29 Eylül 2016 Perşembe

10 Maddede Sakin Araç Kullanma Rehberi


Trafikte daha çok sakin araç kullanan sürücülere ihtiyaç var. Her yıl 3-5 bin ölümlü 200-300 bin yaralanmalı kaza yaşanan ülkemizde sakin ve dikkatli araç kullanmaya ihtiyacımız var gibi görünüyor. Peki nasıl sakin araç kullanabiliriz?


İşte sakin araç kullanmak için birkaç öneri:



via GIPHY

1- Beklentinizi düşük tutun.

Trafikte araç kullananların en kötü şoförler olduğunu düşünün. Ona göre önleminizi alarak dikkatinizi artırın. Diğer sürücülerin direksiyona geçtiklerinde her türlü beklenmedik davranışı yapabileceklerini unutmayın. Çok iyi araç kullanan ve tüm kurallara uyan birilerinin trafikte olabileceğini bile düşünmeyin. En yüksek eğitimli sürücülerin bile direksiyon başında canavara dönüştüklerini unutmayın.


via GIPHY

2- Bırakınız dönsünler, bırakınız geçsinler.

Geçiş üstünlüğü gibi trafik kurallarını bilseniz de unutun. Herkese yol verin "oto-liberal" olun. Ters yönden gelenlere bile durup, "ters yönden geliyorsun" demeyin. Zaten size "biliyorum" diyecektir. Müsait bir yere çekilin geçsinler. Sanki siz yolu uzatmamak için hiç ters yöne girmiyor musunuz? Boşuna zaman kaybetmeyin. Trafik açılmazsa, gideceğiniz yere gecikeceksiniz.


via GIPHY

3- Sadece gülümseyin. 

Araç kullanırken somurtmayın. Bir şey yapacaksanız gülümseyin sadece. Olumlu düşünceler sinirlenmenizi engeller. Yayalara yol verin ve gülümseyin mesela ne kadar şaşırdıklarını görmek hoşunuza gidecek. Dahası iyi bir şey yaptığınız için beyniniz sizi ödüllendireceğinden keyfiniz de yerine gelecek.


via GIPHY

4- Söylenmeyin.

Araç kullanırken başkalarının yaptığı hataları kendi kendinize ya da yanınızdakine söyleyip durmayın. Bu sandığınızın aksine, rahatlamaya değil, daha çok dolup sinirlenmeye neden olur. Diğer yandan sizi duymayan ve yaptığını düzeltmeyen hata yaptığı için özür dileyen kimse olmaz. Hoş, duysalar da yaptıklarından vazgeçecekleri şüpheli ya...


via GIPHY

5- Kendi hatalarınızı düşünün.

Trafikte biri bir hata yaptığında tepki vermeden önce kendinize sorun. "Bu hatayı ben hiç yapmadım mı?" diye. Amnezi hastası değilseniz büyük ihtimalle bu trafikte siz de benzeri hatalar yapmış olabilirsiniz. Öyleyse sizin de yaptığınız bir hatayı yaptı diye hiç tanımadığınız birine neden sinirleniyorsunuz ki. Belki adam 3-5 sene sonra tüm insanlığı kurtaracak bir buluş yapacak. Nereden bilebilirsiniz ki?


via GIPHY

6- Başkalarını düzeltmeye çalışmayın. Kendiniz düzgün sürün.

Bir hata yapan gördüğünüzde "öyle araba mı kullanılır", "şöyle yapsana be adam" gibi güya karşı tarafı düzeltecek, yol gösterecek cümleler sarf etmeyin. Trafikte diğer sürücülerin ikazlarıyla kendini düzelten bir şoför ne duyulmuş ne de görülmüştür. Oysa herkes kendini düzeltse çok daha güzel bir trafiğimiz olur. Öyle değil mi?


via GIPHY

7- Saygı beklemeyin, saygı gösterin.

Aracın direksiyonuna geçtiğinizde olduğunuzdan daha saygıdeğer birine dönmüyorsunuz. Diğer sürücüler ve yayalar için bir karaltısınız sadece. Saygı görmek için başkalarına siz saygı gösterin. Saygısızlık gibi saygı da bulaşıcıdır. Herkes birbirine saygı gösterse, hayat bayram olsa güzel olmaz mı?


via GIPHY

8- 1,5 tonluk bir canavarı yönettiğinizi unutmayın.

Fizik kuralları acımasızdır. Yavaş giderken bile birine çarpmanız onun ciddi yaralanmasına ya da ölmesine neden olabilir. O nedenle kendinizden binlerce kat fazla güce sahip bir aracı kullandığınızı ve kaza anında bu yüzden kötü şeyler gelebileceğini unutmayın. Evden ekmek almak için çıkmışken aracınızla birine çarpıp onu sevdiklerinden ayırabileceğinizi ve bunun vicdan azabı ile bir ömür boyu yaşamak zorunda kalabileceğinizi unutmayın!


via GIPHY

9- Küfretmeyin.

Küfür genellikle geri tepen bir silahtır. Trafikte herhangi gir nedenle küfür etmeyin. Hiç tanımadığınız insanlara küfür etmek anlamsızdır. Tanısanız çok sevebileceğiniz birine neden küfredesiniz ki? Boşu boşuna kavgaya, yaralanmaya, mahkeme kapılarında beklemeye neden olabilir. İnanın hiçbirine değmez.


via GIPHY

10- Az sonra direksiyon başından kalkacağınızı unutmayın.

Direksiyon başında süper kahraman gibi görmeyin kendinizi. Tamam belki gaza bastığınızda tonlarca ağırlıktaki aracın gitmesini sağlıyor olabilirsiniz ama araçtan indiğinizde 50 kiloluk çimento torbasını bile birkaç metre öteye götürürken kan, ter içinde kalacağınızı unutmayın.

Sizi bekleyen sevdikleriniz ve diğer sürücülerin bekleyen sevdikleri olduğunu hiç unutmayın. Dreksiyona sinirle değil sevgiyle sarılın.

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Neden Basiret Sahibi Olmalıyız?


Geleceği görmek için falcı olmanıza gerek yok. Aslına bakarsanız falcıların da geleceği görebildiklerine ilişkin somut bir delil bulamazsınız. Mesela, piyango veya loto zengini bir falcı yoktur.

Peki ileriyi tahmin etmek o kadar zor mudur?


Cevap kısaca evet. Gelecek henüz gerçekleşmemiş olduğundan, gelecekte gerçekleşecek olaylara ilişkin sonsuz ihtimal bulunmaktadır. Bu durum bir öngörü yapmayı zorlaştırır.

Diğer yandan yaşadığımız gerçeklikte olasılık sayısını belirli sınırlar içerisinde tutup, azaltmak ve isabetli öngörülerde bulunmak imkansız değildir.

Uzağı görmek için sanıldığı gibi 6. hisse sahip olmanız gerekmez. İhtiyacınız olan; aklınızı ve edindiğiniz bilgileri doğru olarak değerlendirmek. Kısaca bilgelik ya da Aklı Hikmet.

Kısa giriş sonrası "Basiret" ile ilgili tanımı maddeler halinde yapalım.


1- Gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği,
2- Uzağı görüş,
3- Seziş,
4- Anlayış,
5- Kavrayış,
6- Sağgörü (ölçülü görüş, uyanıklık doğru görüş),
7- Vizyon,
8- Doğru ile yanlışı ayırabilmeyi sağlayan yeti.

Basiret, teknik bir terim olarak pratik akıl olarak değerlendirilebilir.

İnsanlık tarihi boyunca kimilerince önemi erken dönemlerde anlaşılmış bir kavramdır. Aristoteles, "pratik akıl, her şey için geçerli olanı yaşamın içinden çıkaran bir akıldır" demiştir. 18. yy'da Kant da benzer görüşlerini açıklamıştır.

Aristoteles bu yetiyi “pratik bilgelik” ya da “basiret (prudence)” kavramlarıyla ele almıştır. Pratik bilimlerin metodu, insani eylemin ilke ya da nedenlerini keşfetmekten çok, onun fenomenlerini ortaya çıkartan bir analiz yöntemidir; çoğunlukla diyalektik bir incelemedir (1).

Plato’nun Symposium’unda insanların sahip olması gereken dört erdem olarak basiret, adalet, cesaret ve itidal gösterilmiştir. Aristoteles erdemleri ahlâki ve akli olarak ikiye ayırmıştır. Dokuz akli erdemin en üstünde sophia yani teorik hikmet ve phronesis yani pratik hikmet gelmektedir. Aristo da ahlâki erdemler olarak basiret, adalet, cesaret ve itidali öne sürer (2).

Basiret, uzun bilgi birikimi ve bunları pratik hayata uygulamak yani içselleştirmek ile elde edilebilir. Elde tutabilmek için de devamlı çaba harcanması gereken bir erdemdir.

Basiret, sonsuz olasılıkların arasında en olası gerçeği görebilme yetisidir. Kumsalda kum tanelerinin arasındaki mikron boyutunda altın parçasının yerini öngörebilmektir. Böyle bir çıkarım, rastgele olarak da yapılabilir ama bu durumda doğru parçacığı bulma olasılığı son derece düşüktür. Bilgi birikimi size aradığınızı bulmada yardımcı olur. Dışarıdan bakan gözler, sihir gibi algılasa da soruların cevaplarını eliyle koymuş gibi ortaya çıkartabilmek için önemli bir bilgi birikimine sahip olmak ve uzun bir akıl yolculuğuna çıkmış, yol almış olmak gerekir.

Basiret güzel bir erdem olsa da ona yaklaştıkça diğer insanlardan, hatta en yakınlarınızdan bile uzaklaşmanız kaçınılmazdır. Çünkü basiretli olan kişilerin katettikleri yol diğerleri ile düşünsel açıdan uzaklaşmalarına neden olabilir. Bu konuda  Hücrelerin hasar gören DNA'ları nasıl onardığını ve genetik bilgisini koruduğunu haritalandıran araştırmaları sayesinde 2015 yılı Nobel Kimya Ödülü alan Aziz Sancar şunları söylüyor. Nobeli aldıktan sonra eve gittim eşim: "Aziz çöpü dışarı çıkar" dedi.





Dipnotlar: 
(1) http://dusundurensozler.blogspot.com.tr/2008/04/aristoteleste-etik.html
(2) http://www.felsefetasi.org/etik/

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Google Fotoğraflarda Arama Yapmanın İncelikleri

Google Fotoğraflar hakkında daha önce yazmıştım. Telefonunuzla çektiğiniz fotoğraf ve videoları anında Google sunucularında bedavaya nasıl yedekleyebileceğinizi anlatmıştım. Peki, yedeklenen binlerce fotoğrafın arasından, istediğiniz fotoğrafları nasıl bulacaksınız?

Google Fotoğraflarınızı Nasıl Bulur?

Bulmak için önce fotoğrafınızı özelliklerine göre ayırmak gerekir. Bunun için Google fotoğrafın nerede çekildiğine bakar. İçinde neler olduğuna bakar, Siz de eğer fotoğraflarınızı bir albüme kaydedip, adlandırırken çekildikleri yeri yazdıysanız kolayca bulunurlar. Eğer fotoğraflarınızda gps ile sağlanan yer bilgisi bulunuyorsa Google Fotoğraflarda kabaca yer bilgisini arayarak istediğiniz fotoğrafları bulabilirsiniz.


Fotoğraflar içerisindeki kişileri etiketlediğiniz zaman (yani isimlerini altlarına yazınca) o kişileri de ararken tüm fotoğraflarını kolayca bulabilirsiniz. https://photos.google.com/people adresinden fotoğraflarınızdaki kişilerin adlarını yazarak gelecekte aradıklarınızı çok daha kolay bulabilirsiniz.

Sadece sizin yardımınızla bulmuyor Google!

Resimlerinizde bulunan nesneleri de tanıyor Google. Mesela Masa, Sandalye, Tekne ve benzerleri gibi aramalar yaptığınızda şaşırtıcı doğrulukta fotoğraflar gelecek karşınıza. Aslında Google aramalarında yer alan resimler kısmının küçük bir örneği burada da çalışıyor.


Başıma bir şey gelmesin!

Çoğu insan "bu kadar özel fotoğrafımı İnternete yüklemek beklenmedik sorunlara yol açar mı? Google bu bilgileri toplayıp gizli servislerle paylaşır mı?" benzeri düşüncelere kapılıyor. Olabilir tabi ama kendinize sorun: Bu dünyada başıma bir şey gelebilecek kadar önemli biri miyim, bir suç işledim mi? Uzaylılar beni kaçırır mı? (Kaçırırlarsa, ispat için dönerken bir şeyler yürütün gittiğiniz yerden).

Umarım işinize yarar. Sağlıcakla kalın.


24 Temmuz 2016 Pazar

Köyleşmiş Büyük Kentlerde Yaşamak Neden Zor?


1980'li yıllarda üniversitede okurken Ankara'nın %70 kadarının gecekondularda yaşadığını öğrendik. Ekonomik zorunluklar ve nüfus artışı ile tarım ekonomisinin etkileri aileleri bulundukları kırsal bölgelerde yeterine besleyemez hale geldi. Göç ile şehirler giderek kalabalıklaştı. Ankara nüfusu 30 yılda yaklaşık olarak ikiye katlandı. Gecekondular ise kentsel dönüşümle apartmanlara evrildiler. Ancak, dönüşüm sadece binaları kapsıyor gibi. İçinde yaşayan insanlar kentli olmadılar. Sadece apartmanlarda oturan ama ne kentli, ne de köylü insanlar haline geldiler.

Dönüşümü sağlayamadık. Bu yüzden toplumca sıkıntılarını yaşıyoruz. Kentin, kent olmasını sağlayan kurallar bütünü ve dokusu ise bir türlü yerine yerleşemiyor. Örneğin kent kuralları konuluyor ama bunlara uymak için değil, uymamak için uğraşıyor insanlar. Tek yönlü sokaklarda ters yönde sürat yapanlar mı ararsınız, metroda engelli asansörlerini kullanalar mı? En basiti, apartmanlara birbirinden nefret eden komşular mı? Oysa huzur hepimiz için iyi olmaz mı?

Kent, bir arada yaşayıp, birbirinin sınırlarını iyi bilen ve birbirini rahatsız etmeyen insanların hayat alanıdır. Tolerans içerisinde yaşanmayan bir kentte barış olamaz. Bunun yanında kent insanı kültürel açıdan zengin, bedensel ve zihinsel açıdan üretken, verimli olmak zorundadır. Zira ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, elindeki sermaye ve güç budur. Ekip ürün alabileceği toprağı yoktur. Kentsel yaşamda, bireysellik ve özgürlük sınırları keskindir. Bu nedenle kentli yaşam tarzında birey, bir miktar yalnız olsa da, bu çok sayıda akraba ve kabileler içinde yaşamanın sınırlayıcılığı ve tekdüzeliği yanında, bireyin kendini yeniden yaratmasına ve kendini tanımasına yönelik bir özgürlük vardır.

Bilgi özgürleşmenin ve kendini yeniden yaratmanın en önemli katalizörüdür. Bu nedenle kent insanı okur, araştırır, sorgular. Bunları yapmayan insanlar, kentli olamamış hatta, eski yaşam alışkanlıklarını kente taşıyarak onu köyleştirmiş bireylerdir.



İnternet'te yayınlanan "halka sorduk" şeklinde yukarıdaki gibi eğlenceli videoları hatırlayın. İstanbul'da Taksim, Eminönü, Ankara'da Ulus, Kızılay gibi yerlerde abuk bir soru insanlara sorulup, verdikleri tepkiler kaydedilip, eğlenceli oldukları için izlenilir. Ortak yanları, bilmedikleri bir konuda ahkam kesmek olan bu insanların en belirgin özellikleri. Bilmedikleri bir konuda genellikle o anda akıllarına gelen her şeyi söylemeleridir. Oysa aydın kentli tavrı, "bilmediğini" sorana, "bilmiyorum" diye söyleyebilmektir.

Bilmiyor görünmemek için adres soran birine yanlış yol tarif eden insanların yaşadığı yer, kent olsa da o insanlar kentli olamamıştır. Diğer yandan, kentlilerin yaşadığı kentlerde her köşebaşında kent haritası ve gezilip görülecek yerler ile ilgili bilgiyi içeren broşürlerin satıldığını görebilirsiniz. Çünkü kentlilerin yaşadığı kentlerin, tarihi ve kültürü öne çıkar. Onu görüp, yerinde incelemek isteyen insanlar da ortaya çıkar tabi. Yani kendi kültürünü oluşturmuş şehirler sırf bundan gelir bile elde ederler. Bunu becerememiş kentler ise durmadan şekilden şekle girer. Tek katlı evler yıkılır, iki katlılar yapılır, onlar yıkılır yenileri gelir. Oysa kent kültürü korunsa, mesela 1600'lü yıllardan kalma binalar ayakta tutulsa, kentin görsel ve kültürel değeri artar.

Kentleşmiş toplumlarda ilerlemenin etkisiyle kaçınılmaz olarak, köyler de kentleşir bir süre sonra. Avrupa köylerini görmüş olanlarınız, oralarda köy yollarında hayran hayran yürürken "buraya köy diyenin, bizim şehre de şehir diyenin" diye içinden geçirmiştir. Oysa burada önemli olan sürecin hangi yöne işlediğinden ibarettir. Köyleşen kentler mi yoksa şehirleşen köyler mi? Sorusunun cevabı, bu sürecin yönü için belirleyicidir.

Bireyleri okullar eğitiyor gibi görünse de, eğitimin en önemli kısmı ailede gerçekleşir. Dolayısıyla kentli olma yolunda, ancak ailelerin dönüşümü ile kentli bireylerin yaşadığı bir kent mümkün olabilir. Okul eğitimi ancak bunun üzerine bina edilebilir.

Kentler ve kentli olmak, mükemmel bir dönüşüm anlamına gelmeyebilir. Zaten bitmiş bir süreç değildir kentlilik. Toplumun bir arada birbirine tolerans gösterip yaşadığı yerlerdir. Mükemmel midir? Bu tartışılır, ancak kent gibi kent, köyleşmiş bir kentten daha yaşanabilir bir yerdir.

10 Temmuz 2016 Pazar

Android Telefonumdaki Fotoğrafları Videoları Nasıl Yedeklerim?

Çevremdeki Android kullanıcılarının çoğu bedavaya tüm video ve fotoğraflarını yedekleme imkanı olduğunu bilmiyor. Bu yazı Android telefonu olup da telefondaki fotoğraflarını ve çektikleri videoları nasıl yedekleyeceklerini merak edenler içindir.

Google'ın kullanıcıları için bedava sağladığı 15 GB'lik bir depo alanı var. Bu alanı, iletileriniz, fotoğraflarınız-videolarınız ya da dosyalarınız için kullanabiliyorsunuz. Ancak bir süredir rekabetin de baskısıyla Google fotoğraflarınızı eğer ufak bir özelliğe dikkat ederseniz 15 GB'lık kotanızdan düşürmeden depoluyor. Buna videolarınız da dahil. Neredeyse sınırsız fotoğraf ve video deposuna sahipsiniz. Peki bunu kullanıyor musunuz?

Fotoğraflarınızı yedeklemezseniz, telefonunuz fabrika ayarlarına döndürüldüğünde silinebilirler. Eğer harici bellek kartına kaydediyorsanız telefonunuz kaybettiğinizde fotoğraf ve videolarınız da gider.

Fotoğraf ve Video yedeklemek için ne yapmalı?

Aslında yapılacak fazla bir şey yok. Google Play'den Google Fotoğrafları yüklemelisiniz.
 Google Fotoğraflar


Google fotoğraflar dilerseniz çeker çekmez fotoğraflarınızı Google sunucularına yükler. Kotanızdan düşülmesini istemezseniz ayarlarda dikkat etmeniz gereken


Yedekleyin ve senkronize edin kısmında, Yükleme Boyutu'na tıklayıp Yüksek Kalite (ücretsiz ve sınırsız depolama alanı) kısmını seçmek. Böylece tüm fotoğraflarınız yedeklenecektir. Hücresel veri yedekleme kısmına bakarsanız fotoğrafların ve videoların mobil veri (3G, 4G vs.) üzerinden yedeklenmesini sağlayabilirsiniz. Bunları kapatırsanız fotoğraf ve videolarınız evde ya da işyerinde wifi üzerinden ağa bağlandığınızda otomatik yedeklenir.

Google fotoğraflarınız kendi sıkıştırma yöntemiyle pek bozmadan kaydediyor. Ben ticari bir fotoğrafçılık sitesine bu algoritmada kaydedilmiş bir fotoğrafı yolladığımda kabul ettiler. Dolayısıyla onların göremediği farkı ben de göremem her halde diye düşünüyorum ;)

Videoları YouTube'a Aktarma

Videoları da otomatik yükleyen bu sistemin hoş bir özelliği var. Dilediğiniz videonuzu basit bir aktarma işlemiyle YouTube'da yayınlamanız mümkün. bunun için YouTube yükleme sayfasına gidip Videoları İçe Aktar başlığı altındaki, içeri aktar düğmesine tıklayıp, istediğiniz yedeklenmiş videonuzu YouTube'a içe aktarıp, yayınlamanız mümkün (yani videoyu baştan yükleyip uğraşmanız gerekmiyor).


YouTube Videolarını Kesip, Birleştirme, Efekt ve Müzik Ekleme

YouTube videolarını hazırlamak için bir yazılıma sahip olmayabilirsiniz. Neyse ki bu durum için Google bir çözüm sunuyor. Editor adresine gidip yüklediğiniz videoları kesip birleştirebilirsiniz. Böylece parça parça çektiğiniz görüntüleri tek bir video haline getirebilirsiniz. YouTube dilerseniz bu görüntülerin altına hazır müziklerden eklemenize de imkan tanıyor.
Youtube Editor sayfasında videoları işleyebilirsiniz.


iPhone kullanıcıları da bu hizmetten yararlanabiliyor.

10 Haziran 2016 Cuma

Eğer Ben Varsam...





Bir an tüm öğretileri bir kenara koyun. Dünyayı algılamayı ve sormaya başladığınız anı düşünün. İşte tam o anda sizin için dünya ve evren var oldu. Siz bilincinizi yitirip dünyadan göç ettiğiniz anda ise tüm gerçeklik, zaman ve bildiğimiz tüm boyutlar sona erecek.

Eğer ben varsam evren var. Ben yoksam hiç bir şey yok. 

Tüm bu evren siz olmadan ne anlam ifade edebilir ki?

Tamam kendimize fazla bir önem veriyoruz belki ama evrenin orada olduğunu anlamayan bir canlı için evren ne ifade edebilir ki? Eğer herşeyin orada olduğunu ve neyin nasıl olduğunu anlayabiliyorsak evren bizim için var ve anlamlı. İşte bu nedenle herşeyi merak ediyor ve anlamaya çalışıyoruz. Bunu nesiller boyu yapıyoruz. Her seferinde bir tuğlanın üzerine bir diğerini koyuyoruz. Sonunda bir sınıra ulaşıp onu aştığımızda her şey çok daha fazla anlamlı gelmeyecek mi sizce de? Şüphesiz bir süre sonra çok daha fazlasını bilecek ve daha da fazlasını keşfedeceğiz. Hepsi geçmiş nesiller sayesinde.

Bunun farkına varıp da kendinden önce ve sonra devam edecek bir evren öyküsü yaratmayacak bir düşünür olamaz herhalde.

Diyelim ki biz öldükten sonra da bizden bağımsız olarak uzay zaman devam ediyor. Ancak buna ilişkin bir kanıt var mı elimizde? İdeolojileri ve inanç sistemleriniz ve diğer dogmatik öteberiyi bir kenara bırakın. Kanıttan kastım bilimsel bilgi.

Karamsar bulabilirsiniz ama bizim için her şey bittiğinde evren de devam etse bile bunun bir anlamı kalmıyor gibi.

Hadi bu karamsar havayı ortadan kaldıralım biraz. Aslında doğa ölümsüzlük için size bir fırsat vermiş durumda. Evet belki de şimdi siz bu satırları okurken içerideki odada bir video oyunu oynayan çocuğunuz sizin genetik kodunuzu ve pek çok özelliğinizi gelecek kuşaklar taşıyarak neslinizi devam ettirecek. Torununuzun torunu belki de sizin pek çok özelliğinizi haberi bile olmadan yaşatacak. Belki mükemmel bir ölümsüzlük değil ama hiç yoktan iyidir öyle değil mi?

7 Haziran 2016 Salı

Yaşadığımız Gerçeklik Simülasyon mu?

Görsel bu adresten alınmıştır.
Geçmişe göre bilimsel ilerlememiz oldukça iyi görülebilir. Örneğin artık bizden ışık yılı ile ölçülebilecek uzaklıklardaki gezegenlerin ne tür elementlerden oluştuğunu anlayabiliyoruz. Aynı şekilde evrenin büyüklüğünü 93 milyar ışık yılı olarak ölçebilsek de 13,7 milyar yıl yaşında olan evrenin çapının nasıl olup da 93 milyar ışık yılı olduğunu ancak tahmin edebiliyoruz. Işık hızı bir üst sınırdır. 13,7 milyar yıl önce patlamış olan evren nasıl olup da bu genişliğe çıkmış olabilir? Acaba bir başka evrenin içine mi patladı evren? Ne dersiniz?

O kadar  ileri gitmeye de neden yok. Nasıl olup da ilk canlı tek hücreli oluştu onu bile anlamış değiliz. Yani şimdilik bu soruya bilimin verebildiği cevap "bilmiyoruz" şeklinde.

Bilim'in henüz bilinmeyen konularda cevap verememiş olması bunu bir gün yapmayacağı anlamına gelmiyor. Sadece henüz bunu yapabilecek derecede bilgili olmadığımızı gösteriyor o kadar.

Geçtiğimiz günlerde bu aralar çok üzerinde durulan bir konuda Kozan Demircan'ın bloğunda Evren Bir Simülasyon Mu? başlıklı yazısını okudum. Konuyu derinlemesine inceleyen yazıdan sonra kafamda, eğer bir simülasyon içerisinde yaşıyorsak bunu anlamanın bir yolu yok mudur? Diye düşündüm. Eğer simülasyon içerisinde yaşıyorsak ve bunu anlayabilirsek o bile son derece ilginç olmaz mı?

Öyle bir simülasyon yaratın ki, içerisindeki akıllı canlılar bu durumu fark etsinler!

Simülasyon fikri ilginç, belki doğru ya da doğruya yakındır. Olanı anlamanın bir çabasıdır. Bilim ve insanlık bu şekilde ilerler. Dogmasal bir kabul ediş, bilime terstir. Yalanlanamaz bir bilgi bilimsel değildir.

Bilgimizi artırarak daha iyi ve doğru bir dünyada yaşayabiliriz. Ancak insanlığın büyük bölümü bilgi ve bilim açısından karanlık bir dünyada yaşıyor.

Bilimin mum ışığının bu karanlığı bir gün yenmesi dileğiyle.


25 Mayıs 2016 Çarşamba

İzlemediğim Kanala Neden Ödeme Yapayım?


Televizyon izleme oranları gerileyip, İnternet'te geçirilen zaman artıyor. Neye mi dayanıyorum? Öncelikle sandalyenin arkalığına, sonra geçen gün Twitter'da görüp, şimdi bulamadığım bir istatistik sonucuna istinaden yazıyorum. Bunda televizyonun içerik olarak bekleneni vermemesinin etkisi büyük. Üstelik TV izlemek demek reklam izlemek ya da beklemek anlamına da geliyor. Böyle olunca taş çatlasa 1 saat sürecek bir dizi izleme etkinliği 2 buçuk saat kimi zaman daha da fazlasına karşılık geliyor. İzleyici alternatifi buldu mu kaçar oysa. Diziyi iki gün sonra İnternet'ten kaçak izlerim nasılsa deyip açılan boş zamanda Facebook'da arkadaşlar neler paylaşmış diye gezinmek bunlardan biri mesela. İdeali kitap okumak tabi ama Türkiye'de bunu yapan kalabalık bir kesim de yok.

Asıl söylemek istediğim, yayın platformları ile ilgili. Digiturk, D-Smart, Tivibu, Teledünya, çeşitli paketler ile önümüze geliyorlar. Mesela ben Teledünya abonesiyim 200 küsür kanal var ama pek çoğu ile hiç işim olmuyor. İlk on bildik kanal, anlamsız benim için, Ana akım medya denilen kanalların tamamı suya sabuna dokunmadan ülke yönetimine kızdırıcı bir yanlış yapmama derdinde olur olmaz her şeyi kendiliğinden sansürlüyor. Sadece onlar değil, özel ödeme yapıp izlenilen sinema kanalları bile kimseyi kızdırmama derdindeler. Mesela gecenin bir saatinde bir filmde kadının teki arkası dönük duş alıyor filmde. Amanın o da ne? kadının kalçasını bulanıklaştırıyor adamlar. Yahu hadi sigara içen adamın elini bulandırdınız bizi korumak çabasıyla kadının arkasını neden bulandırdınız? Yoksa duşta arkasıyla sigara içiyordu da onu mu bulandırdınız? Alternatif olarak duruyor gibi yapan Halk TV'de ekranda içinde Atatürk var diye öteberi pazarlıyor. Bu da hoşuma gitmediğinden bir kanal daha gitti listemden. Yakında, habercilik açısından gazetelere olduğu gibi, TV de İnternet'ten izlenecek anlaşılan.

Sonra belgesel kanalları içerisinde bir kanal var. Avcılar hayvanları nasıl öldürüyorlar, onu gösteriyor. Bu kanalın belgesel kanalları içerisinde ne işi var? Çocuklar zap yaparken yanlışlıkla görseler, psikolojileri bozulur. İmkan olsa da ben o kanalı paketimde hiç görmesem süper olur mesela.

Sadece yerli yayınlar değil Discovery Channel'ın yayınladığı pek çok belgesel de benzer tatta. Ben uzayla, bilim tarihiyle, quantum fiziğiyle, teknolojiyle ilgili şeyleri seviyorum en çok zorlasam MythBusters seyrediyorum ki o da iyice kabak tadı verdi. Neyse hadi bunlar keyfe keder.


Dini kanallar var bir de. Televizyondan dini konularda doğru bir takım bilgiler alınabileceğini düşünmüyorum. Diğer yandan Semerkant Tv kablo TV'de varken, neden A9 kanalı yok merak etmeden de duramıyorum. Şimdi, ama o dini kanal değil eğlence kanalı diyenler çıkabilir. Fena mı? Bir kuşla, iki taş atmış oluruz.


Bir de Teledünya'da Suudi Arabistan Mekke'den, Kabe'den yapılan bir yayın var. Arkada sanırım Kuran okuyor birisi. Görüntüde Kabe'yi tavaf edip ibadet eden hacılar oluyor genellikle. Ben bunu bir türlü anlamlandıramıyorum. Neden böyle bir kanal var diye. Kudüste ağlama duvarı, Roma'da Vatikan için aynısı yapılsa, benim açımdan izlenme etkisi bir o kadar az olur. Diğer yandan her 3 yeri de bizzat ziyaret etmek isterim. Kendi gözümle görüp, değerlendirmek başka, kameradan hep aynı şeyleri izlemek başka. Gidemiyorsun, bari otur izle demeyin. Bir yerin görüntüsünü izlemek ile orada bulunup havasını içinize çekmek, insanlarla iletişime geçmek kısacası orada anı yaşamak bambaşkadır. İzlemek ile gidip görmek aynı olsaydı turizm diye bir şey olmazdı sanırım. Diğer yandan İnternet'te tonla webcam var, bir yerleri kameranın bakış açısıyla seyretmek isteyen gider bunları izler.

Uzatmaya gerek yok. TV açtığım zaman izlediğim kanal sayısı 10 civarında. Ben neden diğer kanallara para ödüyorum?

Teknoloji bu sorunu 5-10 yıl içerisinde çözecek gibi. Televizyonlar da kısa sürede adapte olurlar. Şimdi bile öncüleri var. İstediğim kanalı izleyip, onun parasını ödesem. Boşa para vermesem, bomba gibi olur.

Diyeceğim budur.

18 Mayıs 2016 Çarşamba

İncir Çekirdeği


İnsan dünyayı dışarıda bırakıp, dikkati sadece ama sadece bir konuya odaklayabilir. Bazen, üzerinde düşündüğü, dostlarına anlattığı ve karşılığında onlardan dinlediği ile dimağını doldurabilir.

Çok ama çok önemli olduğunu düşününüz bir konu üzerinde uzun uzun tartışabilir, fikir beyan edebilir, başkalarının fikirlerini değerlendirip bir sonuca ulaşabilirsiniz. Kimi zaman vardığınız yerin pratik bir faydası olmaz. Ancak yine de aklımızın bir köşesinde ya da bir günlük sayfasında durmasının sakıncası yoktur. Zamanı geldiğinde, belki de insanlık duvarına malzeme olacaktır. Ya da sadece öylesine yıllarca elde tutulmuş ama işe yaramamış bir çöp.

Kainatın, ya da hadi o kadar büyük tutmayalım ölçeğimizi; dünyanın yaşı ile karşılaştırıldığında çok ama çok kısa olan insan ömrünün bakış açısı ile anlaşılamasa da evrenin bize sorunları çözdürme biçimi budur. Son 5 bin yılda aldığımız yol bizlere müthiş fazla gibi gelebilir ama evren için bir arpa boyu bile değildir. O nedenle, daha üzerinde gidecek uzun bir yolumuz var.

Bu açıdan düşünüldüğünde en boş tartışmalar, fikir değişimleri bile işe yaramaz değildir. Biz bir yere varamasak bile bıraktığımız yerden devam edecek olanlar için bir başlangıç noktasıdır düşüncelerimiz.

Tuğla üzerine tuğla koyarak, bütünün küçük parçalarını tamamlamak biz insanların yapabildiğidir.

Üretmekten, düşünmekten, sorgulamaktan, en iyisi için çabalamaktan hiç vazgeçmeyin.

10 Mayıs 2016 Salı

İnsan Gerçekten Garip


Şu insan gerçekten çok garip, ağaçta yetişen meyveler dururken, yerin dibinde, toprakta patatesi bulmuş, yemiş, fazla yavan mı gelmiş nedir? Kalkmış, haşlamış sonra bir de ezmiş, olmamış ince ince dilimleyip kızartma yapmış ve herhalde kendisi için olabilecek en zararlı ama en lezzetli şeklini bulmuş.

Pişen patates içindeki nişasta vücuda girdiğinde kolayca yağa çevrilip depolanabilen bir şeye dönüşüyor. Pişirmesen pek zararı yok. Karın doyururken, kolayca vücuda yarayan kısmı alınıp kullanılıyor. Gerisi atılıyor. Oysa pişitiğinde yiyenler, yağlanıp, kilo alıyor boşuna.

Her şeyi karmaşık hale getiriyoruz. Bu durum anlık bir şey değil. Uzun bir sürecin sonucu. Binlerce yıllık insanlık tarihinin birikimi bizi içinde bulunduğumuz karmaşaya getiriyor. Her küçük gelişme yeni sorunları ve çözümlerini ortaya çıkarıyor.

At arabaları, buhar kazanlı prototiplere, Ford.'un Model T'si ise Musk'ın kendi kendine giden Tesla isimli elektrikli aracına gelene kadar karmaşık bir gelişim izlemedi mi?

İdeolojiler de böyle karmaşıklaşıyor. Musa'nın basit 10 emri karışık ve anlaşılması zor kitaplara nasıl döndü? Ya ardılı İsa'nın hiç kaleme almadığı öğretisi nasıl birden çok din kitabına dönüştü?

Biraz daha gerilerde cevap var gibi. Eski Mısırda MÖ 1300'lü yıllarda Firavun Amenhotep tarafından ortaya konulan tek tanrılı Aton dini incelenmezse Musa'nın öğretisi biraz havada kalır mesela ;-)

Karmaşık bir yazı oldu patatesten çıkıp at arabasından, Tesla aracına sonra da tek tanrılı dinlerin birbirleri ile olan ilişkilerine değindim. Tam bir çorba oldu.

Tamam işte ben de bunu söylemeye çalışıyorum. İnsan gerçekten garip. "Hadi be, sensin garip" diyenler. Peşinen kabul ediyorum :-)


17 Mart 2016 Perşembe

Yaşar Durakoğlu Anısına

Yaşar Durakoğlu

Bahçelievler Deneme Lisesi Emekli Müdür Yardımcısı Yaşar Durakoğlu. Sanat Tarihi dersi öğretmeniydi.

13 Mart 2016 tarihinde terör örgütünün gerçekleştirdiği patlamada Kızılay'da yaşamını yitirdi.

Orada yaşamını yitiren diğer iyi insanlardan biriydi.

Huzur içinde yatsın.

Arada sırada Bahçelievler'de 7. caddede karşılaşırdık kendisiyle. Artık görüşemeyeceğiz.

Yapılan haksızlık, birinin yaşamını elinden almak, dayanılır gibi değil.

9 Mart 2016 Çarşamba

Neyi Süpürüyoruz?


Temizlik yaparken o rengarenk eşyalarla dolu evinizden nedense gri bir toz çıkar. Biraz tüm bu renklerin karışımından, biraz da derinizden dökülen ölü hücrelerden gelir bu renk.

Cildimiz kendini 28 günde bir yeniler. "Bir iki yılda, bir evden süpüre, süpüre kendi ağırlığınız kadar ölü hücre döküntülerini atarsınız." Diye düşünmeyin! Sadece dökülen üst tabakadır. Evet o gri tozun içindekilerden bahsediyorum. İnsanın ömrü boyunca döktüğü toplam deri hücresi ağırlığının 18 kilo kadar olduğu söyleniyor.


Garip bir durum. Ölünce, törenler yapıp özenle ortadan kaldırdığımız bedenimizden her gün ölüp dökülen hücrelere pislik muamelesi yapıyoruz. Biraz garip bir çelişki öyle değil mi?

Şöyle de düşünebiliriz: Fiziksel açıdan birkaç yıl içerisinde yepyeni bir kişi olacaksınız. Neden bilgilerinizi artırıp, iyi yönde gelişmek için çabalamayasınız ki? Pekala düşünsel olarak da eskisinden daha iyi ve gelişmiş, değişmiş biri olmak mümkün. Tabi bu evlilik programları, 3 saatte bir bölümü izlenen dizileri seyrederek olamaz. Bir iki kitap okumak iyi başlangıç olabilir ne dersiniz. Hiç yoksa belgesel kanallarına bakın. ;)

4 Mart 2016 Cuma

Kendini Yeniden Yaratmak


Kendini bulmak diye çok bahsedilir. Önemli bir aşama olmakla birlikte, bir sonraki aşamayı yani kendini gerçekleştirme aşamasını yaşamazsanız pek bir önemi yoktur.

Kendi durumumuzun farkına varmak önemlidir. Farkına varmak, objektif olarak içinde bulunduğumuz düşünce durumunun ne olduğunu anlamaktır. Kendimizi zannettiğimiz gibi değil de, bağımsız üçüncü bir gözlemcinin tam olarak ne, nasıl ve neden öyle olduğumuzu anlaması gibidir.

İçinde bulunduğunuz durumu anlamak, onu düzeltebilmek için bir fırsat yakalamanızı sağlayabilir.
Görsel bu siteden alınmıştır.  

Kendini anlamanın önemli bir avantajı, olumsuz olan yönlerimizi düzeltebilmek için bize imkan sağlamasıdır. İçinde bulunduğumuz durumun farkına varırsak onu düzeltme gücünü elde ederiz.

"İyi bir insanı, daha iyi biri yapma" da diyebileceğimiz kendini yeniden yaratma kavramı, işte budur.

Tabi kendini yeniden yaratırken çevremizde gördüğümüz ve kimyamıza uymayan bir metamorfozdan bahsetmiyorum. Köpeklere özenip, onlar gibi olmaya çalışan bir koyunun gülünç durumuna düşmemek lazım.



İşe nereden başlamalı?

Kendini yeniden yaratmak, aslında oldukça planlı bir iştir. Böyle bir işe başlamadan önce, elinizde bir taslak bulunmalıdır. Granit bir bloka rastgele vurduğunuz keski darbeleri ile bir eser meydana getiremezsiniz. Sadece parçalanmış bir taş yığını ortaya çıkar. Bir planlama ve hedef bu nedenle gereklidir.


Taş blokunu gördüğünüzde ona vereceğiniz şekli zihninizde planlamalı ve hedefiniz olan mükemmel esere ulaşmak için de, her darbesi ustalıkla ayarlanmış vuruşlar yapmalısınız. Son darbeye kadar ortaya çıkacak eser tamamlanmamıştır. Üstelik son darbede oluşturabileceğiniz bir çatlak ile tüm çabanız boşa gidebilir. Zor mu görünüyor? Olabilir bu İnsanlığı asırlar boyunca harikulade heykeller yapmaktan alıkoymamıştır. Yani yapılabilir.

Aynı şekilde kendinizi yeniden yaratmada önünüzde zorluklar olabilir ve başarısızlıklarla yüz yüze gelebilirsiniz. Bu gibi durumlarda vazgeçmek kaybetmenize yol açacaktır. Bu nedenle hedefinizden asla vazgeçmemelisiniz.

Hiç bir zaman erişilemeyecek de olsa mükemmelik iyi bir hedeftir.
Görsel şu adresten alınmıştır.
Kendini yeniden yaratmada nihai bir hedef bulunsa da bu aslında hiç bir zaman gerçekleşmeyecek hayali bir hedeftir. Dikkat edilirse, mükemmel bir heykelin bile  pek çok hatası bulunabilir. Kendini yeniden yaratmış bireyde de hatalar, aksamalar olacaktır. Ancak başlangıç haliyle karşılaştırıldığında alınan yol ortaya çıkabilir.

Örneğin günü yaşayan, zamanın bile pek farkında olmadan ve kendini geliştirmeyen, öğrenmeyen, pek düşünmeyen bir birey ile kendini yeniden yaratmış, kendinin, toplumun, dünyanın ve evrenin farkında olan bir bireyin arasında önemli bir fark vardır.

İyi bir insan ile daha iyi bir insan arasındaki fark gibi. İyi bir insanın daha iyi bir insan olmak gibi hedefe ulaşmak için çabalaması anlamsız gelebilir. Zaten kendisinin farkında olan ve bu nedenle de iyi olan biri amacına çoktan ulaştığını düşünebilir. Kendini yeniden yaratmayı beceren ve daha iyi biri olan ise aradaki farkı ve gelişmeyi anlayabilecek olan bireydir.

10 Şubat 2016 Çarşamba

Ait Olmak Mı? Birey Olmak Mı?


Kişisel gelişim için tek bir yöntem yok. Kendini geliştirmek için, kişisel farkındalık yani gelişme gereğini anlamak ve bu yolda ilerlemek için karar vermek önemlidir. Bu durumda bireyin karşısına pek çok yol, kimi zaman patika çıkar. Bireyin nereden gittiği önemlidir. Hedefe ulaşmak için belirleyici olan kriterlerden birisi, tercih edilen yoldur.

Konuyu somutlaştırmaya çalışalım. İnsan kendini bulmak için bir gruba dahil olmayı tercih edebilir. Burada bardağa doldurulan su gibi bir durum söz konusudur. Bardak nasıl bir şekle sahipse onu dolduran su da onun şeklini alır. Gruplar yeni gelenlerin varlığı sayesinde varlıklarını koruyabilirler. Bardağa su eklenmezse buharlaşma gibi nedenlerle içindeki su azalacaktır. Bardağın su için son derece sınırlı ve belirleyici olduğunu düşünebilirsiniz. Sıkı kurallarla sınırlanmış bir grubun zamanla bu kuralları korumakta ısrarcı olması, yani gelişmemesi halinde bozulması ve dağılması da mümkündür. Tıpkı içerisinde donan suyun bardağı kırması gibi.

Grup içi dinamikleri fazlaca kompleks olabileceğinden kişisel gelişim konusunda işi zora sokabilirler. Bir grupta kendiniz olmak zor, diğerlerine benzemek ise daha kolaydır. Ancak diğer yönden başkalarına benzemek eşsiz olmanıza değil, tekdüze olmanıza neden olabilir.

Grup esnek kurallara sahip ve üyelerini özgür bırakan ve onların kendilerini geliştirmesi için destekleyip, bunun için çözümler bulmalarına yardımcı olan bir yapıda da olabilir. Ancak bunun gruplar için bir istisna olduğunu akılda tutmakta fayda var.

Modern toplumda kimi zaman bir gruba dahil olmadan kendini geçekleştirmek daha kolay, masrafsız, basit ve hızlı olabilir. Gelişmiş ülkelerde toplum, esas itibariyle gruplardan oluşan değil, bireylerden oluşan bir yapıya sahip olduğundan, bireysel ilerleme daha kolaydır. Yaratıcılığın önüne konulan her engelin toplumun ilerleyişini yavaşlatması söz konusudur.

Modern toplum mevcut durumuna bedelini ödeyerek ulaşmıştır. Deneyimlerin sonucu, tek tek bireylerin yükselişinin toplumu daha kolay bir şekilde ileri taşıdığını göstermiştir. Böyle toplumlarda kendinizi ne kadar geliştireceğiniz konusunda belli bir yere kadar toplumdan destek alırsınız. Daha ilerisi için ise kendi çabanızı ve yeteneklerinizi göstermeniz gerekir.

Birey olmak ya da ait olmak toplumun gelişmişlik düzeyine göre biri ya da diğeri şeklinde tercih etme zorunluluğuna götürse de, her ikisinin de bireyin kontrolünde bir arada yaşamaması için bir neden bulunmamaktadır. Sivil toplum kuruluşlarında görevler almak ve yaşantınızı daha keyifli ve hedeflerle örülü bir hale getirmek güzel olabilir.

Unutmamalı ki bizlerden geriye kalacak eserler içerisinde, katıldığımız topluluklara verdiğimiz katkılar önemli bir ağırlık taşıyabilir.

Ey Eurovision Sen Kimsin?

Yapay zeka, hayatımızın birçok alanına girmeye devam ediyor. Ben de bir süredir blog yazılarımı YouTube'a aktarıyorum. Neyse ki, 10 yıl ...