hoparlörleri oldukça düşük ses veriyor. Ancak kulaklık ya da aktif hoparlörlere bağlandığında çok iyi sonuç alabiliyorsunuz (kulaklığı taktığınızda, yanılıp sesi kısmazsanız çok kötü oluyor). Touchpad düğmeleri daha kaliteli olabilirdi diye zaman zaman içimden geçiriyorum. Adaptörden beslenirken biraz fazla ısınıyor. Yanında taşıma çantası verilmiyor. Özetle, az bütçesi olup da iyi performans isteyen kullanıcılar için iyi bir tercih olabilir. Kalın sağlıcakla...

14 Şubat 2008 Perşembe

Canon Powershot A560, Ucuz, iyi bir başlangıç makinesi

Son zamanlarda fotoğraf makinesi almayan kalmadı. Her ne kadar cep telefonlarının fotoğraf çekme özelliğinden yararlanmaya çalışsanız da fotoğraf, fotoğraf makinesi ile çekilir. Peki bütçeniz sınırlıysa, alabileceğiniz iyi bir ürün bulmak mümkün mü? 250 YTL bütçe ile iyi bir giriş seviyesi amatör fotoğraf makinesine sahip olabilirsiniz. Canon PowerShot A560 2007 başlarında piyasaya sunulan bir ürün. Her ne kadar PowerShot 5xx serisinin sonu geliyor gibi görünse de, 4x zoom imkanı, 2,5 inchlik ekranı, 1/2000 shutter hızı ve 1600 iso değerine ek olarak 7.1 Megapiksellik çözünürlüğü bir amatörün pek çok beklentisini karşılayacak düzeyde. Kamera kullanımı son derece kolay. Hafif bir kamera. 640x480 modunda 30 kare/saniyelik hareketli sesli görüntü (video) çekimi yapabiliyor. Video kamera kadar olmasa da acil durumlarda ve Youtube benzeri sitelere göndermek için hazırlıklarda işe yarayabilir. Gelelim kötü yanlarına. Kamera iki adet AA pil ile çalışıyor. NiMH doldurulabilir piller ile fazla sorun yaşanmıyor ancak yanınızda yedek batarya taşımanızda fayda var. SD hafıza kartı söküp takmak için batarya bölümünü açmanız gerekiyor ancak pek çok kameranın aynı sorunu var. 800 üzeri iso, 1/2000 shutter değerlerinden çok fazla bir şey beklememek lazım. LCD ekran çözünürlüğü fazla değil ancak bir fikir vermek için iş görür. Piyasadaki pek çok kameradan çok daha iyi sonuç alabileceğiniz, ucuz, iyi bir seçim.

8 Şubat 2008 Cuma

Nüfus Kağıdı Tarih Olacak mı?

Geçtiğimiz günlerde nüfus sayımı sonuçları açıklandı. Yıllardan beri ilk defa evlerimize hapsolmadan sayıldık. Teknolojinin verdiği imkanlar kullanılarak eskiden sokağa çıkma yasağı ile hatırladığımız nüfus sayımı bu defa biraz daha kolay gerçekleştirildi.
Tübitak, bu konuda önemli bir adım atıp 2009 yılından itibaren kullanılmak üzere elektronik kimlik kartlarımızı hazırladı bile. Öncelikle bu kimlikler sağlık karnesi taşıma zorluğunu ortadan kaldıracak gibi görünüyor. Peki bu yapılanların bir adım ya da birkaç adım ötesinde neler yapılabilir? Mesela cebimizde bir kart taşımamız zorunlu mu? Hatta kredi kartlarımız dahil hiç bir kart taşımasak olmaz mı? Bence olur... Hatta ne güzel olur. Sanırım en önemli kolaylık, herhangi bir bürokratik işlemi bürokrasi olmadan gerçekleştirebilmek olur. Düşünsenize, örneğin: Bankamatiğe gittiniz ve sistem sizi parmak izinizden bir kerede tanıdı. Bunun için elinizi cebinize atıp banka kartını çıkartmanıza bile gerek yok. Fazladan güvenlik için: Adınızı söyleyin yeter. Yüz tanıma teknolojisi yüzünüzdeki belli noktaları ve bunların birbiri ile olan ilişkisinin matematik modelini tespit edip, bunu bilgi bankasından sizin kayıtlı vektörel bilgilerinizle karşılaştırsın. Gözünüzün irisinin taranması birkaç saniyede tamamlanabilecek işlemlere eklenebilir. Geriye, istediğiniz işlemi menüden seçmek kalıyor. İsterseniz bu bankamatikten bürokratik işlemlerinizi de halledebilirsiniz (tabi alışveriş merkezlerinde, her köşeye konulacak kiosklara gitmek zor gelirse). İşyerinizin yeni adresinin kayıtlara geçmesi için bunu ilgili menüden seçmek ve yeni adresinizi girmek yeterli olabilir. Şu anda bu işlemi yapmak için deve ve hendeği yanınızda götürmek ve günlerce işi gücü bırakıp koşuşturmanız bile yetmeyebilir. Tabi ki vücüt durumunuzu anlık kontrol eden sistem, olağandışı bir durum (Diyelim ki: Biri zorla size bir işlem yaptırmaya kalkıyor. Hızlı soluma, kalp atışınızdaki beklenmeyen bir değişikliği anlayıp gerektiğinde kolluk kuvvetlerini durumdan haberdar edebilir). Evinizdeki PC özel bir web sitesi sayesinde tüm işlerinizi evden yapmanızı da sağlayabilir. Üzerindeki web kamerası ile pekala yüzünüzü tanıyıp size gererken erişimi sağlayabilir. Güvenlik konusunda alınacak bir yol olmakla bile bu gün bile imkanı olan bir teknoloji bu. Tüm bunlar size bilim kurgu gibi mi geldi? Aslında şu andaki teknoloji ile yapılabilir. Nüfus kağıtlarının kısa süre içinde değişmesi gündemde. Daha küçük ve içinde bir chip (elektronik bir devre) olan kimlik kartları yakında cüzdanlarımızdaki yerini alabilir. Peki, teknoloji sadece bu kadarına mı imkan tanıyor? Yoksa daha iyisini yapmak mümkün mü? Bence mümkün. Üstelik günümüzün bildik teknolojileri bir araya getirilip bu amacı gerçekleştirmek için kullanılabilir. Peki bu teknolojiler neler? Bir envanterini çıkartalım mı? Birarada kullanılabilecek teknolojiler: Parmak izi tanıma, Yüz tanıma, İris tanıma, Ses tanıma, Sayısal kimlik doğrulama, Mobil imza, Mobese kameraları, Web Kameraları Yüksek güvenlikli, bilgisayar bilgi bankası ağı, Birarada tutulabilecek bilgiler: Vatandaşlık, sigorta sicil, vergi, ehliyet-araç (anlık araç kullanma ve kural ihlalleri takibi dahil), pasaport, kredi kartı, stö (dernek, vakıf) üyelikleri, oda kayıtları, okul bilgileri, özgeçmiş kayıtları, sağlık kayıtları, özel sigorta kayıtları, adli sicil kayıtları, tapu kayıtları, aile ve akrabalık kayıtları, adres ve telefon-email adres bilgileri, ölüm kayıtları. Kullanım alanları: Suçlu takibi, Anlık vatandaş envanteri, Sağlık sigortası işlemleri, Çok noktadan ulaşılabilecek vatandaşlık işlemleri: Örneğin pasaportunuzun süresini uzatma. Tamamen sanal ortamda, telefon, internet, kiosk aracılığıyla her türlü işler (bürokratik işlemlerin tümü, bankacılık, sigorta vs.) halledilebilir. Toplutaşım, taksi, otoyol ve köprü geçişleri. Oy verme işlemleri (oyverme yeri sınırı olmadan). Muhtemel Kötü kullanım: Kişisel haklar ve özel alan ihlali ihtimali. Birileri tarafından izlenme paranoyası içinde haklı endişe hali. Muhtemel hack olasılıkları ortadan kaldırılana kadar hayatınızın elinizden uçup gitmesi ihtimali. Bir iki klavye tıklamasıyla dünyanın en aranan katili olma olasılığınızın bulunması. (George Orwell'in 1984 kitabındaki öngörüler gerçekleşmemişti değil mi?) Tartışma: Gerçekleştirilebilir mi? Evet gerçekten istenirse neden olmasın? Bürokratik engeller, personel eğitimi, teknolojiyi bir araya getirmede yaşanacak zorluklar nedeniyle pek çok sorun uygulamacıların önünde kara bir engel olabilir. O kadar vatandaşın foroğraflarının sisteme yüklenmesi nasıl mı olur? Örneğin yakın zamanda yabancı ülkeye gidip geldiyseniz. Havaalanında fotoğrafınızı alan bir kamerayı farketmiş olabilirsiniz. Tüm devlet daireleri, bankaları, hastaneleri, hatta alışveriş merkezlerini fotoğraflama için kullanmak mümkün. Vatandaşlık numaranız ile fotoğrafınız eşleşti mi, başka bir işleme gerek olmadan sistem tarafından tanınmanız sağlanmış olabilir. Faydası: Sistem bir kere kuruldu mu: Son derece düşük maliyet gerektiren bir hayat. Personel giderlerinde ciddi azalma. Kontrol ve servis için son derece iyi uzmanlaşmış bir ekip. Akbil, geçiş cihazları, kredi, kimlik, pasaport gibi pek çok belgenin, dolayısıyla maliyetinin ortadan kalkması. Hatta garaj kapısının uzaktan kumandasına bile ihtiyaç kalmayabilir. Mobese kameraları suçluları zaten takip için kullanılıyor. Bu sistemle birleştirdiniz mi, takibi sizin için sistem yapabilir. Hatta (başlamışken iyice uçayım) diyelim ki, bir kamera aranan süpheliyi tespit etti. O bölge yakınında açık tüm telefonları belirleyip, süpheliyi sonraki iki, üç kamerada takip ettiniz mi eldeki telefonlardan hangisinin süpheliye ait olduğu bulunabilir. İster dinleyin, isterseniz neredeyse elinizle koymuş gibi gidip yakalayın. En büyük engel: Nasıl yapılacağını değil de, nasıl yapılmayacağını bize anlatacak zihniyet. Mevzuat. "Yok canım bu kadarı da olmaz" düşüncesi. Kalın sağlıcakla.

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...