8 Ekim 2011 Cumartesi

JVC GC-PX10




Artık film çeken kamera ve fotoğraf makinesini ayrı almaya gerek yok. JVC GC-PX10 alıp iki ayrı cihaz taşıma zorunluğundan kurtulmak olası. 

Objektif film çekerken yakınlaştırıp uzaklaştırabilecek şekilde üretilmiş (bazı fotoğraf makineleri film çekerken ya hiç yakınlaştırma uzaklaştırma yapmaz ya da yaparken görüntüyü titretirler). 

12 Megapiksellik fotoğraf ve 1080 Full HD film çekebiliyor. 

Dışarıdan mikrofon takılarak amatörce film çekmeyi düşünenler için iyi bir çözüm 

İç hafızası 32 GB. Ek hafıza takılabiliyor.

Yakın gelecekte 30 megapiksel üstü makineleri piyasada göreceğiz. Dolayısıyla bu kadar büyük bir masraf yapıp bir makine alırken gelecekte düşük çözünürlüklü makinelerin en azından daha ucuza satılacağını akılda tutmakta fayda var.

Yurt dışında 900 USD fiyatla satılıyor. 




Dilerseniz özelliklerini aşağıda inceleyebilirsiniz.

JVC GC-PX10 Özellikleri
Görüntü Alıcı1/2.3-inch 12.75Megapiksel Back-illuminated CMOS
ObjektifKONICA MINOLTA HD OBJEKTİF
F2.8 - F4.5, f=6.7mm - 67.0mm 
(35mm film eşleniği 
[Full HD film çekimi] 43.3mm - 433.0mm
[Fotoğraf (4:3)] 37.4mm - 374.0mm)
Filtre Çapı46.0 mm
En az Işık4Lux (1/30 Enstantane hızı) 
1Lux (NightAlive Mode, 1/2 Enstantane hızı)
LCDDöndürülebilir 230K-piksel 3.0-inch genişliğinde, dokunmatik
Üzerindeki Flaş2m ya da daha yakında etkili
ISO HassasiyetiFotoğraf: Auto, El ile (100/200/400/800/1600/3200/6400)
OdaklamaAuto, Manual, Tele Macro, 9-Nokta Çoklu (Fotoğraf), 9-Nokta seçmeli (Fotoğraf), Yüz Tanıma, Yüz İzleme, Renk İzleme, Alanı dokunarak izleme
Odaklanma netleme (Fotoğraf)Çoklu patern, Nokta odaklanma, Ortaya odaklanma
Pozlanma kontrolüAkıllı Otomatik, Program AE, Diyafram Açıklığı Öncelikli AE, Enstantane Öncelikli AE, El İle
Yakınlaştırma OranlarıOptik: 10x, Sayısal: 64x, Dinamik: 19x (18x görüntü sabitleyici açıkken)
Sarsıntı DüzelticisiOptik görüntü sabitleyici (O.I.S.) ve Gelişmiş Görüntü Sabitleyici (A.I.S.)
Bağlantılar
Giriş-ÇıkışlarHDMI® çıkış (Mini), AV Çıkış, USB2.0, Mikrofon girişi, Kulaklık Çıkışı
DiğerAksesuar bağlantı ucu
Kaydedici
Kayıt tipiVideo: MPEG-4 AVC/H.264 (MP4)
Ses: AAC (2ch)
Fotoğraf: JPEG
Kayıt Ortamı32GB İç hafıza SDXC/SDHC/SD Hafıza kartı kullanılabilir*
Film kayıt tipleriHD1080 (UHR): 1920x1080/60P, 36Mbps
HD1080 (HR): 1920x1080/60P, 24Mbps
HD720: 1280x720/60P
iFrame: 960x540/30P
Fotoğraf boyutları[4:3] 4000x3000 / 2976x2232 / 1600x1200 / 640x480
[16:9] 4000x2248 / 2976x1672 / 1920x1080
[Stills in Video mode (16:9)] 3840x2160
Genel Özellikler
Güç TüketimiYaklaşık: 4.8W
Boyutlar (GxYxU)131mm x 67mm x 122mm
Ağırlık520g (pil dahil)

4 Ekim 2011 Salı

Sosyal Medya ve Sivil Toplum Kuruluşları



Sosyal medya, hayatın bir parçası haline geldi. İş dünyası, sivil toplum örgütleri, siyasetçiler kısacası tüm toplum kesimlerinin bir kulağı, gözü sosyal medya ya da yeni medya'da. Şirket yöneticilerinin yüzde kırkı günde birkaç kez; yüzde otuz altısı günde en bir kez sosyal medya sitelerine erişiyor ve kullanıyor (Kaynak: MTM sosyal medya araştırması). Markalar için ise sosyal medya, iletişim, pazarlama planlarında çoktan yerini aldı.

Sosyal Medya'da her şey, çok hızlı bir şekilde paylaşılıyor konuşuluyor. Önceki haberleşme yöntemlerine göre çok daha hızlı bir erişim söz konusu. Bir konunun yaygınlaşması söz konusu olduğunda Gazete, radyo, tv, e-mail Sosyal Medya karşısında yetersiz eski teknolojiler gibi kalıyor. Bu nedenle geleneksel basın yayın kuruluşları da bünyelerinde sosyal medya ile içeriğin paylaşılabilmesi için tüm imkanları kullanıyorlar.

İçerik, sıradan bir sosyal medya kullanıcısına adeta akıyor. Belki hiç bir zaman duyamayacağı ama onu ilgilendiren bir haber, bir köşe yazısı bir anda telefonuna, tabletine ya da bilgisayarının ekranına düşüveriyor. Kullanıcılar sosyal medyada normal şartlarda hiç tanışamayacağı binlerce kişiyle birlikte bir konuyu değerlendirip, görüşlerini belirtebiliyorlar.

STK'lar ticari şirketlere göre parasal anlamda oldukça güçsüzler. Ancak geniş kitlelere erişim konusunda firmalar kadar büyük bir ihtiyaçları var. Fikirlerini, etkinliklerini duyurmanın en ucuz yolu kuşkusuz sosyal medya. Şüphesiz bunu yapmak için çok yoğun çaba harcamak gerekebiliyor. Sosyal medyanın gücü de burada etkili tanıtım anlamında kendini gösteriyor.

Sosyal medyayı etkin kullanan sivil toplum kuruluşlarından en gözde olanlarından biri Greenpeace. Ülkemizde de pek çok iyi sosyal medya kullanıcısı sivil toplum kuruluşu var. WWF Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Derneği), AÇEV (Anne Çocuk Eğitim Vakfı), TEMA Vakfı ilk etapta akla gelenler.

Sosyal medya, yaşamlarını sürdürmek ve faaliyetlerde bulunmak amacıyla ortaya çıkan Sivil Toplum Kuruluşları için tanıtım ve üyeye dolayısıyla da bağışa ulaşmak için güzel bir mecradır. Faaliyetlerin anlatılması için sosyal medyadan daha düşük maliyetli bir mecra zor bulunur. Televizyonda yapılacak pahalı bir tanıtım yerine aynı medyanın video siteleri üzerinde yayınlanması çok daha iyi ölçülebilir bir kitleye erişim sağlayacaktır. Böylesi bir kampanya ile direkt yapılacak pazarlama Sivil Toplum Kuruluşu için iyi bir sonuç doğurabilir. Tabi tanıtım için kaçınılmak zorunda olunan maliyeti kampanyanın tasarımı ve hazırlanmasında kaçınmadan yapmak, kısacası iyi iş çıkartmak zorunluluğu hala bulunuyor ama bunu yayınlamak için katlanılması gereken yüksek maliyetler yok.

Dernekler için, iyi yönetildiğinde Yeni Medya devamlı bağış akıtan bir musluğa dönüşebilir. Böyle bir ağı kullanmamak sanırım pek rasyonel değildir. Bunun anlamı: çok yakın bir gelecekte şimdikinden çok daha fazla sivil toplum kuruluşunu sosyal medyada görecek olmamız sanıyorum.

24 Eylül 2011 Cumartesi

Nikon V1




SLR "Single Lens Reflex" film kullanan önceki fotoğraf teknolojisi. Görme deliğinden baktığınızda görüntü, mercekler, prizmalar ve aynadan geçerek gözünüze ulaşır. 


Deklanşöre bastığınızda aradaki ayna kalkar. Uygun ışık miktarı için diyafram ayarlanır. Objektiften geçen ılık filmin üzerine düşer. Oluşan görüntü uygun zaman kadar pozlandırılır. Filmin banyosu sonucunda çektiğiniz görüntüyü görebilirsiniz.

DSLR, SLR makinenin film yerine optik algılayıcı ile yer değiştirdiği halinden fazla bir şey değildir aslında. İçerisinde aynı mekanik aksamlar ayna ve prizmalar içerir. Optik bir vizörü vardır. Ekranı olsa da çekmek üzere olduğunuz görüntüyü deklanşöre bastığınız anda son kez görürsünüz ve görüntü karardığı anda mekanik sistem objektifin sağladığı ışığı optik algılayıcı ile buluşturur.

Profesyonel DSLR makineler hemen yok olmayacak olsalar da bir süre içerisinde bu mekanik kısımları yerlerini çok daha hızlı elektronik olanlara bırakacak gibi duruyor.

Aslında Sony bu tür fotoğraf makinelerini uzunca bir süredir üretiyordu. Ancak ne yalan söyleyeyim Nikon'un bu türe geçişi beni çok daha fazla heyecanlandırdı.

"ACIL" veya "Advanced compact with interchangeable lenses" Gelişmiş küçük boyutlu ve değişebilir objektifli anlamına gelen yeni isimlendirmesi bakalım tutacak mı?

Nikon V1'in Expeed 3 işlemcisi profesyonel fotoğraf makinelerinden çok daha hızlı. Saniyede 600 megapiksel veriyi işleyebiliyor. Nikon 1 CX formunda CMOS görüntü algılayısına sahip. 10 megapiksel çözünürlüğe sahip.
  
Full - Hd film çekiyor. Gürültü önleme geliştirilmiş. 1920x1080/60i, 1920x1080/30p, 1280x720/60p H.264 Quicktime formatında film çekiyor. Yüksek hızlı film çekmek de mümkün (640x240/400fps, 320x120/1200fps). Sanırım profesyonelce film çekenlerin de ihtiyaçlarını karşılayacaktır.  Sanırım yakın gelecekte profesyonellerin de amatörlerin de bu tür makinelerle daha çok haşır neşir olduklarını göreceğiz. Nikon film çekmeyi kolaylaştıracak özel bir objektif takma sistemi ile geliyor (evet sanırım eski objektifler çöpe dönüşecek). 

10 megapiksel çözünürlükte saniyede 60 kare fotoğraf çekiyor. ISO 6400 değerine çıkabiliyor. Flaşı yok. Ayrı flaş kullanmanız gerekiyor. Vizörü oldukça yüksek çözünürlüklü 1.4 megapiksellik. Gözünüzü vizöre yaklaştırınca ekran kapanıyor.



V1 dünyada 900 USD etiketle satışa çıkacak (fazladan objektif de alırsanız fiyatınız artacak tabi). Daha ucuz vizörsüz J1 modelinin de olduğunu belirmekte fayda var.

20 Eylül 2011 Salı

Hedefiniz olması her şey anlamına gelir mi?


Hani şu kişisel gelişim kitaplarında ya da seminerlerinde çok kullanılan bir söz vardır. "Hedefiniz yoksa bir yere varamazsınız".

Doğru hedefi olmayan biri kafası kesik tavuk gibi oradan oraya saçma bir rota çizecektir. Amacınız yoksa hiçsiniz!

Yahu iyi ama şu gelmiyor mu hiç aklınıza? Ya o seçtiğiniz hedef yanlış ise?

Tekrar yazalım: "Hedefiniz yoksa bir yere varamazsınız! Ya hedefiniz varsa ama yanlışsa?"

Örneğin, hedefiniz, tüm tarımsal zararlıları yok ederek, tarımsal üretimi artırmak ve daha çok insanı doyurmak. Güzel bir hedef değil mi? Bunu gerçekleştirirken bilmeden kullandığınız tarım ilacı milyonlarca insanı 10-20 yıl içerisinde kanser ile tanıştırdı. Oh ne ala hedef gerçekleşmesi!

Hedefiniz benzer alternatifleri olan bir hizmeti pazarlamak olsun. Fiyatınız ve hizmetiniz alternatifler ile neredeyse aynı. Ancak siz bunu göre göre tüketiciyi salak yerine koyup, biraz da oligopol piyasasına güvenip sizden fersah fersah ilerideki rakibinize rağmen satış yapmaya çalışıyorsunuz. Hedefiniz doğru belki ama ona nasıl ulaşacağını bilmeyen yönetim kurulunuz bir yıl sonra sadece yatıştırıcı kullanan bir dolu satış personeline sahip ama hedefine ulaşamamış bir şirketi yönetiyor olacak.


Böyle durumlar için Teksas'lıların harika bir çözümü var! Bir ahırın kapısına gelişigüzel ateş edilir! Daha sonra kapıdaki her bir deliğin çevresine delik merkezde kalacak şekilde hedefler çizilir. İşte size hedefinizi 12'den vurmanın Teksas usulü! (bu örneği "Aristoteles İle Bir Karıncayiyen Washington’a Gider" isimli kitaptan aldım).

Bir de göreli olarak yanlış ve doğru sayılabilecek hedefler var. Birine göre doğru olan bir hedef diğeri için ölümcül olabilir.


Hitler'in hedefleri vardı. Eğer istediği gibi gerçekleştirebilseydi, şimdi onu bu şekilde hatırlamayacaktık şüphesiz. Belki de onu Büyük İskender gibi yazacaktı tarih kimbilir? Yine de sizce izlediği yol doğru muydu? Onun sayesinde kin dolu bir insan topluluğu hala aynı şiddeti başka insanlara yansıtmıyor mu? Tek bir ırkın hakim olduğu (ari ırk) dünya nasıl olurdu? Hele ki tüm insan ırklarının Afrika kökenli olduklarını öğrenmiş olduğumuz (hepimiz kardeşiz!) günümüz bakış açısından daha da garip olmuyor mu? Demek ki hedefiniz için, bilgi birikiminizin de yeterli olması gerekiyor. Hitler, keşke sanatta başarılı olsaymış.

Evet, hedefi doğru saptamak önemli. Ancak bunu dünyada becerebilecek kaç birey var ki?

Sadece 100 yıl önce 1,5 milyar insan dünyayı kaplıyordu. Şimdi ise bu sayı 7 milyara dayanmış durumda.

İnanın yanlış hedefleri olan birkaç milyon insan beni çok korkutuyor hem de çok! :)

Sosyal Medya Haberleşme Gruplarını da Yeniden Şekillendiriyor

Haberleşme grupları uzunca bir süredir çok önemli bir ihtiyacı karşılamaktadır. Halihazırda aktif pek çok açık-kapalı haberleşme grubu çalışıyor.



Son olarak bu işe Facebook'un el atmış olması ilginç.


Elektronik postalar yaygınlaştıktan az sonra haberleşme grupları keşfedilmiştir. Bir elektronik posta sunucusunda tanımlı özel bir adrese gönderilen mektupların belirli alıcı grubuna dağıtılması ile ilk haberleşme grubu ortaya çıkmıştır. Aynı prensip günümüz haberleşme gruplarında da geçerli. Daha sonra sunuculara yüklenen ve yönetilebilen posta sistemleri ile haberleşme grupları yoğun olarak kullanılmaya başlandı.

Haberleşme gruplarının dileyen herkes tarafından okunup tartışmaya katılınabilen hali ise Web üzerinde forumlar olarak uzunca bir süre çok kullanıldı ve kullanılıyor. Ancak forumların ömürlerinin giderek dolmakta olduğunu söylemek pek yanlış olmaz.

Haberleşme grupları, Yahoo'nun işe el atmasıyla yaygınlaştı. Google da, hemen hemen aynı servisi bir süre sonra servise aldı. Ancak mükemmelleşen servisler gelişimin son noktası olmadı şüphesiz.

Son birkaç yılda forumlar ve haberleşme gruplarının verdiği hizmetleri sosyal medya siteleri de vermeye başladılar. Sosyal paylaşım sitesi Facebook içerisinde yer alan gruplar özellikle de ince ayarları yapıldığında hem haberleşme gruplarının yerini alabiliyor hem de forumların.

Tek sorun, zaten haberleşme gruplarına zor uyum sağlamış bazı kullanıcıların Facebook'a uyum sağlayıp sağlayamayacakları.

Bence bu değişim çoktan başladı bile. Haberleşme gruplarına bile güçlükle alışmış kullanıcı kitlesi yeni medyayı etkili olarak kullanabilecek mi bunu zaman gösterecek şüphesiz.

8 Eylül 2011 Perşembe

Tek Kablo Üzerinden Kablo TV ve Uydu Alıcı Kullanımı

Televizyon, müzik seti gibi genellikle evin salonunda yer işgal eden aletlerin en önemli sıkıntılarından biri cihazların arkasında biriken, genellikle de yerde sürünüp, temizlik sırasında da kördüğüm olan kablolardır.

Bu çirkin görünümden kurtulmak için yeni panel TV'ler bir seçenek sunuyor. Duvara asılan LCD televizyonlar eğer iyi bir kablolama yapılacak olursa ortalıkta görünmeyen kablolar sayesinde son derece şık olabilirler.

Televizyonun elektrik ve anten kablosunu duvarı biraz kırıp içerisine de bir kablo kanalı koyarak ortalıktan kaldırabilirsiniz. Önerim: süpürgelikten TV arkasına kadar uzanan 4x4 cm'lik büyükçe bir kablo kanalı kullanmanız. Böylece kablo kanalından daha sonra büyükçe fiş kafalarını da geçirebilirsiniz. Hazır duvar delinmişken elektrik prizini de TV'nin arkasına kadar getirmek iyi olabilir. Süpürgeliklerin altındaki kablo kanalı olarak bırakılmış kısmı kullanarak anten kablosunu da oda içerisinde ortalıktan kaldırabilirsiniz.

Yeni nesil televizyonlarda ağınıza erişim imkanı genellikle ethernet girişleri ve usb üzerinden sağlanabilir. Bunu evdeki ağınız üzerinden TV'nizi İnternet'e bağlamak ya da medya dosyalarınızı ağdan (DLNA ve benzeri) oynatmak için kullanabilirsiniz. Genellikle usb üzerinden takılan wi-fi donglelar markanın kendi ürettiği özel cihazlar olduğundan 25-30 TL'ye bulabileceğiniz wi-fi ağ gereçleri yerine 150 TL civarında bir cihazı satın almak zorunda kalırsınız. Ancak ethernet bağlantısını bir kablosuz AP-Bridge cihazı ile kullanmanız mümkün, böylece usb cihazı için fazla para ödemenden işi çözebilirsiniz. Ancak söz konusu cihazların ayarlanması için bilgili olmanız gerekir! Böylece bir kablo daha eksildi! Maliyeti 69 TL civarında.

Gelelim tek kablo üzerinden hem anten veya kablo hem de uydu alıcı bağlantısına. Uydu üzerinden yayın alıyorsanız, çatı ya da balkondan TV'nizin arkasına kadar ikinci bir kablo gelmesi gerektiğini bilirsiniz. İşte bu ikinci kablo aslında gerekli değil. Diyelim ki anten kablosu ve uydu anteni kabloları binanın aydınlığından geliyor bunları en tepede ve aşağıda örneklerini gördüğünüz combiner (diplexer de deniyor) ile birleştirip tek kabloya düşürüyoruz. Dikkat girişler önemli! SAT yazan yere uydu anteni kablosu bağlanmalı çünkü üzerinde elektrik var (LNB beslemesi, anten polarizasyonu ve DISEqC için gereken sinyalleri gönderiyor).
Tek kablo ile TV arkasına kadar gelip bir combiner daha kullanarak tekrar iki kabloya ayırıyoruz. Birini TV'nin anten girişine diğerini de uydu alıcısının anten girişine girip bir kablodan daha kurtulmuş oluyoruz. Combiner cihazlar uydu malzemesi satan yerlerden adedi 10 TL civarına temin edilebilir. Yeterince uzun bir mesafe ise zaten kablodan tasarruf edeceğiniz para bu kadar bile olabilir zaten. Çok sıkışırsanız teknoloji marketlerinde pek bulunmasa da Mediamarkt satıyor ama fiyatı 20 TL üzerinde.

Uydu alıcısı da ortalıkta dolanmasın istiyorsanız, onu da televizyonun arkasına uygun uzunlukta bir kablo tutturucusu ile sabitlemeniz mümkün. Uzaktan kumandanın çalışabilmesi için alta bir yere tutturup kızılötesi alıcının önüne yansıma sağlamak için uzun ömürlü süt kutusunu kesip parlak iç kesimini ayna olarak kullanabilirsiniz. Böylece iki kablo (hdmi ya da scart ile uydu alıcının elektrik kabloları) ortalıktan kalktı.

Genellikle duvara TV asmak için kullanılan metal profilleri tutturan cıvatalar çok kısa olduklarından TV ile duvar arası yakındır. Aynı çapta daha uzun cıvatalar alarak aradaki mesafeyi artırırsanız duvar ile TV arasına çoklu bir priz (tercihan şebeke filtreli olanlardan) koymanız ve tv arkasındaki cihazlara enerji vermek için iyi bir çözümdür. Cıvataları uzatırken ayar kolaylığı için 25-30 fazladan somun alıp araya koymanızı öneririm. Ayrıca ağırlık merkezini ileri aldığınız için duvara tutturduğunuz plastik dübellerden 4 adedini beton tipi metal dübelli vidalarla değiştirmeniz akıllıca olacaktır.

Sonuç: Hiç bir yerde kabloların görünmediği, resim çerçevesi gibi bir montaj. Harika.  


4 Eylül 2011 Pazar

Datça Liman Dışı ve Anfi Tiyatro


Datça gibi güzel bir yeri bırakıp Ankara'ya dönmek ve bütün bunlar yetmezmiş gibi Pazar günü çalışmak zorunda kalmak pek keyifsiz. Fotoğraflara bakıp avunmaktan başka bir şey gelmiyor elden.

Bir yerde bir yanlış var sanıyorum ;)

Bu fotoğrafı çektim ama bu sene limanın o kısmına pek gidemedim.

Eylül'de de pek güzel olur aksine Datça.

Taze çekilmiş diğer Datça fotoğraflarıma bu linkten ulaşabilirsiniz.

Bunlar azmış başka ne fotoğrafı çektin derseniz dönüş yolunda Pamukkale'ye de uğradık oranın fotoğraflarına da şu linkten ulaşabilirsiniz. 

21 Ağustos 2011 Pazar

Maya Takvimi 2012'de bitiyor. Bu dünyanın sonu mu?


İnsanlar sanırım dünyanın sonu ile ilgili kehanetlere ve söylentilere bayılıyor. Binlerce yıl önce dünyanın güneş etrafında dönüşünü kavrayıp, bunu takvime çeviren Astek'ler takvimi 2012 yılında bitirmiş. Bunu öne sürüp 2012 yılında dünyanın yok olacağını söyleyen pek çok kişi ve buna inananlar var. Şaşırmamak elde değil.
Karikatür alt  yazısı: Sonunda Maya Takviminin sırrı ortaya çıktı.
Soran Maya: Neden 2012'de bitiyor?
Taş Ustası Maya: Kayanın üzerinde yer kalmadı.

Bu durum bana kişisel bilgisayarları yapan mühendislerin tasarım sırasında 4 yerine 2 haneli takvim kullanmaları sonunda 2000 yılına girilirken olabilecek dijital kıyametin abartılmasını hatırlatıyor. Sonuçta yine hiç bir şey olmamıştı.

2000 yılı demişken, 1999 yılının da hepimizin sonu olacağı yıllar öncesinden söylendi durdu. Sonuç ortada sanıyorum. Bu konu ile ilgili şu siteye bir göz atabilirsiniz.

İnsan ömrü oldukça kısa. Kendisi ölüp giderken, dünyanın ayakta kalmasını çekemiyor muhtemelen. Bana kalırsa tüm bu kehanetlerin ve dünyanın sonu söylencelerinin nedeni bu.

Hava durumu tahmini konusunda son derece ileri düzeyde gelişmiş bir teknolojiye sahibiz. Bu durumda bile 6 gün sonra olabilecek hava olaylarından emin olmak mümkün değil. Kaldı ki, takvim olayını çözmüş olsalar da, uygarlık olarak belirli bir düzeyi geçememiş İnkalar binlerce yıl sonra olacakları nasıl bilsinler? Yeri gelmişken hatırlatayım. Basketbol benzeri bir oyun oynayıp, yenilen takımın kaptanının kafasını kesiyorlardı. Gelişmişlikleri hakkında fikir olsun diye yazdım.

Her takvim doğaldır ki bir yerde biter. Bunu öne sürerek dünyanın sonunun geleceğinden yola çıkılarak yapılan filmler, yazılan kitaplar, tv programları ise iyi satar. Sanırım bu işin doğası bu.

Hem kendi uygarlıklarının sonunu görmeyip, önleyemeyen bir insan topluluğunun dünyanın sonunu, üstelik kendileri yok olduktan binlerce yıl sonrasını, öngörebildikleri düşüncesi size de pek imkanı olmayan bir şey gibi gelmiyor mu?

Gökyüzündeki yıldızlara bakarak, geleceği okumaya çalışan falcılar, önlerindeki çukuru görmeyip içine düşerlermiş.

Bana sorarsanız 2012'nin Aralığında dünyanın sonu gelmeyecek. Tabi bu tarihten sonra da yakın gelecekte gerçekleşecek başka dünya sonlarını iddia eden pek çok başka söylence ve bunlardan para kazananlar olacak. İşte size kesinlikle tutacak bir kehanet ;)

Son söz: Her söylenene inanmayın, uyanık ve dikkatli olun.

18 Ağustos 2011 Perşembe

Google Plus Çöp İçerik Cenneti Mi?


Google Plus çok kısa sürede inanılmaz bir çıkış yaptı. Gerçekten bunun bir başarı olduğu düşünülebilir. Kullanıcı sayısı bir anda çılgınca artan bu sosyal medya sitesi Facebook benzeri bir yapı yakalayıverdi. Ancak bir fark var. Facebook'daki arkadaşlarımızı neredeyse birebir tanıyoruz. G+ ise tanımadığımız ve dilediğimizce çevrelerimize eklediğimiz insanlarla dolu. Diğer fark ise daha iyi ve kolay kullanılabilir arayüz. Mobil uygulamasını da unutmamak lazım tabi.

Beni en rahatsız eden özelliklerden biri, daha önce pek çok sosyal paylaşım sitesinde paylaşılmış içeriğin yağmur gibi yağması. Kullanıcılar, adeta yıllardır biriktirmiş oldukları hareketli gif'leri eteklerinden döküyorlar. Paylaşılan diğer içerik deseniz, onlar da neredeyse tamama yakını naftalin kokuyor.

İnternet dünyasına çok emek vermiş IT girişimcisi bir dostum, "çöplük" olarak nitelendiriyor G+ ortamını. Galiba çok da haksız sayılmaz. Özgün içeriğe G+'da rastlamak pek mümkün olmuyor.

Sanırım akıllı hareketlerden biri G+ içine oyunları eklemek oldu. Ancak bu da Facebook'dan çok farklı bir hareketlenme sağlayabilecek bir manevra değil.

Sanırım acele etmeden gelecek diğer adımları da beklemek lazım.

G+ birden bire çok büyüdü dedim ya. Bakalım bunu avantaja dönüştürebilecek mi? Sanırım bu konuyu düşünmüşlerdir. Hazır daha önceki denemelerinde yakalayamadıkları kullanıcı sayısını bulmuşlarken bunu iyi değerlendirseler iyi olur.

Hadi Google göster kendini.

11 Ağustos 2011 Perşembe

Face'e Girdin Mi? Beni Şaşırtan Kısaltmalar


Toplumdaki, kısaltma merakı garibime gidiyor. En belirgin örneklerden birisi Facebook'a Face denmesi. Büyük ihtimalle dil dönmemesi asıl neden ama yine de şaşırtıyor işte beni. 12 yaşındaki kızım kesinlikle Facebook demiyor, arada ben de "Face" demeye başladım ki, sanırım bulaşıcı!


Daha komik bir örneğini geçtiğimiz yıllarda Acun Ilıcalı'nın yarışması için Türkiye'ye getirttiği Rapçi 50 Cent ile yaşamıştık. Adamın adı 50 kuruş olamayacağına göre kendine öyle bir takma isim uydurmuş ya da üzerine yapışmış bu lakap belli ki. Neyse güzel güzel eğlenen seyirci bir süre sonra birlikte geçen zamanın da verdiği rahatlıkla fifti, fifti, fifty (50 sayısının İngilmanca okunuşu) diye tezahürat yapmaya başlamadı mı ki koptuğum andır.

Bir ara SMS'in yazma zorluğu ve gerçekten kısa olması nedeniyle çok şey söyleyebilmek adına yapılan sesli harflerin düşürülmesi eylemi vardı bir de. Gerçi yazılanı her şekilde anlasak da garipti. Sanırım zamanın telefon operatörlerinden Telsim de bir ara reklamlarında kullanmıştı. Hatta Cem Yılmaz da CMYLMZ şeklinde kullanıyordu bir ara.

Anlık ileti yollanan programlarda da benzeri kısaltmalar gırla gidiyor. Tamam, yerine tmm, selam yerine slm gibi kısaltmalar pek seviliyor anlaşılan. Zaten bunlara şaşırmıyorum.

Amatör telsizcilik'de de Mors kodu kullanılarak yapılan haberleşmede maniple ile yazmanın zor olmasından dolayı Q kodları kullanılırdı. QTH = Lokasyon, QRM = Frekansta gürültü ve müdahale olması hali (Q kodlarının tamamına şuradan ulaşabilirsiniz). Benzeri şekilde, rakamlarla ifade edilen kısaltmalar da vardı. 55, 88, 73 gibi. Bunlardan 73, En iyi dileklerimle (çoğul) anlamındadır. Ancak bizde her nedense 73'ler olarak uzatılarak kullanılır (Amatör Telsiz Jargonu ile ilgili buraya bakabilirsiniz). Çok önemli değil ama insanın hobisi ile ilgili Jargonu yanlış bilmesi de garip doğrusu. Bu konuda 1999'da Antrak Gazetesinde yazdığım yazıyı buradan okuyabilirsiniz.

Neyse, bu yazı da bu kadar. Okuduğunuz için teşekkür ederim.

26 Temmuz 2011 Salı

Maden Suyu ve Soda Şişeleri Neden Küçüktür?


Hep canımı sıkar, maden suyu ve soda şişeleri genellikle 250 cc'dir. Şişelenmiş pek çok diğer içecek bundan daha fazladır. Genelde 330 cl. Maden suyu içerik olarak zengin mineraller ve karbondioksit gazı barındırsa da sonuç itibariyle sudur.

Yahu, 250 cc su ile susuzluğunu giderebilen var mı? Hele ki bu sıcaklarda?

Böyle cüce şişelenip satılan maden suları beni şaşırtıyor. Sanki içeriği çok değerli de, o nedenle fazla üretilip satılamıyor. Ne bileyim, maden suyu üreticileri kalkıp 330 cc'lik ya da yaygın olarak 0,5 litrelik ürünler üretse ondan tonlarca alasım gelir (yarım litrelik üretenler var onlar süper ama bulunmuyor ki!).

Kendimi bildiğimde piyasada Afyonkarahisar ve Kınık maden suları vardı ve onlar da böyle küçük şişelenmişlerdi. Sanki birinin laf olsun diye ortaya attığı bu ilk şişeler Türkiye'de Endüstri standardını belirlemiş. Akmina bunun biraz dışına çıkmış ve büyükçe şişeler kullanmış olsa da o da dönüp cüce şişelerde ürün pazarlamaya başladı, iyi mi?

Umarım bu durum değişir de, şöyle doya doya, kana kana maden suyu içebiliriz. Ne yapayım, gazlı su seviyorum...

22 Temmuz 2011 Cuma

Ölmeden Mezar Yeri Almak


Zaman, zaman üzücü nedenler ile mezarlıklara düşüyor yolum.

Hayatını kaybeden dostların son yolculuğunda, kendilerini sevenleri ile birlikte uğurlamak, hayatın gerçeklerinden biri. Ölümden kaçılamıyor.

Böylesi zamanlarda yine ölüm kadar insanca olsa da beni şaşırtan bir durumu burada paylaşmak istiyorum. Kimileri, tercihen mezarlığın iyi yerlerinden bir iki mezar kapatıyor. Bazıları bir öte aşamasını da gerçekleştirip blok aile kabristanı yeri satın alıyor.

Bu duruma çok şaşırıyorum. Mezarlığın iyi bir yerinden mezar almak nasıl bir düşüncedir? "Gelen giden çok olur, bari ayak altı bir yer olsun da kolayca bulsunlar" mı? Yoksa "yerimiz belli olsun" mu? Ya da parayı malı mülkü götüremiyoruz bari iyi bir yerde yatalım mı? E, madem öyle, Rahmetli Can Yücel Gibi Datça'ya gömdürsenize ölü bedeninizi! Yok, "kendi memleketimizde olsun, gelenimize gidenimize zorluk çıkmasın" der gibi oluyorsunuz, biliyorum da...

Ya aile kabristanı almak? Sülalece "bir arada olalım, birlikte canımız sıkılmaz" düşüncesi mi?

Şöyle üzerinden 200-300 yıl geçtiğinde bakalım o mezar yeriniz hala orada duracak mı? O bile belli değilken, bu kadar çaba niye? Firavunları bile yattıkları yerlerinde rahat bırakmadık ki, bakalım sizler o yerleri ölümünüzden sonra elinizde tutabilecek misiniz?

Şaşırtıcı gerçekten şaşırtıcı!

Sağlıcakla ve olabildiğince bu dünyada, uzun ve mutlu kalın.

19 Temmuz 2011 Salı

Strafor Kartonpiyer (Stropiyer) Yapmanın İncelikleri

Eğer eve kendim strafor kartonpiyer yapayım diyorsanız işte size bir kaç kolaylık sağlayabilecek öneri.

Odanın tepe köşelerini hafif straforlar ile kaplayacaksanız öncelikle iyi bir tür strafor alın. Boy (2m) fiyatları 8 TL civarında. Ne çok kalın olsun, ne de çok ince. Tam boyu olan 2 metrenin kenarlarını yapıştırıcı ile kapladığınızda çok ince ise kırılabilir.

Muhakkak, köşeleri kesmek için çok işinize yarayacak olan kendisi de strafordan mamul kesme klavuzunu alın.

Alışverişe çıkmadan önce oda tavan uzunluğunuzu ölçün. Örneğin 15 metre ise 8 boy yeter gibi görünse de  siz eğer ilk kez uygulayacaksanız fazladan 2 boy daha alın. Yani 10 adet.

Özel yapıştırıcısından yeteri kadar almayı ihmal etmeyin.

Düzgün yapıştırabilmek için 5 cm'lik bir parça kesip duvara ve tavana yapışma yüzeylerini tam olarak oturtun. Bu halde duvar ve tavandan ne kadar uzak kaldığını ölçün ve yapıştırmadan önce yapıştıracağınız yere hem duvara hem de tavana 5-6 noktaya işaretler koyun ki eğri yapıştırmayın.

Köşelerde ve çıkıntılarda kestiğiniz parçalar birbirini tam olarak öpmeli. Kusurların içini önce yapıştırıcı daha sonra da boya macunu ya da kendi yapabileceğiniz saten alçı ile doldurun. Bu iş için parmaklarınızı kullanın.

Straforun yapışma yüzeylerini bir kerede yapıştıracağınız şekilde spatula yardımıyla yeteri kadar yapıştırıcı ile sıvayın ve yapıştırın. Yapışma tamamlandığında bir miktar taşacak gibi yapıştırıcı miktarını ayarlayın. fazlalıkları parmağınızla sıvayarak açıklık kalmayacak şekilde yapıştırın.

Yapıştırıcı büyük ihtimalle ilk andan itibaren straforları tavanda tutmaya yetecektir, yetmiyorsa ince cam çivileri ile kenarlardan dikkatlive kenarlara tutturabilirsiniz. Yapıştırıcı 2 saat kadar sonra, straforları desteksiz tutacak kadar kurur.

Korniş önleri için destek straforları almanız gerekli. Garantili yapışsın ve düşmesin diye diğer straforları yapıştırmadan 2 gün önce dayanak parçalarını yapıştırmanız gerekiyor.

Dayanakların üzerine straforları yapıştırdıktan sonra altta kalan fazlalıkları dikkatlice demir testeresi ya da bu iş için aldığınız özel testere ile kesip seviyelerini eşitleyin. Maket bıçağı kullanmamanızı tavsiye ederim. Eğri, büyrü bir sonuç alırsınız. Macunla kestiğiniz bölgenin alt kısmını dikkatlice düzeltin.

Yapıştırma işlemi bittikten ve araları da macun ya da saten alçı ile doldurduktan sonra tavan boyası ile straforları ve tavanı boyayabilirsiniz.

Söz söz: 5 kere ölçün, bir kere kesin!

Kolay gelsin.,

------------------------------------------------------
Öykü Kitabım Google Play'de satılıyor!

 Oturup bir kitap yazdım. İçerisinde büyük bölümü bilim kurgu hikayeler var. Tek derdim okuma alışkanlığının düşük olduğu Günümüz Türkiye'sinde hikayelerin gözden kaçıp yok olmaları. Ben bu hikayelere şevkat gösterdim. Siz de okuyun beğeneceksiniz. Teşekkür ederim. Sevgiler. Burçak Çubukçu   

11 Temmuz 2011 Pazartesi

Sosyal İnternet

Gençliğimi yaşadığım günlerde "sosyal" kelimesi duyanlarda endişe uyandırırdı. Geçen onca zamandan sonra bu kelimenin çok fazla popüler olması adeta İnterneti yeniden tanımlaması da bir o kadar ilginç. Sanırım İnternet artık büyük sosyal bir ağ.


Google+ ile bir anda fazlaca öne çıkınca izleyen haftada ilk cevap biraz cılız da olsa Facebook'dan geldi.

Facebook hesaplarını sabah açıp, akşama kadar sadece bu sayfa üzerinden İnternet'e bağlı kalan buradan haberleşen, yeni arkadaşlıklar kuran, dizi, film ve komik videolar izleyen bir kullanıcı kitlesi sözkonusu.

Yayıncıların, reklamcıların ve daha pek çok alandaki girişimcinin dikkatini bu yeni gelişmeler çekiyor. İnternet kullanıcıları Sosyal Paylaşımı pek sevdiler.


Sosyal İnternet, eğilimleri ve stratejileri etkiliyor.

Blog yazmak için verilen uğraş da konu ile gerçekten ilgilenenlerin dışında eskisi kadar gerekli değil. Twitter hesabınıza bağlı Paper.li gibi bir hizmeti kullanarak akıllara zarar bir günlük gazete sahibi olmanız işten değil. Üstelik bunun için neredeyse hiç emek harcamak gerekmiyor. İşte aşağıda benim gazetenin sayfa görüntüsü var. Şaşırtıcı öyle değil mi?



Scoop.it de henüz sınırlı beta testi yapan bir servis. Bunda da kendi içeriğinizi arama sonuçlarından tek tek seçerek oluşturuyorsunuz. İlgi alanlarınıza göre oldukça ilginç kendi yorumlarınızı da katarak oluşturabileceğiniz akışınızı dilediğiniz sosyal ağ'da ya da blog sitesinde paylaşmanız da mümkün.



Tabi özgün içerik oluşturacaksanız hala en değerlisinin blog olduğu kuralı henüz değişmedi. Benzer bir özellik Google+ ile de geldi. Sizin için yine sizin tercihleriniz doğrultusunda seçiminize sunulan arama sonuçlarından dilediklerinizi Google+ üzerinden Sparks'la akışınızda, çevrelerinizle paylaşabiliyorsunuz.



Google+ Sosyal Medya alanında pek de başarılarla dolu olmayan bir yoldan önemli tecrübelerle geliyor. Wave ve Buzz'da başarısız olan Google bu defa Google+ ile sosyal ağların en iyi özelliklerin bir araya getirdi. Kullanıcılar bu yeni Google girişimini sevdiler.

Google kapsamındaki pek çok hizmette ciddi yenilikler gerçekleştiriyor. Blogger bunlardan biri. Artık eskisinden çok daha kolay bir blog sahibi olmak istediğiniz tasarımı ve ek özellikleri kullanmak mümkün. Kendi alan adınızla da blogunuzu yayınlamak mümkün. Maliyeti derseniz yıllık 10 Amerikan doları. Bazı küçük girişim ve işletmeler, düşük maliyetli ve kolay kullanımlı olmasından bu hizmeti kuruluşlarının sayflarını internette yayınlamada kullanıyor.

Blogger da sosyalleşme ile ilgili pek çok ek ile kullanılabildiği için onun da akıntı yönünde hareket ettiğini ileri sürebiliriz.

Youtube artık rastgele ya da yayıncının isteğine göre seçmeleri önümüze getirmiyor. Eğer Google hesabınızla giriyorsanız Sizin tercihlerinize göre, ilgi alanınıza uyan ve takip ettiğiniz kişilerin sağladığı içerikleri getiriyor önünüze. Yani artık Youtube bile sosyalleşmiş.


Facebook G+'a cevap olsun diye acele görüntülü görüşme özelliğini açtı. Skype'ın sağladığı hizmet net görüntülü ve temiz sesli. Facebook yaptığı geliştirme ve güncellemelerin yanında kullanıcı deneyimini kolaylaştırıcı sade ama fonksiyonel bir kullanım deneyimi yaşatmak için çalışsa iyi olur.

Facebook'un görüntülü görüşme özelliğini kullanmak için yüklenen programını inceleyen, işin meraklısı bilgisayar programcıları ilginç bir başka özelliğin de fırından çıkmak üzere olduğu bilgisini Sosyal Medya'da paylaştılar. Facebook da büyük ihtimalle müzik dinlenip indirilebilen bir hizmeti kullanıcılarına sunacak. Müzik indirme özelliği de kaçınılmaz olarak son derece önemli ve belki de müzik endüstrisinin geleceği burada yatıyor.

İnternet'te, eğilimlerin ne olacağını, neyin öne çıkabileceğini görmek için Google'ın son zamanlarda üzerinde çalıştığı ve öne çıkarmaya kararlı göründüğü hizmetlere bakmak yeterli. Müzik de bunlardan birisi. Büyük ihtimalle müzik indirme servislerini de sosyalleşmiş bir şekilde İnternet'te çok yakında kullanacağız.

Sosyal İnternet kulağa ilginç geliyor değil mi?

Zamanın Sonu: Ölüm ve Varoluş

Genellikle ölüm korkusu ya da endişesi ile yaşarız. Büyük olasılıkla bu, yaşadığımız sürece, bir gün geldiğinde öleceğimizi bilmemizden kayn...