16 Eylül 2013 Pazartesi

Sosyal Gürültüde Kaybolmak

Günün büyük bölümünü, bir ya da daha fazla sosyal medya sitesinde geçirip yorulanlardan mısınız? Ya da ilk başlarda büyük keyifle takip edip, paylaşımlarda bulunduğunuz sosyal ağ artık sadece kuru gürültü gibi mi geliyor size de?
Yalnız değilsiniz.

Merhaba,

Bir zamanlar sosyal ağ siteleri, arada sırada tanıdıklarınız neler yapıyorlar diye göz attığınız yerlerdi. Akıllı cihazların da yardımıyla, hem sizin hem de çevrenizin sosyal ağ sitelerine daha fazla katkı yapması iyi güzel. Ancak bu durum sizi, gözü devamlı olarak ekranda olan bir tür zombiye çeviriyorsa bu pek de hoş değil. Verimliliğimizi artıran bilgisayarlar ve akıllı cihazlar, sosyal ağlar yüzünden bir tür sanal hapisaneye çeviriyor hayatımızı.

Öncelikle, bunun bir süreliğine geniş kitleleri etkileyip geçecek ve yerini bir başka akıma bırakacak bir pop kültür olma ihtimalini aklımızdan çıkartmayalım. Zaten yavaş yavaş bıkkınlık belirtilerini çevremizde görmüyor muyuz?

Sosyal ağlarda takip ettiğiniz ve sizi takip edenler dört haneli sayılara ulaştığında, bir tür gürültü kirliği yaşamaya başlayabilirsiniz. Özellikle Twitter gibi basitliği esas edinmiş ve belki de bu yüzden kullanıcılarına daha derli toplu bir akış sağlamayan bir ağ söz konusu olduğunda bu gürültüyü iliklerinize kadar hissedebilirsiniz. Her baktığınızda tanımadığınız ama takip ettiğiniz (!) bir çok kullanıcının akışta paylaştıkları arasından size yakın gelenlerin yazdıklarını okumak için zaman geçirmek bir tercih. Gürültü bombardımanı işte o zaman daha çok hissediliyor. Diğer bir tercih ise, böyle çok takipçiniz olduğunda "barba"ya kulak tıkayıp sadece kendi düşüncelerinizi paylaşmak. Twitter'da daha çok yazan kullanıcılardan biriyseniz, size tepki verenleri kolayca görme imkanı her nasılsa sağlanmış. Böylece daha insanca, yani karşılıklı fikir teatisi yapmak mümkün oluyor. Aksi taktirde, avaz, avaz bağıran bir kalabalıkta ne kadar önemli ya da güzel olsa da sizin çığlığınız da pek duyulmuyor tabi. Bu yönü ile Twitter'ı milyonlarca insanın bağırıp durduğu bir tür Cehenneme benzetiyorum. Sanki sosyal medyada toplu bir acı çekiyor gibiler. Tabi bu durum bütüne baktığımda hissettiklerim. Oysa takip ettiklerimiz arasından oluşturduğumuz gruplara kolay ulaşılabilseydi pekala bu durumun önü alınabilirdi.

Facebook, bu olumsuz durumun farkında sanırım. Nasıl olmasın? Friendfeed bunu yıllar önce halletmişti ve şimdi Facebook'un bünyesinde. Belki de bu nedenle, akışınızda ne kadar çok takip ettiğiniz olursa olsun sadece belli bazı güncellemeleri görmenize izin veriyor. En çok etkileşim içerisinde olduğunuz kişilerin, bazı paylaşımlarını size gösterip, bir tür sahte Cennet yaratıyor. Arka planda ise kaynamaya devam eden Twitter benzeri gürültü devam ediyor. Ancak en azından gözlerden uzak kalıyor.

Biliyorum biraz karanlık bir tablo çizdim, ancak yeni medyanın devamlı olarak iyi yanlarını öne çıkartmak da çok doğru değil. İnsanın biraz huzur duymak adına, zaman zaman bu kaosdan uzaklaşıp başka uğraşlar edinmesi, kendini dinlemesi, kendini araması daha yapıcı olabilir. Yaşam içerisinde, bir düşünsel yolculuk yapıyor ve kendimizi geliştiriyoruz. Bu yolculukta sosyal medya kesinlikle amaç değil. Belki ara ürünlerimizi paylaştığımız, yeni insanlar ve dünyalar tanıdığımız bir araç. Eğer bu bağlantıyı kopartmamayı başarabilirsek sosyal medyada bir bağımlı değil, bir kullanıcı olabiliriz.

Bloglar, mikro bloglara göre, daha özgür ve içerikleri daha kalıcı. Birkaç saat Facebook güncellemelerinde dolaşmak yerine, güzel bir yazıda düşüncelerinizi paylaşmak daha verimli ve yapıcı olabilir. Yine de Twitter, Facebook, Google+ ve benzerleri bloglara ciddi trafik sağladıkları için önemli bir işe yarıyorlar. Bu nedenle haklarını da vermek gerek. Yarattıkları trafik blogları canlandırıyor.

Sözün özü, zaman zaman gözünüzü ekrandan kaldırın. Çevrenize bakın. Dikkat ederseniz yakın çevrenizde gerçek hayatta olan biteni de yakalarsınız. Anı yakalayın! Bir daha o anı yaşamanız mümkün değil.

Yakın çevrenizdekilerle de bağlı ve sosyal kalın. İyi günler dilerim.

11 Eylül 2013 Çarşamba

Fotoğraflarınız Yerinizi Belli Ediyor


Akıllı telefonlar ile fotoğraf çekmek ve bunları sosyal medya sitelerinde paylaşmak sıradan günlük uğraşlarımızdan. Peki ya çektiğiniz fotoğraflar, yerinizi kötü niyetli kişilerin kullanımına sunuyorsa ne olacak?

Merhaba,

Yeni akıllı cihazlarımıza giderek daha çok ısınıyoruz. Bu arada daha önce hiç başımıza gelmedik durumlar da bizi bekliyor olabilir. Örneğin, akıllı telefonlar çektiğiniz fotoğraflara yer bilgisini ekliyebiliyor. Böyle çektiğiniz fotoğrafları sosyal medya sitelerinde paylaştığınızda fotoğraf üzerindeki bilgiye dayanarak kötü niyetli kişiler yerinizi tespit edebilirler.

Hemen endişe etmeyin. Ev işyeri gibi yerlerde çektiğiniz fotoğraflarınızı pek sosyal medya sitelerinde paylaşmıyorsanız sorun yok. Yine pek çok fotoğraf paylaşım sitesi de durumun farkında ve siz özellikle istemedikçe yer bilgisini başkalarına göstermiyorlar. Örneğin Google+ üzerindeki fotoğraf paylaşım kısmı böyle. Yahoo'nun fotoğraf paylaşım için kullanıma sunduğu sosyal ağ sitesi Flickr üzerinde konum bilgisi olsa da fotoğrafları diğer kullanıcılara gösterirken bu veriyi siliyor. Facebook da yüklenen fotoğraflar üzerindeki kritik benzer bilgilerin tamamını kaldırıyor. Twitter da aynı şekilde fotoğraf üzerinde kayıtlı bilgileri kaldırıyor. Ancak üzerinde konum bilgisi taşıyan fotoğrafların anlık olarak bu bilgiyi içerir vaziyette bir sosyal ağda paylaşılması sorun olabilir. Yine de dikkatli olmakta fayda var.

Aslında konum bilgisini yeni nesil fotoğraf makinelerinden bazıları da fotoğraflara ekleyebiliyor ancak akıllı cihazların İnternet ile devamlı bağlı olmaları ve üzerlerindeki konum belirleme donanımları sayesinde bu bilgiyi fotoğraflara eklemeleri oldukça kolay. Yine de ayarlardan bu özelliği isterseniz kapatabiliyorsunuz. Ancak fotoğraf üzerinde bu tür bilgileri bulundurmak oldukça kullanışlı da olabilir. Özellikle çektikten yıllar sonra incelerken fotoğrafın ne zaman ve nerede çekilmiş olduğu bilgisine ulaşabilmek işe yarayabilir. "jpg" veya "jpeg" uzantısı olan fotoğraflar EXIF denilen bu bilgileri fotoğraf dosyası ile birlikte kaydeder. Sadece konum bilgisi değil, fotoğrafın çekildiği anda odak uzaklığından, ışık hassasiyetine kadar pek çok detaylı bilgi fotoğraf ile birlikte kaydedilir. Dolayısıyla lazım olduğunda işinize yarayabilecek pek çok bilgiye ulaşmak güzel olabilir.

İşin ilginç yanı konum bilgisi kişisel güvenlikle bu kadar ilişkilendirilirken aynı zamanda sosyal medya'da paylaşımın başlı başına konusu da olabilmektedir. Bu konuda en bilinen konum paylaşımı üzerine kurulu sosyal ağ Foursquare ismini taşıyandır. Bu ağda kullanıcılar gittikleri yerde bulunduklarını bildirebilir, dilerlerse bu bildirime fotoğraf, yorum ekleyebilirler. Gittikleri yer henüz sistemde yer almıyorsa konumu ekleyebilirler de. Bu sayede sosyal ağ hem dünyadaki en geniş konumlar ile ilgili büyük veriye (big data) sahip olmuş, hem de reklam ve konumların sahiplerinin çeşitli etkinlikler düzenleyebilmek adına konumları üzerinde işlem yapmaları için talep edilen bedel üzerinden sürdürülebilir gelir elde etmektedir. Facebook da her türlü sosyal ağ özelliğini üzerinde bulundurabilmek adına buna benzer konum paylaşımı özelliğini kendi bünyesinde bulundurmaktadır. Yine Twitter da eğer izin verirseniz konum bilginizi gönderinizle birlikte almakta ve bunu yerel tartışma konularının neler olduğu gibi istatistikleri oluştururken kullanmaktadır.

Konumumuzun anlık olarak bilinmesi konusu bizi rahatsız edebilir. Bu durum insanlık tarihinden gelen deneyimlerimizden kaynaklanıyor olabilir. Biraz da 1984 romanında işlendiği gibi büyük bir güç tarafından devamlı izlenmek durumu  bize karşı kullanılabileceği endişesi doğurduğundan dolayı, rahatsız oluyoruz. Ama fotoğraflar bu izlenme konusunda oldukça masum kalıyor.

Konum bilgimizi en güncel olarak tutan cihazlar 1995'den bu yana kullanmakta olduğumuz telefonlar aslına bakarsanız. Cep telefonları hücresel tasarımları gereği çevrelerinde bulunan tüm telefon vericileri ile devamlı olarak haberleşirler. Ne kadar çok verici ile bağlantı kurarlarsa o kadar kesin olarak yeriniz bu veriden faydalanılarak tespit edilebilir. Dolayısıyla özellikle büyük şehirler gibi yoğun şebeke yapısının olduğu yerlerde konumunuz kesine yakın olarak bilinebilir.

Bu bilgiler ışığında sanırım fotoğrafların üzerinde kaydedilen bilgilerin biraz dikkat sarf edilerek zararsız kılınması mümkündür. Yeter ki biraz dikkatli olalım.

İyi günler dilerim.

9 Eylül 2013 Pazartesi

soundcloud.com Nedir?

Hem yeni medya sitesi olup hem de bununla birlikte ses kayıtları için bulut depolama hizmetini sunan ilginç bir yapı ortaya koymasıyla soundcloud.com endüstriye örnek olacak bir sistemi başarıyla sürdürüyor. Ses ve müzik kayıtlarınızı saklamak, paylaşmak, kullanıcılardan yorumlar almak için güzel bir sosyal ortam.

Merhaba,

Soundcloud ses kayıtlarını depolayıp, kullanıcıların dinlemesi için sunan bir Yeni Medya sitesi. Bir tür İnternet kayıt ortamı. Elinizdeki kayıdı yüklemek için tek yapmanız gereken sisteme kaydolup upload butonuna basmak. Soundcloud sizi yönlendirerek gerisini hallediyor. Ancak Türkçe dil desteği yok.

Müzik yanında, ses kayıtları da bu sitede bulundurulabiliyor. Dolayısıyla, bu site sayesinde bir tür Yeni Medya Radyosu yayını yapmanız mümkün. Farkı, dinleyicilerin ya da sosyal medya tabiriyle "takipçilerinizin" istedikleri zaman, istedikleri yayınınıza ulaşabiliyor olmalarında. Bu bağlamda bir tür podcast yayını yapmanızı ya da dinlemenizi mümkün kılıyor.

Soundcloud'da yayınlanan sesler ya da müzik parçaları görsellik açısından ilginç bir yaklaşımla sunuluyor. Ses kaydı bir ses izi şeridi olarak görünüyor. Ses çalınırken izin üzerinde renk değişimi ile o anda çalınan bölge belli ediliyor. Dinleyiciler bu ses izinin istedikleri yerine tıklayarak yorumlarını bırakabiliyorlar. Yayınlarınız ile ilgili detaylı istatistikleri görmeniz de mümkün.

Soundcloud'da ağırlık müzik üzerine. Amatör, profesyonel müzisyenler kayıtlarını buraya yükleyebiliyorlar. Aynı zamanda bilinen müzik parçalarının da farklı "mix"leri, "mashup"ları, hatta kimi zaman ünlü müzisyenlerin kendi yükledikleri albümleri bile dinlenebiliyor.



Sesleri dinlerken beğenmek, paylaşmak kendi beğenilerinize uygun şekilde bir kategoriye eklemek mümkün. Eğer dilerseniz sesleri bir başka sosyal medya sitesinde yeniden paylaşmak, blogunuza gömmek de mümkün.

Ses kaydı illa müzik olacak diye bir ısrar da yok. İster, oturup bir hikayenizi okuyun, ister bir röportajı yayınlayın. Limitiniz hayal edebildiğiniz kadar.

Eğer sesi yükleyen kişi izin vermişse bu sesi ya da müzik parçasını siteden indirip, uygun bir mp3 player veya benzeri ile daha sonra dinlemek de mümkün. Aynı şekilde, eğer yüklediğiniz müzik parçalarının indirilebilir olmasını isterseniz o da mümkün.

Dilerseniz, diğer kullanıcıları takip edebiliyorsunuz. Soundcloud içerisinde gruplar da var. Böylece ilginizi çeken konularda benzer kullanıcılar ile aynı gruplara dahil olarak oradaki paylaşımları izleyebiliyorsunuz.

Bir yeni medya sitesi için alışılmış ve artık standartlaşmış özellikler sunuluyor. Bunlara ek olarak; dilerseniz kayıtlarınızı bulut depo üzerinde saklama hizmeti olarak da kullanabiliyorsunuz.

1 saate kadar ya da 100 kayıta kadar yüklediğiniz sesler için bir ödeme yapmanız gerekmiyor. Eğer daha fazla yere ihtiyaç duyarsanız 4 saatlik alan için ayda 3 euro veya yıllık 29 euro ödemeniz gerekiyor. Sınırsız alan için ise aylık 9 euro veya yıllık 99 euro ödemeniz lazım.

Gelir modeline gelene kadar gayet güzel olan yapısı var. Yıllarca burada bulunduracağınız içeriğin amatörler için ciddi bir maliyet oluşturması söz konusu. Ancak benzerlerine göre oldukça kaliteli ve üstün özellikler sunan bir sistemin reklam desteksiz böyle bir hizmeti sürdürmesi başka türlü pek mümkün görünmüyor.

Yakında, İnternet devlerinden biri tarafından astronomik bir bedelle satın alınırsa hiç şaşırmam. Böyle bir durumda belki gelir modeli değişebilir.

Sırf başka hiç bir yerde bulamayacağınız müzik parçaları veya ses kayıtlarını dinlemek için bile kullanabileceğiniz, güzel de bir arama makinesi bulunan, bu bulut sosyal medya hizmetini tavsiye ederim. En azından bir deneyin.

Müzikle dolu, güzel günler dilerim.

Bulut Veri Depolama Teknolojisi Cebinizi Koruyor

 

Teknoloji gelişip, günden güne daha kolay ulaşılabilir oldukça, hayatımız giderek kolaylaşıyor. Bulut depolama çözümleri sayesinde verilerimizi güvenli bir şekilde saklamak geçmişte bir hayalken, artık giderek alıştığımız bir gerçek haline dönüşüyor. Üstelik, veri depolamak için katlandığımız maliyet de giderek azalıyor.
Merhaba,

Hiç bir şey durup dururken icat edilmiyor. Yenilikler, genellikle adım adım eskilerini yapmak için gereken bilginin üzerine eklenerek ortaya çıkartılıyor. Tıpkı tuğlalardan bir duvar örmek gibi. Tuğlalar birer birer üst üste konulup, aralarına onları bir arada tutan harç eklenip, duvar oluşturuluyor.

Bilgi birikimi de bu şekilde büyüyor. Binlerce yıldır ürettiğimiz bilgi, birbirinin üzerine eklenerek hayatımızı kolaylaştırıyor. Bilişim teknolojisi de bu yaklaşım için bir istisna değil.
Görsel http://itlaw.wikia.com/wiki/Punched_card adresinden alınmıştır.

Depolama, bilişim teknolojisinde önemli bir konudur. Bilgiyi işlemek için hafızaya ihtiyacınız vardır. Ancak o anda işinize yaramayan ama daha sonra lazım olacak bilgileri saklamak için de bir veri deponuz olması gerekir. Kısmen bizlerin kısa dönemli ve uzun dönemli hafıza yapımıza benzer bu durum.

Veri depolamak için çok çeşitli yöntemler yıllar boyunca denendi ve gelişti. İlk depolama ortamlarından biri punch card (delikli kart) denilen bir kartondu. Veri depolamak için kartonun üzerine belli delikler bir makine aracılıyla açılır, daha sonra bu delikler okutulduğunda veri yeniden kullanılabilirdi. Her bir kart 960 bit bilgi depolayabiliyordu. Dolayısıyla bir çalışmanızı bu kartlara deldiğinizde en basit program bile bir tomar kart kaplıyordu. Şaka olsun diye arkadaşınızın elinizdeki kartlara vurup yere düşürmesi, günlerce çalışıp yazdığınız bir programın ve hesaplamaların sonsuza kadar kaybolması anlamına gelebiliyordu. Çünkü kartları aynı sıraya sokamadınız mı, bir daha o verilere ulaşmanız mümkün değildi.


Delikli kartla çoğumuz ilk defa pazar filelerini taşırken el kesmesin diye kullandığımız taşıma askılarının tutacak yerine sarılmış sarı kartonu açtığımızda karşılaştık. Bu da sanırım teknolojik atıkların yeniden kullanımına ilginç bir örnek olarak anılarımızda kaldı.


Delikli Kart aslında bilgisayarlardan önce dokuma tezgahlarında kullanıldı. Aynı deseni yeniden gerçekleştirmek ve hatasız dokumalar oluşturmak ancak her deseni hatırlayacak delikli karton şeritler ile mümkün olmuştu. Son derece karmaşık mekanik bilgisayarlar 18. yüzyılın başlarından 20. yüzyılın sonlarına kadar (1725-1975) desenleri delikli karton şeritler üzerinde kayıtlı tuttu. 1970-80'li yıllarda teleks mesajlarımızı da benzer delikli şeritlerde sakladık. Manyetik ortamlar görevi devralıncaya kadar böyle sürdü gitti.

Manyetik ortamlar bir yandan küçülüp, diğer yandan kapasitelerini artırdılar. Günümüze kadar bu durum sürdü. Manyetik şerit bantlar, compact kaset teypler, Floppy diskler, sabit diskler verileri depolayan medya oldu. Halen de bu durum kısmen devam ediyor. Arada ortaya çıkan optik depolama çözümleri de hem müzik ve film dünyasını hem de bilgisayar teknolojisini yeniden şekillendirdi. Günümüzde silikon esaslı devreler depo alanı olarak yükselen yeni değer gibi görünüyor. Hepimizin cebindeki akıllı telefonların depo hafızaları, usb hafızalar, ssd denilen bilgisayar depolama aygıtları bu yeni ortama örnek verilebilir.

Akıllı taşınabilir cihazların çoğalması ve İnternet erişim hızlarının artıp, bağlantı maliyetlerinin azalması yeni bir yaklaşımı kuvvetlendirdi. Verilerimizi kendi fiziksel ortamlarımıza depolamak yerine bulut bilişim çözümlerine yönelmek. Kendine göre bazı olumsuz yanları var bu sistemlerin. Örneğin verilerinizin başkalarının eline geçmesi halinde oluşabilecek istenmeyen durumlar gibi. Verilerinizi elinizin altında değil de yeri kim bilir nerede olan bir veri merkezinde depolanması gibi. Ancak işlevsellik kimi zaman böyle olumsuzlukların önüne geçebiliyor.

Öncelikle, akıllı cihazların artması ile tarihin hiç bir döneminde olmadığı kadar çok fotoğraf ve film birikimi ortaya çıkmaya başladı. Bunların bulut bilişim depolarında depolanması nispeten hassas verilerle göre daha kabul edilebilir bir durum. Üstelik paylaşılmaları durumunda gelen ziyaretçiler nedeniyle bir sosyal medya unsuru olarak da karşımıza çıkıyorlar. İçeriğin takip edilmesi ve izlenmesi ise reklam verenler için de güzel bir ortam olması anlamına geliyor. İşte bu nedenle İnternet devleri resim ve film içeriği oluşturan ve yükleyen kullanıcıları çok seviyorlar. Onlar için çeşit çeşit imkanlar sunuyorlar. Örneğin Google ve Yahoo fotoğraflar için sınırsız depo alanı sunuyor. Sadece bu kadarla da kalmayıp, pek çok çevrim içi aracı da sağlıyorlar. Fotoğrafları düzenlemek, değiştirmek, kırpmak gibi pek çok temel fonksiyonun yanında gelişmiş fotoğraf işleme imkanları da mevcut. Bir yandan kullanıcılara neredeyse sınırsız depolama alanı sağlanırken yaratılan trafikten de reklam gösterimleri sayesinde gelir elde ediliyor. Böylece çalışanların ücretleri, donanım masrafları, veri merkezlerinin yeri için yapılan masraflar ve kar beklentisi karşılanıyor. Bu şirketler küresel ekonominin en büyük reklam şirketleri haline geldilerse, bu işin yapılan yatırımın karşılığını verdiğini söylemek mümkün sanırım.

İnternet erişim hızları ve mobil akıllı cihazlarımızın erişim maliyetleri düştükçe giderek daha fazla verilerimizi bulut veri depolarında tutacağız. Bu nedenle yüksek veri depolama ihtiyacı olmayan akıllı cihazlarımız da daha düşük maliyetlerle üretilebilecekler. Durum bir tür kazan - kazan (win - win) yaklaşımı olarak değerlendirilebilir.

Veri güvenliğine yönelik çözümler de geliştikçe, bulut depolamanın daha çok tercih edilebilir, depolama medyalarının bu işi profesyonelce yapanların veri tarlalarında olmasından dolayı depolama kapasitelerinin harcanmayıp, optimum kullanılabileceği, dolayısıyla daha çevreci olacağı düşünülebilir. Tabi yine de hassas veriler için elimizde bir miktar depolama medyası bulundurmak akıllıca olabilir.

İyi günler dilerim.

27 Ağustos 2013 Salı

Geldiler...


10 sene önce, sadece 116 ışık yılı öteden ulaştığı belirlenen akıllı varlık belirtisi tüm gezegende merak ve heyecan dalgasının yayılmasına neden olmuştu.

Yıllardan beri yakınlarda ya da, uzaklarda akıllı bir canlı izine rastlamak için yapılan araştırmalar ilk defa dişe dokunur bir sonuç vermişti.

Yıllar geçtikçe aynı kaynaktan alınan sinyaller sayıca arttı ve kompleksleşti. Başlarda ne oldukları konusunda yapılan tartışmalar zamanla bilim çevrelerinin, sinyallerin anlaşılabilir dizilimlerden oluştuğunu çözmeleriyle sona erip, gelen sinyallerin ne olduğu üzerine yoğunlaşıldı. 10 yıl bir çırpıda geçti. Artık gelen sinyallerin akıllı canlıların haberleşmeleri olduğu konusunda kimsenin kuşkusu kalmamıştı.

Zaman içerisinde gelen sinyallerin 26 harf ve 10 sayıdan oluşan veri çorbası olduğunu çözen veri işleyici makineler yıllardır gelen sinyallerin şifresini çözmeyi başaramamıştı. Ancak rakamların işin içerisine girmiş olması matematik bilgisine sahip bu akıllı canlıları daha da ilginç bir hale getiriyordu.

Uzayda bilinmez bir noktaya yolculuk etmek için tüm nedenler yerlerine oturmuştu. Gölge birlikteliği gereken kaynakları ayırdı ve zaman-uzay katlayıcı köpük için gereken enerji hesapları yapıldı. Önce güneşin etrafında bir hızlanma ve arkasından sapan etkisiyle erişilecek değme noktası kaynak verilerin ulaştığı 126 ışık yılı uzaktaki akıllı canlıların bulunduğu yere erişim için yeterli olacaktı.

33 gölge bilim uzmanından oluşan ekip, hazırlıklar tamamlandığı anda yolculuklarına başladılar. Hedefleri Dünyamızdı.

Hızlı bir güneş turundan sonra fırlatıldıkları noktadan kolayca güneş sistemimizin yakın bir bölgesine düştüler. Dünyaya ulaşmaları ise bir kaç saatlerini aldı.

Değişik bir gezegen ile karşılaştılar. Sinyaller çıldırmış gibi artmıştı. Gezegenler arası 126 ışık yılı mesafe vardı. Dünyadaki akıllı canlıların bu kadar kısa bir süre içerisinde gösterdikleri gelişme olağanüstüydü.

Dünya yüzeyine ulaştıklarında bir kaç ay kadar akıllı canlıları aradılar.

Tüm çabalarına rağmen hiç bir sonuca ulaşamadılar. Sinyaller hiç olmadığı kadar güçlü olduğu halde bir tek hayat formu bile olmayan ya da bulunamayan bir gezegen.

Çok geçmeden içlerinden biri bilmeceyi çözdü.

Geldikleri gezegende var olan akıllı yaşam formları gölge uzmanların bildikleri alıştıkları boyuttan farklı bilinmeyen başka bir yerdeydi. Yani akıllı canlılarla aynı anda aynı yerde olsalar da birarada olamıyorlardı. Dolayısıyla varlıklarından emin de olsalar, bu akıllı canlılarla iletişim kurmaları ya da tek taraflı ulaşan sinyallerine cevap vermelerinin mümkün olmadığını, hatta onları ve yaşadıkları yeri, onlar gibi göremediklerini ve algılayamadıklarını kavramaları kısa sürdü. Farkındalık için gelinen 126 ışık yılı kadar yol ve beklenmedik bir karşılaşma.

Geldiler. Dünyadaki akıllı canlılar onları hiç fark etmedi.

26 Ağustos 2013 Pazartesi

Yutardağ


Yanardağın öfkesi dinmiyordu.

Yer sarsıntıları, yığma binaları yerinden oynatıyor, kimi zaman ise şiddetli bir deprem ayakta zor duran bu ilkel yapıları tamamen yıkıveriyordu. Öylece bırakıyorlardı o yapıları altında kalanların mezarı oluyordu eski evleri.

Tanrılara adanmış tapınaklar bile zaman zaman şiddetli sarsıntılarda kısmen hasar görüyordu.

Kutsal adam durmadan dua ediyor ama bir türlü neden kızdığı belli olmayan yanardağın hiddeti sona ermiyordu.

Tapınakta tanrılara adanan en güzel yiyecekler eski zamanlardan bu yana onları korumuştu. Ancak artık hiç bir adak üzerlerine günlerdir yağan külleri durdurmuyordu. Toplu yakarışlar artık ayinlerin vazgeçilmezi haline gelmişti.

Kutsal adam kendisine malum olanı inananları ile paylaştı.

Adakları kraterin ağzına götürüp sunmak sorunlarını çözüp dağı sakinleştirecekti. Ama olmadı. Aksine daha bir hiddetlenen dağ günlerini de geceye çeviriyordu.

Kimsenin aklına oradan kaçıp gitmek gelmedi. Umutları olan kutsal adamın ne diyeceğini beklediler sadece. O ise kafasında duyduğu seslerin yorumunu yapmaya çalışıyordu sadece. "O'na ancak istediğini verdiğinde sizi bağışlayacak!". İyi ama ne istiyordu bu tanrılar?

Erzak, öteberi ile hiddeti sonlandırmak mümkün olmadı. Ona en güçlü besi hayvanını sunup kurtulmak makul bir seçenek gibi geliyordu. Denediler...

Bir kaç gün sonra ne sarsıntılardan ne de püsküren dumandan eser kalmadı. Sadece ince bir duman tütmeye devam ediyordu en tepedeki. Bu zaten alışık oldukları bir durumdu.

Böylece tanrıların nasıl memnun edileceğini kavradılar.

İzleyen yıllarda, belki de peşin adaklar ile olası tehlikelere karşı kendilerini güvende hissedeceklerdi.

Deneyimleyerek bu ritüelin tıkır tıkır işleyeceğine inandılar. Zamanla adaklar değişti. Kimi zaman başka bir değerli hayvanı sundular tanrıların dünyadaki gücünü temsil eden yüce dağa. Kimi zaman daha çok işe yarayan yeni yetme bir kız ya da oğlan çocuğunu. Birimizin kutsal bir amaçla yok olması, diğerlerinin yaşaması anlamına geliyorsa, bunun kabul edilebilirliği daha fazlaydı.

O bölgeyi terk edip, güvenli bir yere yerleşmeyi akıl etmek on binlerce yıllarına ve yok olup giden binlerce insanlarına mâl oldu. Bir kaç yüz yıl sonra ise geçmişlerini hatırlamıyorlardı bile. Ama her sene evlerini, hayvanlarını, dostlarını önüne katıp götüren sel felaketinin kim bilir hangi tanrının gazabı olduğunu düşünen bir kutsal adamları hep onlar adına en iyisini bulup çıkaracaktı nasıl olsa.

19 Ağustos 2013 Pazartesi

Uzaya Giden Türk'e Ne Denir?


UFO uzaya Türk gönderecek malumunuz.

Bu kapsamda #UZAYAGİDENTURKENEDENİR hashtagi ile bir yarışma düzenlenmiş.

Bana sorarsanız: "güle güle, yolun açık olsun" denir ama hani Amerikan olana Astronot, Rus'a Kozmonot falan deniyor ya, "bizimki ne olur?" diye bir yarışma. Katılım için sınırlama yok hadi siz de bulup Twitter'da yollayın bir şeyler.

Aşağıda basın bülteni var.

--------- ---------



BİR TWEET AT, 10 BİN TL’Yİ KAP!

#UZAYAGİDENTURKENEDENİR

1 Nisan 2013 günü “UFO Beni Uzaya Götür” kampanyası kapsamında belirlenen uzaya gidecek ilk Türk’ün şimdi de ünvanı belirleniyor. Sosyal medyada büyük bir yarışma başlatan UFO, #uzayagidenturkenedenir hashtag’i ile twitter’dan isim önerileri toplayacak.

Twitter’dan paylaşılacak isim önerileri, Fatih Portakal, Cengiz Semercioğlu, Geveze ve Bonbon Funda ve Cenk Babaeren gibi ünlü jüri üyeleri tarafından değerlendirmeye alınacak. Jüri tarafından birinci seçilen önerinin sahibi, firma tarafından 10 bin TL. ile ödüllendirilecek.

İngilizce’de astronot, Rusça’da kozmonot, Çince’de taykonot olarak adlandırılan “uzay insanı”nın ünvanı, #uzayagidenturkenedenir hashtag’i ile başlatılan yarışma ile belirlenecek. Yarışma sonucunda, tanınmış televizyoncu, gazeteci ve radyocular arasında yer alan Fatih Portakal, Cengiz Semercioğlu, Geveze, Bonbon Funda ve Cenk Babaeren gibi isimlerden oluşan jüri üyeleri, en iyi öneriyi seçecek ve artık bizim de uzay insanına seslenecek bir kelimemiz olacak.

15 Eylül 2013 tarihinde sonuçlanan yarışmanın talihlisi, 25 Eylül 2013 günü https://www.facebook.com/ufokurumsal?fref=ts ve https://twitter.com/ufokurumsal sayfalarında açıklanacak.

Sınırsız isim öner, kazanma şansını artır…

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olup 18 yaşından büyük herkesin katılabileceği yarışmada Türkçe olan, dini ve siyasi amaçlara hizmet etmeyen, sakıncalı ve zararlı nesne, oluşum gibi kavramları çağrıştırmayan ve genel ahlak kurallarına uygun olan öneriler jüri tarafından değerlendirmeye alınacak. Herkesin istediği kadar isim önerisi paylaşabileceği yarışmada, her isim yeni bir şans demek olacak. Kriterlere uygun olan tüm önerilerin değerlendirileceği yarışmada jürinin seçtiği ismin birden fazla kişi tarafından önerilmiş olması durumunda, seçilen ismi ilk tweet atan kişi ödül olmaya hak kazanacak.

13 Ağustos 2013 Salı

Blogger Dinamik Görünümlerdeki Yüklenme Hatasının Çözümü

Blogger Dinamik Görünümler temasını kullanan DGünü diye bir blogum var. Bir kaç aydan beri blogun görünüm şekli benim ayarladığım gibi değil de, sanki sayfa yüklenirken yarım kalmış da, renkler ve arka plan gelmemiş gibi görünüyordu.

Uzun zaman aradım ama çaresini bulamadım. Sonunda geçen gün 2globalnomads.info sitesinde rastladım, çaresini bulmuşlar. Ben de hemen denedim ve işe yaradı. "Sizin de başınızda bu dert var ise" diye yazdım.


Düzeltmek için: Blogger > Şablon > Html'yi Düzenle kısmına girmeniz gerekiyor. Kodun en alt kısmına yakın bir yerde:

    <script language='javascript' type='text/javascript'>
      setTimeout(function() {
        blogger.ui().configure().view();
      }, 0);
    </script>
  </body>
</html>

Kırmızı 0 değerini 1000 olarak değiştirin. Sanırım yüklenirken bekleme süresini böylece uzatıp sayfanın doğru olarak yüklenmesini sağlamış oluyorsunuz. Kodlar ile ilgili gösterimler 2globalnomads.info sitesinden alıntıdır.

    <script language='javascript' type='text/javascript'>
      setTimeout(function() {
        blogger.ui().configure().view();
      }, 1000);
    </script>
  </body>
</html>

Yaptığınız değişiklikleri kayıt edip çıkın hepsi bu kadar.

[ctrl]-R veya [shift]-[ctrl]-R kullanarak sayfayı yenilerseniz en son görünümü gelir.
Google bu kadar basit bir şeyi neden aylardır düzeltmiyor, anlamak zor. Bu aralar işleri yoğun sanırım.

2 Ağustos 2013 Cuma

Sosyal Medya İçinde Olmak ya da Olmamak


Sosyal medya etkisi ve ekonomisi artık birlikte yaşamaya alıştığımız kavramlar. Peki herkes buradaysa ve siz dışarıdaysanız ne olacak?
Merhaba,

Artık Sosyal Medya kavramını pek duymayan kalmadı. Sözlükler, Vikipedia, Facebook, Twitter ve yeni Google+ gibi sosyal medya servisleri en bilinenler. Bunlar kadar yaygın olmasa da irili ufaklı pek çok sosyal ağ sitesi de mevcut.

Günümüzde Sosyal Medya, e-posta, kişisel sayfalar, forumlar gibi pek çok primitif İnternet servisinin yerini aldı. Buna iyi örneklerden biri de dizin hizmetleri. Dizin (directory) hizmetleri zamanında kullanıcıların ilgilendikleri içeriklere ulaşabilmeleri için kolaylık sağlamak amacıyla kurulmuşlardı. Şimdi bunun için o kadar çok ve çeşitli alternatif var ki, artık ilgi çekmediği için Google kendisininkini kapattı bile. Zaten arama o kadar hızlanıp rafine sonuçlar verir oldu ki, ağaç köklerini andıran dizin hizmetlerini kullanmak ciddi bir zaman kaybı anlamına geliyor. Oysa bir zamanlar arama bu kadar iyi sonuçlar veremezken, mecburiyet nedeniyle bir konuda araştırma yaptığınızda bilginin labirentleri içerisinde körlemesine aradığınız verilere ulaşmaya çalışırdınız. Şimdi ise aradığınız bilgiye ulaşmanız için sadece ne arayacağınızı bilmeniz yetiyor. Sanırım aynı nedenle Google geçtiğimiz günlerde RSS okuma hizmeti Reader'ı da kapattı.

Güncel içerik anlık olarak değişiyor. Her ne kadar arama motorları bu hıza ayak uydurmaya çalışıyorlarsa da kimi zaman sosyal medya bu konuda daha hızlı. Çevrenizdeki kişilerin anlık paylaşımları sayesinde kimi zaman gündemi takip edebiliyorsunuz, kimi zamansa başka bir yerde hiç bir şekilde görmeyeceğiniz içeriklere ulaşabiliyorsunuz.

Kullanıcılar açısından bakarsak, Sosyal Medyanın da itmesi ile ilgilendiğiniz konulardaki içerik, genelde sizi buluyor. Güncel konular ilginizi çekiyorsa, kimi zaman radyo, televizyon, gazeteler gibi diğer kanallardan önce içerik kapınızı çalıyor. Facebook'dan çıkmadan, ilgilendiğiniz her konudaki gelişmeleri, makaleleri okumak, güncel görüntüleri izlemek mümkün. Zaten Facebook da kullanıcılar hiç bir yere gitmeden içeride kalsın diye çabalayıp duruyor. Böylece kendi bünyesinde yaratmaya çalıştığı ekonomik yapı daha çok gelir elde edebiliyor. Eğer kullanıcı da, almak istediği her ne ise ona ulaşabiliyorsa sorun yok tabi ama bu konuda kişiden kişiye çok değişken bir sonuç ortaya çıktığını söylemek de mümkün. Kimi, açılış sayfası olarak Gooogle ve buraya yazarak girdiği Facebook dışına çıkmazken, kimi de olabildiğince geniş alandan faydalanmak için İnternet'te surf yapıyor. Zaten var olan içeriği yeniden değerlendirip sosyal medya sitelerine getiren bu araştırmacı kesim. Sonra olanları biliyorsunuz Facebook kullanıcıları da bu içerikleri yeniden paylaşarak yayılmasına neden oluyorlar.

Sosyal Medya, satış üzerine etkisi nedeniyle firmaların da ister istemez ilgisini çekiyor. Bu nedenle de irili, ufaklı pek çok firma Sosyal Medyada var olmaya çalışıyor. Konu ile ilgili bir departman ayıran ya da bir uzman istihdam eden veya profesyonel bir firmadan destek alan büyük markalar genellikle doğru yolda ilerliyorlar. Bir de bu konuya fazla önem vermeyen ama "biz de burada olalım" düşüncesi ile işe girişip pek aradıklarını bulamayanlar da var. Tanıtım ve müşteri ilişkileri yönetimi boyutları dışında, kıran kırana pazarlama maksadıyla işe soyunanlar ise ortamları, e-posta dönemindeki spam posta yollayanlar gibi kaplamaya başladılar. Ancak, Sosyal Medyanın yapısı nedeniyle böylelerinin bu konuda başarılı olmaları pek mümkün değil. Buna iyi bir örnek, pıtrak gibi üreyen fırsat siteleri. Gözüne sokulan ilgisiz içeriğe karşı, sosyal medya kullanıcılarının tepkisi genellikle kayıtsız kalmak oluyor. Oysa pazarlama ve satış açısından sosyal medya diğer ortamlardan çok da farklı değil. Etkili kampanyalar burada da başarılı oluyor. Yeter ki projeyi iyi yürütmeyi bilecek bir ekip işin başında olsun.

Sosyal Medya, firmaların "biz de burada olalım" diye amatörce yönetebilecekleri bir mecra olmaktan çıkalı çok oluyor. Ciddi bir yaklaşım olmaması halinde istenen güçlendirici etkiyi sağlamak bir yana, tüketici gözünde itibar kaybetmek son derece kolay olabilir. Memnuniyetsiz bir iki müşterinin Sosyal Medya'da firmanıza verebileceği zarar, olası viral etkisi yüzünden beklenmeyen boyutlara ulaşabilir. O nedenle işi amatörce web tasarımı da yapan bilgisayar teknisyenine bırakıp, Sosyal Medya'nın nimetlerinden yararlanmak mümkün olmayabilir. Konuyu ciddi olarak ele almalı ve eğer sosyal medyada varlık gösterecekseniz, bunu ciddi bir iş girişimi olarak görmelisiniz. Sosyal Medyada firma stratejisini belirlemekte büyük fayda var. Daha çok satış yapmak için bir enstrüman olarak, Sosyal Medya'yı kullanmayı düşünüyor olabilirsiniz. Konu ile ilgili profesyonel yardım almaktan kaçınmayın. Firma büyüklüğünüze bağlı olarak pekala makul bir çözüm bulunabilir.

Diğer mecralar gibi sosyal medya da iyi kullanıldığında beklenen olumlu sonuçların alınabileceği, yeterli emek ve önem verilmeden kullanılmaya çalışıldığında ise olumsuz sonuçlar alınabilecek bir alan.

İyi günler dilerim.

31 Temmuz 2013 Çarşamba

Büyük Veri (Big Data)


Yeni medya üzerinde de etkisi olan Büyük veri yani Big Data konusunda yapılabilecek çok iş ve fırsat bulunuyor. Peki bunu doğru olarak değerlendirebiliyor muyuz?

Merhaba,

Sms, elektronik posta ve sosyal medya siteleri satış ve pazarlama için son derece etkili kullanılabilir. Peki öyle mi kullanılıyorlar? Bizi ilgilendirmeyen, rahatsız eden, dahası markadan ve kampanyadan soğutan çabalar neden başarılı bir pazarlama stratejisi haline gelmek yerine çekilmez bir hal alır?

El ilanlarını düşünün. Yolda yürürken elinize tutuşturulan güzellik salonunda cilt bakımı ve indirim ile ilgili olan mesela. İyi de ben erkeğim ve kadınlar için hedeflenmiş bir pazarlama yönteminin benim elimde ne işi var? Hemen analiz edelim bu durumu: Belli ki işyeri sahibi işlerini biraz daha geliştirebilmek adına "ne yapayım?" diye düşünürken. Bir el ilanı bastırıp, burada kısaca hizmetlerini tanıtmayı ve belki de bir indirim kampanyasıyla yeni müşteriler çekmeyi hedeflemiş. Bunu yaparken, neredeyse son adıma kadar doğru giden yöntem, benim elime tutuşturulduğu anda boşa gitmiş oluyor. Bir iki düşünceli kişi, ilanları bir sonraki çöp kutusuna kadar ellerinden bırakmazken yerler bu ilanlarla dolup taşıyor. Broşürleri dağıtan eleman, basit bir gözlem ile hedefini doğru seçebilirdi. Sadece kadınlara broşür vermek yerine, erkeklere de broşür uzatmak düşük de olsa broşürün hedefine ulaşabileceğini yani alanın, ilgi duyabilecek birine verebileceği düşüncesini barındırır. Böylece dökme yöntemle yapılan broşür dağıtımı sonucunda geri dönüş buna değmişse yönteme devam edilir.

Elektronik postalar ve sms mesajları da benzer hedefleme dürtüsü ile gönderilir genellikle. Geri dönüş ile ilgili bilgi genellikle göz ardı edilir. Zaten belki de, bu mailleri ve smsleri yollayanların bu tür bir veriyi değerlendirecek ya da saklayacak imkanları yoktur. Zaten maliyet olarak önemli olmadığından, sadece mesajı yollayıp, geri dönüş için beklerler. Oysa basit verileri değerlendirmek, hedeflenen kitleye ulaşmak konusunda başarı şansını artırabilir. Örneğin elimizde, sadece isim ve telefon numarasından oluşan bir veri varsa bu isimlerden erkek ve kadın olarak kesine yakın olanları ayırıp, ona göre gönderim yapmak makuldür. Elde cinsiyet, yaş  gibi veriler de varsa daha da başarılı bir hedefleme yapmak mümkündür.

Oysa elinde bir şekilde büyük veri bulunduranların, bunu değerlendirmeleri halinde kazançlı çıkabilecekleri düşünülebilir.

Büyük Veri (Big Data) eğer sahip olan tarafından anlamlı şekilde analiz edilip, doğru sorulara doğru cevapları verecek hale gelirse çok işe yarayabilir. Büyük veri insanların davranışları, edimlerinden alınan küçük veri parçalarının birleşiminden oluşan dev bir sanal bulut gibi düşünülebilir.

Büyük verideki bilgilerden yapılan analizlerden yola çıkarak oluşturulacak bir senaryo üzerinden başarılı olabilecek bir pazarlama, satış kampanyası yapmak için konunun uzmanlarının belirleyecekleri hedefler başarının kapılarını açabilir.

Büyük veriye kimler sahiptir? Şöyle bir sıralayalım.

Google,
Diğer Arama Motorları,
Sosyal medya siteleri,
Telefon operatörleri,
İnternet servis sağlayıcılar,
Bankalar,
Devlet,

Liste uzatılabilir. Burada veriye sahip olmak başka bir durum, onu kullanabilmek için ne olduğunu anlamak ve değerlendirebilmek çok başka bir durumdur.

Örneğin telefon operatörünüz neredeyse hakkınızda pek çok veriyi anlamlandıracak kadar çok bilgiye sahiptir. Evinizi, işyerinizi, sık gittiğiniz yerleri, tatilinizi nerede geçirdiğinizi, boş vakitlerinizde ne yaptığınızı, kimlerle bir araya geldiğinizi, nereden alışveriş yaptığınızı, hangi eğlence türlerini tercih ettiğinizi ve bunun gibi uzatılabilecek pek çok bilginize sahiptirler.

Kredi kartını kullandığınız banka da sizin harcama alışkanlıklarınız hakkında sıralansa oldukça eğlenceli bir liste çıkarabilecek kadar çok bilgiye sahiptir.

Yine de işinize yaramayacak kampanya ve önerilerle size ulaşıyorlarsa bu tamamen ellerindeki büyük veriyi değerlendirememelerinden kaynaklanmaktadır.

Geçtiğimiz günlerde hedefi beni bir üst pakete taşımak olan İnternet servis sağlayıcım aradı. Satış personeli kotalarımı aştığımı bu nedenle hızımın düştüğünü, istersem halen kullandığım pakete ödemekte olduğum x fiyatı ile iki katı fazla kota kullanabileceğimi, geçmek isteyip istemediğimi sordu. Öncelikle söylediği x rakamından daha düşük bir bedel ödüyor ayrıca, kotalarımı aşmadığımı hatta yarısına bile zor yaklaştığımı yeni kontrol ettiğimden bildiğim için kendisine hayır dedim. "Neden istemiyorsunuz?" dedi. Çünkü verdiğiniz bilgiler doğru değil dedim. Ellerinde büyük veri olmasına rağmen, bunu bu kadar yetersiz kullanan hatta "kullanıcı nasılsa kendi kullanım detaylarından habersizdir" gibi genel varsayımlarla hareket eden pazarlama ve satış kampanyaları eğer başarılı oluyorsa, bir de kullanıcının eğilimlerini bilen ve buna göre tekliflerle karşısına çıkan firmalar nasıl bir başarı elde etme fırsatını yakalarlar siz düşünün.

Google, bu büyük veriyi olabildiğince anlamlı olarak kullanabilecek bir firma namzetidir. Yıllardır tüm mesajlarımızı okur, tüm arama eğilimlerimiz bilir, girdiğimiz sayfaları aklında tutar. Bunun karşılığında tüm yaptığı ilgi alanınıza yakın olan reklamları size göstermektir. Ama mesela bir süredir aramakta olduğunuz telefon modeli ile ilgili en uygun teklifi size sunacak bir teknolojisi hala yoktur her nedense?

Facebook da aynı şekilde kullanıcıları hakkında son derece fazla bilgiye sahiptir. Ölçek olarak da bizim 13 milyon abonesi olan İnternet servis sağlayıcımızla karşılaştırıldığında 1 milyardan fazla kullanıcısına sadece sevgililer gününde sattığı ve gerçekte var olmayan sanal çiçekler üzerinden bile daha fazla gelir elde edebilir. Ancak onun da bu veriyi gerektiği gibi kullanarak düzgün bir pazarlama kampanyası ya da gelir modeli oluşturabildiğini söylemek mümkün değil.

O halde, veri gerçekten büyük ama bunu gerektiği gibi kullanıp, fırsata çevirebilecek cevherler pek yetişmiyor.

Elinize güzellik salonu ilanını tutuşturan elemandan bir adım öteye gitmiş bir yaklaşım da olsa, sadece bu kadar ilerleme için oldukça yüksek bir veri maliyeti öyle değil mi?

İyi günler dilerim.

Big Data ilginizi çektiyse konusunda benden çok daha bilgili Uğur Özmen'in yazılarını da okumanızı öneririm.

Felsefe Taşı


Simyacılar uzun yıllar altın yapmak için uğraşıp durmuşlardır. Uzun lafın kısası yıllarca boşa uğraşıp durmuşlar. Bilim adamları günümüzde altın elementinin oluşması için gereken enerjinin iki süper novanın çarpışması ile ortaya çıkabileceğini söylüyorlar.

Ya Barış Ya HİÇ!

Sınır komşularımız kolayca bizi hatta tüm dünyayı içine çekebilecek tehlikeli bir savaşı başlattı. İnsan "ya nasıl bir zamana denk geld...