Yeni medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Yeni medya etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

29 Temmuz 2013 Pazartesi

Ekşi Sözlük Nedir?


Ülkemizden sosyal medya sitelerini anlatmaya devam ediyorum. Bu sefer belki de ülkemizdeki en eski ve bilinen ilk sosyal medya sitesinden söz etmek istiyorum.
Merhaba,

Ülkemizde sosyal medya sitelerinin en eskilerinden biri Ekşi Sözlüktür. 1999 yılında Sedat Kapanoğlu tarafından kurulmuştur. "Kutsal Bilgi Kaynağı" olarak anılardan silinmeyen muzip sloganı da hala aklımda.

Bundan yıllar önce sourtimes.org alanadının altında bir subdomain olarak yaşama gözlerini açtı Ekşi Sözlük. Adres çubuğundan yazıp ulaşması da zor olduğundan insanı uğraştırırdı ne yalan söyleyeyim. O zamanlar Google da böyle leb demeden siteyi önünüze getirecek kadar gelişmemiş olduğundan, inanmazsınız belki ama adres çubuğuna tam olarak http://sozluk.sourtimes.org girilerek ulaşılanbilen bir yerdi. Ben severdim, çünkü olur olmadık akla gelen her türlü kavramı aradığınızda o konuda bazı girişlere ulaşabiliyordunuz.

Yurt dışında benzer siteler var. Hemen hemen aynı tarihlerde kurulan h2g2.com ve everything2.com ve viki yani ansiklopedi sitelerini de benzerler arasına koymak mümkün.

Bilmediğiniz bir kavram hakkında kullanıcılar tarafından oluşturulmuş bir içerik okumak için keyifli bir kaynak oluyordu Ekşi Sözlük. Zamanla içerikleri giren kullanıcılar bu girişleri güncel ve taze konularla da genişletip aralarında bu konuyu değerlendirmeye başladıklarında son derece sosyal bir ortam ortaya çıkıverdi.

Yoğun gündemi takip ederken biraz nefes alıp aklınızı dağıtmak, yada bir kavramı (ansiklopedilerden değilde) kısa yoldan arayıp bulmak istediğinize girip bakmak için ilginç bir sitedir.

Site tasarımı son derece sade. Resim göndermek mümkün değil ancak bir resme ya da bir İnternet sitesine veya video'ya link vermek mümkün. Reklam alarak gelir elde edebiliyor. Ancak reklam verenlere ilişkin olumsuz girdilerin finansal endişeler ile silinmesi gibi nedenlerle bile kullanıcılar zaman zaman rahatsızlıklarını dile getirebiliyorlar.

Yazarlar yönünden ele alındığında, Ekşi Sözlük kendini ifade etme ve okurlarla içerik paylaşma açısından bağımlılık yapan bir sosyal medya sitesidir. Pek çok başka sosyal medya sitesine de içerik paylaşımı yoluyla katkı yaptığını söylemek yerinde olur.

Ekşi Sözlüğün bu kadar yıl ayakta kalması ve başarılı olması yüzünden pek çok benzer, adeta klon sözlük sitesi kurulmuştur. Bunlar içerisinde özellikle kendi argo konuşma protokolünü oluşturmuş olan İnci Sözlük en bilinenlerindendir.

Eğlencesine de olsa bir Sözlük oluşturmak amacıyla yola çıkıp, son derece iyi bir şekilde gündemi takip edebileceğiniz güçlü ve yaygın bir sosyal paylaşım sitesi haline gelmiş olan Ekşi Sözlük şüphesiz yurdumuzun en etkili ve bilinen, aynı zamanda da en eski sosyal medya sitesidir.

Burada genellikle rumuzlar ile yazıldığı için girişler daha bir özgürce bazen de provakatif olabiliyordu. Türkiye'de İnternet'in zapt-ı rapt altına alındığı tarihe kadar kah şaka, kah kahkaha ile gidişini sürdürdü site. Her ne kadar yazarlarını seçerken özenli olmaya dikkat edilse de sıkıntılı zamanlar yaşandı ister istemez. 2007 - 2011 döneminde yazarlarının kimlik bilgilerini ilgili makamlara iletmek zorunda kalmasına kadar giden sarsıcı gelişmeler yaşansa da site halen hayatına devam etmektedir.

Yazarlarının girdiği içerikler anında gözden geçirilemediği için zaman zaman büyük kargaşalar yaşanabilmektedir. Son günlerde böyle bir nedenden dolayı sıkıntılı bir dönem geçiren Ekşi Sözlük yönetimi kamuoyuna olabildiğince zamanında provokatif bir başlığı sildiğini anlatmaya çalışmakta ancak yine İnternet'in yapısı gereği ekran görüntüleri başka mecralarda paylaşılmaya devam ettiğinden kendini ifade etmekte ve derdini anlatmakta zorlanmaktadır.

Burada Ekşi Sözlük içeriği okunurken en dikkat edilmesi gereken konu, yazılanların hiç birine körü körüne inanılmaması gerektiği ve bu bakış açısıyla kullanıcılar tarafından oluşturulan içeriğin, kendi akıl süzgecinizden dikkatli olarak geçirilmesinin şart olduğudur. Bu yapılmadan, site içeriğine karşı toplumun çeşitli kesimlerinden yöneltilen tepkilerin ancak toplumsal toleransımızın eşiğinin daha yukarı çekilmesi ile azalabileceğini düşünüyorum. Ancak sanırım bunun için hala erken.

Sonuç itibariyle Türkiye'deki kanuni düzenlemeler nedeniyle herhangi bir İnternet sitesi devam ettirmek bile zorken binlerce kullanıcının içerik oluşturduğu bir sosyal medya sitesini ayakta tutmak oldukça güç. Oysa Facebook ve Twitter gibi ülkemizden milyonlarca kullanıcıya sahip yabancı sosyal medya sitelerinden kullanıcılar hakkında bilgi almaya çalışan resmi makamlarımızın olumsuz cevapla karşılaşması da yakınlarda hatırladıklarımız arasında.

Yazarı olmasanız da Ekşi Sözlüğe arada sırada girip, bir göz atmanızı tavsiye ederim.

İyi günler diliyorum.


26 Temmuz 2013 Cuma

Sosyal Medya'da Siz Kimsiniz?




Öyle bir servis olsa da, sizin bile sayısını unuttuğunuz yeni medya hesaplarınızı bir arada tutsa, arayanlar sizin sanal profilinize ulaşabilse, diye düşündünüz mü hiç?
Düşünmediyseniz, az sonra bahsedeceğim. Tüm sosyal medya hesaplarınıza tek yerden herkes ulaşabilecek.
 Merhaba,

Ülkemizde web 2.0 yani içeriği  kullanıcı tarafından oluşturulan bir web sitesi kurmak cesaret ister. Kullanıcılar tarafından oluşturulan içerik nedeniyle, mahkeme mahkeme taşınmanız mümkündür. Tanıdıklarımın başına geldi. Hiç bir ilgileri olmadığı halde, hayatlarında adli sicil belgesi almak dışında gitmedikleri adliyenin yolunu, üst mahkemenin ne demek olduğunu öğrenmek zorunda kaldılar.

Bu durumu şöyle gözünüzde canlandırayım. Bir kahve dükkanınız var diyelim. İki müşteriniz tartışıyor ve biri diğerini bıçaklıyor. Önemli bir yaralanma olmadığından, bıçaklayan kişi kısa sürede bırakılıyor. Sizin işletmenizde oldu diye, sizi tutuklayıp, yargılıyorlar. Yıllarca, "benim olayla bir ilgim yok" diye masum olduğunuzu adalete anlatmaya çalışıyorsunuz.

Şimdi, böyle riskleri olan bir alanda gelişme olmasını beklemek dünyadan haberi olmayan girişimci ve yazılımcılar gerektirir diye düşünebilirsiniz belki. Neyse ki haklısınız, hala web 2.0 web siteleri yapılıyor. Bir kısmı da sosyal medya siteleri.

Eğer sosyal medya sitelerine meraklıysanız, birazdan söz edeceklerim ilginizi çekebilir. "Canım benim bir Facebook hesabım var, onda da hiç bir şeye hakim olamıyorum". diye üzülüyorsanız yalnız değilsiniz. Ben bile Facebookda ayarlar, güvenlik gibi kısımlarda kayboluyorum. Ancak, başka bir çok sosyal medya hizmeti var şöyle bir İnternet'e bakarsanız. Zamanla arka arkaya abone oldukça siz de şaşırabilirsiniz artan hesaplarınıza. O nedenle birazdan anlatacaklarım işinize yarayabilir.

Bahsetmek istediğim kimdir.com sosyal medya hesaplarınızı bir portföyde topluyor. Arka planına istediğiniz fiyakalı bir fotoğrafınızı yerleştiriyorsunuz. Görülmesini istediğiniz sosyal medya servislerini de birer birer ekliyorsunuz. İsim ve soyadınızla bir de alt alanadı (subdomain) aldınız mı tamam. Örneğin, benim bu sitedeki yerimi burcakcubukcu.kimdir.com. İnceleyin, oldukça kullanışlı olduğunu göreceksiniz.

Sitenin sahibi Beril Teknoloji. Dostum Devrim Demirel'in şirketi. Bu firmanın yine Türkiye sosyal medya tarihinde önemli yeri olan blogcu.com'un yapımcısı olduğunu ve bu servisi sattıklarında, bunun Türkiye bilişim tarihinde gerçekleşen en büyük ve önemli satış olarak nitelendiğini de belirtmekte yarar görüyorum. Yine pek çok İnternet projesinde imzaları bulunur.

Kimdir.com yaklaşık olarak 15 bin kişi tarafından kullanılıyor. Bu kişisel sanal portföy hizmetlerine ek olarak, ünlü Türkler'in tanıtım sayfaları da sitenin bir başka özelliği.

Eğer siz de sosyal medyada edindiğiniz yeri ortaya koymak ve daha da görünür olmak istiyorsanız, ülkemizde geliştirilmiş olan bu projeye göz atmanızda, hatta belki de burada bedelsiz sayfanızı açmanızda yarar var.

İyi günler dilerim.

24 Temmuz 2013 Çarşamba

Yeni Medya ve Kendini Bilmek


Kişisel gelişim ve kendini bilmek, bir duvarı yaparken, uygun taşları tek tek seçip, onları aralarından su sızmayacak şekilde gerektiği gibi konumlandırarak yerlerine yerleştirmek gibidir. Kolay değil, aksine oldukça zorlu bir süreçtir. Hayatımızın önemli bir parçası haline gelen Yeni Medya da kendini bilme yolculuğunda ister istemez bize eşlik ediyor bu aralar. Üstelik kısmen de olsa yalnız yapılan bu yolculukta, sanal yol arkadaşları birbirlerinin gelişimine katkı yapıyor. 
Merhaba,

Maslow ihtiyaçlar piramidi diye bir kavram öne sürdüğünden bu yana yarım asırdan fazla süre geçmiş. Aslında soru var kafamda: Bu neden pramittir de sütun değildir? Dikkat ederseniz aşağıdaki ihtiyaçlar ile yukarıdakiler önem olarak birbirinden daha önemsiz değil ki.



Piramit, alttan temel ihtiyaçlar ile başlar, tepede kendini yeniden yaratmak ile sona erer. Sizce, temel ihtiyaçlar olmazsa olmaz, kendini yeniden yaratmak olmasa da olur bir kavram mıdır. Eğer sadece temel fizyolojik ihtiyaçlarını karşılayan bireylerden kurulu bir toplum olsa nasıl olur? Sanırım bunlar insana yetmemiş ki uygarlaşmış, eserler ortaya koymuş. Deneyimlerini gelecek nesillere aktarmış ve uygarlık yokunda kilit taşlarını döşemeye başlamışız.

Piramidin neredeyse tüm bölümlerinde sosyal medya sitelerinin kendilerine göre rolleri var. Maslow piramidini incelemenizi tavsiye ederim.

Bunun için benim web sayfamda yani burcakcubukcu.com'daki "Yeni Medya ve Kendini Bilmek" isimli yazıya bakmanızı öneriyorum.

Yeni Medya, kendi sınırlarınızı yeniden tanımlamada ve bunu duyurmada etkili. Bunu, dileyen herkese sağlaması ise popüler olmasının başlıca nedeni.

Aslında zaman içerisinde pek çok araç bunu sağlamada insanoğluna faydalı olmuştu. Yeni Medya'nın farkı, görece daha geniş kitlelere ulaşabilmesi. Tabi doğru siteyi veya uygulamayı bulmanız kaydıyla. Aradığını bulamayan kimi kullanıcıların "camı açıp bağırsam, daha çok insanla etkileşime geçerim" feryadı ise sanırım buna olumsuz bir örnek.

Yeni Medya sitelerinde basitlik her zaman işe yarar. Basitlikten kastım kullanıcıya zorluk çıkartmayan siteler. Bu konuda iyi örnek şüphesiz Twitter. Topu topu 140 karakter yazılabiliyor. Kendini ifade etmek için az olsa da, günde milyonlarca mesaj gönderildiğine bakılırsa işe yarıyor. Yan etkisi: kendini bir cümlede ifade edebilme becerisi kazandırması. Kötü örnek: Bana kalırsa Facebook. Kullanımı zor. Kullanıcıyı dipsiz bir kuyuya atıyor. Ancak her ikisi de başarılılar.

Fotoğraflar da kendini ve dünyayı anlamada, anlatmakta son derece etkili. Yine Twitter, Facebook gibi yerlerde fotoğraf paylaşmak mümkünken sırf bu tür paylaşımlara ağırlık veren diğer siteler de var. İlginç tarafı bir sitede yaptığınız paylaşımın dilerseniz diğer sitelerde de görünebilmesi. Eğer uygun şekilde hesaplarınızı birbirine bağlarsanız tek gönderim ile aynı anda birden çok yeni medya sitesinde içeriğiniz görülebiliyor.

Yeni medya'da bir süredir geçerli olan bir eğilim sözkonusu. Özellikle bloglarla (günlük) başlayan "özgün içerik her şeydir" fikri artık değişiyor. Googleda arama sonuçlarında bloglara eskisi kadar önem verilmiyor. Bunun temel nedeni özgün içerik yaratmanın zor olmasından kaynaklanıyor. Dolayısıyla önemini yitiriyor gibi görünse de blog yazmak Maslow piramitinin tepesine denk geliyor. Ancak, herkesin kendini gerçekleştirmesi ve içeriği üretmesi kolay olmadığından, yerine "Curete" diye bir kavram gelip, Yeni Medya'nın orta yerine oturuverdi. İçerik oluştururken, gördüğünüz başka içerikleri bir sosyal medya sitesinde paylaşıyor ve kendi görüşlerinizi, tavsiyelerinizi içerisine ekliyorsunuz. Böylece yeni bir içerik, diğerlerinin küllerinden doğmuş oluyor. Takipçileriniz de belki sizi takip etmeseler hiç göremeyecekleri ilginç konularda bilgi sahibi oluyorlar. Onlar da fikirlerini paylaşıyorlar. Böylece takipçilerinizin takipçileri de yeni içerikten haberdar olup katkı yapıyorlar. Bir de bakıyorsunuz kartopunun yuvarlanıp büyümesi gibi içerik büyüyor dahası paylaşılıyor. Yani içeriği yaratmasanız da onu zenginleştirdiğiniz ve yeniden paylaşıma sunduğunuz bir yeni anlayış yaygınlaşıyor. Aslında bu anlayış çok da yeni sayılmaz. Biz bunu uygarlık tarihinin başından beri yapmıyor muyuz zaten?

Sonuç itibariyle Sosyal Medya ya da biraz daha geniş bir alanı tanımlayan, Yeni Medya sayesinde ihtiyaçlar piramidinin tepelerine rastlayan bölümdeki ihtiyaçlar gerçekleştirilmiş oluyor. Biraz sanal oluyor ama oluyor! Sanırım Sosyal Medya'nın neden bu kadar dikkat çektiği ve gündemde olduğunun mantıklı bir açıklaması da bu.

Sosyal Medyanın denetlenmesi ve devletlerin İnternet üzerinde hakimiyet kurmak için gösterdikleri çaba ise konu ile yakından ilgili olmakla birlikte sanırım bir başka bir paylaşımın konusu...

İyi günler dilerim.

22 Temmuz 2013 Pazartesi

Öldüğünüzde Sosyal Medya Hesaplarınız Ne Olacak?

 
Cennete gitmeyi herkes ister ama kimsenin acelesi yoktur. Umarım sağlıklı, uzun ve mutlu bir hayat yaşadıktan sonra, kaçınılmaz sonla yüzleşiriz. Peki hayattan istemeden de olsa koptuktan sonra, sosyal medya hesaplarınız ne olacak hiç düşündünüz mü? 
Merhaba,

Ölümsüzlüğün anahtarı belki de arkanızda bıraktığınız eserlerinizdir. Bir başka bakış açısından da, geleceğe sizi ve fikirlerinizi ulaştıracak olanlar yetiştirdiğiniz nesillerdir. Ölümü aşmak ve ötesine geçmek belki de böyle mümkün olur.

Peki siz bu dünyadan göçtüğünüzde, hala açık kalıp, hayatını sürdürecek olan sosyal medya sitesi abonelikleriniz ne olacak? 

Mesela İnternet'deki Facebook durum güncellemelerinizi siz öldükten sonra kimsenin okumamasını, hesabınızın kapanmasını isteyebilirsiniz. Ya da Twitter'daki girişlerinizin silinmesi gerektiğini düşünebilirsiniz. Linkedin hesabınızda hala iş arıyor olarak görünmeniz de öldükten sonra pek hoş olmayabilir. 

"Aman canım, ben öldükten sonra İnternet'teki ıvır-zıvırımdan bana ne?" diye düşünüyorsanız sorun yok tabi. Ancak öldükten sonra bu içeriklere ne olacağı, sizi ilgilendiriyorsa ne olacak? Tabi bir de arkadaşlarınızı her yaş gününüzde uyaran Facebook sizin çoktan gittiğinizi bilmediği için bu yaşgünü hatırlatmalarına da devam edecektir. En azından arkadaşlarınızı üzebilecek bir durum bu.

Bu sevimsiz gerçeğin, İnternet açısından bazı yansımaları var. Facebook, Twitter, Linkedin vs. sitelerdeki üyelikleriniz öyle kalacak, siz hortlak gibi bir süre daha arkadaşlarınıza zaman zaman görünecek misiniz? Ya da kişisel siteniz, blogunuz ne olacak? 

Siz öldükten sonra bunlarla bir yakınınız ilgilenip gerekeni yapsa fena olmaz, öyle değil mi? Ama hepimizin bu işleri çekip çevirecek bir yakını olmayabilir. Blog eğer bir alan adı üzerinden ulaşılan türden ise alan adı ödemenizi yapmadığınızda kısa sürede alan adı erişimi kapanacağından ya da hosting şirketi, yine ödeme gecikmesi nedeniyle sitenizi erişime kapattığında sorun kalmaz. Tam tersine kapanmasını istemediğiniz durumda da bu dünyadan birilerinin yardımına ihtiyacınız var.

Blogger ve benzerlerindeki içeriğiniz daha uzun yıllar orada kalıp okunabilir olacaklardır. Tabi öyle kalmasını da tercih etmek size kalmış. Siz göçüp gittiniz diye eserlerinizin de yok olması gerekmez.  

Bizde sanal dünya ile ilgili işlerde vasiyet müessesi pek ciddiye alınmadığı için bu konuda yardımınıza koşacak ülkemiz çıkışlı bir site yok. Oysa yabancı siteler aracılığıyla sayısal vasiyet bırakma imkanınız var.

Yurt dışında, siz öldüğünüzde bu durumu anlayıp gerekli işlemleri yapabilecek siteler bulunuyor. http://ifidie.org/, http://www.deadmansswitch.net hemen ilk akla gelenler. Bu siteler resmi olmasa da size bir şey olursa, yakınlarınıza ulaştırmak istediğiniz içeriği ya da vasiyeti oluşturmanıza yarıyor. Siteler size ulaşamadıklarında bu içeriği sizin istediğiniz kişilere ulaştırıyor. Böylece bir anlamda vasiyetinizi sanal ortamda bulunduruyorlar.

Facebook için de benzeri uygulama var. "If I Die" yani "Ölürsem" Facebook uygulaması da facebook içerisinde uygulamalar kısmında araştırılıp bulunabilir. 

Bu siteler ve uygulamalar bu işi basit bir şekilde halletmenize imkan tanıyorlar. Ne yazık ki sadece İngilizce dilini destekliyorlar. 

Örnek olarak verdiğim sitelere ya da kendi bulduğunuza kaydolup, öldüğünüzde istediğiniz bir, iki kişiye dağıtılacak bir mesaj bırakabiliyorsunuz. Dilerseniz tüm kayıtlı olduğunuz sitelerin şifrelerini, bilgisayarınızın yönetici şifresi vs. Kısaca geriye ne bırakmak istiyorsanız onu o mesaja ekleyebiliyorsunuz.

Siteler sizin yaşadığınızı kontrol için periyodik olarak mail gönderiyor ve cevaplamanızı bekliyorlar. Belirlediğiniz süre içerisinde sizden cevap alamadıklarında mailinizi ulaşmasını istediğiniz mail adreslerine yolluyorlar. 

Hayatı devamlı tehlike altında olan ve öldüğünde bundan kamuoyunu bilgilendirmek belge vb. şeyleri açıklamak isteyenler de bu yöntemi kullanabilir tabi! Bu da başka bir yönü.

Böylece mesela sizi doğum günlerinizde sadece Facebook'dan kutlayan arkadaşlarınız, ölmüş insanın doğum gününü kutlayıp, aile bireylerinin de asabını bozmamış olurlar.   

Sevimsiz, ama bir şekilde halledilmesi gereken durum için bir kaç alternatif önermek istedim. Ömrünüz uzun, günleriniz dolu dolu olsun.

İyi günler dilerim.

17 Temmuz 2013 Çarşamba

Bulutta Evrak Depolayın


Hiç bir şeyi atamayanlardan mısınız? Peki, bütün sakladığınız dokümanlarınızı sayısallaştırıp bulut üzerinde saklamaya ne dersiniz? Laf aramızda, atın kurtulun hepsinden. Kağıtların esiri olmayın!
Merhaba,

Depolama için en başlarda disketler vardı. Daha sonra disketlerin yerini CD'ler aldı. Her ikisi de uzun süre işimizi gördü. Taşınabilir diskler çıktığında, durum biraz değişti çünkü depolama alanı inanılmaz miktara artmıştı. Ancak bir süre sonra taşınabilir disklerin aslında çok zor taşındıkları görüldü. Teknoloji yine imdada yetişti ve usb bellekler yeni depolarımız oldu. Tam alışmışken usb belleklere, bulut depolama diye bir kavram, yanımıza hiç bir şey almadan her yerden belgelerimize erişme imkanını sağladı.

Evrak, arapça varak (kağıt yaprak) çoğuludur. Gerekli evrakı saklamak işinize yarayabilir. Ancak ev ortamında giderek size gerekli gelen tonlarca kağıdın arasında toz, kir içerisinde kalmışsanız durum hem siz hem de sizinle birlikte yaşayanlar için zor olabilir. Eğer söz konusu olan birkaç klasör ise tabi ki sorun yok, ancak evrak saklamak için, bir ya da bir kaç odanızı feda ediyorsanız sorunun boyutu çok ciddi olabilir. Böyle bir durumda atmaya kıyabilirseniz o size göre değerli kağıtlarınızı hepsini sayılaştırıp İnternet'te saklamanız mümkün. Üstelik kategorilere ayırabileceğiniz için bu sakladıklarınızdan lazım olanlara her istediğiniz zaman ulaşabilirsiniz.

Öncelikle eğer odalar dolusu sakladığınız öte beri varsa, bunun bir fotoğrafını çekin. Bir süre sonra fotoğrafı inceleyin. Pek çok gereksiz, işe yaramaz öte beri görüyorsanız, onları toplayıp çöpe yollamanın zamanı gelmiş olabilir.

Eğer akıllı bir telefonunuz ya da tabletiniz varsa, belki farkında değilsiniz ama aynı zamanda bir doküman tarayıcınız da var. Google'ın Drive özelliği sayesinde 15 GB kadar bir alan emrinizde. Buraya dünyalar sığar. Android ya da iPad tabletinize, telefonunuza Google'ın Drive uygulamasını indirin.

Bu uygulama fotoğraf kamerasını kullanarak dokümanları tarar ve onları pdf yani neredeyse endüstri standardı haline gelmiş bir formatta saklar. Ayrıca bunu İnternet'te Google'ın size ayırdığı alana yükler. Böylece, depoladığınız o kağıda artık ihtiyacınız kalmamıştır. Yeniden değerlendirmek için kağıt toplayan bir yere bırakabilirsiniz. Belki tüm bu tür kağıtları tarayıp depo alana göndermek ve onları türlerine göre ayırmak zor gelebilir ama sadece bir kez yapılacak iş.

Google+ fotoğraflar kısmında 2048*2048 piksele yani yaklaşık 4 megapiksele kadar fotoğraflar limitsiz olarak yüklenebiliyor.

Box.com eğer Drive kullanmak istemezseniz güzel bir alternatif olabilir. Box'un da uygulamasıyla akıllı cihazınıza evrakı fotoğraf olarak yüklemek ve adını istediğiniz gibi belirlemek mümkün. Böylece aradığınızda kolayca bulmanız da olası. 5 GB alanı gözünü kırpmadan sistemlerine kayıt olanlara bedavaya veriyorlar. Bu da iyi bir alternatif. Aynı zamanda ses, görüntü de aynı şekilde anında uygulama üzerinden kaydedilip bulut depo alanına yüklenebiliyor. Fazladan özellik göz çıkartmaz sanırım.

cx.com da bulut depolama hizmeti veriyor. Hiç de azımsanmayacak bir 10 GB bedava alanı kaydolduğunuzda emrinize veriyor. Uygulaması, isterseniz çektiğiniz fotoğrafları doğrudan bulut alanınıza yükleyebildiği için uygulamayı çalıştırıp belgelerinizin fotoğraflarını çekmeniz onların otomatik olarak depolanmaları için yeterli oluyor.

Daha pek çok depolama çözümü mevcut. Mesela, 1 TB bedava fotoğraf depolamanıza imkan sağlayan Flickr.com ya da bu işleri ilk başlatanlardan dropbox.com da alternatifler arasında. Ülkemizden bir servis isterseniz TTNET kullanıcıları için 20 GB alanı bedava sağlıyor.

Bir keresinde bir yerde okumuştum. Eğer 6 ay herhangi bir eşyaya elinizi sürmüyorsanız onu atabilirsiniz diyordu. Hadi, bir yıl yapalım bu süreyi. Gereksiz öte beriden kurtulmak yaşam kalitenizi artıracaktır. En azından, tozundan kirinden kurtulmak bile, bir adımdır.

Gelin, özenle sakladığınız o kağıt yığınlarını sayısallaştırıp, kurtulun onlardan. Yaşam alanınızda değil, bulut sürücülerde yer işgal etsinler.

Bütün bu sayısallaştırdığınız içeriği her ihtimale karşı bir usb bellek ya da taşınabilir sabit diskte, en azından bilgisayarınızda da bir yerde tutmanızda veya birden fazla bulut depoya aynı dosyaları yedeklemenizde büyük fayda var.

Limitsiz depo alanını sağlayan justcloud.com ise diğerlerinden biraz olsun ayrılıyor. iPhone, iPad, Android, Blackberry için uygulamaları mevcut. Sanırım tam kirli çıkınlara yarayacak bir hizmet sundukları, ne dersiniz?

Bu programda pek çok site adresi verdim. Bu programa ve dolayısıyla verilen linklere burcakcubukcu.com adresinden ulaşabilirsiniz.

Dizimiz devam edecek,

İyi günler dilerim.

15 Temmuz 2013 Pazartesi

Blog Açmalı mı?



Blog, yani günlük yazmak, kimilerine göre çoktan modası geçmiş boşuna bir uğraş. Oysa blog içeriğini sizin belirleyip, doldurduğunuz üstelik kolayca bir arada tutup, kontrolü sizde olan bir ortam. Dolayısıyla modası olmaz. Peki bir blog açmalı mı? ve Blog türleri nelerdir?
Merhaba,

İstatistiklere bakılırsa 200 yıl önce dünya nüfusu 1 milyar kadarmış. Günümüzde ise Facebook kullananların sayısı bu rakamın üzerinde. Sosyal medya kullanımı bu kadar artmışken, sosyal medyada kendi ürettiğiniz içeriği paylaşmak ve okunurluğunu artırmak için yine sosyal medyayı kullanmak mümkün. Blog sosyal medyada ilk öne çıkan kavramlardan biridir.

Peki blog nedir?

Blog, yazmak için bir günlüğün kağıttan sayfaları yerine, İnternet'in sağladığı imkanlardan birini kullanarak sanal dünyaya not düşmektir. Niteliği gereği, bir tür dışavurumdur. İsterseniz başınızdan geçenleri anlatırsınız, isterseniz aklınıza gelen bir konuyu ele alan denemeler yazarsınız. "Nasıl yapılır?" türü bilgilendirici içerik oluşturabileceğiniz gibi dilerseniz moda, yiyecek-içecek, gezi, bilim, spor, teknoloji, ana-babalık, kültür-sanat benzeri konulara uzmanlaşan bir blog yazabileceğiniz gibi, aklınıza gelen her şeyi paylaşabildiğiniz bir blog mümkündür.

Kendimce bir sıralama da yapayım istedim. Buna göre:

Blog türleri:
Kişisel
Kurumsal
Topluluk

Blog tipleri:
Yazılı
Fotoğraflı
Görüntülü
Karma
Tematik

Peki blog açmak için ne yapmalı? Pek çok blog servisi veren yer var. Bunlardan birini amacınıza göre seçebilirsiniz. Genellikle herhangi bir harcama yapmadan bir blog servisi açabilirsiniz. Eğer yeterli trafik alabilirseniz, reklamlar yoluyla üzerinden para bile kazanabilirsiniz. Ancak hemen söyleyeyim, öyle büyük bir gelir düşü görmeyin.

Blogger, kolay kullanımı ve bedelsiz blog hizmeti vermesi nedeniyle benim favorim. İsterseniz kendi alan adınızı yine sistem üzerinden alıp, yıllık 10 dolar gibi bir bedel karşılığı blogunuzu kendi alan adınızla yayınlama imkanı olduğundan daha da çok beğeniyorum. Aynı hizmeti tumblr, wordpress gibi başka blog siteleri de veriyor.

Sadece resim çekip yayınlayayım, belki altına bir iki satır bir şey yazarım diyorsanız. Yine pek çok farklı alternatif var. Flickr, Tumblr, Instagram bu kapsamda düşünülebilir. Bir fotoğrafla, sayfalar dolusu yazı ile ifade edilebilecekleri aktarabilmek mümkündür. Bu itibarla fotoğraf günlüklerini de kapsam içerisinde tutmak doğrudur.

Görüntülü-sesli blog için video servislerinden birini kullanmak mümkündür. Youtube gibi bir yerde kendi kanalınızı açıp görüntü ve sesinizi, isterseniz kaydedip düzenledikten sonra, dilerseniz anında bilgisayarınızın ya da telefonunuzun mevcut kamerası üzerinden siteye yüklebilirsiniz. Yazmaktan çok, konuşmayı seviyorsanız görüntülü bir blog tutmak farklı bir çözüm olabilir. soundcloud.com gibi bir yerde Sadece sesli bir blog tutmak da mümkün.

Yeni medya kendini ifade için kullanıcılara değişik alternatifler sunuyor. Kendinizi ifade etmek ve görüşlerinizi arkadaşlarınızla paylaşmak için pekala Facebook, Twitter gibi sosyal medya ve mikro blog servisi yapan yerleri kullanabilirsiniz. Ancak Blog ile karşılaştırıldığında bu tür servislerde oluşturduğunuz içerik çok daha çabuk tüketilip eskiyecektir. Bloglarda yazdığınız içerikler ise eğer birilerinin aradığı bilgileri sunuyorsa, uzun zaman ziyaret edilecek, sadece arkadaşlarınız ve tanıdıklarınız tarafından değil, tüm İnternet kullanıcılarına görünür olacaktır. Blog içeriğinin derli toplu olacağını da unutmamak gerek. Dilediğinizde içeriğinizi tamamen yedekleyip başka bir servise taşımamız bile mümkün olduğundan buralardaki içerik her zaman sizin olacaktır.

Kimi kullanıcılar kolay erişilebildiği için Milliyet Gazetesi'nin Milliyet Blog'unu kullanmaktadır. Bu da bir seçenektir. Burada yazılarınız ilginçlikleri ile orantlı olarak sıradan bir blog servisine göre başlangıçta yoğun trafik alabilmektedir. Bu size ve ortamı sağlayan Milliyet Blogu için okur trafiği olarak karşılıklı faydalı olur. Ancak içeriğin kolay idare edilemediğini de belirtmek isterim. Trafik için faydası olacağını düşünüyorsanız Hürriyet Gazetesinin Yazar Kafe sitesi de içeriğinizi kategorize ederek öne çıkardığından okunurluğunuzu artırabilir.

Eğer yazı yazmayı, fotoğraf çekmeyi, konuşarak paylaşmayı seviyorsanız ve bunu bir maraton gibi sürdürebileceğinizi düşünüyorsanız bir blogunuz olsun. Düşünceleriniz ve paylaştıklarınız size belki "çok satan" eser kadar ün getirmez ama bir şeyleri değiştirmek, birilerinin aradıkları bilgiyi sunmak, insana güzel tatmin duygusu verir.

Özetle: Blog açmak istiyorsanız, hiç durmayın açın.

Dizimiz devam edecek.

İyi günler dilerim.

11 Temmuz 2013 Perşembe

Yeni Medya'da Birey Olmak


"Bir gün herkes 15 dakikalığına ünlü olacak" Andy Warhol'un bu sözü sanki yeni medya öngörülerek söylenmiş gibidir. Peki yeni medya sizi ne zaman meşhur edecek?

Merhaba,

Mevlana'dan kısa bir şiirle başlayacağım:

Cömertlikte ve yardım etmede, akarsu gibi ol,
Şefkat ve merhamette, güneş gibi ol,
Başkalarının kusurunu örtmede, gece gibi ol,
Hiddet ve asabiyette, ölü gibi ol,
Tevazu ve alçak gönüllülükte, toprak gibi ol,
Hoşgörürlülükte, deniz gibi ol,
Ya olduğun gibi görün,
Ya göründüğün gibi ol.


Dikkat ederseniz Mevlana Celaledin-i Rumi bize hedef olarak hiç de azımsanmayacak ama kişisel gelişim ve mutluluk için çok önemli noktaları işaret etmiş. Kimimiz için, belki de varılacak hedefler bile değil pek çoğu, ancak hedefe yapılan yolculuğa bile değer sanırım.

Abraham Maslow'un ihtiyaçlar piramidinin orta ve üst kısımlarında, sırasıyla aşağıdan, yukarı doğru yer alan sosyal ihtiyaçlar, güvenlik ihtiyaçları ve kişisel doyum ihtiyaçları büyük ölçüde sosyal medya tarafından bireyde karşılanabilecek kavramlara karşılık gelmektedir.

Sosyal medya siteleri, izini kaybetmiş olduğunuz arkadaşlarınıza ulaşmanızı, yeni arkadaşlıklar kurmanızı, çeşitli topluluklara katılmanızı sadece sanal dünyada değil, fiziksel olarak da sosyalleşmenizi kolaylaştıracak pek çok imkanı ayağınıza getirirler.

Burada bir parantez açıp Yeni Medya'da dilerseniz tamamen anonim kalabileceğinizi, hatta bunun son derece özgürlükçü ve doğal olduğunu da belirtmek lazım. Yani dilerseniz sosyal medya sitelerinde fiziksel dünyada kim olduğunuzu hiç belli etmeden ya da tamamen farklı biri gibi davranabilir, dilerseniz sadece kimliğinizi de gizleyebilirsiniz. Bu durum yeni medya öncesi yazılı basın kuruluşlarında mahlas kullanarak içerik üretmeye benzetilebilir. Farkı sıradan kullanıcıların da böyle bir lükse yeni medyada sahip olduklarıdır.

Aslına bakılırsa Yeni Medya dileyen herkesin kendini ifade edebilmesine ve göreli olarak herkesin ulaşabileceği içerik üretmesine, fikirlerini paylaşmasına imkan sağlar. Yeni medya'da içerik üretmek kimilerince deniz kenarında kuma yazı yazmak gibi değerlendirilmektedir. Tek farkla, yeni medyada ürettiğiniz içerik zamanla etkisini, güncelliğini yitirse bile siz silmeden ya da İnternet yok olmadan kaybolmaz.

Yeni medya'da ürettiğiniz bir içerik çok beğenilip milyonlarca kişi tarafından paylaşılabilir. Bu sizi Maslow'un piramidinin tepesine taşır, Andy Warhol'un öngörüsünü de doğrular. Ancak bütün bunlardan daha önemlisi hiç şüphesiz ister sanal, ister fiziksel dünyada kendiniz olabilmektir.

Kendini bilme ve bulma yolculuğunda yeni medya size yolu gösteremeyebilir belki ama size bu yolculukta çok işinize yarayabilecek ortamı sağlayabilir.

Yeni medya öncesinde ortaya çıkartacağınız eserleri paylaşmak, başkalarının beğenisine sunmak için izlemeniz gereken yollar genellikle kolayca aşılamayan engellerle doluydu. Örneğin makale yazdığınızda yayınlayacak dergi, gazete. Kitap yazdığınızda basacak yayıncı. Resim yaptığınızda sergileyecek galeri. Beste yaptığınızda dinleyiciler. Bütün bunları bulmada büyük kolaylık ve neredeyse bedelsize yakın bir maliyet Yeni medyanın nimetlerinden. Bunun bir kötü yanı artık ne yapıyorsanız rakipleriniz yakın çevrenizde ve coğrafi sınırlar olarak yakınınızda değiller. Her ne yapıyorsanız sizden daha iyisini yapmak isteyen rakipleriniz dünyanın her yerinden ışık hızı ile sizle rekabet ediyorlar. Şimdilik tek bariyer olarak dil kalmış gibi görünüyor ama onun da ortadan kalkması için teknoloji bütün hızıyla çabalıyor.

Yeni medya ayaklarınızı yerden kesme gücünde değil belki ama artık 15 dakikalığına da olsa ünlü olma olasılığınız eski günlere göre çok daha fazla gibi görünüyor.

Yeter ki siz kendinizi tanıma ve yeniden yaratma yolculuğunuzda ürün verin ve bunları diğer insanlara ulaştırmak isteyin.

Bir öğüt ile başladım bir başka öğüt ile bitireyim.
Mohandas Karamçand Gandhi'den bu defa,

Söylediklerinize dikkat edin; düşüncelere dönüşür...
Düşüncelerinize dikkat edin; duygularınıza dönüşür...
Duygularınıza dikkat edin; davranışlarınıza dönüşür...
Davranışlarınıza dikkat edin; alışkanlıklarınıza dönüşür...
Alışkanlıklarınıza dikkat edin; değerlerinize dönüşür...
Değerlerinize dikkat edin; karakterinize dönüşür...
Karakterinize dikkat edin; kaderinize dönüşür...

Dizimiz devam edecek,

İyi günler dilerim.

5 Temmuz 2013 Cuma

Pinterest Nedir?



Sosyal Medya siteleri arasında bir her şeyi içermeye çalışanlar var, bir de belli bir alanda kimsenin yapmadığı bir şeyler yapanlar. İşte Pinterest böyle niş bir alanda hayatını sürdüren bir sosyal paylaşım sitesi.

Merhaba,

Gerçeği anlamak için bakmak değil, baktığını görmek gerekir. Kör adamlar ve fil hakkındaki eski bir Hint hikayesine göre gözleri kapalı adamlar bir fili değişik vücut bölgelerine dokunarak tanımlamaya çalışırlar.

Kimine göre fil, yılan gibi bir canlıdır. Kimine göre, her yeri kemik gibi sert, kusursuz ağacımsı bir şey. Gerçi gözümüz bağlı bize de inceletseler, durum farklı olmaz sanırım. Ben hiç bir zaman file dokunmadım mesela. :)

Gerçekleri anlayabilmek için öncelikle biraz uzaklaşıp, resmin tamamını, bütünü görmeye çalışmalıdır. Tabi gözleriniz açık ve algınız temiz, uyanık ve dikkatli de olmalısınız.

Söz resimlerden açılmışken, bu gün size Pinterest isimli görsel ağırlıklı bir sosyal medya sitesinden söz etmek istiyorum.

İnternet tarihi boyunca, çok şişirilmiş balon gördük. Ama kimi söndü, kimi ise gördük ki gerçekten de boşa şişirilmemiş. Bakalım Pinterest gerçekten, kendine biçilen bedeli hak edecek mi?

Site tasarlanırken, bir panoya iğne yardımıyla resim asmak fikrinden yola çıkılmış. Görsel ağırlıklı bir site. Adı da oradan geliyor zaten. Pin, iğne demek. "Interesting" yani ilginç kelimesinden de bir parça kırpıp pin'in ardına eklenince ortaya "Pinterest" kelimesi çıkmış. Kullanıcılar kendi ilgi alanlarını yansıtan konuları paylaşıyorlar. Dikkat edilmesi gereken, paylaşımda ilgi çeken bir görselin kullanıcıları cezbetmesi.

Diğer pek çok sosyal medya sitesinin de kullandığı "bookmarklet" yani site işaretleyicisini yüklerseniz İnternet'te dolaşırken hoşunuza giden şeyleri kendi panolarınızdan birinde paylaşıyorsunuz. Size ilginç gelen diğer kişilerin panolarına üye olabildiğiniz gibi Facebook gibi başka sosyal medya sitelerinden arkadaşlarınızın paylaşımlarını da dilerseniz üye olarak görebiliyorsunuz.

Eğer bir fiyat içeren ürün linki ve fotoğrafını paylaşırsanız, paylaşım görselinin kenarında fiyatı da beliriyor. Böylece sizi takip edenlere ilginç bulup paylaştığınız ürünün fiyatı hakkında da fikir vermiş oluyorsunuz. Dilerlerse linke gidip, ürünü inceleyip alabiliyorlar. Ben teknolojik ürünleri paylaşırken bu özelliği genellikle kullanıyorum. Resim ve fiyat oldukça hızlı fikir veriyor takipçilere. Zaten sosyal medyanın en belirgin söylemlerinden biri, en etkili reklamın, arkadaşlarınız tarafından önerilen mal ve hizmetler yolu ile yapıldığıdır.

Pinterest, devamlı olarak yukarıdan aşağı inerek incelemeye devam edebileceğiniz, iğnelenmiş görseller ve üzerlerine tıkladığınızda detayları görebileceğiniz sonsuz bir pano gibi bir şey.

Kullanıcılarının 3'te 2'si kadın. O nedenle kadın kullanıcıların ağırlığını gönderilerin niteliğinden kolayca çıkartabileceğiniz bir sosyal medya sitesi. Ancak yine de takip ettiğiniz kişilerin paylaştıklarından oluşan size özel bir içeriği gördüğünüzden eğer benim gibi teknolojik cihazlar ve müzik ağırlıklı içerik gönderenleri takip ediyorsanız, genelde bu tür gönderileri görüyorsunuz.

Doğrusunu isterseniz, ana akım sosyal medya sitelerine ilgi gösteren Türk kullanıcıları, bu sosyal medya sitesine fazla ilgi göstermiyor. Ancak, gelecekte ne olacağı belli olmaz tabi.

Aslında işin ilginç yanı, sosyal medya sitelerinde gönderinizde görsel kullandığınızda alabileceğiniz tepkileri artırırsınız. Yani görselli gönderiler daha çok ilgi çeker. Ancak Pinterest gibi görsel üzerinden gönderileri öne çıkartan bir sosyal medya sitesinin göreli olarak az ilgi çekmesi garip.

Pinterest'in %10'u için bir yatırımcı 200 milyon dolar ödedi(*). Bu da sosyal medya sitesinin parasal değerini gözleri yuvalarından çıkartacak büyüklükte bir toplam bedel, yani 2-2,5 milyar dolar olarak ortaya koymuş oldu.

3 yıllık geçmişi olan bir sosyal medya sitesi için nasıl oluyor da 2,5 milyar dolar değer biçiliyor? Mart ayında 53,3 milyon tekil ziyaretçi alan site, geçen seneye göre ziyaretçi saysını ikiye katladı. Amerikan Pinterest kullanıcıları ayda ortalama bir saatlerini bu sitede geçiriyorlar. Çok gibi görünebilir ancak, Facebook'da aynı kullanıcılar ayda ortalama 6 saat 35 dakikalarını geçiriyorlar(**). Pinterest tüketici web yatırımcılarının hayalindeki site olarak nitelendiriliyor. Çünkü markaların ürünlerini fiyatları ile birlikte kullanıcılar çevrelerinde paylaşıyorlar. Bir tür bedavaya yakın maliyetli reklam gerçekleşmiş oluyor böylece.

Peki, Pinterest nasıl gelir elde ediyor olabilir? Dolaşan söylentilere göre reklam almaya başlayacaklarmış. Umarım bekledikleri geliri elde edebilirler de, adları gelecekte, bir dönem şişirilen sosyal medya balonu olarak kalmaz.

Dizimiz devam edecek.,

İyi günler dilerim.

3 Temmuz 2013 Çarşamba

Nasıl Bir Akıllı Telefon Almalı?


Eğer yakın zamanda bir cep telefonu almayı planlıyorsanız, ister istemez yolunuz bir akıllı cep telefonu tezgahının önüne düşebilir. Peki nasıl bir telefon almalı?
Merhaba,

Öncelikle hemen belirteyim. Eğer sadece telefon ediyorsanız, akıllı bir telefon size hitap etmeyecektir. Sanırım bir yandan daha akıllı telefonlar çıkarken üreticiler sizin gibi düşünenleri de dikkate alıp size yönelik telefon da üretmeyi de sürdürecekler.

Ama durun, belki de fikrinizi değiştirirsiniz.

Dilerseniz uygun olduğunuz zaman kendi kendinize bir deneme yapın. Aracınızın şoför mahalline oturun. Motor çalışmazken ve park halindeyken ve tabi el freniniz çekiliyken, debriyaja basın, sonra ayağınızı devriyajdan çekin. Şimdi, sağ ayağınızla aynısını yapın.

Debriyaja sağ ayağınızla basmak daha zor gelir, çünkü sağ ayağınız, debriyaja göre çok daha yumuşak gaz ve frene basmaya alışmıştır.

İşte akıllı telefonlar varken, bunları alıp kullanmamak için duyulan zorluk da buna benzer. Oysa emin olun, akıllı bir telefonu kullanmak, öyle keyifli ve hayatı kolaylaştırıcıdır ki, kullanmaya başladıktan bir süre sonra "bu güne kadar neden kullanmamışım" diyebilirsiniz.

Bu kısa girişten sonra, konumuzu biraz daha açıklayamaya çalışayım.

Eğer İnternet bir şekilde hayatınızın bir parçası haline gelmişse, akıllı bir telefon çok işinize yarayabilir. Böylece her yere İnternet'i yanınızda taşımanın yanında, pek çok uygulama sayesinde iyi vakit geçirip hayatınızı kolaylaştırabilirsiniz.

Peki akıllı telefon hangi cihazları ikame ediyor? Yani, nelerin yerine kullanılabiliyor?
Sıralamaya çalışayım (Unuttuklarım olabilir kusura bakmayın):

Telefon,
Telsiz,
İnternet üzerinden sesli ve/veya görüntülü görüşme cihazı,
Bilgisayar,
Ajanda,
Hesap makinesi,
Not defteri,
Fotoğraf makinesi,
Film kamerası,
Canlı yayın cihazı,
Fotoğraf, film işleme cihazı,
Ofis dokümanları için okuyucu, gerektiğinde düzenleyici.
Navigasyon cihazı,
Harita,
Pusula,
Adımsayar,
Fener,
Oyun konsolu,
Ses kayıt cihazı,
Dikte ettiğinizde yazan, elektronik sekreter,
Müzik dinlemek için aygıt,
Telli çalgılar için akord cihazı,
e-Devlet kapısı,
İnternet radyolarını dinlemek, Tvlerini izlemek için aygıt,
Radyo,
Banka,
Sunum cihazı,
Taşınabilir bellek,
Bulut depolara erişim aygıtı,
Fotoğraf albümü,
Fotoğraf çerçevesi,
Televizyon kumandası,
Barkod, QR kod okuyucu, fiyat bulucu,
Sosyal medya erişim aygıtı,
Mesajlaşma aygıtı,
Müzik için çeşit çeşit enstrüman,
Üzerine yükleyeceğiniz uygulamaya göre daha binlerce başka şey,

Peki ne almalı?

Öncelikle kendi işletim sistemi olan ya da dönemini kapatmış olan Symbian'lı cihazlardan uzak durun.

Hemen aklıma 4 alternatif mobil işletim sistemi geliyor. Android, iOS, Windows 8 ve Blackberry, Android dışında diğer tüm işletim sistemleri kendi üreticilerinin ürettikleri cihazlara hapsolmuş gibiler.

Windows üreten birden fazla üretici var ancak Nokia ağırlıklı olarak ülkemizde Windows yüklü gelen cihazları üretiyor. Doğrusu çok tavsiye etmem almanızı. Belli başlı uygulamalara ulaşırsınız belki ama çoğu zaman pek çok yenilikten geri kalmanıza neden olabilir Windows'lu telefonlar.

iPhone ise çok daha yaygın ve uygulama desteği açısından Windows'a göre çok daha iyi bir yerde. 5 nesil telefonları yoğunluklu olarak satılıyor. Gidip eski 4. nesil almayın kısa sürede çok yavaş gelmeye başlayabilir. Dolayısıyla fazla alternatifiniz yok ama hem uygulama konusunda hem de kullanım konusunda hiç bir sıkıntı yaşamazsınız. Tabi her rahatlığın bir bedeli var. Bu bedeli iPhone alırken başta ve kullanırken de uygulama aldıkça ödeyeceğinizi şimdiden söyleyebilirim.

Blackberry üreticisi Research In Motion (kısaca RIM) firması düşüş eğiliminde. Acilen bir çıkış yapamazlarsa alacağınız telefon son Blackberry'lerden biri olabilir. Uzak durmanızı öneriyorum.

Android çok sayıda üretici tarafından üretiliyor. Ancak hem ucuz hem de kaliteli bir cihaz almak istiyorsanız LG Nexus 4 alabilirsiniz, 1100 lira civarında. Eğer çok diyorsanız, işinizi görecek ve 400-500 TL aralığında satılan LG E612 Optimus L5 alabilirsiniz. "Her şeyi olsun, ekranı dev gibi olsun, bilgisayar ihtiyacı duymayayım" diyorsanız Samsung Note II ya da az daha bekleyip yeni çıkacak olan Samsung Note III alabilirsiniz fiyatları 1250 TL'den başlıyor. 300 liradan başlayan Android'li telefonlar da var ama benim önerim, telefon ekranınızın olabildiğince büyük olması yönünde. Detaylı olarak fiyat ve model görmek için akakce.com sitesini ziyatet edip, arama kısmına Android yazın. Ön yüzde ikinci bir kamerası olan telefonları tercih etmenizi tavsiye ederim. Bu kamera çok şart değil tabi ama Androidli bir cihazda diğer donanımların da tam olduğuna dair önemli bir özellik olduğu için bunu öneriyorum.

Ne alırsanız alın, onu güle güle ve hakkını vererek kullanın.

Dizimiz devam edecek.

İyi günler dilerim.



1 Temmuz 2013 Pazartesi

Sosyal Medya - Yurttaş Gazeteciliği



Yükselişe geçtiğinden beri "sosyal medya, gazetelerin, dergilerin ve radyo-TV'nin yerini alır mı?" diye sorup dururuz. Sorun, karmaşıklaştırılıp, "yumurta - tavuk" meselesine çekildiğinde gerçeği göremeyebiliriz. Belki de durum, göründüğü kadar karışık değildir.

Merhaba,

Öncelikle kimilerine göre önemli bir sorun olan "Yumurta mı tavuktan çıkar? Tavuk mu, yumurtadan?" söylencesine bir cevap getirmek istiyorum. Yumurta tavuktan çıkar. Yumurtadan çıkan, civcivdir. Büyüdüğünde, horoz da olabilir, tavuk da. Dolayısıyla civciv, sorunun büyümemiş hali olup, küçükken problemin çözülmesi daha kolaydır.

Şaka bir yana, dilerseniz, "işletme körlüğü" olarak adlandırın ya da "algı eşiği körelmesi" diyebiliriz. Çevremizdeki olaylara, nesnelere, kimi zaman duyarsız kalır, onları algılayamadan, fark etmeden, yok sayarız.

Bir deneme yapın. Yaptıklarınızı bırakıp, çevrenizdeki seslere dikkatinizi verin. Şehrin gürültüsü içerisinde neler, neler duyacaksınız. Az önce farkında olmadığınız, Ağustos böceklerini mi duyuyor musunuz? Güzel, işte "farkındalık" da böyle bir şeydir. Dikkatinizi toplayıp, anlamaya çalışır ve sorgularsanız pek çok şeyin farkına varabilirsiniz. Eğer hoşunuza gittiyse, kendinizi tanımaktan başlayın. Birey olarak kendinizi yeniden yaratmanın yolu, içinize dönmekten ve kendinizi tanımaktan geçer. Belki de yıllardır evrenin bir köşesinde aradığınız cevaplar, aslında hep sizinledir. Sizi, kendinizden uzak tutan, belki de, bir tür işletme körlüğüdür. Aradınız ışık, daha önce bakmadığınız yer olan içinizde olabilir.

Tavuk ve Yumurta ikilemi aslında üzerinde düşündüğünüzde, ikilem bile değildir. Soru sizi yönlendirmektedir. Aynen, çocukluğumuzdaki "bir avcı dalda duran 10 kuştan birini vurursa, dalda kaç kuş kalır?" sorusu gibi.

Bilim kurgu seviyorum ve geçen hafta Stephen King'in aynı isimli romanından uyarlanmış "Kubbenin Altında" şeklinde Türkçeleştirilebilecek "Under The Dome" isimli bir dizi film Amerika'da yayınlanmaya başladı . Dizinin bir yerinde, kasabanın sakinlerinden orta yaş üzeri bir kadın, gazete muhabirine, "Tatlım, ben de herkes gibi haberleri netten alıyorum" dedi.

Bence bu cümle bizim de farkındalığımıza bir katkı yapabilir. Yeni Medya içerisine gazete, dergi, radyo, tv'yi bu arada yurttaş ya da vatandaş gazeteciliğini de içine alan bir ortam.

"Yurttaş gazeteciliği" kavramını biraz açalım. Büyük çoğunluğun akıllı telefonları var. Bu cihazlar, donanım olarak teyp, fotoğraf makinesi, film kamerası özeliklerine sahip. Bunları çektiğinizde, İnternet'te canlı olarak pek çok paylaşım sitesine aktarabilecek İnternet erişiminiz var. Hepimiz, birikim olarak profesyonel bir gazetecinin eğitim ve tecrübesine sahip olmasak da, gördüğümüzü fotoğrafa, filme çekip bir yerlere gönderebiliriz. Yani, olayın içerisinden, birinci elden bilgi paylaşımı yapmak için teknik donanımımız var.

Örneğin, Amerika'da ikiz kulelerin çevresinde film, fotoğraf çeken yurttaşlar olmasa, olanlar hakkında hiç bu kadar çok bilgi edinebilir miydik? Tabi ki hayır.

Görsel ve yazılı basın organları, olayı kaydetmeye başlayana kadar aradaki boşluğu vatandaşların aldıkları görüntüler doldurmuştur. İstemeyiz tabi ama böyle bir olay şimdi gerçekleşse, vatandaşlar anlık olarak da konuyu İnternet'te de paylaşıp ilgilenenleri haberdar edebilirler.

Özetle, Sosyal Medya, yazılı, görsel basının yerini almayacaktır, bunu geçen zamanda anladık ama yurttaş gazeteciliği de arada kalan boşluğu doldurmaktadır.

Üretilen içeriği, hiç de azımsanmayacak kullanıcının izlediği ortadadır. Örneğin benim iki blogumun aylık tekil ziyaretçi sayısı 17 bin civarında. Yine Gezi Parkı ile ilgili yapılan bir Ustream canlı yayınını aynı anda 5000 kişinin izlediğini de daha önce sizlerle paylaşmıştım. Aynı şekilde, Zello isimli ip bazlı telsiz programında 10'larca kanalda, 100'lerce kişi ilk ağızdan, olanlar hakkında bilgi almak için kulak misafiri oluyor.

Dikkat ederseniz, kapsamı çok geniş olan Facebook, Twitter gibi sosyal paylaşım sitelerinin adını bile anmadan, sosyal medyada çok ciddi bir izleyici potansiyelinden bahsettim.

Sosyal medya'nın hem güçlü, hem de zayıf bir yanı ise şöyle dile getirilebilir. Kolayca, gerçekte olmayan bir şey, olmuş gibi gösterilebilir. Yani, sosyal medya geleneksel medyaya göre manipülasyona, yalan habere daha açık. Burada kullanıcıların omuzlarına her gördükleri konuyu yeniden paylaşmadan önce gerçekliğinden emin olmaları gibi bir sorumluluk yükleniyor. Gerçi, geleneksel medya da doğrulama ve süzme mekanizmalarını doğru çalıştırmaz, dahası manipülasyon yapmak isterse bunun mümkün olduğunu da biliyoruz, öyle değil mi?

Peki, gerçek dünyada, yurttaş gazeteciliğini gerçekleştirmek ne derece mümkün?

Bu soruyu düşündüğümde geçtiğimiz yıllarda çeşitli nedenlerle işinden olup, kendi haber sitelerini açan gazeteciler geliyor aklıma. İş, haberi bulmak ve ortaya çıkartmak olduğunda üzerlerine olmayan bu profesyoneller, bir site işletmenin yükünü de üstlendiklerinde, bir süre sonra bunu sürdüremeyeceklerine karar verip, vazgeçtiler genellikle. Peki, profesyoneller bile bu yüke dayanamazken, bu işi amatörce yani para kazanmadan yapanların sürdürmeleri ne derece mümkün?

Bu soruyu cevaplamak güç. Özellikle, bir dönem, çok popüler olan blogların birer birer hayalet sitelere dönüştüklerini gördükçe, insan üzülüyor.

Yine, sosyal medya'da iş paylaşım yapmak değil de, içerik üretmeye gelince gün boyu akan Facebook içerisinde çok fazla özgün içerik üreten dostunuz olduğunu göremeyebilirsiniz. Twitter bu konuda bir iki cümle kurmak kolay olduğu için, tartışmasız en sürdürülebilir içerik üretiminin görüldüğü yer olarak kabul edilebilir.

Yine Instagram için tek yapmanız gereken, fotoğrafı çekip altına düşüncelerinizi ya da haberi yazmak ve hashtag ile bulunabilir kıldıktan sonra, dağıtımını yapacağınız Tumblr, Flickr, Facebook, Twitter gibi diğer sosyal medya sitelerini de işaretleyip göndermek.

Ustream'de canlı olarak yaptığınız yayında, telefonun kamerasını fazla sarsmadan tutmak ve zaman zaman konum ve durum bilgisi vermek. Bir de yapabilirseniz, yapılan yorumları okuyup sesli olarak cevaplamak.

Foursquare'de konumu işaretleyip, imkan varsa, fotoğrafını çekmek, altını içerik ile kısaca desteklemek ve paylaşmak yeterli.

Buradan çıkartılacak sonuç: Eğer bir sosyal medya sitesi, en basit şekilde kullanıcısına içerik üretme imkanı sağlarsa, başarılı olma oranı yükselir.

Sürdürülebilir yurttaş gazeteciliği yapmak için, yukarıda anlattığım pek çok servis işinize yarayabilir.

Haber değeri ve özelliği olan konularda, kendi yeni medya etkinizi yaratmak elinizdedir. Hemen başlamaya ne dersiniz?

Dizimiz devam edecek.

İyi günler dilerim.

28 Haziran 2013 Cuma

Akıllı Cihazlar ve Yeni Medya - 6



Akıllı cihazların İnternet ile olan bağlantıları, pek çok yeni uygulamanın önünü açıyor. Fotoğraf bulunduğu günden beri çekilen görüntüler hiç bu kadar çok insanın ulaşabileceği gibi göz önünde olmamıştır. Akıllı fotoğraf makinelerine ne dersiniz?
Merhaba,

Özelikle Samsung firması bu konuyu fazlaca gündemde tutuyor. Samsung'un üretim konusunda müthiş bir esnekliği var. Telefonlar konusunda zamanında Nokia gibi bir devin ezberini bozmuştu. Aslında telefon üretmeye Nokia'dan çok sonra başlasa da kısa sürede onu yerinden etti. Sonunda Android işletim sistemini de arkasına alıp, piyasayı ele geçirmeyi başardı.

Benzer saldırgan yöntemi fotoğraf makineleri konusunda da sergiliyor Samsung. Öncelikle çeşit, çeşit akıllı fotoğraf makinesi sürüyor piyasaya. Daha birine gözümüz alışmadan, bir yenisi çıkıyor. Sadece amatör kullanıcılara değil Fotoğrafla, filmle profesyonel olarak ilgilenenlere de ürün üretme çabasında.

Akıllı fotoğraf makinesi, aslında ilk olarak kablosuz ağa bağlanabilen ve bu yolla çekilen fotoğrafları, filmleri paylaşabilen cihazlar olarak çıktı karşımıza. Android işletim sistemi işin içerisine girdiğindeyse seçenekler arttı. Sosyal Medya'da çektiğiniz fotoğrafları, filmleri anında paylaşabilmek ve devamlı olarak İnternet'e bağlı olmak yeterince ilginç. Bunun yanında akıllı bir telefonla yapabileceğiniz her şeyi, belki daha iyi bir görüntü kalitesiyle akıllı fotoğraf makineleriyle yapmak mümkün.

Çekilen fotoğrafları daha önce hiç olmadığı kadar detaylı bir şekilde değiştirebilecek düzenleme yazılımları kullanarak bir bilgisayara hiç ihtiyaç duymadan sergilenebilir ya da görsel olarak kullanılabilir hale getirmek mümkün. İnternet erişim hızları artıp, maliyeti de düşdüğü zaman çok daha ilginç uygulamaların çıkması kaçınılmaz.

Örneğin şu anda bile Ustream gibi sosyal paylaşım servislerini kullanarak akıllı telefonunuz veya fotoğraf makinenizle canlı görüntülü yayın yapmak mümkün. Ancak İnternet sınırlamaları kaliteyi ister istemez düşürüyor. Aynı şekilde cihazların görüntü işleme kapasiteleri de arttığında Full HD kalitesinde görüntüler aktarılabilir hale gelecektir. Bu durum profesyonel yayıncıların hayatını da değiştirecek gibi görünüyor. Belki de o koca kameraları sırtlarında taşımaktan kurtulacak gazeteciler.

Akıllı cihaz denildiğinde özellikle de söz konusu olan fotoğraf makinesi olunca piyasanın durumu biraz belirsiz. Bunun en önemli nedeni kullanıcıların büyük bölümünün ellerindeki akıllı telefonun fotoğraf çekme performansından oldukça memnun olmaları. Durum böyle olunca piyasaya çıkartılan akıllı fotoğraf makinelerinin hedef kitlesi oldukça daralmış oluyor. Zaten rahata kolay alışan kullanıcıların artık evdeki kutusundan pek çıkartmadıkları fotoğraf makinelerine, sırf daha akıllı olduğu için yeniden dönmeleri de zor görünüyor. Ancak halen doğruluğunu koruyan durum da iyi kalitede fotoğraf veya film çekmek için kaliteli optik aksamın zorunluluğu. Boyut nedeniyle, küçük cep telefonu optikleri ile alınabilecek kaliteli görüntü ise son derece sınırlı. DSLR makinelerde ise bünyeye dahil GPS donanımları bile son derece az görülüyor.

Şüphesiz, henüz emekleme döneminde olan akıllı telefon kavramı ile ilgili olarak gelecekte ilginç gelişmeler görmemiz olası. Tutması halinde fotoğraf makinesi üreticilerinin de konuya yatırım yapmaları gerekebilir. Samsung ise bildiği ve başarılı olduğu taktiğini kullanarak şimdiden çok yol almış gibi görünüyor.

Etkisini hep birlikte kısa süre içerisinde göreceğiz diye düşünüyorum.

Dizimiz devam edecek.

İyi günler dilerim.

26 Haziran 2013 Çarşamba

Instagram Nedir?



Sosyal Medya siteleri arasında en ilginçlerinden biri şüphesiz Instagram. Fotoğraf çekip kolayca filtreden geçirip arkadaşların beğenisine sunmak fikri, size zamanında söylense hiç prim
verir miydiniz?

Merhaba,

Dizimizi takip ettiyseniz Sosyal Medya sitelerinin ortaya çıkma sebeplerinden en önemlisini biliyorsunuzdur. Gerçekten, kullanıcı tarafından üretilen özgün içerik son derece önemli. Sosyal Medya siteleri açısından ise, güçlü olmanın adeta anahtarı. Tam "artık başka türlü içerik üretimi mümkün değil" diye düşündüğünüz noktada biri güzel bir fikirle çıkıp bunun yanlış olduğunu gösteriyor.

Geçtiğimiz günlerde yine sosyal medya sitesinde bir arkadaşım Noom Walk isimli bir adım sayar programının linkini paylaştı. Merak ettiğim için indirip yükledim. Güzel, güzel adımları sayıyor. Ancak bununla kalmayıp sizin gibi programı yükleyen arkadaşlarınızın, ne kadar yürüdüğünü görebiliyorsunuz. Doğrusu hoşuma gitti. Yayılsa bu program kim daha çok yürüdü görüp daha fazla yürümek için cesaretlenir insanı.

Bu kadar akla gelmeyecek bir konu değil aslında üzerinde durmak istediğim. Resim paylaşımı konusunda çok başarılı olmuş bir Yeni Medya aktöründen sözetmek istiyorum. Instagram. İlk olarak, sadece iPhone telefonlar için çıkan bu program ile kare formunda, basit bir fotoğraf çekip üzerinde güzel görünmesini sağlayacak bir, iki filtre uyguladıktan sonra paylaşıp, arkadaşlarınızın beğenisine sunuyorsunuz.

Yakın zamanda, kısa filmler çekip paylaşmayı da bünyesine ekleyen Instagram, kısa filmler çekerek paylaşmayı sağlayan sosyal medya uygulaması Vine'ı aradan çıkartmaya da çalışıyor.

Başlarda sadece iPhone ile kullanılabilen Instagram uygulamasının, Android ile de kullanılır hale gelmesinden sonra, hızla yayıldığını söyleyebilirim.

Burada küçük bir parantez açıp, yüzyıllardır altın oran peşinde koşan insanlığın, artık dikdörtgen form yerine kare forma geçmiş olduğunu da belirtmekte yarar görüyorum. Özellikle son zamanlarda Facebook gibi küresel sosyal medya sitelerinde de tercih edilen bu kare formun benimsenmesinde Instagram'ın da bir miktar etkisi olduğunu düşünüyorum.

Instagram ile paylaştığınız fotoğraflar, dilerseniz aynı anda Facebook, Flickr, Tumblr, Twitter sosyal medya hesaplarınız ve konum paylaşım uygulaması Foursquare'de de arkadaşlarınıza görünebilir. Dolayısıyla neredeyse zorla herkesi çektiğiniz fotoğraftan haberdar edebilirsiniz.

Genellikle çekilen fotoğraflar ne kadar filtre desteği de olsa o kadar ilginç olmayabilir. Arkadaşınız çekti diye, ortada duran kahve fincanlarını beğenirsiniz. Ancak arada profesyonel fotoğraf makineleri ile çekip bir de üzerine güzelce bunları düzeltip renklerini ayarlayan kesim var ki, onların çektikleri ve sanat eseri haline getirdikleri fotoğrafları beğenmemek elde değil.

Özetle günümüzde insanlar sosyal medya ve İnternet'in sağladığı imkanlar ile kolaycı hale gelmiş olabilirler ancak bu onların sanat ile uğraşmalarını ve güzel sonuçlar almalarını engellemiyor. Instagram da buna imkan sağlayan ve oldukça çok kullanıcısı olan bir program. Hala denemediyseniz indirip çektiğiniz şaheserleri arkadaşlarınızla paylaşmanın zamanı geldi sanırım.

Facebook, Instagram'ı bünyesine katmak için 1 milyar doları gözden çıkartıp, gerekli girişimi yaptı ve artık Instagram ve geliştiricileri Facebook bünyesindeler. Gerçi Facebook hisselerinin değer kaybı nedeniyle satış için Instagram'ın sahibi 730 milyon dolar alacak ama sanırım bu da çok büyük bir miktar.

Instagram ile 5 milyar fotoğraf paylaşılmış bu zaman kadar. Buna karşılık başka teknoloji şirketleri de kullanıcıları sevindirecek yenilikler yaparak ayakta kalmaya çalışıyorlar. Örneğin Flickr bedava 1 TB fotoğraf paylaşım alanı sağladığını duyururken, Google mail hizmeti verdiği Gmail, bulut depolama hizmeti verdiği Drive ve Fotoğraf depolama ve paylaşma hizmeti verdiği eski adıyla Picasa, yeni adıyla Google Plus kotalarını havuzda toplayıp bedava hizmet miktarını 15 GB olarak duyurdu. Ancak 2048x2048 piksele kadar olan fotoğrafların hiç biri bu kotaya dahil değil. Dolayısıyla 4 megapiksele kadar olan fotoğrafları kotasız sınırsız Google ile paylaşmak da mümkün.

Son zamanda eklenen kısa film özelliği ile belki de bir kare fotoğrafa sığmayan düşünceler ve sesler de artık paylaşılabilir hale geldi. Böylece daha fazla kullanıcıya da hitabedilmiş olacak.

Anlaşıldığı kadarıyla, Instagram ve Facebook'a satış süreci, özenle dizilmiş domino taşlarını devirdi. Artık fotoğraf paylaşımı konusunda sınırların kalkmış olduğu bir sanal dünyanın kapılarını aralamış oldu. İşte size beklenmedik bir yeni medya etkisi daha.

Dizimiz devam edecek.

İyi günler dilerim.

24 Haziran 2013 Pazartesi

Yeni Medya - Eski Medya


Sosyal medya etkisini her alanda göstermeye başlayıp, içerik üretimi kavramına getirdiği yeni, hızlı yaklaşım, bazı şeyleri değiştirdi. Peki gerçekte değişen ne?

Merhaba,

İnternet, başlı başına kendisinden önceki medya üzerinde önemli bir değişim yaratma gücü ile ortaya çıktığı andan bu güne bazı devinimlere neden oluyor.

Hafızamızı tazelemek adına, haberleşme için 20. yüzyılda internet öncesi kullandığımız yöntemleri sıralayalım.

Konuşma,
Kitap,
Gazete,
Dergi,
Mektup,
İlan panoları ve çeşitli reklam ortamları,
Telgraf,
Telefon,
Teleks,
Faks,
Telsiz,
Radyo,
Televizyon,
Bilgisayar,

Tüm bu yöntemlerin etki ve yayılım hızı açısından öncelikle yerel olarak kendilerini gösterdikleri açıktır. Küresel yayılımlarının ise daha yavaş olduğunu söyleyebiliriz.

İnternet doğduktan kısa bir süre sonra küresel bir ağ olarak çalışmaya başlamıştır. İnternet, aslında mevcut haberleşme ağının üzerinde çalışmaktadır. Küresel haberleşme şebekesi, kimi yerde havadan, kimi  yeraltından giden teller, ağırlıklı olarak fiberoptik kablolar, karasal radyo linkleri, uydular üzerinden gerçekleştirilen radyo linkler ve benzerlerinden oluşur. Yeni teknolojiler İnternet erişim hızlarını ve kapasitelerini durmadan artırmaktadır. Bu haliyle küresel şebekenin İnternet yüzünden devamlı olarak daha yüksek kapasiteli bir hal aldığını söylemek yanlış olmaz. Hız konusunda her ne kadar ışık hızı ile iletişim sağlansa da bunu yavaşlatan etmenlerin, örneğin düğüm noktaları gibi unsurların da giderek daha hızlı hale gelmesi ile aktarım gecikmelerinin de azalması küresel şebekenin daha mükemmel hale gelmesini sağlamaktadır.

Bir bulut düşünelim, buna haberleşme bulutu diyelim. Bu bulut içerisinde sayısal paketler geldikleri ve  gidecekleri yeri bilerek hareket ederler. Bu paketlerin içeriği her şey olabilir. Bir telefon görüşmesi,  faks ya da radyo-TV yayını, bir web sayfası, elektronik mektuplar ve benzerleri, kısaca düzen içerisinde bir kaos.

İnternete erişmek için bir sayfa açtığınızda sizin için oldukça basit olan bu eylem aslında nelere neden olur? Bir arama yapıp, bulduğunuz sonuca tıkladığınızda, akıllı cihazınız öncelikle bu linkin ip adresini, en yakın alan adı sunucusundan sorgular ve aldığı yanıta göre mümkün olan en kısa yoldan ona ulaşmaya çalışır. Bu 10-15 adımda durula, durula gidilen binlerce kilometrelik bir yol olur genellikle. Yine de bir kaç saniye içerisinde istediğiniz veriye ulaşırsınız. Binlerce metre deniz altında giden kablolar üzerinden yapılan kıtalar arası bir yolculuk için saniyelerle ölçülebilen bir erişim süresi hiç fena sayılmaz. Öyle değil mi?

Geleneksel medya, örgütlü ve düzenli yapısı ile doğal olarak kaotik işliyor gibi görünüm veren bir alternatifin yanında konumunu koruyacak gibi görünmekteydi. Bu görünüm nedeniyle yeni medyanın var olan gazete, tv ve dergiler gibi köklü kuruluşlar için bir alternatif olmadığı aksine İnternet sayesinde tüm sosyal medya sitelerinin bu geleneksel medya için tamamlayıcı ve destekleyici etkisi olduğu söylendi durdu. Oysa çok basit bir kırılma noktası 31 Mayıs 2013 tarihinde kendisini belirgin olarak gösterene kadar dikkatimizden kaçtı. Bu nokta "Güven"di.

Güvenilir olarak belleğimize kazılmış, neredeyse tüm haber organları bu güveni sarstıkları anda sosyal medya çok ciddi bir alternatif olarak karşılarına dikildi. Nasıl dikilmesin? Meydanlar hıncahınç dolup taşarken, bir haber kanalı penguen belgeseli gösterip, "kötü örnek" olarak ilgili fakültelerde okutulabilecek bir yayın yaptı. Oysa aynı anlarda sosyal medya olanlarla ilgili görsel ve video kaynamaktaydı. Yapısı gereği filtreleme işini kullanıcılara bıraksa da büyük ölçüde güvenilir haberler Yeni Medya ile tüm dünyaya bir anda yayıldı.

Artık geleneksel medya yerine daha çok bilgisayarlarının, akıllı cihazlarının ekranlarına bakıyor insanlar.

Yeni Medya kavramı halen sizi etkilemediyse bilin ki, kısa sürede hayatınıza girip kendini benimsetecek ve bir süre sonra tüm diğer medya ile birlikte anılacaktır.

Eskiden yayıncılık faaliyeti için büyük yatırımlar gerekirdi. Şimdi sadece düzenli bir gelir modeli oluşturup küçük bir başlangıç bedelini bulduğunuzda, dilediğiniz sanal gazete veya radyoyu, televizyonu açmak mümkün. Geri kalan kısmı eskisine çok benziyor, çünkü bunda da haber alıp iletmek için ya da program üretip dinletmek veya izletmek için yoğun emeğe ihtiyaç var. Üstelik potansiyel takipçi kitleniz de dünyanın her yerinden size ulaşabilecek durumda. Buna 21. yüzyılın iletişim devrimi demek doğru olur sanırım. Ülkemiz açısından 80'li yılların tek kanallı televizyonundan bu hale gelmek 30 yılda müthiş bir ilerleme anlamına geliyor.

Yeni medya bir süre sonra sadece medya, yani ortam olarak anılacak sanırım. Ancak İnternet ve sosyal medyanın özellikle son zamanlarda anlaşılan etkisi bir döneme damgasını vuracak ve öyle de hatırlanacak gibi görünüyor.

Serimiz devam edecek.

İyi günler dilerim.


21 Haziran 2013 Cuma

İş Hayatı İçin Sosyal Ağlar?



Sosyal medya olur da, içerisinde iş ağları, yeni işler geliştirme ve en önemlisi iş ve işgücü bulma çabalarının girmemesi düşünülebilir mi? Tabi ki hayır. Sosyal her ortama iş ile ilgili sohbetler nasıl giriyorsa, Yeni Medya'nın da olmazsa olmazı iş ile ilişkili sosyal ağlardır.

Merhaba,

Özellikle, Facebook ilk yayıldığı dönemlerden, günümüzden bir kaç sene öncesine kadar İnsan Kaynakları departmanları, sosyal ağlara şeytan icadıymış gibi baktılar.

Birkaç sene öncesine kadar, işyerinde sosyal ağlarda geçirilen zaman kayıp ve verimlilik azaltıcı olarak görüldü. Hatta birini işe alırken Facebook hesabında ajanlık yapıp, bilgi toplayan personel yöneticilerine de rastladık.

Önce Sosyal Medya'nın toplum üzerindeki etkisi fark edildi. Bunun şirket yararına nasıl kullanılabileceği değerlendirildi. Sonra şirketler konumlarını sosyal medya üzerinde sağlamlaştırmak için, şirket politikalarını gözden geçirmeye başladılar. İnsan Kaynakları süreçleri de, günden güne sosyal medyadan etkilenmeye başladı. Şirket içerisindeki ağda, erişimi kapatılan sosyal medya siteleri birer birer açıldı. Şirket personeline şirket sosyal medya politikası deklare edildi. Eğitimler verildi. Her çalışanın şirket için yeni medyada bir tanıtım merkezi olacağı üzerine odaklanıldı. Sosyal Medya kullanıcıları bir anlamda şirketlerin sosyal itibar yönetiminin bir parçası haline geldiler. Şöyle bir gözünüzün önüne getirin çalıştıkları şirketlerin ürünleri hakkında çeşitli paylaşımlarda bulunan arkadaşlarınızı. Gelecekte bu tür paylaşımlara daha çok rastlayacağınızı söyleyebilirim. "Hiç bir reklam bir arkadaşınızın tavsiyesinden daha etkili olamaz." desem sanırım kulağa daha tanıdık gelecektir.

Sosyal medya sitelerine artık değişik gözle bakmaya başlayan şirketlerin ihtiyaçlarına cevap verebilecek daha niş ve uzmanlaşmış bir ağ henüz doğmadı. Aslında ülkemizden bildiğim bir girişim var ama henüz yayına başlamadı. O yüzden henüz ondan bahsetmeyeceğim.

İş ile ilgili sosyal ağlar hangileri? Facebook gibi her türlü sosyal etkileşimi değil de sadece iş ile ilgili konuları bünyesine alan hangi sosyal medya siteleri var?

İşin ilginç yanı, size bahsedeceğim iki sitenin de adlarını söylemek biraz zor.

XING, bunlardan ilki. Almanya menşeli bir sosyal ağ. İş ve kariyer dünyası ana hedefi. Koptuğunuz eski arkadaşlarınız, iş arkadaşlarınızla yeniden bağlantı kurmanızı ve yeni bağlantılar ile tanışmanızı hedefliyor. Diğer yandan kariyerinizde farklı açılımlar yaparak yeni işler bulmanızda da, faydalı olabiliyor. Bana kalırsa gelir modelini yanlış konumlandırıp, kullanıcılardan ödeme yapanlara daha fazla imkanlar sağladığı için, kendi önüne tökezleyeceği basamaklar koyan bir sosyal ağ girişimi. Ülkemiz için dil desteği var. Ancak çok yaygın olduğunu söyleyemeyeceğim.

İş arayanları da içine alan bir sosyal ağ türü olmasından, burayı kullananların ödeme yapmaları bana ters geliyor. Keza, Türkiye İş Kurumu Kanununa göre de iş arayan kişilerden para talep edilmesi mümkün değil. Dolayısıyla iş modelinde kullanıcılardan para almak olan böyle sitelerin, Türkiye'ye yönelik genişlemelerinde bu durumu da akıllarının bir köşesinde tutmaları gerekiyor.

LinkedIn Türk Kullanıcı pastasının iştah açıcılığına dayanamayıp Türkçe dil desteği vermeye başlayan ve giderek daha fazla kişi tarafından kullanılan bir ağ. Toplam 19 dilde kullanıcılara ulaşıyor. Burada da gelir modeli kullanıcıların yapacakları ödemeler sayesinde, ağın olanaklarından daha iyi yararlanması üzerine odaklanmış. Gelir modeli olarak, fazla başarılı bulmadığım bir yolda olduklarını söyleyebilirim. Ancak, diğer yandan, diğer İnternet devleri gibi geniş gelir modeli imkanları bulunmadığından başka türlü çare bulamamış da olabilirler. Eğer aylık ya da yıllık ödeme yaparsanız, kimler gelip profilinize bakmış diye merak ediyorsanız, öğrenebiliyorsunuz. InMail ile istediğiniz kişiyle doğrudan iletişime geçiyorsunuz. Kişilerin daha ayrıntılı olarak profillerine erişebiliyorsunuz. Daha fazla arama filtresi ve sonucu elde ediyorsunuz. Paralı faydalanma özelliğini bir yana koyarsanız, daha ciddi bir Facebook benzeri ağ ile karşılaşıyorsunuz. Yeni gelen paylaşım özelliği ile aynı Facebook'da olduğu gibi çeşitli konularda paylaşımlar yapabiliyorsunuz. İş arayıp, bulabiliyorsunuz, ancak iş gelip sizi bulmuyor. Oysa butik insan kaynakları dünyasında olduğu gibi bu kadar işlemci gücüne dayalı çalışan bir sosyal ağda insan işin kendisini bulmasını bekleyebilir. Sanal bir kafa avcısından bahsediyorum. Bu, iş odaklı sosyal ağlar için bir sonraki hedef olmalı bana sorarsanız.

LinkedIn oldukça karışık ve anlaşılmaz bir menü yapısı ve içerik dizilimi sunuyor. İş dünyasının Facebook'u gibi konumlandırıp, buna karşılık onun kadar çekici olamadığında da hayal kırıklığı kaçınılmaz oluyor. Israrcı şekilde gelişmeyi sürdürmesi halinde bir başka sosyal ağ devi olması kaçınılmaz. Ancak gelir modeli ve kullanıcılara sunduğu imkanlar açısından bir gelişme olması halinde kullanımın artması ile ölçeğini büyütebilir. Şimdilik 200 milyondan fazla üyesi var ve bunun 70 milyondan fazlası Amerika Birleşik Devletlerinde. Kullanıcı sayısı artışı konusunda ise birinci sırayı Türkiye alıyor.

Facebook ve Twitter gibi ana hat sosyal medya sitelerindeki Türk kullanıcı sayısının büyüklüğü göz önüne alındığında LinkedIn kullanıcılarında en yoğun artışın ülkemizden olması normal. Bu artış LinkedIn'in doğru yolda olduğunun bir göstergesi sanırım.

Geleceğin sosyal ağlarında insan kaynakları konusuna daha çok ağırlık verilecektir. Bu nedenle Facebook ve Google gibi devlerin de günü geldiğinde bu alana da meyletmeleri mümkün görünüyor. Şimdilik hala gelişebilir olarak nitelendirebileceğimiz bu alan, yeni medyada daha da yayılmak ve büyümek için zamanını bekliyor sanırım.

Dizimiz devam edecek.

İyi günler dilerim.

19 Haziran 2013 Çarşamba

Foursquare Nedir?





"Nerede olduğunuzu bilmek, kimin ne işine yarar?" diye düşünüyor olabilirsiniz. Gerçekten de milyarlarca insanın yaşadığı dünyamızda birinin nerede olduğunu bildirmesi çok mu önemli? Sizce, bu bildirimler kazanca dönüştürülebilir mi?
Bakın bu konuda Yeni Medya ne durumda!
Merhaba,

Web 2.0 deneyiminden sık sık söz ediyorum. İçeriğin kullanıcılar tarafından oluşturulduğu ve İnternet'in kullanımını ciddi biçimde etkileyen bir değişim 2005 sonrasında başladı. Günümüze kadar pek çok farklı site sosyal medyada kullanıcı tarafından farklı şekillerde içerik oluşturulmasının yollarını açtı.

Her an nerede olduğunuzun bilindiğini düşünün. Öyle gizli kapaklı işler yapmayan biri, gizli ajan değil de, gündüz işine giden, akşam olunca koşa koşa evine dönen birisi olsanız da, yerinizin her an bilinmesi fikri rahatsız edici öyle değil mi?

Evden çıkarken yanınıza alıp almadığınızı kontrol ettiğiniz, bir şekilde evde unuttuğunuzda o gün sizi kimse aramamış olsa bile, bir türlü aklınızdan eksikliğini çıkaramadığınız cep telefonlarınız aslında her an nerede olduğunuzun tespiti için bulunmaz cihazlar. Üzerinde GPS olması, akıllı bir cihaz olması da gerekli değil.

GSM yani "Mobil İletişim İçin Küresel Sistem" şebekesi, yapısı gereği bir telefona sinyal gönderir ve telefon da en güçlü eriştiği hücreye bağlı iken, diğer yandan, sinyalini alabildiği diğer hücreler ile de ihtiyaç halinde görüşmenin devamlılığını sağlamak için haberleşir. İşte bu durum çevrenizde 3 ve daha çok erişilebilir GSM istasyonu bulunması halinde yerinizin neredeyse kesine yakın olarak bilinmesine imkan tanır. Bu bilgiyi iyi yada kötü amaçlar ile değerlendirmek mümkündür. Ancak tabi bu bilginin operatör tarafından kimseye verilmediği, dahası kişisel gizlilik olduğu, bunun ihlalinin hukuki olarak önemli bir hakkın ihlali olarak kabul edilebileceği açıktır.

Böylesi önemli bir kavramın başka bir bakış açısından yorumlanması ise bir Yeni Medya sitesinin doğumuna yol açmıştır. Foursquare!

Akıllı telefonlar teknolojik gelişme ile birlikte bünyelerinde konum belirlemeye yarayan GPS yongaları ile üretilmektedirler. Bu chip olmasa bile az önce bahsettiğim GSM şebekesi neredeyse mükemmele yakın yer belirleme imkanı sağlamaktadır. Bu iki teknolojiden yararlanarak nerede olduğunuzu siz 7 düvele duyurur muydunuz?

Belki "yok canım neden böyle bir şey yapayım ki?" diyebilirsiniz ama ya gittiğiniz bir yemek yenilen yeri, bir müzeyi, eğlence merkezini, aynı ilgi alanını paylaştığınız arkadaşlarınızın ilgisini çekebilecek bir yeri, fotoğraflarıyla, ve ora hakkındaki yorumlarınız ile paylaşma imkanı sağlansa, dahası o anda bir mekanda sizden başka kimlerin olduğunuz görebilseniz ilginç olmaz mıydı? Yeni gittiğiniz bir ülke ve şehirde nerede yenir içilir, nerede eğlenilir? Sorularınıza cevap bulsanız fena mı olur? Sosyal Medya'da takip ettiğiniz arkadaşlarınız toplanıp bir yere gitseler, siz de onların bu etkinliğini görüp katılabilseniz ilginç olmaz mı?

Foursquare böyle bir sosyal konum paylaşım uygulamasıdır. Akıllı telefonlarda çalışır. Foursquare, neredeyse hiç bir harcama yapmadan, konum bazlı olarak dünyada gidilebilecek ne kadar yer varsa, bilgisini veri tabanına kullanıcıların eklemesi sayesinde almıştır. Böylesi büyük bir içeriğin çok değerli olabileceğini tahmin edebilirsiniz. Diyelim yeni pazarlar arayan bir global şirketsiniz, neyi, nerede satabileceğinizi görmek için kullanılabilecek bir veri yığını Foursquare'in elinde. Gerçi bu yönde kullanıp kullanmadıkları hakkında bir bilgim yok ama olmayacak iş değil. Bildiğim, eğer Foursquare'de bir mekanın size ait olduğunu belirtip içeriğini yönetmek isterseniz sizden 20 ABD Doları talep ettikleri. Böylece ziyaretçileriniz için kampanyalar düzenlemeniz, promosyonlar yapmanız mümkün olabiliyor. Kaydedilmiş milyonlarca mekanı düşünürseniz, gelir modeli olarak da oldukça tutarlı bir iş yapılmış olduğu ortaya çıkıyor, öyle değil mi?

Hala denemediyseniz, yükleyip bakın. Çevrenizde aklınıza gelebilecek ve gelmeyecek ne kadar mekanı biliyor, görün. Sadece yiyecek, içecek diye düşünmeyin. Eczane, okul, hastane, ibadethane, park, bakkal, spor merkezi ve benzeri ne kadar mekan varsa hepsi Foursquare ile bulunabilir.

Bu arada bir parantez açıp, konuya verilen önemin altını çizmek adına Facebook ve Twitter'da da yer bilgisinin kullanıldığını belirteyim. Hatta Facebook mobil uygulamasında konum bildirimi yapmak da mümkün. Ancak Foursquare ile yarışabilecek bir durumda olmadığını söyleyebilirim.

Yeni Medya etkisi, oldukça güçlü bir şekilde kullanılabilir ama anlatacağım bana özgü bir örnek olsun istedim. Yaklaşık bir sene kadar önce, hiç gitmediğimiz bir mekana girerken, Foursquare'den o yer hakkındaki yorumları okuyordum. İşletmecisi Mustafa beyin, çok ilgili olduğundan, müşterilerin memnuniyeti için dört döndüğünden bahsediyordu. Kapıda bizi karşılayan, daha önce hiç tanımadığım güler yüzlü kişiye elimi uzatıp, "Merhaba Mustafa bey" dedim. Doğal olarak standart ihtimamın ötesinde bir ilgi ile karşılaştığımızı belirteyim. Ailecek çok keyifli ve güzel bir yemek yedik o gün. Bundan güzel Yeni Medya etkisi mi olur?

Dizimiz devam edecek.

İyi günler dilerim.

17 Haziran 2013 Pazartesi

Sosyal Navigasyon (Seyir)



Yeni Medya ile Navigasyon, yani Seyir kavramını bağdaştırmak zor gelebilir. Seyir sistemleri genellikle profesyonel ekipler tarafından hazırlanan yazılım ve harita bilgilerine dayandırılır. Oysa sosyal dayanışma ile seyir sistemleri de daha etkin ve güncel olabilir.

Merhaba,

Web 2.0 ile kullanıcı tarafından oluşturulan içerik kavramı iyice hayatımızın parçası oldu. Ancak gün geçtikçe akla gelmedik pek çok alanda etkisini görüyoruz. Bu alanlardan biri de Seyir.

Seyir cihazları ile tanışalı yaklaşık 5-6 sene oluyor. Başlangıçta küçük ekranlı, durmadan konuşup bizi yolunu bilmediğimiz gideceğimiz yere götüren cihazlardı. Daha sonra gelişen akıllı telefonlar ile cebimize de girdiler.

Seyir cihazları İnternete erişmeye başlayınca öncelikle trafik bilgisini almaya başladılar. Trafik bilgisi ise en iyi o anda trafikte seyir halinde olan diğer kullanıcılardan gelen verilerden sağlanabilirdi.

Google kendi uygulaması Google Maps ile seyir hizmetini ve trafik bilgisini daha çok gelişmiş ülkeler ve ABD'de veriyor. Ülkemizde ise bu bilgileri ilk olarak Rus İnternet şirketi Yandex vermeye başladı. Başlangıçta Türk piyasasına akıllıca bir giriş olması için haritaların üzerinde trafik bilgisi vermeye başladı. Goggle bu hizmeti o dönemde Türkiye için vermiyordu. Halen de vermiyor. İlk etapta üzerinde GPS cihazı bulunan şirket araçlarından gelen veriyi kullanarak mobil cihazlar üzerinde çalışan harita uygulaması üzerine trafik bilgisi verildi. Daha sonra uygulamayı kullananların sağladıkları konum ve hız verileri ile trafik bilgisi paylaşımı ülkemizde de kullanıma girdi. Tabi sesli yönlendirme ile gidilecek yere alternatif yollardan gitmeyi sağlayacak bir seyir sistemi de uygulamaya eklenmedikçe tam olmuş sayılmaz ama Roma da bir günde kurulmadı öyle değil mi?

Büyük ölçekli şirket olduğunuzda hantallaşırsınız, ancak buna karşın mali imkanlarınız sayesinde yapamadığınız bir işi yapanı satın almak işlerinizi kolaylaştırır. Facebook, Microsoft, Google gibi firmaların geçmişleri böyle satın alma hikayeleri ile dolu.

Geçtiğimiz günlerde Google Waze isimli uygulamanın üreticisi olan İsrail firmasını bünyesine kattığını duyurdu. Waze'in uygulaması akıllı cihazlarda çalışan bir sosyal seyir programı. Kullanıcılar bunu yüklediklerinde sadece bedava bir seyir programına sahip olmuyorlar. Aynı zamanda kendileri de içeriğin oluşturulmasına haritaların güncelleştirilmesine ve düzeltilmesine katkı veriyorlar. 30 milyon kullanıcısı ile günden güne,  bir yerden, bir yere giderken edinilen bilgilerin ortak hafızaya aktığını düşünün. Basit bir örnek vereyim, önünüzde trafikte bir sıkışıklık olduğunda ya da uzun yolda hız kameralarının bulunduğu yerlerde durumdan haberdar olduğunuzda böyle bir yazılım işimize yaramaz mı? Alternatif yoldan gideceğiniz yere daha çabuk ulaşmak ve gereksiz yere fazla sürat cezası yememek güzel değil mi? "Canım sürat yapmasın kullanan" diyebilirsiniz ama zaten seyir yazılımından gelen uyarılar da kullanıcıyı daha dikkatli ve temkinli kullanmaya yönlendirdiği için amaca zaten ulaşılmış olmuyor mu?

Waze kullanıcıları yoğun trafik, kaza, polis çevirmeleri, yol onarım çalışmaları gibi konulardan gerçek zamanlı olarak haberdar olabiliyorlar. Hepsi kullanıcıların sağladığı veriler ile oluşturuluyor. Yine yollarda gerçekleşen değişikliklerin kullanıcılar tarafından işlenmesi ile harita son derece güncel olabiliyor. Facebook ile bağladığınızda ise arkadaşlarınızı nerelerde olduğunu, size yakın olup olmadıklarını da görebiliyorsunuz. Gerçi Google aldıktan sonra, kendi Google Plus sistemi ile daha entegre olacaktır ama Facebook da dışlanmaz sanırım. Bizde pek uygulaması olmasa da, en ucuz benzini satan istasyonları da görebildiğinizden para tasarrufu da sağlıyor. Adeta, ortak akıl gibi bir uygulama.

Google kendi kullanıcılardan da büyük bir kitleyi bu programın bünyesine girmesi sayesinde ekleyince gerçekleşecek sosyal ağın büyüklüğünü bir düşünün!

Seyir sistemi yazılımının bile sosyal olabildiği, ilginç bir dünyada, kitlesel bir değişimin ayak seslerini duyar gibi olmuyor musunuz?

Yeni Medya serimiz devam edecek.

İyi günler dilerim.

13 Haziran 2013 Perşembe

Akıllı Cihazlar ve Yeni Medya - 5






Akıllı cihaz dediğimde aklınıza sadece telefonlar gelmesin. Daha ne akıllı cihazlar var. Buna çamaşır makinenizden başlayıp, peşine bahçe sulama sistemini, arabanızı, televizyonu eklemek mümkün.
Bakalım akıllı cihazlar ve onların yeni medya ile ilişkileri nasıl?
Merhaba,

Akıllı cihazlar diye, bir süredir sadece cep telefonlarından bahsediyorum ama bütün akıllı cihazlar akıllı cep telefonlarından ibaret değil. Zaten akıllı desek de, biz olmadan kendi kendilerine yaptıkları bir şey yok. Yani akıllılar ama sorgulayamıyorlar, karar verme konusunda is oldukça kısıtlılar.

Bilgisayarlarımız ile yıllardır haşır neşir olduğumuzdan onları pek akıllı cihaz gibi görmüyoruz. Oysa bilgisayarlarımız üzerlerindeki işletim sistemi kısıtlamalarına rağmen oldukça akıllılar. Sadece İnternet'e girmek için onlara eskisi kadar ihtiyacımız yok. Oysa iş masaüstü yayıncılık, fotoğraf işleme, illüstrasyon, yazı yazma, hesap tablosu işlemleri, muhasebe, tasarım yapma gibi konulara geldiğinde hala bilgisayara ihtiyacımız var.

Artık araçlarımız bile akıllı sayılır. Pek çok otomobilde yol bilgisayarı var. En azından yaklaşık kaç kilometre daha gidebileceğinizi sizin için hesaplıyor. Biraz daha donanımlı olanlarda sesli yönlendirme yapan bir yol bulucu (navigasyon) cihazı bile var. Artık nereye nasıl gidebileceğinizi size o söylüyor. Bundan iyi akıllı cihaz mı olur?

En basitinden, günümüzde kullanmakta olduğunuz radyomuz bile çok değil, 30 yıl önce karşınıza çıksa anlayamayacağınız karmaşık düğmelere, ekranlara sahip.

İşin doğrusu, cihazlar akıllandıkça, bize öğrenmek gereken pek çok yeni bilgi ihtiyacı çıkartıyorlar. Yani, çevremizdeki akıllı cihaz sayısı arttıkça bizim de bu cihazları kullanmak için edindiğimiz yeni yetenekler de artıyor.

Çevremizdeki akıllı cihazlardan biri de televizyon.

Artık televizyon yayınlarını set top box, yani masa üzeri kutu isimli cihazlar ile İnternet üzerinden izleyebiliyoruz.

Günümüzde televizyonlar daha akıllılar. Kendi donanımları ile İnternet'e girebiliyor, net üzerinden film, müzik, dizi indirebiliyorlar. Televizyonunuz adeta bir haberleşme aygıtına dönüveriyor. Üzerine yüklenen uygulamalar ile sosyal medya sitelerine erişebiliyor, mail alıp gönderebiliyor. Bütün bunları bünyelerine gömülmüş bir bilgisayar sayesinde yapabiliyorlar. Ancak genellikle üreticinin izin verdiği ölçüde esnekler.

Android işletim sistemi bu televizyon deneyimini daha da ilginç bir hale getirebilir. Evet yanlış duymadınız. Akıllı telefon ve tabletlerdeki işletim sistemi sıradan panel televizyonları akıllı televizyonlara döndürmek için standart ve tanıdık bir arayüz sunuyor.

Örneğin sözünü ettiğim iki parmak kalınlığındaki cihaz doğrudan televizyonun HDMI girişine takılıyor. 2 ya da 4 çekirdekli bir merkezi işlemcisi ve 4 çekirdekli görüntü işlemcisine sahip Android işletim sistemli bir mini PC. Bir klavye-fare ya da Airmouse denilen özel bir küçük klavye fare karışımını cihaza takıp, kablosuz ağ üzerinden İnternet'e bağladığınızda, televizyonunuz Android işletim sistemli bir bilgisayara dönüşüyor. Üstelik bunun için ödemeniz gereken bedel 150 lira civarında. Uzak Doğudan direkt almak isterseniz aliexpress.com, focalprice.com veya dx.com sitelerine bakabilirsiniz. Dilerseniz, taşınabilir bir sabit disk takıp, film, dizi seyretmeniz, Android Play üzerinden uygulamalar indirmeniz, oyun oynamanız mümkün. Esnek ve standart olmaları pek çok yayıncı kuruluşun basit uygulamalar geliştirerek Android üzerinden televizyon yayını yapmalarına da imkan sağlayabilir. Laf aramızda, pek çok program ile İnternet üzerinden yayın yapan pek çok televizyonu zaten izleyebiliyorsunuz ama görüntü kaliteleri net sınırlamaları nedeniyle bir hayli kötü. Diğer yandan Youtube gibi görüntülü Yeni Medya sitelerinde HD kalitesinde izleyebileceğiniz pek çok içerik mevcut.

Sanırım akıllı cihaz tanımına giren cihazların çeşitleri giderek artıyor. En güzel yanları da giderek daha çok sezgisel olarak kullanılabilir hale gelmeleri. Yani siz yapmak istediğiniz şeyi nasıl yapmayı düşünürseniz, o şekilde yapmanızı sağlamaları. Bir diğer güzel yanları da, bilgisayar yatırımı yapmadan mevcut LCD HDMI girişli televizyonu Yeni Medya'ya erişebilen bir bilgisayar haline getirmeleri.

Böylece yıllardır "Aptal Kutusu" diye nitelenen televizyon akıllı bir şeyler yapabilir hale gelmiş gibi oluyor sanırım. Siz ne düşünürsünüz?

Dizimiz devam edecek.

İyi günler dilerim.

Ey Eurovision Sen Kimsin?

Yapay zeka, hayatımızın birçok alanına girmeye devam ediyor. Ben de bir süredir blog yazılarımı YouTube'a aktarıyorum. Neyse ki, 10 yıl ...