11 Mart 2008 Salı

Kendini Bil


Yazıya, bir klişe ile başlayacağım. Yukarıda canlandırmasını gördüğünüz, Delfi tapınağının girişinde "kendini bil" (gnothi seauton) yazar. Aslında felsefi olarak dipsiz bir kuyunun girişini gösteren bir sözdür. Ancak kendini tanıma serüvenine en baştan başlamak gereklidir.

Socrates tarafından Yunan uygarlığına kazandırılan bu söz aslında büyük ihtimalle Mısır'dan edinilen bilgilerin bir parçasıdır. Ancak daha önceki bir uygarlığa ait birikim olduğu konusunda spekülasyon yapmadan da duramayacağım.

Şimdi durup dururken kendimden bir örnek vereyim (buna bayılıyorum).

Geçtiğimiz ayın başından bu yana sol ayağımın yan tarafında bir ağrı var. Hissettikçe endişelendiren, "acaba gene topuk dikenim mi nüksedecek" diye düşündürecek kadar sıkıntı veriyor! İyi de, bu seferki topukta değil, sol ayağın solunda serçe parmağın aşağılarında bir yerde.

Doktora göstermeden önce kendi kendime, bir kere daha yaptıklarımı sorguladım. Ayakkabım mı hatalıydı yoksa? Uzatmayayım; özellikle evde bilgisayar başında birşeyler yaparken sol ayağımı içe büküp, üzerine de sağ ayağımla yüklendiğimi farkettim. Sen farketmeden ayağını ez dur, sonra da "neden ağrıyor bu" diye hayıflan!

Şimdi felsefesini yapmaya çalışalım biraz. Kendini bilmek, aslında aydınlanmanın başlangıcı. Belki de bir üst bilinç haline geçmenin ilk kapısı. Tasavvuf da bu konuyu atlamamıştır. Öğretilerinin en önemli unsurlarından biri "kendini bilmek"tir.

Yunus Emre, asırlar öncesinden belki de bu güne sesleniyor! Sesini duymamız gerekiyor. Nedenine gelince, Türk insanı Müslümanlık ile buluşmanın ve aydınlanmanın yolunu aslında çok eskiden açmıştır. Laik ve aynı zamanda yaygın inancı müslüman olmak Anadolu'da anlaşılabilir bir durumdur. Bunu anlayamayanlar, Anadolunun yaşadığı aydınlanma sürecini yaşamamış olan toplumlardır. Lütfen, uzun da olsa, daha önce okumuş olsanız da, aşağıdaki dizeleri bir kez daha sindire sindire okuyun...

İlim Bilmektir - Yunus Emre

İlim ilim bilmektir
İlim kendin bilmektir
Sen kendini bilmezsen
Ya nice okumaktır

Okumaktan mana ne
Kişi Hakk'ı bilmektir
Çün okudun bilmezsin
Ha bir kuru ekmektir

Okudum bildim deme
Çok taat kıldım deme
Eri hak bilmez isen
Abes yere yelmektir

Dört kitabın manasın
Bellidir bir elifde
Sen elifi bilmezsin
Bu nice okumaktır

Yigirmi dokuz hece
Okusan ucdan uca
Sen elif dersin hoca
Manası ne demektir

Yunus Emre der hoca
Gerekse var bin hacca
Hepisinden eyice
Bir gönüle girmektir

Türkiye Cumhuriyeti laik olması son derece doğaldır. Bu aslında cumhuriyetten çok daha önce başlamış bir aydınlanma sürecinin sonucunda olmuştur. Atatürk, aydın ve kamil bir insan olarak bu sürecin adını koymuştur. Ancak bu yaptığı öyle basit bir devrim değildir. Burada hedef alınan Kurtuluş Savaşında hadleri bildirilen düşmanlardır. Gerek batı, gerek doğudaki emperyalist unsurlardır.

Bu unsurların uzantıları halen çabalarını sürdürmektedir.

Ağrıyan ayağımın farkında olmak için harcadığım çabadan başlayıp geldiğim noktaya bakın.

Yıldızlara bakarak yürürüp, geleceği görmeye çalışırken dikkat edin, önünüzde çukur olmasın!...

Kendinizi bilin ve tanıyın,


Kaynaklar:
http://www.weblopedi.com/i/ilim_bilmektir_yunus_emre_sarki_sozu_ve_sozleri-t5170.0.html
http://www.atlantisresim.com
http://www.shunya.net

9 Mart 2008 Pazar

Küçük ve becerikli

Asus Eee PC 900 modeli Cebit 2008'de görücüye çıktı! Yukarıda solda 7 inch'lik model sağ tarafta ise 8.9 inch'lik yeni Eee 900 görünüyor. Asus Eee serisi ucuz ve kolay taşınabilir olmak iddiasıyla geçtiğimiz yıl raflarda yerini almıştı. Doğrusu biraz hayal kırıklığı da yaşanmadı değil. Bu subnotebook biraz geç ve yaklaşık iki katı fiyata piyasaya çıktı. Bakalım bu yeni model ne zaman ülkemize gelecek? Diğeri (Eee 700) 8 ay kadar bir sürede zar zor geldiğine göre bundan da daha iyisini fazla beklememek lazım. Ancak ekranının büyümesi kullanışlılığını artırabilir. Bu da doğal olarak satışlarının artması anlamına geliyor. Eee PC'ler kısa sürede kendi hayran kitlesini de doğurdu. http://forum.eeeuser.com/ sitesinde Eee Pc meraklıları makinelerin her bir yerini kurcalayıp, uçuk işler çıkartıyorlar. Zamanınız varsa muhakkak uğrayın! Bunlar arasında, depolama kapasitesini artırmak, minicik kasa içerisinde boş bırakılmış her noktaya olur olmadık ekler yapmak da var. Bir kullanıcı arabada mp3 dinlemek için içerisine fm verici bile tıkabildiğine göre insan bu küçük taşınabilir makineyi daha da çok merak ediyor doğrusu. Yeni model Eee 900, 9 inch'e yakın daha büyük ekranı yanında başka yenilikler de getiriyor. Öncelikle daha fazla depolama alanı var! 12 Gb Solid State Sabit Disk ve 1Gb bellek ile piyasaya sürülecek olan cihaz bu defa Windows XP yüklü olarak da alınabilecek. Özellikler artarken boyutta da ister istemez bir miktar büyüme olmuş. Eee 700 serisinde 900 gram olan ağırlık da 90 gram daha artmış Gelin şuna şişmanlayıp 1 kilo olmuş diyelim... Ancak asıl büyüyen parasal değeri ne yazık ki. Ülkemiz açısından 600 Dolarlık yurtdışı fiyatı alınırlığını ortadan kaldıracak bir unsur olarak düşünmek yanlış olmaz. 500 USD altına taşınabilir PC'lerin olduğunu düşünecek olursanız Eee PC ağzıyla kuş tutsa satılmaz gibi geliyor bana. En azından ben olsam bunun yerine 3-5 kilo fazla da olsa bir dizüstü alıp kullanmayı tercih ederim doğrusu. Asus 700 serisi küçük sevimli ve ucuz olduğundan çok tutulmuştu. Şimdi daha büyük, daha ağır üstelik de daha pahalı bir model sözkonusu. Benim alt dudağımı düşürmeye yetti de arttı bu durum ya neyse... Kimler İçin? Aklıma hemen bir türlü PC ile işi olmamış ama çevresindeki herkes elektronik posta kullanıp da kendisinde olmaması nedeniyle buruk kalanların sırf bu yüzden böyle bir cihaz alabilecekleri geliyor. Ancak sanırın en azından 1 yıl kadar fiyatların makul düzeye düşmesini beklemeleri gerekecek. Eksileri Bu kadar popüler olmuşken, ben olsam içine 250 Gb 2.5 inch bir sabit disk atıverirdim bu eksik. Dokunmatik bir ekran bu cihaza yakışır. İsteyen bir kalem yardımıyla kullanabilse bu işte yeni olanlar özendirilirler. Modifikasyon meraklılarına özel, kasa sökmeden donanıma erişim için özel bir bölme düşünmenin zamanı gelmedi mi? 10 inch ekran da nasıl yakışır bu cihaza. Fiyat hala uçuk ve fazla. Sürümden kazanıp tüm dünya piyasasını ele geçirmek Asus'un vizyonuna fazla geliyor sanırım. Eski serideki batarya kullanılmaya devam edilince pil süresi de ister istemez kısalıyor! Kaynaklar: http://forum.eeeuser.com/viewtopic.php?id=18369 http://www.engadget.com/photos/hot-9-inch-on-7-inch-eee-pc-action/673218/ http://www.chip.com.tr/konu/Asus-Eee-PC-900-Daha-buyuk-ekran-ve-hafiza_5839.html http://news.zdnet.co.uk/hardware/0,1000000091,39362122,00.htm?r=1 http://community.zdnet.co.uk/blog/0,1000000567,10007451o-2000331761b,00.htm

6 Mart 2008 Perşembe

Tak Fişe, Başla İşe!

70'li yılların Yeşilçam filmlerine gönderme yaparak yazıya başladım ama okumaya devam ederseniz yerinde bir başlık olduğunu göreceksiniz. Yıllardır kişisel pc denilen koca koca teneke kutular masalarımızı, ofislerimizi, evlerimizi işgal ediyor. Üstelik fazlasıyla da ses yapıyorlar. Neyse ki dizüstü bilgisayarlar alınabilir hale geldi de artık yavaş yavaş peynir tenekesi kıvamındaki bilgisayar kasalarından kurtulmaya başladık. Peki ama bunun bir adım ötesi ne olabilir? Son zamanlarda yolunuz banka, hastane gibi yerlere düştüyse belki dikkatinizi çekmiştir. En fazla şişman bir çikolata kutusu kadar yer kaplayan birşeyler pc niyetine kullanılır oldu. Bu cihazlara "thin client" deniliyor. Pek çok çeşitleri var. Pek yeni bir fikir de değil aslında. Geçmişin ana sunuculu aptal terminalleri de bunlara benziyordu. Yalnız, haklarını teslim etmek lazım, bunlar biraz daha akıllı sayılırlar. Bir de tek pc'yi aynı anda ayrı birer pc gibi birden fazla kullanıcıya paylaştırabilen türleri var bu cihazların. Öncelikle en basitlerinden başlayayım anlatmaya

Yukarıda görmekte olduğunuz Mini Station SOH-2000 fiyat ve kalite olarak aşağılarda olan bir ürün. Bir sunucuyla ethernet portu aracılıyla haberleşiyor, VGA, fare, klavye ve hoparlörlerinizi bağlayıp (mikrofon girişi yok!) sunucunuzun gücüne göre 30 adede kadar terminal sahibi olabilirsiniz. Oyun oynatmadan sadece internet erişimi verecek bir eğitim salonu için düşük maliyetli çözüm olarak düşünülebilir. Sunucunuzun üzerindeki tüm windows uygulamalarını sorunsuz çalıştırabiliyor. Tek bir PC'yi birden fazla kullanıcıya kullandırmak işin özü. Biraz daha iyi bir cihaz istiyorsanız, var elbet. Ncomputing L230 Network Terminali neredeyse tam bir pc kadar bağlantı noktasına sahip. Son derece az enerji tüketiyor ve sessiz. Fazladan mikrofon ve USB bağlantıları da var. "Bilgisayar isterim" diye sızlanıp duran ilköğretimdeki çocuğunuzun odasına, yada doktor muayenahanenizdeki yardımcınızın masasına düşük maliyetli bir çözüm olarak düşünülebilir mi ne dersiniz? Bu cihaz yanında gelen aksesuarla bir adım öne geçiyor. Hele Standart lcd monitörlerin arkalarında yer alan montaj yuvasına takılmasını sağlayan bir aksesuarı var ki ortalıktaki kablo salatasını bir anda organize ediyor. Fiyatı 333 YTL.

Bir de yukarıdaki cihaz var. HydraPAC 2000/XP Multimedia aslında biraz daha geri bir teknoloji sayılır ama kimine daha kullanışlı gelebilir. Bu cihaz ethernet değil usb üzerinden haberleşerek tek PC'yi çok kişiye kullandırabiliyor. Bu defa da herkesin kendi monitör, klavye, fare ve ses imkanı var tabi ki. 8 adede kadar kullanıcı sayısı ise doğal olarak ethernet üzerinden 30 adede kadar çıkabilen diğer modellerin gerisinde kalıyor. Multi PC network terminali yukarıdakilere göre daha gelişmiş bir cihaz olarak ortaya çıkıyor. Windows Ce işletim sistemi ile ya da Gömülü terminal yazılımı ile çalışıyor. Diğerleri gibi 30 adede kadar bir sunucuya bağlanabiliyor. Avantajı, tamamen Türkçe bir arayüze sahip olması kuşkusuz. Ayrıca CF hafıza kartı ile hafızası arttırılabiliyor. İşte bomba Şimdi sıkı durun en iyisini sona bıraktım. Yukarıda anlatılan tüm cihazlar bir ana bilgisayara muhtaç. İyi de kendi başına çalışsa fena mı olur bu cihaz? Beklentilerin biraz ötesinde bir cihaz var aslında. Yer kaplamama konusunda ise benzeri yok denilebilir. İşte Jack PC. Ya da halk arasındaki kullanımıyla Priz PC. Priz PC gerçekten yenilik getiriyor. Standart ethernet portu sökülüp yerine takılabiliyor. Enerjisini ethernet hattından alıyor (buna uygun donanım desteğinin switchte olması gerekiyor yoksa üzerindeki adaptör girişinden beslemek lazım).

İşin asıl ilginç yanı bu cihaz resmen bir PC. Üzerindeki işletim sistemi Windows Ce. Bunun olası bir iki sakıncası olabilir tabi. İstediğiniz tüm programları çalıştıramayabiliyorsunuz. Ancak bu cihaz o kadar az yer kaplıyor ki (hatta kaplamıyor).

Birkaç değişik konfigürasyonlu modeli var. Cihazı monte ettikten sonra geriye monitör, klavye ve farenizi takmak çalışmaya hazır hale gelmesi anlamına geliyor.

En üst modelinin özelliklerini yazmadan geçmeyeyim.

Özellikler: DVI-I görüntü çıkışı, ikili monitör desteği, Sağlam, çalınmaya karşı dayanıklı yapı, Duvara, mobilyaya, zeminde saklı ethernet kutulara montaj kolaylığı, Ethernet üzerinden güç desteği veren (PoE) standart cihazlara bağlanabilme. Aynı zamanda dışarıdan da beslenebilme, RISC bazlı mimari, 8 Mb video belleği İsteğe göre düzenlenebilir masaüstü arabirimi, Kullanıcı ihtiyaçlarına göre plug-in'ler ile şekillendirilebilen modüler işletim sistemi, Tak-çalıştır özelikli, Bilgi güvenliği yüksek, Virüslere ve Truva Atlarına (Troyan) karşı neredeyse %100 güvenli, Kullanıcı yönetim arabirimiyle ölçeklenebilir bir sistem yönetimi.

Windows Ce yerine Linux bazlı bir işletim sistemi alternatifinin de yakında sunulma ihtimali var.

Donanım özelliklerinin dikkat çekici özellikleri ise şunlar: 128 mb DDR hafıza, 64 MB sabit disk niyetine flash bellek (kutu içinde), 4 usb girişi, Mikrofon ve hoparlör girişleri, Ethernet (buat içinden kablo bağlantısı) Sunucu aracılıyla veri yönetimi uygulamaları desteği.

Aşağıya tanıtıcı filmini de ekledim. İngilizce bilmeseniz de izleyebilirsiniz. Cihaz ve kullanım alanları hakkında fikir veriyor.

Bu teknolojik gelişme hızı ile 10-15 yılda peynir tenekesi büyüklüğünde PC'ler buatın içine girdi ya, artık bundan sonra ne görsem şaşırmayacağım, söz.

Sağlıcakla kalın.

27 Şubat 2008 Çarşamba

25 Yıllık Korku "Thriller"

Seksenlerin ikinci yarısı üniversite yıllarımdı. Michael Jackson o senelerde hayatının çıkışını yapmıştı. Thriller (korkutucu) albümü o kadar başarılı oldu ki hala tüm zamanların en çok satan albümü (100 Milyon'dan fazla) unvanını elinde tutuyor. 40'lı yaşlarda olan pek çok genç insanın duyduğunda hemen hatırladığı Jackson şarkıları sonunda klasikler arasına girdiler. 11 Şubat 2008'de ise "Thriller 25" piyasaya sürüldü. 25 yıl sonra hem hayranları hem de günümüz gençleri için iyi bir çıkış oldu şüphesiz. Ayrıca Michael Jackson bu albüme özel Akon, Will.i.am, Kanye West ve Fergie ile de birlikte bazı şarkıları yeniden yorumladı. Aslında Michael'ın ünlülerle yaptığı düetler rastlantısal değil. Günümüz gençlerine tanıdık olan seslerin yanında yer almak akıllı bir taktikdir, aynen eski zamanlarda olduğu gibi! Bazı parçaları şimdinin gençleri bile keyifle dinlediğine göre bakalım 50. yılında bir başka versiyonu piyasaya sürülecek mi? Bu başarının Michael Jackson için bir kötü tarafı da vardı. Bir anlamda kariyerinin zirvesi olan albümdeki büyük başarıyı bir daha hiç yakalayamadı. Dengesiz kişiliği ve cinsel sapkınlıkları başına ciddi belalar açtı. Elindeki parasal güç ve iyi avukatlar sayesinde sıradan bir suçlunun çarptırılacağı cezaların büyük bölümünden paçasını kurtardı. Diana Ross'a olan hayranlığı belki de ilk bıçak altına yatışının nedeni olabilir. Kıskançlıktan mıdır bilinmez bir ara "Dirty Diana" (Pis Diana) diye bir şarkı bile yaptı. Ancak bununla kalmadı, rengini de beyazlattı (gerçi bu konuda 1981 yılında yakalandığı vitiligo hastalığı suçlanıyor), defalarca operasyon geçirdi ve şimdiki biraz da garip olan görünümünü aldı. Bu nedenle pek çok eleştiri almakla kalmadı, daha kötüsü alaya da alındı. Peki ama başlarda koca burunlu, koyu renkli, güzel yüzlü, ince sesli bu çocuk, nasıl bu kadar başarılı oldu? Michael Jackson müzisyen bir aileden geliyordu. Neredeyse tüm çocuklar gösteri dünyasının içinde büyüdüler. Sahne ile küçük yaşta tanışmaları pek de zor olmadı. Ancak, babaları çocuklarına pek de iyi davranmayan bir yapıya sahipti. Büyük ihtimalle Michael'deki dengesiz davranışların kaynağında babasının çok rolü vardır. Kariyerinin ilk zamanlarında Jackson's Five isimli aile grubunda hepsi kendinden büyük erkek kardeşleriyle oldukça kaliteli albümler yayınladılar. Grubun yıldızı ise "Küçük Michael"dı. Neyse ki bizdeki müzik piyasasının eğilimi oralarda yoktu; ona hiç bir zaman "Küçük Michael" denilmedi. Grup, Michael solo albümlere yöneldikten sonra tekrar biraraya gelemedi. Diğer kardeşler de ciddi bir başarı gösteremediler. Kız kardeşleri Janet ise kendi yolunu diğerlerinden ayrı olarak çizip düşe kalka bu günlere kadar gelebildi. Ailede müzik kariyerini devam ettirmeye çalışan Jermain, Latoya gibileriyse müzik piyasasında mum alevi kadar etkili olabildiler. Öyle de olsa bu kadar müzik işi ile içiçe olan ailenin bir iki başarılı çocuklarının olması normaldir. Ancak sanırım bu kadarını hiç biri ummamışlardı. Albüm tüm dünyayı salladı. Sadece Amerika'da değil heryerde sadık bir dinleyici kitlesi ortaya çıktı. Albümde çok beğenilen şarkılar yer alıyordu. Müthiş ritmi ve harika dansıyla "Billy Jean" hafızalarda unutulmaz bir şekilde yer etti. O yıllarda popüler olan müzik rengi ve sesinin ötesinde yeni bir ritm ve ses olması, güzel videosu ile desteklenmesi de bu parçayı kitlelere sevdirdi. Thriller ile Michael Jackson'ın başarısı bir rastlantı mıydı? Pek sayılmaz... Amerikan müzik ve film endüstrisinin en iyileri bu albümde yer aldılar. Sadece içindeki şarkılar değil adeta bir korku filmi kadar emek harcanmış olan Thriller videosu ve bu videonun yapımını anlatan belgesel tadındaki görüntüler o dönemler için ilk defa yapılan büyük prodüksiyonlardı. O kadar ki tüm dünyada bu video inanılmaz bir başarı elde etti. Korku filmlerinin müthiş sesi de aynı şarkıda kanı donduran bir rap yaptı. Aynı başarıyı elde etmek için daha sonraki albümlerinde benzeri hatta çok daha pahalı yapımlar yer alsa da hiç biri bu kadar çok insanın ilgisini çekmedi (aslında onlar da fena değillerdi ya neyse). Quincy Jones: Quincy Jones müthiş birikimini bu albüm için ortaya koyanlardandı. İnanılmaz düzeyde bir müzik dehası ve pratiği olan Jones adeta Michael'i yeniden yaratmıştır. Üzerine pek uymasa da Michael Jackson'u sert bir delikanlı olarak lanse etmeyi bile başarmadaki rolü yadsınamaz. John Landis: Thriller videosunun yönetmeni. Bu videonun fikri, "An American Werewolf" ve "An American Werewolf in London" filmlerinden çıkmaydı. Daha önce "The Blues Brothers" filmini yönetmiş olan Landis bu korku - mizah karışımındaki deneyimini Thriller videosuna başarıyla taşıdı ve videonun vasat bir müzik videosu değil bir usta işi sanat eseri olmasını sağladı. Rod Temperton: Vincent Price için 5-10 dakika içerisinde takside yazdığı rapi ile Thriller'ın söz yazarıdır. Başta starlight (yıldız ışığı) diye düşünülen parçanın son haline gelmesinde önemli katkısı olduğu yadsınamaz. Vincent Price: Yukarıda fotoğrafını gördüğünüz aktör. Siyah beyaz filmlerin unutulmaz korkunç adamıydı. Bir şekilde kendisine bu şarkının içersinde rap yapması için teklif götürüldüğünde kırmadı ve bence o nefis yorumu ile Thriller'a bambaşka bir ruh kazandırdı. Aşağıda Vincent Price sesiyle birlikte video klibi izleyebilirsiniz... Ayrıca 25 yıl özel (Delux Edition) versiyonunda Vincent Price'in ses kayıtları ve hiç yayınlanmamış olan Thriller rapinin 2. dörtlüğü de yer alıyor. Meraklıları için güzel bir sürpriz olmuş gerçekten. Vincent Price'ın ölümsüzleştirdiği rap kısmı şöyle. (Rap Performed By Vincent Price) Darkness Falls Across The Land The Midnite Hour Is Close At Hand Creatures Crawl In Search Of Blood To Terrorize Y'awl's Neighbourhood And Whosoever Shall Be Found Without The Soul For Getting Down Must Stand And Face The Hounds Of Hell And Rot Inside A Corpse's Shell The Foulest Stench Is In The Air The Funk Of Forty Thousand Years And Grizzy Ghouls From Every Tomb Are Closing In To Seal Your Doom And Though You Fight To Stay Alive Your Body Starts To Shiver For No Mere Mortal Can Resist The Evil Of The Thriller ve ardından gelen hariha kahkaha... Paul Mc Cartney: Beatles topluluğunun dev ismi o zamanlar dünya çapında fazla tanınmayan Michael Jackson ise "The Girl Is Mine" sarkısını yorumladı. Albümde biraz farklı bir ses olarak dursa da hiç kuşku yok başarıyı göğüslemede ciddi katkısı oldu. Michael ile daha sonra da çalıştı. Weird Al Yankovic: Ünlü parçaları kendince komikleştirip parodisini yapan Weird Al aslında kendi ünlenmeye çalışıyorken kesinlikle Michael Jackson'a katkıda bulundu. :) Michael'e pek de gitmeyen "Beat It"deki performansıyla ve videonun kendisiyle de sıkı bir şekilde dalga geçen videosu gülümsemeyle karşılandı. Ancak Thriller'in başarısını gölgelemedi doğal olarak. Gene de bana sorarsanız Weird Al'ın videosu Michael'inkinden kat kat güzeldi. Daha sonraki albümü olan I'm Bad ile de dalga geçmeyi ihmal etmedi. Ancak kesinlikle onun da Michael'in başarısında payı vardır. Son olarak 2004 yıllında "13 going on 30" isimli bir romantik komedide ünlü Thriller dansı bir kez daha anılarımızı canlandırdı. Ona da bir göz atmak isterseniz aşağıda yeralıyor. 25 yıl geçip de hala keyif alarak dinlediğiniz sayılı şarkı vardır. "Thriller 25" ise albüm olarak dinlenmeyi ve izlenmeyi hakediyor. Kalın sağlıcakla. Kaynaklar: http://en.wikipedia.org/wiki/Michael_Jackson http://tr.wikipedia.org/wiki/Michael_Jackson http://tr.wikipedia.org/wiki/Thriller_25_(2008) http://www.quincyjonesmusic.com/ http://en.wikipedia.org/wiki/Quincy_Jones http://en.wikipedia.org/wiki/John_Landis http://en.wikipedia.org/wiki/Vincent_Price http://www.imdb.com/title/tt0337563/ http://blogs.commercialappeal.com/beifuss/images/vp.web.jpg

24 Şubat 2008 Pazar

Nasıl bir fotoğraf makinesi almalı?

Bu soruyu kendinize soruyorsanız, yakında iyi bir kamera ya da hayal kırıklığı sahibi olacaksınız demektir. Karşınızda pek çok marka, model ve fiyat aralığı olan dev bir sektör var. Peki doğru kararı nasıl vereceksiniz? Üç ana kategoride sayısal makine var. 1- Kompakt (Amatör) 2- DSLR gibi olan (DSLR like) 3- DSLR (Digital Single Lens Reflex) Öncelikle ihtiyaçlarınızı belirleyin. Özel günlerde, çocuğunuzun büyümesini kaydetmede, yaz tatillerinde, gittiğiniz yeni yerlerde fotoğraf çekmek için amatör (kompakt) bir kamera işinizi görür. Hobi olarak çekimler yapmak için ise bütçenize göre 2 ve 3 numaralı seçeneklerden birini edinmeniz gerekecektir. Ben daha çok 1 ve 2. tür tercihler üzerinde duracağım. Fotoğrafçılıktan para kazanmak, yani profesyonel olarak fotoğrafçılık yapmak istiyorsanız 3 numaralı seçenek dışında fazla bir hareket alanınız bulunmuyor. Orta karar, yani 1 ve 2. seçenekler için karar vermede ele alınabilecek kriterleri gözden geçirelim. Hemen belirteyim, aşağıdakiler dışında kriterler de bulunuyor ve zaman içerisinde teknolojik gelişmeler bu kriterlere yenilerini ekleyebilir. Ben güncel ölçüler içerisinde, bana göre önemli olan kriterleri değerlendirdim. Hangi kriter daha önemli? Çözünürlük: Çok büyük çözünürlük rakamları iyi sonuç almak için yeterli olmayabilir. Üstelik yüksek çözünürlük yanında yer problemini de getiriyor. Sıradan amatör bir çekim ve 10x15 cm ebadında bir baskı için 2 Mp (megapiksel- yaklaşık 1600 pixel x 1200 piksel) çözünürlük yeter de artar. Yaklaşık olarak 300 KB (Kilobayt) yer tutan bu fotoğraf 5 Mp çekildiğinde 1.3 Mb kadar yer tutacaktır. Kısa sürede binlerce fotoğraf çekeceğinizi düşünürseniz, bunlar için ciddi bir arşiv mekanizmasına da sahip olmanız gerekeceği açıktır (unutmadan bedava çözüm Picasa programına bir göz atın). Örneğin fotoğrafları DVD'lerde ya da taşınabilir Hard Disklerde yedeklemeniz uygun olacaktır. Bu kadar lafa karşın yüksek çözünürlüklere karşı olduğum çıkartılmasın. Bütçenize uygun en yüksek çözünürlük en iyisidir diyelim. Örneğin şu günlerde (şubat-mart 2008) 200-300 YTL aralığında 7.1 Mp kompakt bir makine edinip oldukça iyi sonuç alabilirsiniz. 2007 başlarında çıkan yeni makinelerde ulaşılan 7 Mp değerleri, 2008 yılının başlarında ise 12 Mp büyüklüğüne kadar ulaşmıştır. Çözünürlük yarışı şimdilik duracak gibi görünmemektedir. Ama çözünürlüğün herşey demek olmadığı aklınızın bir köşesinde dursun! Tabi bu arada yeterli bellek kartına sahip olmanız da gerekir. En azından yaz tatili boyunca çektiğiniz fotoğrafları koyacak yer sorunu olmadan taşımanız için 2 Gb (Gigabayt) kapasiteli bir bellek kartı iyi olacaktır. Yüksek kapasiteli (HCSD) kartların çıkması ile SD kartların bir anlamda endüstri standartı haline geldiğini söylemek mümkün. Sony, her zaman olduğu gibi kendi standartında ısrarcı olmakla birlikte, fiyat ve yaygınlık açısından SD kartlarla pek başedebilecek gibi görünmüyor. Hatta DSLR'lerde kullanılan CF kartlara ek olarak bazı DSLR modellerinde SD kart girişleri de kullanılmaya başlandı. Dolayısıyla SD kullanmayan bir makineyi alırken iyice düşünmenizi öneririm. Gürültü: Çözünürlük artışı ile birlikte sizi bekleyebilecek bir diğer sorun ise sayısal gürültüdür. Normal görüntüde aslında olmaması gereken gürültü, ışık yetersizliği veya hatalı pozlandırma nedeniyle oluşur. Gürültü, fotoğraf üzerinde istenmeyen mavi, kırmızı noktalar olarak kendini gösterir. Bazı fotoğraf makineleri yüksek çözünürlük ile kullanıcıyı çekerken, artan gürültü faktörünü gözden kaçırabilirler! Işık hassasiyeti yüksek olan makinelerde bu sorun kısmen çözülebilir. Yeterince ışık olan ortamlarda ise gürültü daha az görülür. Bu nedenle tüm fotoğraf makineleri gün ışığında oldukça iyi sonuç verir. Gene de bir model belirleyip almak için karar verirken kullanıcıların görüşlerine de yer veren inceleme sitelerine bakmanızda yarar var. Görüntü Yakınlaştırma: Uzun süredir neredeyse standart hale gelen 3x zoom yerini giderek daha fazla yakınlaştırmaya bırakıyor. Gelecekte 5x, hatta 10x zoom standart olarak karşımızda durursa şaşmamak lazım. Ne kadar çok olursa o kadar iyi ancak yakınlaştıkça elinizdeki titremenin çektiğiniz fotoraflara yansıyacağını unutmamak lazım. Ek olarak yüksek yakınlaştırma kabiliyeti olan objektiflerde geniş açı çekim yapmak zor olabileceğinden değişmeyen objektifli ama yüksek zoom kabiliyetli bir makine alırken en azından normal açılı (35 mm karşılığı bir değerde) olmasına dikkat edin. Sayısal yakınlaştırma, ise gereksiz bir aldatmaca aslında. Makine tarafından fotoğrafın yakınlaştırdığınız bölümü kesilip, interpolasyonla büyük boyutlu hale getiriliyor. Bulanıklık ve hatalar artıyor. O nedenle, değeri ne olursa olsun üzerinde durmayın. Hele hele firmaların optik ve sayısal yakınlaştırmayı toplayarak yaptıkları hesaplamaları direkt gözardı edin. Titreme Engelleme: Titreme engelleme giderek standartlar arasına girmeye başlıyor. 2009'dan sonraysa titreme engellemesi olmayan model kalmayacak gibi. Ancak dikkat burada da sayısal düzeltme kandırmacası olabilir yanılmayın! Bu alanda da bir iki teknik var. En basiti, iso değerlerini artırmak (sayısal düzeltme). Biraz işe yarıyor. Işığa daha duyarlı hale gelince daha az pozlandırmak yettiği için, sensörün ışık alma süresi azaldığından titremeler sonucu oluşan bozulmalar nispeten azalıyor. Ancak bu durumda gürültü arttığından fotoğraf kalitesi bozuluyor. Optik düzeltme sistemleri daha başarılı (optik yakınlaştırmada olduğu gibi). Mümkünse böyle bir özelliği olan makine daha iyi olacaktır. Bazı modeller her iki tekniğe de sahip olabiliyor. Yani optik titreme engelleme ve sayısal teknik bir arada. Sayısal ve optik yakınlaştırmanın birarada bulunmasının standart hale gelmiş olması gibi, sayısal ve optik titreşim engelleme de bir yakın gelecekte arada sunulmaya başlayacak gibi görünüyor. Diyafram açıklığı değeri: F ile belirtilen değerdir. Genellikle makine seçerken gözden kaçırılır, ancak önemli bir kriterdir. F değeri ne kadar küçükse sensör o kadar çok ışık alır. Az ışıkla çok iş yapmak için bu değere de göz ucuyla bakarsanız iyi olur. Film Çekim: İlk başlarda "bu da bulunsun" diye "oyuncak özellik" niteliğinde bulundurulan film çekebilme kabiliyeti zamanla ilerledi. Önce 320x600 piksel 15 kare/saniye olan çözünürlük ve kare yakalama hızı, 640x480 piksel 30 kare/saniye, daha sonra Pal TV çözünürlüğü, ardından da 16:9 geniş ekran desteği derken; film çekme kabiliyetleri oldukça ilerledi. Gerektiğinde oldukça işe yarayabilecek olduğundan ve kısa sürede vazgeçilmez bir özellik olacağından bunu da değerlendirmekte yarar var. Bazı modeller çift mikrofon ile ses kaydı gerçekleştirerek "bu kadarı da pes yani" dedirtebildiğine göre, bu konuda da belirgin bir sınır olmadığını ve gelişmeye açık olduğunu söylemek yanlış olmaz. Film çekerken optik yakınlaştırma yapabilen sınırlı sayıda model bulunmaktadır. Oysa "bu da bulunsun" mantığının ötesine geçen modeller, film çeken ikinci bir kamera alma ihtiyacını ortadan kaldıracak gibi görünürken, bu özelliğe dikkat etmemek olmaz. Tabi bu özelliğin de gelişme döneminde olduğu, yakın gelecekte çok daha iyilerinin bulunacağı aklınızda olsun. Optik: Hangi kategoride makine alırsanız alın en önemli konu optik aksam, yani kamerada kullanılan merceklerdir. Ne kadar kaliteli olursa o kadar iyidir. Kompakt kameralarda boyut olarak "bit kadar" olanlardan da fazla bir beklentiniz olmasın. Büyük mercekler kullanan modelleri tercih etmek iyi olabilir. Markalı optikler genellikle daha başarılı sonuçlar verirler. Hatta Nokia N95 modeli cep telefonunda kullanılan Carl Zeiss marka merceklerin, pek çok fotoğraf makinesi ile alınacak sonuçların ötesinde kalitede fotoğraflar çekebilmesi rastlantı değildir. Neyse, biz tekrar dönelim fotoğraf makinelerine. Geniş açılı olan modeller fotoğraf çekerken işinizi kolaylaştırır. En azından, "yazlıkta masanın etrafına toplanmış arkadaşlarınızın hepsini kadraja alayım" diye geri geri giderken, havuza düşmezsiniz. 35 mm değeri normal açı değeridir (eski fotoğraf makinelerinden kalma bir fosil değerdir, ancak hala eşlenikleri olan değerlerle karşılaştırılarak kullanılmaya devam ediliyor). 35 mm altındaki değerler daha geniş açılı çekimler yapabileceğinizi gösterir (örneğin 28 mm gibi). Özellikle kompakt kameralarda objektif üzerinde bu değeri gösteren sayılar bulunur. Ancak bu sayılarda alakasız değerler görürsünüz genellikle. Bu değerlerin neye karşılık geldiğini gösteren açıklamaları inceleme sitelerinde veya makinanın el kitabında bulabilirsiniz. Örneğin Canon Powershot A720 IS için objektif üzerinde görünen değer 5.8-34.8mm'dir (35-210mm karşılığı olarak dpreview sitesinde belirtilmiştir. Yukarıdaki Nikon P50'nin değeri ise 28-102mm karşılığıdır. Dolayısıyla Nikon'un yukarıdaki modeli daha geniş açılı çekimler yapabilir.) Odak uzunluğu azaldıkça görüş açısı daha geniş olur. Bu nedenle odak mesafesi kısa olan makinelerin geniş görüş açısı olacağı söylenebilir (havuza düşme tehlikesi aklınızın bir köşesinde bulunsun - olmadı su geçirmeyen bir model veya su altı kabı da alınabilir tabi ki). Deklanşör Gecikmesi: Bu ne tür makine alırsanız alın, sinir katsayınızı aşağılarda tutabilmeniz için en önem vermeniz gereken konulardan birisidir. Özetle, deklanşöre bastığınız anda fotoğrafı çekmelidir. Kimi modellerde bu durum oldukça başarılıdır. Ancak karar vermeden önce alacağınız modelle ilgili incelemeleri internette araştırın. Bir veya daha fazla özelliği çok güzel gibi görünebilen modeller eğer deklanşör gecikmesine sahiplerse hemen almaktan vazgeçebilirsiniz. Her şey bir anda olup bittikten sonra saptayacağınız görüntü bir işe yaramayacaktır. Aynı şekilde açma düğmesine bastıktan sonra gecikerek açılan bir makine de istenmez. Olabildiğince çabuk çekime hazır hale gelen makineler daha kullanışlıdır. Yüz Tanıma: Akıllı bir teknolojidir. Amatör çekimlerde insan yüzünü tanıyarak odaklamayı ona uygun yaptığı için net görüntüler saptamakta kolaylık sağlar. Olsa iyi olur. Olmasa da olur, ama ne tür bir özellik için bundan vazgeçebileceğinize karar vermeniz lazım. Pil Tipi ve Ömrü: Zor bir seçim de bu konuda bekliyor sizi. Kalem piller kolay bulunduklarından tercih edilebilirler. Ancak makineye uygun yapılmış lityum ion doldurulabilir-piller daha seksi görünümlü ve ince gövdelerin üretilebilmesine olanak sağlamaktadırlar. Bu durumda karar size kalıyor. Ancak makinenin tek dolum ile kaç fotoğraf çekebildiğini araştırın. 4oo, iyi bir çekim adedi rakamıdır. Bunun altındaki çekim rakamları makinenin yeterince yeni bir teknoloji kullanmadığını ve çok enerji harcadığını gösterir. Gövde malzeme ve tipi: Plastik gövdeler özellikle kompakt makinelerde üretim maliyetlerini aşağıya çektiğinden yaygın olarak kullanılır. Ancak kolay çizildiğinden ve oyuncak gibi göründüğünden metal gövdeli makineleri tercih etmek daha iyi olabilir. Kompakt ve DSLR gibi olan 1 ve 2 numaralı sınıflandırmamıza giren makinelerde bile alüminyum hatta magnezyum esaslı gövdeler kullanılabilmektedir. Cebinizde taşıyacaksanız hafif ve ince modelleri de dikkatlice inceleyerek istediğiniz gibi bir fotoğraf makinesi edinebilirsiniz. Ekran: Büyük ve yüksek çözünürlük her zaman işe yarar. Parlaklık da yeni eklenenlerden. Çektiğinizi görmek ve silinecekleri saptamak açısından önemlidir. Artık neredeyse "vizöre hiç bakmadan fotoğraf çekme" eğilimi ağırlık kazanmaya başladığından vizörsüz de olsa olur, ancak iyi gösteren bir ekran olmazsa olmaz. 2,5 inch'den daha büyük ekranlar işinizi kolaylaştıracaktır. Ne yazık ki, bütün iyi özellikleri birarada sunabilecek "süper" bir fotoğraf makinesi modeli mevcut değil. büyük ihtimalle de hiç mevcut olmayacak. O nedenle ihtiyaçlarınızı iyi belirleyip bunu maddi imkanlarınızla eşleştirmek, uzun süre keyifle kullanabileceğiniz bir fotoğraf makinesi almakta yardımcınız olabilir. Fotoğraf çekmek geçici bir heves değilse, DSLR makinelere meyledebilirsiniz. İlk alım maliyeti düşünüldüğünde DSLR makineler pahalıdır. Kullanımları da daha zor ve daha çok müdahale gerektirir. Ancak ciddi olarak fotoğraf çekmeyi kafaya koyduysanız o zaman başka tabi. Unutmayın bu işte bir "son nokta" yok. Durmadan yeni modeller ve hep daha iyiler çıkıp duruyor. Kim bilir, bu yüzden eğer imkanınız da varsa zamanla bir makine koleksiyonunuz da olur. Şu sıralar 1200 ila 4000 YTL aralığında alabileceğiniz DSLR modeller mevcuttur. Şüphesiz, ince eleyip, sık dokuyanlar için dikkat edilecek daha pek çok konu vardır. Ama her konunun da bir sınırı olmalı. Bu nedenle "Ben kalender meşrebim" edasıyla bulaştığınız fotoğraf makinesi edinme uğraşında, gelip DSLR modellerine dayandıysanız zehiri fena halde kapmış olduğunuz açıktır. Ama en azından iyi bir hobiniz oldu fena mı? Kalın sağlıcakla.

23 Şubat 2008 Cumartesi

Fujifilm Finepix S5700

Fotoğraf çekmek ile iyi fotoğraf çekmek arasında dağlar kadar fark vardır. İyi fotoğraf çekmek için, iyi görmeniz ve anı yakalamanız gerekiyor. E tabi bunun için de iyi bir fotoğraf makinesine ihtiyacınız var. Bu kadar çok marka ve çeşit varken nasıl tercih yapabiliriz? Çok paranız varsa, gidin en pahalı olanı alın. O kadar basit. Peki bütçeniz kısıtlıysa ne yapacaksınız? Öncelikle elinizdeki ile en iyisini almayı denemek akıllıca olur. Ancak tabi ki zengin biri kadar şanslı değilsiniz. Önünüzde 10'larca seçenek ve kafa karışıklığı olacak. Neyse ki internet biraz da olsa yardımıza koşabilir. 1000'lerce sayfa inceleme, reklam ve yalan yanlış bilgi. Kısacası işiniz zor. En iyisi kullananlar ne demiş bir bakmaktır. Kolayca fikir verir. İşte aşağıda kullanıcıların görüşlerinden oluşturulmuş bir iyiler kötüler listesiyle Fujifilm Finepix S5700. Gerçekten güzel fotoğraflar çektiğinizi düşünüyor ve paranız da istediğiniz kadar iyi bir DSLR almaya yetmiyorsa bu fotoğraf makinesine bir bakmakta fayda var. 7.1 Mp çözünürlük artık raflardan kalkmaya başlasa da, oldukça iyi kalite fotoğraf çekebileceğiniz bu makine hoşunuza gidecek özelliklere sahip. İyi yanları: 10x zoom yapabiliyor. Fiyatı makul sayılabilecek seviyede. İnternette satış yapan mağazalarda 470 YTL. SD veya xD kart ile kullanılabilir. Optik zoom film çekerken çalışıyor (pek çok amatör makinde çalışmaz). Pil konusunda tasarruflu (iyi şarjlı pillerle 500 çekime kadar). Gövde malzemesi güzel, ele iyi oturuyor. Makro ve süper makro ayarları başarılı. Elle ayarlar konusunda pek çok seçenek var. Kötü yanları: Sarsıntı önleme çok başarılı değil. Elle ayarlayarak çekim yapmak zor. Keskin fotoğraflar çekmekte zorlanıyor (odaklama problemli). Film çekimi yaparken karanlık ortamlarda kötü sonuçlar veriyor. Çekilen fotoğraflarda kontrast fazla ve renkler aşırı doygun olabiliyor.

20 Şubat 2008 Çarşamba

Rüzgar Enerjisi Teknolojisi

Nükleer santral yapımı için 21 Şubat 2008'de firmalara yönelik davet ilanına çıkılıyor. Bakalım bu teknolojiden ne zaman faydalanmaya başlayacağız ve ülkemiz için iyi kötü ne tür etkileri olacak? Ancak alternatif enerji üretim tekniklerinden Rüzgardan enerji üretimi biraz es mi geçiliyor ne?
Rüzgar enerjisinin önemli avantajları var. Özellikle doğal dengeye önemli bir zarar vermemesi, atık ürün bırakmaması dikkat çekici. Türkiye'de neden bu teknoloji yeterli derecede kullanılmaz? Biz batılı ülkelerden daha mı akıllıyız da durmadan kömür, doğalgaz vs. tüketerek elektrik üreten otoprodüktör yatırımları yapıyoruz? Ya da nükleer reaktörler yapmak enerji sorunumuzu çözebilecek tek yol mudur? Yanlış anlaşılmasın, örneğin nükleer reaktör yapımı kaçınılmaz olabilir belki. Buna bir diyeceğim yok. Peki rüzgar esip dururken, biz de ardından bakmasak nasıl olur?
Mesela şu aşağıdaki fotoğrafa bir bakın.
Bu, dünyanın en büyük rüzgar gülü. Enercon E-126. Almanya 'da Emden yakınlarında Şubat 2008 başında inşaatı tamamlanmış. Büyüklüğünü anlatabilmek için rotor çapının 127 metre, türbini ayakta tutan yapının da 135 metre olduğunu belirteyim.
Peki bu dev tek başına ne kadar elektrik üretiyor dersiniz? Tam 5000 eve yetecek kadar. 7 megawatt'tan fazla! Yıllık olarak 20 million kilowatt saat.
Bu teknolojinin çok zor ve üretilmez olmadığı belli. Üstelik dönerlerken de ne kadar hoş görünüyorlar, İzmir Çeşme'deki rüzgar türbinlerini görenler bilir.
Bu tür temiz enerji üretme imkanlarını değerlendirmek sizce de akıllıca olmaz mı? Ne dersiniz?

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...