30 Ekim 2013 Çarşamba

Blog Nasıl Açılır?


Yeni medyanın etkili parçalarından birisi de bloglardır. Basitçe, kişisel günlük olarak tanımlanabilecek blog, neredeyse hiç bir sınır olmadan özgürce içinizi dökebileceğiniz, deneyimlerinizi paylaşabileceğiniz ve gerçekten ilginç içeriğinizin ise hak ettiği ilgiyi görebileceği bir ortamdır. İyi de en kolay nasıl blog açabiliriz?
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz. 

Merhaba,

Eğer yazı yazmayı seviyorsanız, kendinizi yazı ile iyi ifade ettiğinizi düşünüyorsanız blog tutmak güzel olabilir. Dedem hep anılarını yazmak isterdi. Eminim kendince notlar tutmuş, bir yerlere bir şeyler karalamıştır. Ancak O gittikten yıllar sonra, elimizde hiç bir şey yok. Dolayısıyla anılarınızı bile yazmayı düşünseniz, görece daha kalıcı bir şeyler bırakmak için bir blog açabilirsiniz.

Profesyonel hayatınız ya da hobileriniz hakkında yazmak, deneyimlerinizi paylaşmak istediğinizde de blog tutmak iyi bir seçenektir.

Hikaye, yazmak hoşunuza gidiyor olabilir, ancak bastırmak için zorlanabilirsiniz. Kendi başınıza bastırmak için kitap-baskı maliyetine katlanmanız ve kitaplarınızı pazarlamak için de uğraşmanız gerekir. Bu günkü maliyetler ile 2000 adet baskı yapıp, kendiniz dağıtmanız halinde 5-10 bin lira maliyete katlanmanız lazım. Şansınızı bir blogda deneyebilirsiniz ancak iş hikaye, roman gibi türlere geldiğinde, halkın okuma alışkanlıklarını göz önüne aldığımızda, blog çok iyi bir tercih olmayacaktır.

"Nasıl yapılır?" sorusuna verecek cevaplarınız varsa, ya da önerileriniz ve işe yarayan ipuçlarınızın çok ilgi çekebileceğini söyleyebilirim.

Haber verdiğiniz bir blog sitesi bile açabilirsiniz.

Hepsi iyi de basitçe bir blog nasıl açılır?

Blogger Türkçe desteği de olan Google'a ait güzel bir hizmettir. Siz istemedikçe içeriğinize reklam sokmaz. Eğer bir Google hesabınız varsa hemen bir blog açabilirsiniz. Öncelikle Blogger'ın www.blogger.com adresine erişin ve google hesabınızla sisteme girin (Sitemde resimli olarak anlattım o nedenle görsel destekli yazıya burcakcubukcu.com adresinden ulaşabilirsiniz).


Karşınıza blogger ya da Google+ seçeneği çıkar. İleride sitenize okur çekmek istiyorsanız Google+ Profilinden devam etmenizi öneririm. Ancak, "aman şimdi Google+ ayarları ile uğraştırma bizi" diyorsanız Sınırlı Blogger profili oluşturun seçeneğini de tercih edebilirsiniz. Bunu yaptığınızı düşünerek devam edelim.

Sonraki adımda Profilinizi Onaylamanızı isteyen bir sayfa çıkar burada ben "depomdan" diye, aklıma ilk geleni yazdım. Ancak siz istediğiniz bir başlığı kullanın. Bu adımda başlık önemli değil.

Bir sonraki adımda "Yeni Blog" yazan düğmeye tıklayarak yeni blogunuzu açmaya bir adım daha yaklaşabilirsiniz.

Bu adımda blog başlığınızı seçmeniz gerekiyor. Ardından adres bölümünde sizin için tanımlanacak alt alan adını belirleyeceksiniz. Mümkün olduğunca başlığınız ile ilgili olsa iyi olur ama asıl önemli olan içeriğiniz olduğundan, benim seçtiğim gibi "tolimbos" gibi uyduruk bir şey de olur. Hemen hemen tüm kelimeler alınmış olduğundan siz yazarken sistem kontrol edilip uygun olup olmadığı bildirilir. Uygun alt alan adını seçtiğinizde
hemen altından blogunuzun nasıl görünmesini istiyorsanız ona uygun bir temayı seçebilirsiniz. Bu seçimi daha sonra da değiştirebilirsiniz. O nedenle çok önemli değil.

İşte blogunuz oluştu. Yayın göndermeye başla linkine yada hemen az sağındaki turuncu kalem işaretine tıklayarak yazmaya başlayabilirsiniz.

Kısa yazılar yazın. Muhakkak yazdığınız konu ile ilgili fotoğraflar ya da çizimler kullanın. Resimleri başka sitelerden aldığınızda telif haklarına saygı gösterin. En azından aldığınız siteye link verin. Ama daha da iyisi kendi çektiğiniz fotoğrafları ya da kendi oluşturduğunuz görselleri kullanın.


Yazınızı yazdıktan sonra sağ üstteki Yayınla düğmesine basın. İşte ilk blog girişini yaptınız.



Sitenize seçtiğiniz-alan-adı.blogspot.com adresinden ulaşabilirsiniz ya da Yukarıda, ortada görülen Blog'u görüntüle düğmesine basın.

İşte blogunuz hazır ve ilk yazınız da yayınlandı.

Eğer içeriğiniz ilgi çekici ise trafik çeker. Bunu hep aklınızda tutun.

Daha sonra ince ayarlardan da bahsedeceğim. Böylece blogunuzu daha etkin bir şekilde nasıl kullanabileceğinizi öğreneceğiz.

İyi günler dilerim.

Ses kaydının arkasında çalan parça, Beethoven'ın Ayışığı Sonatı isimli parçası olup, açık lisanslıdır Youtube ses kütüphanesinden alınmıştır.

25 Ekim 2013 Cuma

Basın Bültenini Keyifli ve Sosyal Hale Getirmek

Yeni Medya giderek daha ilginç ve daha çekici hale geliyor. Pek çok sosyal ağ sitesi hayatın doğal bir parçası durumuna geldi. Bize cep telefonumuz kadar yakınlar. Yani onları artık yanımızdan da ayırmıyoruz. Peki geleneksel medya kuruluşları zaten işlerinin bir parçası haline getirdikleri yeni medyayı daha iyi kullanamazlar mı? Geleneksel Medya için Yeni Medya bir tehdit olarak değil de, avantaj olarak değerlendirilemez mi?
Merhaba,

Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.

İkinci soruyu hemen yanıtlayayım. Radyolar, televizyonlar, gazeteler, dergiler ve benzerleri zaten Yeni Medya'yı çoktan avantaja dönüştürdüler. Geçmiş programları Youtube üzerinden sosyal medyaya açan, online sürümlerine trafik çekmek için Twitter, Facebook gibi ana akım Yeni Medya organlarını yoğun olarak kullanan pek çok yayın kuruluşu var.

Peki yenilikler bitti mi? Yani daha iyi bir yeni medya kullanımı için yapılabilecek bir şey kalmadı mı?

Tabi ki var. Öncelikle Yeni Medya ölçümleri ile elde edilen veriler değerlendirilip gelecek adımlar ona göre tasarlanabilir. Yeni medya ölçümü sonuç odaklı adımların atılmasını kolaylaştırır çünkü yaptıklarınızın karşılığında oluşan trafiği açıkça görebilirsiniz. Yani geri dönüş verisi kolayca alınabilir. Hangi tür yayınların daha çok ilgi çektiği, yorum aldığı, beğenildiği bilgisinin yanında, hangi saatlerde daha çok ilginin olduğu dolayısıyla ilgi çekmek için yayınlanacak içeriğin ne zaman yayınlandığında daha çok kişiye ulaşılabildiği gibi bilgiler yeni medya sayesinde anında alınabilir. Dolayısıyla bu verilere bakılarak daha iyi bir eniyileme yani optimizasyon gerçekleştirilebilir.

Teknoloji ile ilgili blog yazdığım için sağolsunlar, halkla ilişkiler (PR) firmalarından bol miktarda basın duyurusu alıyorum. Bu basın duyuruları için söyleyebileceğim tek şey, hayatımda gördüğüm en sıkıcı metinler oldukları. Genellikle kuru bir tanıtım metni ve ekinde bir iki görsel. Tamam, bunlardan iyi bir haber yapılabilir. Sonuçta bütün materyal hazır halde bilgisayarınıza geliyor. Teknolojik konuları bu kadar sevmeme rağmen, bu bültenlerin kaleme alınış ve sunuluşundan bu kadar sıkıldığıma göre, kim bilir bu işi profesyonelce yapan gazeteciler, durmadan gelen basın bültenlerinden ne kadar yılıyorlardır. Oysa biraz Yeni Medya baharatı kullanılarak bu bültenler ilgi çekici ve anında paylaşılabilir hale getirilebilir. Nasıl mı?

Tanıtım yapan ajanslar, iyi kötü iletişim eğitimi almış, meslekten personel çalıştırıyor. Fazla masrafa girmeden, bir yapım ekibi ve techizatı kurup bu bültenleri bizzat firmaların temsilcilerine anlattırıp ürünleri de yakın çekimler ile tanıtsalar ve bunu en fazla 5 dakikalık bir zamana sığdırıp, YouTube gibi bir görüntü paylaşım sitesine koysalar nasıl olur? 1080p kalitesinde görüntü yüklense, bundan, gazeteler ve gazetelerin web siteleri, televizyonlar, online haber siteleri ve tabi bloggerlar kolayca yararlanıp, haber olarak ya da destekleyici görüntü halinde kullanabilir, paylaşım yapabilirler. Olmayacak bir şey mi? Halkla İlişkiler ajansları basın bültenini bu hale getirdikten sonra, dilerlerse yanında hazırladıkları metin ve görselleri de yollasınlar hobi olarak, karşı değilim.

Sanırım soğuk ve asık suratlı basın bültenleri yerine, ürün veya hizmeti duyurmak için, vurucu ve etkili bir kısa film çok daha iyi ve Yeni Medya destekli olur.

İyi günler dilerim.


Ses kayıdının arkasında çalan parça, Strauss'un - Blue Danube isimli eseri olup, açık lisanslıdır Youtube ses kütüphanesinden alınmıştır.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Sosyal Medya'da Nasıl Görünür Olunur?


Sosyal medya siteleri daha iyi hizmet vermek ve daha çok kazanabilmek adına pek çok ince ayar yapıyor. Bu arada sizin yaptığınız paylaşımlar da kolayca gözden kaçabiliyor. Peki görünür olabilmek adına neler yapılabilir?
Merhaba,

Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.

Lezzetli bir yemeği, kötü sunarsanız, kimse onu yemek istemez. Dolayısıyla, sosyal medyada da içeriğe dikkat çekebilmek için yapmanız gereken bazı düzenlemeler vardır.

Başlık önemlidir. Arkasından gelecek olanlar hakkında fikir verir. Başlık onu görenlerin devam edip etmemesi için belirleyici role sahiptir. Yazınızın ya da gönderinizin başlığına önem verin.

Aslında en kolay örnekleri gazete ve gazete web sitelerinin başlıklarında görebilirsiniz. Dolayısıyla, bir gün oturup, gazeteciler içeriklerine nasıl başlıklar atarak, okuyanı linke tıklamaya yöneltiyorlar inceleyin. Fikir verebilir ama zamanla ilgi çekici başlıklar atma konusunda deneyim kazanabilirsiniz. İlgi çeken başlıklar bir blog yazısının ilk birkaç cümlesini okutmayı başarabilir. Ardından okuyanı alıp sürüklemek de nasıl yazdığınız ile ilgili olduğundan bu konuda kendinizi geliştirmelisiniz.

Örneğin, kısa cümleler kurun. Uzun ve birbirine bağlı cümleler metnin okunabilirliğini azaltır. Bunun nasıl bir his olduğunu anlamak için hukuki metinlere bakabilirsiniz.

Yazdığınız konu ile ilgili bir başlığı seçmeniz, arama motorlarının sıralamalarında üst kısımlara yerleşmenizi sağlayabilir. Bu da, aramadan gelen okur sayınızı artıracağı için blogunuz trafik çeker.

Blog yazılarınızı uzun tutmayın. Bir, en çok iki sayfa yazmak iyidir. Uzun yazı ancak çok ilginç olursa okunur. Zaten eğer fikirlerinizi kısa metinler halinde ifade etmekte zorlanıyorsanız bu konuda da kendinizi geliştirmeye çalışmak iyi olabilir.

Twitter 140 karakter sınırı nedeniyle çok uzun konuşmayı sevenlere hayal kırıklığı duygusunu yaşatır. Oysa fikrinizi 60 karakter civarında aktarabiliyorsanız, Twitter'da da sizi okuyacak daha çok olacaktır. Yine, bahsettikleriniz ile ilgili görseller kullanmanız da ilgiyi üzerinize çekmeye yarar.

Blog girişlerinizde etiketleri kullanın. Konu ile ilgili kelimeler olan etiketler, hem kullanıcıları hem de arama makinelerini yönlendirip yazının konusunun nelerle ilgili olduğu hakkında bilgilendirir. O yüzden etiket yazınızı daha görünür yapabilir.

Ne kadar çok insanı takip ederseniz sizi takip edenlerin sayısını da artırabilirsiniz. Ancak takip ettiklerinizin içerikleri ile ilgilenmeyip sadece kendi düşüncelerinizi dillendirmeniz zamanla size gösterilen ilgiyi ve takipçi sayınızı azaltabilir. O nedenle takip ettiğiniz kişilerin neler yaptığına, neler yolladığına da dikkat etmeniz ve beğeninizi bildirmeniz ilgiyi üzerinizde tutar. Zaman zaman çok sevdiğiniz gönderileri yeniden paylaşmanız ise arkadaşlarınızın emeğine saygı gösterdiğinizin belirtisidir. Gönderilerinin daha çok kişiye ulaşmasını sağladığından arkadaşlarınızı yüreklendirir. Eğer siz de başkalarının görüşlerine değer veriyorsanız giderek daha çok kişinin ilgisini çekersiniz.

Linkedin gibi profesyonel iş ağlarında profilinize zaman ayırıp iş yaşamınıza ilişkin bilgileri girmeniz, yetkinliklerinizi belirtmeniz, kariyeriniz açısından yeni imkanlar ortaya koyabileceği için önemlidir.

Sosyal Medya'da yaptığınız paylaşımları, ilgili sosyal ağ sitesinin niteliklerine uygun olarak yapmak mantıklıdır. Linkedin'de komik karikatürler paylaşmak, eğer iş konuları ile doğrudan ilgili değillerse ters tepebilir.

Facebook, zaman tünellerinde arkadaşlarınızın yolladığı her gönderiyi göstermez. Bu nedenle paylaşımınızın daha çok arkadaşınız tarafından görülebilmesi için en az 5-6 beğeni ve bir kaç yorum alması gerekir.  Böyle gönderilerinize dikkat edin, beğeniler ve yorumlar belli bir eşiği aştıktan sonra başka arkadaşlarınızın da beğenip yorum yazdıklarını fark edeceksiniz. Bunun nedeni, Facebook'un algoritmasının yeterli önemde görmediği içerikleri sizi takip edenlere göstermemesidir. Görünür olmak için ilginç olmalısınız!

Tüm bu yukarıda anlatılanlar ünlüler için geçerli değildir. Ünlülerin hayranları karşılık beklemeden takip edip, tek yönlü bir akışa razı olduklarından, ünlü kişiler normal kullanıcılardan çok daha şanslıdırlar.

Sosyal medyada görünür olabilmek ve öyle kalabilmek sıradan kullanıcılar için zordur. Öncelikle, ya güzel içerik oluşturmanız ya da ilgi çeken içerikleri paylaşmanız gerekir. Kimi zaman bu ikisini dengeli bir biçimde yapanlar daha çok takip edilebilir.

Takipçi, arkadaş kavramından biraz farklıdır. Birini ilginç içerikleri için takip edebilir, paylaştığı düşüncelerini aynen benimsiyor olabilirsiniz. Ancak bu onunla oturup yüzyüze keyifli zaman geçirebilmeniz için yeterli olmayabilir. Sosyal medyanın bir diğer etkisi de kullanıcıların karakterlerini tam anlamda yansıtmamalarıdır.

İyi günler dilerim.


Ses kayıdının arkasında çalan parça, Silent Partner'in, Gotta Find Out isimli parçası olup, açık lisanslıdır Youtube ses kütüphanesinden alınmıştır.

21 Ekim 2013 Pazartesi

Yandex Navigasyon


"Birlikten kuvvet doğar". Açıklamaya bile gerek olmayan bir söz. İnternet'te de kimi zaman farkında bile olmadan büyük bir güç ortaya çıkartan kitleler var. Yani kullanıcılar. Bir linke tıkladığında pek çok veri oluşturan kullanıcılar sağladıkları verilerden faydalanabiliyorlar.
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.

Merhaba,

Yandex Rusya merkezli olup, dünyaya açılımını Ukrayna, Beyaz Rusya, İsviçre, Amerika ve Türkiye'de yapan bir firma. Arama makinesi henüz emekleme durumunda. Google ile rakip. Bu rekabet durumu sanki biraz Türkiye'ye yarıyor gibi. Google, hizmetlerinin pek çoğunu Türk kullanıcısından sakınıyor! Bunlardan önemli biri haritalar hizmetinin uzantılarından olan trafik bilgisi.

Yandex haritaları kullanıcılara baktıkları yörede trafik bilgisini de verebiliyor. Bu sıkışık trafikte ilerleyen büyük şehir sürücüleri için gerçek bir nimet. Trafik bilgisini geçtiğimiz yıllarda vermeye ilk başladıkları zamanlarda, üzerinde uydu takip cihazı olan ticari filoları izleyen bir firmadan alıyorlardı. Bir süre sonra sadece uygulamayı kullanan diğer kullanıcılardan aldıkları anlık bilgiler hizmet için yeterli hale geldi.

Google da hemen hemen aynı şekilde veri toplayıp kullanıcılara sunuyor. Ancak ülkemizde bu hizmeti vermiyor. Sadece trafik bilgisini de değil, sesli yönlendirme sistemini de Türk kullanıcısından sakınıyor Google.

Yani eğer Google sakınmasa, yıllardır bir ücret ödemeden Google'ın sesli navigasyon sistemini kullanarak ülkemizde hem kaybolmadan bilmediğimiz yollarda, gideceğimiz yeri kolayca bulacak, hem de trafik yoğun mu görecektik. Üstelik yoğun trafikte sakin, alternatif yolları kullanarak zaman da kazanabilecektik. Karşılığında hiç de değersiz olmayan trafik bilgilerini sağlayacaktık. Gerçi, Android ya da ios kullanan cihazlar bu bilgiyi zaten devamlı olarak merkezlerine aktarıyorlar. Bu kadar veri sağlasak da karşılığında hiç bir şey alamıyorduk. Derken, geçtiğimiz bayram öncesinde Yandex sesli navigasyon hizmetini Android ve ios'lu cihazlar için ülkemizde açtı. Henüz çok yeni olduğundan aksayan yönleri olabilir. Ancak hiç durmadım, yükledim. Bayram için düştüğüm yollarda hem kullandım, hem de kendi çapımda trafik bilgisi sağladım Yandex'e.

Telefonumdan mı, programın işleyişinden mi bilmiyorum. Anlık gecikmeler yüzünden sık sık döneceğim yeri kaçırıp, rotayı yeniden hesaplattım. Sinir harbini bir yere koyacak olursak, Yandex'in alternatif yolları sağlarken çok ara sokakları önermemesi daha iyi olur sanırım. Özellikle kaybolduğunuzda karşınızda mahallenin bıçkın gençlerinin "bunların burada ne işi var" ifadeli bakışları ile karşılaşmak çok da istenecek bir durum değil. Sanırım algoritmalar burada devreye girip, işleri yoluna koyabilir. Laf aramızda, benim de navigasyon emirlerini yerinde anlayıp uygulayamamış olmam da bir faktör, ancak bu bazı ince ayarların yapılmaması için bir mazeret olmamalı.

Uygulamadan söz etmek istiyorum biraz. Oldukça yalın bir uygulama. Çalıştırıyor ve gideceğiniz adresi giriyorsunuz. Size bir rota veriyor. Yandex haritalardan alışık olduğumuz renk kodları ile hem üzerinde gittiğiniz yolu, hem de tüm güzergahı renklendiriyor. Yeşil, akan trafiği, sarı yoğun akıcı trafiği, kırmızı ise yoğun durucu trafiği anlatıyor. Anlık veriler ile alternatif ve nispeten sakin yollardan götürse iyi olabilir tabi ama bu özellik var mı, pek anlayamadım. Eğer yoksa, olsa fena olmaz. Bir de tamir edilen kapalı yollar eklenince pek keyifsiz sürprizler yolculuğunuzu kötüleştiriyor.

En azından bir alternatif olması ve Google'ın sunmadığı hizmeti ülkemizde sunması iyi. Karşılığında büyük şehirlerde yılın her ayı ve günü ne tür bir trafik yoğunluğu yaşandığı konusunda detaylı bir profil çıkartacak kadar bilgiyi elde ediyor. Hani var ya, big data diyoruz? Düşünsenize, bu veriler ile oluşturulmuş şehir trafik profilleri işten anlayan birinin eline geçse, belki de büyük şehirlerin trafiğini rahatlatabilecek projeksiyonlar ve planlamalar yapılabilir. Sadece tüm trafik ışıkları bu veriler ile entegre edilse ve yoğunluğu azaltacak şekilde anlık olarak gelen verilerden beslenip çalışsalar, trafik saatlerinde trafik polislerinin iş yükü azalabilir. Trafik de daha hızlı akar.

Benim aklıma bir çırpıda gelenler bunlar. Üzerinde düşünülse daha neler çıkar kim bilir?

Özetlersek, artık akıllı telefonunuza sesli yönlendirme yapan bir navigasyon programını bedavaya yükleyebilirsiniz. Bunda da veriyi bizler, yani kullanıcılar sağlıyoruz. Bu yönü ile sosyal bir paylaşım.

Trafikte zaman kaybetmediğiniz, iyi ve sağlıklı günler dilerim.

Ses kaydındaki Topher Mohr and Alex Elena'ya ait Hot Heat isimli parça Youtube'un sağladığı  ücretsiz arka plan müziklerindendir.

11 Ekim 2013 Cuma

Yeni Medya Nedir?


Yeni Medya dizisinin ellincisinde aklıma hala "Yeni Medya nedir?" sorusuna, bir cevap vermemiş olduğum geldi. Gerçekten nedir bu dilimize dolanan yeni medya? 
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.
Merhaba,

Haberleşme ve kitle iletişimi kavramları biz çocukken çok daha kolay anlaşılırdı. Öyle ya, tek kanallı devlet televizyonu, TRT radyoları, meteoroloji ile polis radyoları vardı yayın yapan. Bir kaç gazete ve dergiyi de peşine eklediniz mi, işte size kitle iletişimi.

Telsiz bile halka yasaktı. "Ruslara casusluk yapar bunlar" diye Telsiz kullanmak gibi basit bir iletişimi bile gerçekleştiremedik uzun seneler. Oysa yıllardır, Amerikan tır şöförleri araçlarında kullandıkları halkbandı telsizlerle haberleşiyordu. Dünyada milyonlarca kişinin ilgilendiği Amatör Telsizcilik diye bir hobi, yani bir boş zaman uğraşı vardı. Bizlere yasakken, tüm dünyadan meraklıları ister Mors alfabesi ile ister konuşarak birbiriyle haberleşiyor, boş zamanlarında hoş vakit geçiriyorlardı. Biz ise 80'li yılların ortalarına kadar elimize mikrofonu alamadık. Oysa dünyada amatör telsizcilik, bir tek geri kalmış muz cumhuriyetlerinde yasaktı aynı dönemlerde. Sonra, Kıbrıs savaşı sırasında kendi üretmediğimiz telsizler ile haberleşemezken, kendi gemimizi batırdık. O vesile ile Aselsan kuruldu. Amatör telsizciler, sadece telsizle konuşan değil, aynı zamanda kendi cihazlarını üreten kişilerdi dünyada. Bizde ise iletişimin araçları ve telsiz bile tabu olarak görülmüş ve halk ile aralarına bir set çekilmişti. Amatör telsizciler yıllar öncesinde kendi telsizlerimizin üretiminde rol oynarlardı belki de. Kim bilir?

Geleneksel medya olarak nitelediğimiz tüm kesimler, yani radyo, televizyon ve gazeteler ile birebir iletişimde kullandığımız ev telefonları, posta, telgraf, telex hizmetlerini eski medya olarak nitelendirebiliriz. Ortak özellikleri tamamının iletişim konusunda oldukça yavaş olmasıydı. Canlı yayın bile yapılsa bunu izlemek için bir radyo ve televizyona ihtiyaç duyardınız. Evde film çekebilen bir mutlu azınlık da vardı. Film kaseti makineye yerleştirilir ve genellikle sessiz ama renkli filmler çekilir, sonra banyo için yurt dışına yollanırdı. Basit bir şarkı bile dünya listelerine girdikten aylarca sonra bizim radyolarda çalınmaya başlardı. Ortam deseniz, ya plak alırdınız dinlemeye, ya da kasetlere karışık şarkı doldurturdunuz. Video döneminde bile, yine yayınından aylar sonra, kasetten kasete çekilmiş, artık sulu boya ile boyanmış gibi görünen şeyleri izlerdik.

Yeni medya, biraz da yeni teknolojilerin ve İnternet'in ürünü. 90'lı yılların sonlarına doğru ivme kazanan cep telefonları bir yere bağlı olmadan, dilediğimiz herkesle iletişim kurmamızı sağladı. Cep telefonlarından az sonra gelen, kısa mesaj servisi ise daha yeni tanışmış olduğumuz çağrı cihazlarını çöpe gönderdi. SMS, cep telefonu görüşme ücretleri ucuzlamasına rağmen, hala direniyor. Sanırım basitliği onu vazgeçilmez yapan nedenlerden biri. Bu sayede şebekeye neredeyse hiç yükü olmayan bu servisten, operatörler hala yüklüce para kazanabiliyorlar. Evet, cep telefonları ve sms de, yeni medyanın unsurları.

Kitlesel iletişimin bir diğer unsuru ise İnternet. Ortaya çıktığı andan beri müthiş bir değişime neden oldu. Dünyanın bilgi birikimine bir kaç sözcük yazarak ulaşmak lüksü bir yanda, yazdığınız mektubun ilgilisine ışık hızı ile ulaşması başka bir yanda. Anlık mesajlaşma servisleri ile canlı olarak iletişim kurmak, sesli, görüntülü görüşmenizi ağ üzerinden yapmak, ilginç sitelerde vakit öldürürken görüşlerinizi belki de hiç tanımadığınız insanlarla paylaşmak diğer yanda.

2005 sonrası yaygınlaşan, günümüzde ise iyiden iyiye hayatın bir parçası haline gelen sosyal medya siteleri ise bir diğer yeni medya unsuru.

Madde madde sayarsak, Bilgisayar oyunları, Sanal gerçeklik ortamları, Multimedya (Çok ortamlı; Ses, Video, İnteraktif platformlar, Animasyon, Metin v.b) CD-DVD-ROM'lar, Yazılım, Web siteleri (blog'lar, wiki'ler de dahil olmak üzere), Elektronik posta, Elektronik kiosklar, İnteraktif - akıllı televizyon, Mobil medya, Podcast, Hypertext edebiyatı, Blog (1). Ancak yeni medya kavramı bunlarla sınırlı değil. İçeriğin net üzerinden sayısallaştırılarak bir yerden bir yere iletildiği, tüm bu sürecin de veriye dönüştürüldüğü siber alandır (2).

Günümüzde eski medya olarak nitelendirdiğimiz kısım da artık yeni medyanın içerisine girmiş durumda. Öyle ya sabah İnternet'in başında gazetelere şöyle bir bakıp geçmiyor muyuz? Artık beğenimizi ve yorumlarımızı bile anında yapabiliyoruz. Dolayısıyla medya denildiğinde aklımıza "Yeni Medya" baskın olarak gelebilir. Zaten kavram çok da önemli değil aslına bakarsanız. Geniş kitleleri birbiri ile haberleştirebiliyor mu? Bunun için pek çok alternatif yol bulunabiliyor mu?  Önemli olan bu.

Artık iletişim fakültelerinde "Yeni Medya" dersleri veriliyor. Yeni Medya bölümleri açılıyor. Bence son derece yerinde bir durum bu. Gençler zaten içinde yaşadıkları ortamı profesyonel hayatlarına entegre edebilmek için bu işin okulunu da okumalılar. Gerçi öğrenmeleri gerekenler çok hızlı değişiyor ama bir ucundan tutmadan böyle bir kavrama da yetişmek mümkün değil.

Sayısallaştırılmış ortamın son derece zayıf bir yönü var. Kalıcılığı. Eğer herhangi doğal ya da kendi oluşturduğumuz bir nedenle uygarlığımız bir kesintiye uğrarsa, geriye kalanlara ya da bizden sonra gelebilecek uygarlıklara bu sayısal büyük veriden ne kalacak? Acilen, uzun dönemde (kim bilir belki de 100 bin yıl) bozulmadan kalacak ve çok büyük kapasiteye sahip veri depolayabilecek bir teknoloji bulmamız gerekiyor. Aksi taktirde, bu kadar veriye yazık olmaz mı sizce de?

İyi günler dilerim.


Dipnotlar:
(1) http://tr.wikipedia.org/wiki/Yeni_medya
(2) http://kamilmehmetozkan.com/wordpress/2013/01/21/buyuk-donusum-yeni-medya-nedir-ne-degildir/#.UlZtDNLp0V8

9 Ekim 2013 Çarşamba

Akıllı Telefon Bağımlısı mısınız?


Akıllı cihazlar onları kullananların hak etmesi gereken cihazlardır. Önceki cümle oldukça tartışmalı aslında. Akıllı telefon, yerine göre boş vakit öldürmek için de kullanıldığında aslında amacına uygun kullanılıyor sayılabilir. Bu durumda, akıllı telefonlar ile kurulan irtibat bir tür madde bağımlılığı gibi düşünülebilir mi?
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.
Merhaba,

Telefonlar öyle bir akıllandılar ki, düzgün bir uygulama yazılsa, sizi marsa götürür, okeye döneyim derken, arkadaşınız eli bitiriverir. Tamam kulağa garip geliyor biliyorum ama Galaxy Note II sahibi gençlere otobüslerde dikkat edin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Gençler, eskiden arkadaşlarıyla kahveye giderlerken, artık okey oynamak için mekan ve zaman konusunda bir kısıtlamaya sahip değiller. Bu bir tür gelişme olarak nitelendirilebilir mi?

Şaka bir yana, kullandığımız akıllı telefonlar geçtiğimiz yüzyılda aya astronotları götürüp getirmek için gerekli hesapları yapan bilgisayarlardan binlerce kat daha güçlü işlemcilere sahipler. Hem de, eskisi gibi tek çekirdekli işlemciler değil kullanılanlar.

4'er çekirdekli iki işlemcisi, bir de görüntü işlemek için 4 çekirdekli bir grafik işlemcisine sahip cihazları cebimizde taşıyacağız, zili çaldığında ekranına parmağımızı sürtüp  kulağımıza götürüp, "alo!" diyeceğinizi, söyleseniz, 1980'li yıllarda size güler geçerlerdi. O dönemde evlerin hepsinde telefon bile yoktu. Olanlar da ya büyük paralar karşılığında devralmışlar yada yıllar süren bekleyişleri sonucunda muratlarına ermişlerdi. Kimi öngörülü aileler çocuk doğduğunda adına telefon sırasına yazılır, şansı yaver giderse evliliğine kadar telefon bağlatmaya hak kazanırlardı. Sonra her şey değişti. Her ne olduysa, küresel teknoloji dalgası ülkemizi de yalayıp geçtikten ve bizde de bilgisayar kullanımı alıp başını gittikten bu yana, her şey biraz karıştı. Önce bilgisayar, sonra İnternet daha sonra da cep telefonu bağımlısı olduk.

Bağımlı olup, olmadığınızı test etmek oldukça kolay. Eğer evden telefonunuzu almadan çıktığınızda, içiniz rahat ve endişesiz iseniz böyle bir derdiniz yok demektir. Ancak farkına vardığınızda 10'larca kilometre uzakta olduğunuzda bile, dönüp telefonunuzu alıyorsanız, durum dramatik. Eğer belediye otobüsünde telefonda oyun oynuyorsanız daha da beter diyebiliriz.

Elinizde, o anda İnternet dünyasında her türlü kaynağa ulaşıp, merak ettiğiniz konularda bilgilenmenizi, haberdar olmanızı sağlayacak bir cihaz taşıyorsunuz ve yaptığınız şey; kitap, makale veya haber okumak değil, bilgisayar programı yazmak değil, sadece okey oynamaksa, bu akıllı cihazın sizi iyiye, doğruya ve güzele ulaştırmak için işe yarayan bir araç olmadığı ortada. Peki o zaman ne? Belki de bu, yeni madde bağımlılığınız.

Biliyorum, kötümser bir yaklaşımla ele alıyorum akıllı telefonları. Ancak ne kadar düşük performansla kullanılıyor olurlarsa olsun, artık ilginç bir olay, bir durum ortaya çıktığında, bir anda ceplerdeki bu cihazlar yerlerinden çıkıp, görüntü kaydetmeye başlayıveriyorlar. İşte, o andan sonra buraya kadar söylediklerimin tamamını unutabilirsiniz. Gerçek anlamda vatandaş gazeteciliği işte o anda başlıyor. O duruma söyleyebilecek hiç bir şey kalmıyor.

Örneğin Facebook'da "Ankara'nın Bugları" diye bir sayfa açmışlar. Ankara'nın Bağları şarkısına ve Bilgisayar programı hataları anlamına gelen "Bug" kelimesine gönderme yapılarak oluşturulmuş bir ismi var. Ankara'da belediyecilik anlamında yapılmış hataları, komiklikleri sergiliyor. Son derece ilginç, komik, acı, eksik yönleri ile Ankara sokaklarının resimleri ve yapılan yorumlar burada ele alınıyor. İşte, size harika bir halk gazeteciliği örneği. Bunu, büyük oranda akıllı telefonlara, mobil İnternete ve biraz da sosyal medya'ya borçluyuz.

İşte size bir olumsuz, bir de olumlu yanı ile akıllı cihazlardan bahsettim.

İyi günler dilerim.

7 Ekim 2013 Pazartesi

İnternet'in Arşivi


İnternet başlı başına dev bir yapı haline geldi. Peki bu kadar bilgi bir gün yok mu olacak? "Keşke bir yedek alıp da, güvenli bir yerde saklasaydık" mı diyecek gelecek nesiller? Bu kadar emek, uygarlık tarihinin büyük birikimi yok mu olacak? Bari yok olmadan geçmişteki web sayfalarına göz atalım. Ama nasıl?
Merhaba,

Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.
Veri saklama konusunda ürettiğimiz çözümler pek de başarılı sayılmaz. Punch kartonları adı üzerinde, delikli kalın kağıttı. Manyetik bantlar 10, bilemedin 20 yılda üzerlerindeki kayıdı unutuyor, hatta paslanıyorlar. Manyetik diskler derseniz, onların da motorları sınırlı bir ömre sahip. Sabit diskleri belirli aralıklarla yenileri ile değiştirmezseniz, motor arızası ya da manyetik yüzeyin bozulması nedeniyle bir süre sonra verileri kaybedebilirsiniz. CD her ne kadar 100 yıla kadar dayanır, denilse de pek öyle değil. Hele yazılabilir yani CD-Rom'lar 5-20 sene içerisinde kullanılamaz hale geliyor. Yeni çıkan, solid state disk yani elektronik parçalardan oluşan veri saklama cihazları da ne kadar dayanır, bilinmiyor çünkü fiyatları yüksek olduğundan pek deneyen yok. Ancak onlar da öncüllerine bakılırsa, çok ümit vermiyorlar.

Tüm bu veri saklama ürünleri durduk yerde bozulduklarından, henüz doğal afet, savaş, yangın, uzaylı saldırısı, gibi etkenleri göz önünde bile tutmadık.

Tarihten günümüze kalan en sağlam veri parçaları ya kil tabletler ya da duvarlara, taşlara kazılmış kitabeler. Dolayısıyla veri saklama ortamı olarak pek de dayanıklı seçimler değil daha çok günü kurtaran uygulama ve çözümler geliştirmiş olduğumuz ortada. Eğer bizden sonra dünyada ayakta kalacak türlere uygarlık tarihimizi bırakmak istiyorsak, daha dayanıklı veri depolayan cihazlar geliştirmemiz gerektiği çok açık.

Google gibi tüm dünyanın verisini bir kaç farklı yedek olarak tutan İnternet devleri, eskiyen ve bozulan diskleri yenileyip veri kaybından kurtuluyor. Ancak kabul edersiniz ki bu eziyetli bir işlem. Yani asıl çözüm bulunana kadar yapılabilecek bundan ibaret.

Geleceği bir kenara bırakalım. İnternet geçmişinde web siteleri nasıldı? Ya da günümüzdeki bir web sitesi ilk kurulduğu yıllarda, neye benziyordu görmek istemez misiniz?

Geçmişte web sitelerinin neye benzediğini görmek için kullandığımız hizmet, İnternet arşivi adını taşıyor. yani http://web.archive.org laf aramızda, arkayv diye okunuyor ama yazılışı basbayağı arşiv işte. Google'dan Wayback Machine diye aratırsanız da bulursunuz. Bu sitede merak ettiğiniz pek çok web sitesinin geçmişte nasıl göründükleri hakkında fikir verecek düzeyde ve çeşitli zaman aralıklarında alınmış görüntüleri yer alıyor. Öyle her siteyi arşive almıyorlar ama yine de 240 milyar web sayfasını 1996'dan bu yana incelemek mümkün.

Kendilerini Yeni İskenderiye Kütüphanesi olarak tanımlıyorlar. "Peki bu kadar bilgi nerede saklanıyor?" diye merak ettiğinizi duyar gibi oluyorum. İster inanın, ister inanmayın sunucuları bildiğiniz masaüstü bilgisayarlarından oluşuyor. Bu bilgisayarların sabit diskleri, kümeler halinde (cluster) verileri saklayan özel bir yazılımla çalışıyorlar. Doğrusu tam anlamıyla gelen gidenin yaka yaka içinde okunacak bir şey bırakmadığı İskenderiye Kütüphanesi ile gerçek anlamda bir benzerliği bu. Şaka bir yana sistem güzel tasarlanmış ve bu güne kadar da sorunsuz bir şekilde İnternet'te, geçmişte bir web sitesi nasıl görünüyordu sorusunun güzel bir cevabını verebilir. Aklınızda bulunsun. 2004 yılından sonra da petabox sistemine geçilip daha güvenilir bir veri yapısı sağlanmış.

4 ayrı yerde konumlandırılmış veri merkezi, 1,300 bağlantı noktası, 11,000 sabit disk 2010 yılında sistemin ulaştığı durumdu. 2.4 PetaByte kapasitesindeydi. Ancak İnternet büyüklüğü de hızla arttığından bu kapasite ister istemez büyüyüp 2012 Ekiminde 10 Petabyte'a ulaştı.

Web sayfaları dışında eski filmler, sesler ve yazılar da bu site üzerinden ulaşılabilir durumda. Gerçek bir sanal İnternet kütüphanesi. Bir gün, ne yapıp edip, arşivin içerisinde zaman geçirin.

Verilerinizin güvende olduğu, güzel yarınları görmeniz dileğiyle, iyi günler.

4 Ekim 2013 Cuma

Yeni Medya'da Sanal Kişiler ve Güvenlik


Yeni Medya ile ilgili İnternet siteleri pek çok keyifli özellikler ile birlikte geldi. Ancak, bu kadar ilgi çeken bir ortamın içine kötü niyetli insanların girmesi ve kendi çıkarları için Sosyal Medya sitelerini kullanması da gayet normal. Peki, sıradan kullanıcılar ne yapacak? Kendilerini kötü niyetli kişilerden nasıl koruyacaklar?
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.

Merhaba,

Yeni medya, sosyal ağ sitelerinde insan davranışları diğer sosyal ortamlardan çok farklı değildir. Normal hayatta da sosyal bir ortama girdiğinizde kıyafetiniz, davranışlarınız ile benimsenir ya da yadsınırsınız.

Sosyal bir ortamda, ya kendiniz olarak bulunursunuz ya da takındığınız maske ile istediğiniz kişi olmaya çalışırsınız. O ortamdakilerin ilgisini çekebileceğini düşündüğünüz kişi kılığına girersiniz ve kendinizce bir tür tiyatro oyunu sahnelersiniz. Bu, bir tür görünmezlik pelerini ya da şapkası giymek gibidir. İnsan, uzun zamandır görünmezlik denilen fantezinin peşindedir. Örneğin Perseus, tanrıça Athena'dan bu görünmezlik şapkasını alıp, uyumakta olan Medusa'yı öldürür. Görünmeden istediğini yapabilmek özgürlüğü üzerine hikaye çeşitlemeleri benzer şekilde uzayıp gider. Uygarlık geçmişinde böyle bir imkanı ele geçiren ama aslında hak etmeyen kahramanların yaptıkları kötü işlerle dolu hikayeler de var. Günümüzde de Harry Potter serisinde görünmezlik pelerinine rastlıyoruz. Sahi, siz olsanız neler yapardınız böyle bir pelerinle?

Tamam, pelerin için henüz teknolojimiz yeterli değil. Hayal gücünüz de su kaynattıysa sosyal medya ne güne duruyor?

Denemek için sosyal medyada bir kurgu karakter yaratabilirsiniz. Bunu siz yapmasanız da yapan pek çok kullanıcı var. Kimi güvenlik ihtiyacından böyle davranır. Doğru ya, kim olduğu bilinmeden istediği gibi davranmak mümkün. Belki de altlarda saklanan gerçek kişi, böylece ortaya çıkmış olur. Ne dersiniz? Diyelim ki tanınma sonucu doğabilecek hukuki olumsuzluklardan kaçınmak için bu yapılıyor olsun ya da başka bir sebeple, insan olduğu gibi görünmelidir. Rol de bir yere kadar sürdürülebilir. Bir an gelir ki maskeler düşüp altındaki gerçek ortaya çıkar.

Sosyal medyada güvenli yazışmalar için, gerçek kimliğinizi gizlemek bir çözüm değil. Ancak sosyal medya sitelerinde kendinizle ilgili güvenlik tedbirlerini hafife almamakta yarar var. Sosyal medya siteleri sizin bilgilerinizi birilerine vermeseler bile, sizin hesabınız bir şekilde ele geçirilirse tüm verdiğiniz bilgileriniz ulaşılabilir olacaktır. O nedenle bu bilgilerinizi değiştirerek vermek bir çözüm olabilir. Örneğin doğum gününüzü değiştirmek mantıklı olabilir. Diğer zorunlu olarak verdiğiniz bilgileri de değiştirmek ve öyle kullanmak kişisel bilgilerinizin başkalarının eline geçmesi halinde tehlikeyi azaltacaktır.

Bir diğer önlem de şöyle. Facebook gönderilerinde fazlasıyla ilginç ve belki de o arkadaşınızın göndermesi mümkün olmayan bir resim, kısaltılmış link ve benzeri ile karşılaşabilirsiniz. Böyle akışlar görürseniz, tıklamayın! Aynı şekilde Twitter üzerinde özel mesajlarda size listenizdeki birinden gelen kısaltılmış link, sizi doğruca kötü niyetli kişilerin sitesine yönlendirip bilgilerinizi ele geçirmelerini sağlayabilir. Böyle kısa linklere de tıklamadan önce iki kere düşünmeniz akıllıca olur.

Yine uygulamaların istedikleri bilgi erişimlerine dikkat etmek de faydalı olabilir. Facebook'da bir uygulamayı onaylarken sizden ne gibi bilgileri istediğine dikkat edin. Listede sizi rahatsız eden türde istekler, örneğin her türlü özel bilginiz, arkadaşlarınızın bilgileri ve benzerleri varsa, zorunda değilseniz uygulamaya bu izinleri vermeyin.

Bilgisayarınızda güncel bir virüs koruması yanında güçlü bir malware koruması da çalışıyor olsa fena olmaz. Spybot ya da Iobit Malware Fighter gibi yazılımları önerebilirim. Bilgisayarınızın güncellemelerini de yapmakta fayda vardır.

Güvenlik için ne yaparsanız yapın %100 bir korunma durumu mümkün değildir. Her gün yeni yöntemler geliştirilmekte ve savunmada beklenmedik gedikler bulunmaktadır. Dolayısıyla dikkatli ve uyanık olmak sosyal medya güvenliğinizde yardımcınız olur.

Aslında, cennete gitmek için dünyayı cehenneme çevireceğimize, yaşadığımız dünyayı cennete çevirsek daha iyi olmaz mı?

Güvenli ve sağlıklı günler dilerim.

3 Ekim 2013 Perşembe

Arayış Yolculuğu


Bazen hepimiz arayış içerisine gireriz. Tarihin yazılmadığı bir dönemde yaşamış bir adamın öyküsünü anlatacağım sizlere. Bir soru üzerine arayışa giren ve beklemediği bir yanıtı kendi düşünceleri içerisinde bulan bir adam. Onun bu arayış yolculuğuna, siz de eşlik etmek ister misiniz?
Yolun neredeyse yarısına gelmişti adam. Ayağındaki sandaletler artık parçalanmak üzere olduğundan adımları ister istemez yavaşlıyor ama merakı durmasını engelliyordu. Kurt kırması köpekleri de dillerini sarkıtmaya başlamış olsalar da yanından ayrılmıyorlardı. Yine de soluklanmak için, gördüğü yaban eriği ağacının altına oturdu. Elinin eriştiği daldan bir iki meyve kopartıp ağzına attı. Sert kabuklu meyveyi ağzında parçalarken yüzü buruştu. Neredeyse meyvenin kendisi kadar olan çekirdeğini tükürdü. Çantasından çıkardığı kuru balık parçalarını masum masum yüzüne bakan köpeklerine fırlattı. Bir yandan da yolculuğa çıkış nedenini düşünüyordu. Onu buraya kadar getiren o derin mağarada karşılaşabileceği korkunç canlılar hakkında anlatılan hikayeler içini ürpertti. Neyse ki köpekler dışarıda yırtıcılardan ve diğer kötü insanlardan onu korudukları gibi mağarada da eşlik edeceklerdi. Yere dayadığı sopasının tepesinden iki eli ile birden tutarken, kafasını da sopaya dayadı ve düşüncelere daldı.

Hayatı yollarda geçse de, zaman zaman kent devletlerinin koruyucu kalabalığına sığınırdı. Derme çatma da olsa kurulan pazarlarda yol boyunca bulduğu değerli taş, maden parçalarını ihtiyaçlarını almak için kullanırdı. Kimi zaman da kamp yeri çevresinde avladığı hayvanların postlarını ve tütsülenmiş kuru etlerini başka giyecek ve yiyecekler için değiş tokuşa ederdi. İnsanları fazlasıyla tehlikeli, köpeklerini ise çok daha güvenilir bulurdu. Zaten bu yüzden yalnızdı ya. Ancak bir gün deniz kenarındaki bir kent devletine yaptığı 3. ziyarette onunla karşılaştığında hayatının değişebileceğinden haberi bile yoktu.

Adam ellilerinde bir düşünürdü. Çevresindeki gençlere, hikayeler anlatıp, hayat dersleri veren bir öğretmen edası vardı. "Neden?" diyordu. "Neden biz varız? Tanrılar bizi neden ortaya çıkardılar? Başka işleri yoktu da, ne diye insanı yaptılar? Ya çevremizdeki diğer canlılar? Sadece eğlence olsun diye hayvanları, bitkileri bu kadar çok çeşitte yapmak tanrılar için bile sıkıcı değil mi? Şöyle bir saydım en az 50 çeşit hayvan türü var hemen şehrin yakın çevresinde." Düşünürü dinlerken, daldı adam, davudi sesi giderek boğuklaşmaya ve uzaklaşmaya başladı. Ama bir sözü hala kulaklarında yankılanıyordu. "Neden?" 

Dersten sonra kır uzun sakallı adama yaklaştı. "Neden sorusunun cevabını nasıl bulabilirim? diye sordu. Yabancı adamın bu beklenmedik merakı karşısında gözlerini şaşkın bir ifadeyle kocaman açtı düşünür. Yutkundu ve ardından, "Önce kendini bulmalısın" dedi. "Aradığın cevap da orada olacak". Adam düşünüre "Peki nasıl bulacağım?" diye sordu. "Bunu söylemek zor" dedi yaşlı adam. "Ancak aynı yere çıkan pek çok farklı yolu var. Herkes, farklı şekilde ulaşır "kendine", belki böyle bir deniz kenarında, yıllarca beni dinlemen gerekir, belki de dağlarda bir mağarada bulursun cevabını ama önce kendi içinde ara kendini".

Yıllarca bir yere bağlı kalmaktansa o dağdaki mağarayı yeğlemişti. Hem ne olacaktı ki, zaten dolaşıyordu, varsın bu defa hedefi bir dağın tepesindeki mağara olsun. Günler ve geceler süren yolculuğunda hep içinden "neden?" sorusunu geçirdi ve düşündü. Neden, "neden" diye düşünebiliyordu? Neden, diğerleri gibi yaşayıp gitmiyor ve mutlu olamıyordu. Hayat neydi? Sonra ne olacaktı? Tanrılar gibi sonsuz bir hayatı tadacak mıydı? Söylenceler gibi, yok olup gidecek miydi? Ölümsüzlüğün sırrı neydi? 

Yolda bir başka kent devletinin içinden geçerken, sarışın bir adam ve karısının yanlarında yürüyen küçük çocuğa takılmıştı gözü. Çocuk köpeklerini severken ana ve babasına olan benzerliği dikkatini çekmişti. Sanki ikisinin tüm özelliklerini taşıyordu küçük sevimli şey. O resim zaman zaman olduğu gibi yine gözünün önüne geldi. "Ben de annem ve babama benziyor muyum acaba?" diye bir an geçirdi içinden yerden doğrulduğu sırada.

Günler birbirini kovalamış ve hedefine varmıştı. Dağın tepesinde mağaranın girişini kontrol etti. Köpekler de huzursuzlanmadı. Anlaşılan, mağaranın yırtıcı sakinleri yoktu. Yağ meşalesini biraz uğraşarak da olsa taşlarını birbirine çarpa çarpa tutuşturmayı başardı. Mağara derinlere gidiyor, duvarlarında tutunmuş yarasalar onun ve köpeklerin varlığından rahatsız oldukça uçuşuyorlardı. O ise akan suyun sesini takip ederek mağaranın derinliklerinde ne olduğunu bilmediği değerli şeyi aramak için inmeyi sürdürdü. Uygun yeri bulup, bir ateş yaktı dinlenmek için. İçi ısınan köpekler neşeyle ateşin etrafında koşturup oynaşırlarken, elindeki meşaleyle su birikintisine yaklaştı. Tam uzanıp bir yudum içecekti ki, suyun içinden kendisine doğru yaklaşan silueti görüp irkildi. Sonra kendi yansımasını fark edip yeniden yaklaştı ve yüzünü incelemeye başladı. Anneme ve babama mı benziyorum? Sarışın küçük çocuk geldi. gözlerinin önüne. Anne ve babasının ruhları o çocuktu. Kendisi de anne ve babasının ruhunun birleşimi miydi? Hiç görmediği anne ve babasını içinde hissetti o an. Ardından diğer atalarını. "Demek sır buymuş" dedi bağırarak. "Demek sır buymuş!" Köpekler yorulup oturdukları yerden ayağa kalkıp ulumaya başladılar sahiplerine eşlik için. 

Adam sarsılmıştı. Ölümsüzlüğün sırrı, ataların özelliklerini taşıyan torunlarda yaşamasıydı. Yani çocuklar ölümsüz olmanın anahtarıydı. Neden, sorusu ile başlayan yolculuğu bu defa bir cevap ile son bulmuştu. 

Kalktı ve köpekleriyle birlikte dış dünyanın hüzünlü ve zorlu ortamına doğru yola çıktı. Ölümsüzlük için yolu onu nereye ve kime götürecekti kim bilir?

2 Ekim 2013 Çarşamba

coPub Nedir?


Sosyal ağ sitesi deyince inanılmaz sayıda seçenek söz konusu. Artık şirketlere de böyle ağları kullanan çalışanları öcü gibi gelmiyor. Belki de bir adım öteye gidip şirketlerin sosyal ağlarda yönetim, çalışan topyekün varlık göstermesinin zamanı gelmiştir.

Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.



Merhaba,

Yeni Medya konusunda neredeyse her şey yapıldı. Artık başka yeni bir şey çıkmaz, olsa olsa, var olanlar iyileştirilir diye düşünüyor olabilirsiniz. Doğrusunu isterseniz, gerçekten kısa bir süre içerisinde, yanıp sönen bir imleç ile aydınlanan tek renkli ekranlardan, günümüze çok hızlı geldik. Bilgisayar teknolojisi geçtiğimiz 20 yılda tam bir zıplama yaşadı. Arada doğup, gelişen İnternet ise daha da hızlı bir şekilde ilerleyip, bilgisayar kullanmaktan çok uzak olanları bile bir anda içine çekiverdi. Telefonlarımız gerçek anlamda haberleşme cihazlarına dönüştüler. Artık eskisinden çok daha küçük ama tam da tersine bir o kadar güçlü iletişim cihazlarını ceplerimizde taşıyoruz. Televizyonda canlı program sunmakta olan bir kişiye, telefon ekranından yolladığınız sosyal medya mesajıyla anında tepki alabiliyorsanız, demek ki Zeki Müren de eğer hala yaşıyor olsaydı sizi görebilirdi.

Sosyal medya, birbirini tanımayan insanları bir araya getiriyor. Eskiden beri tanıdıklarınıza erişmenizi kolaylaştırıyor. Bu fikirden daha çok ürün doğar bana kalırsa. Örneğin, neden sadece insanlar sosyalleşsin ki? Şirketler de pekala sosyalleşebilir. Hem birbirleri ile irtibata geçebilirler, hem de kendi bünyelerinde daha kolay bir iletişim imkanını bulabilirler. Ne dersiniz, e-postalarınızdaki bitmek bilmez cc listelerinin sonu gelse fena olmaz mı?  

Zaman, zaman Yeni Medya içerisinde faaliyet gösteren sitelerden bahsediyorum. Bu konuda, ne yazık ki yurdumuzdan fazla örnek yok. 

Ülkemizde bu konularda ürün geliştiren firma sayısı az. Ancak bu, Türkiye sınırları içerisinde, İnternet konusunda dünya devleriyle yarışacak bir proje yapılamaz anlamına gelmiyor! İşte böyle bir Yeni Medya projesinden bahsetmek istiyorum sizlere. Üstelik kullanıcılar söz konusu olduğunda, hedeflenen alan sadece Türkiye değil, tüm dünya. Aslında uzay istasyonundan sosyalleşen bilim insanlarını aklımıza getirirsek belki dünya da sınır değil. Dolayısıyla hiç de kolay olmayan, ancak doğru bir hedef seçilmiş. Sanırım buna "şirketlerin sosyal ağı projesi" dersek yanlış olmaz.

coPub beta sürecine gireli fazla olmadı. Ancak görünce şapkanızı düşürtecek cinsten bir etki yapacağını söyleyebilirim. coPub, kullanıcı arayüzü sade ve kolay kullanılır bir etki bırakıyor. Kolay ve sezgisel kullanımda her şeyi yerli yerinde olduğundan, baş belası kullanıcı kılavuzunu okumanız da gerekmeyecek.

coPub şirketler için bir sosyal ağ. Şirketiniz ve çalışanları üye olup kullanabiliyor. İşinizle ilgili ihtiyacınız olan ürün, hizmet, bağlantı gibi arayışlarınızı gerçekleştirebileceğiniz bir ortam. 

Öncelikle işinizin idaresinde, personelin ve yönetimin bulut üzerinde birlikte çalışmaları için bir ortam. E-posta gibi karışık mail listeleri içerisinde kaybolmadan, ilgili grup içerisinde haberleşip, operasyonu idare etmek ve sonuçları hakkında anlık bilgi alabilmek mümkün. Diğer üye şirketler ile de bağlantı kurmaya, bilgi, ürün ve hizmet akışı yapmaya imkan sağlıyor.

Bu sosyal ağ sitesinin ilginç ve kuvvetli bir yönü var. Arkasında güçlü bir şirket arama makinesi duruyor. Dünya çapında, milyonlarca şirketin, pek çok ve önemli bilgisine bu ağ içerisinden ulaşmak mümkün. Ürün ve bağlantı arayışlarınız için sistem içerisinden direkt bağlantı kurmak imkanı var.

Şirket içi birlikte çalışma imkanları da bu site üzerinden sağlanabiliyor. Aynen diğer sosyal ağ sitelerinde olduğu gibi, buradan da durum güncellemeleri yapmak mümkün. Ancak aradaki fark, şirket içi durum güncellemelerinin sadece o şirket ya da şirket içerisinde oluşturmuş olduğunuz grupların arasında paylaşılabilmesi. Şirketler arası kurulabilecek bir grup ile iki ya da daha fazla şirketten ilgili kişiler bu sistemde haberleşebilir. Böylece örneğin Joint Venture yani ortak girişim yapan iki şirketin elemanları arasında kolayca iletişim ve projenin durumuna ilişkin haberleşme sağlanmış oluyor. Dolayısıyla, örneğin bir ya da fazla şirket içerisinde belli bir projeyi yöneten grup çalışanları birbirlerinden binlerce kilometre uzakta olsalar da irtibatlarını kopartmadan birlikte çalışabilirler. Şimdilik sistemde dosya ve resim paylaşılabiliyor. Ancak gelecekte buna sesli ve görüntülü görüşme de eklenirse daha iyi olabilir. Yapılacak işler listelerini tutup izlemek, not alarak unutmamak, yine sistem özelliklerinden. Sistem 256 bit şifreleme kullandığı için bilgilerin güvenliği de sağlanmış. Yalnız büyük sosyal medya sitelerinde olan bu özellik, şirketler için önemli bir güvenlik gereği.  

Yeni modüllerle daha gelişmiş ve işlevsel hale gelebilecek coPub belki gelecekte, muhasebe, iş-süreç takibi, CRM gibi ek özelliklerle iş dünyasının kalbine taht kurabilir.

Sistem, kullanıcılara yeni açıldığı için, katılan sayısı arttıkça daha pek çok konuda gelişme ve iyileştirmeler yapılarak yaygın kullanılacağını düşünüyorum.

coPub gelir modeli direkt olarak aylık ya da yıllık ödemeler yolu ile gerçekleştirilmiş.  İlk ay için kullanım bedeli ödenmiyor. Ancak izleyen aylarda Durum Güncelleme, Bağlantılar, Uyarılar, Dosya ve Resim Paylaşımı, Mesajlar, Canlı Mesajlaşma, Gruplar, Uygulamalar, Gelişmiş Arama Filtreleri, Online Destek özelliklerin hepsini birden kişi başı 16 lira civarına kullanmak mümkün. Gelir modelleri konusunda genellikle karşı olduğum bu direkt kullanıcı tarafından ödeme durumu, burada bir istisna olarak karşıma çıktı. Hassas şirket bilgileri söz konusu olduğunda, reklam verenlerin bu bedeli karşılamamaları şirketler açısından bir tür güvence gibi değerlendirilebilir.

Verimli çalışmalar yapacağınız sağlıklı günler dilerim.

30 Eylül 2013 Pazartesi

İnternet Sitelerindeki Hesaplarımı Nasıl Silerim?


Yeni medya, alışveriş, müzik siteleri genellikle sizi tanımak isterler. Sitelerden yararlanmak, kimi zaman alışveriş yapabilmek için, pek çok kişisel bilginizi içeren veriyi girip, üye olmak iyi de, ya bir gün gelir de bu tür üyeliklerinizi silmek isterseniz ne ile karşılaşacağınızı biliyor musunuz?
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.

Merhaba,

İnternet kullanıcıları neredeyse artık her türlü siteye üye olarak girmek zorunda. Verilen hizmet paralı ya da bedava olsun, siteler sizi üye olup, içeriklerinden öyle yararlanmaya zorluyorlar. Gazete siteleri bile sizi üye olmaya teşvik ediyorlar.

Üye sayısı ve üyelerin neler yaptığını izlemek, bir hizmeti geliştirebilmek için işini bilenlere önemli veriler sağlar. Örneğin bir alışveriş sitesi, incelediğiniz ya da satın aldığınız ürünlere benzer ürünleri size önerebilir. Bunun için sizin siteye üye olmanız en kolay yollardan biridir. Kullanıcının yaptıklarını izlemek böylece kolaylaşır. Sosyal ağ siteleri de üye olmadan bir şey yapmanıza imkan tanımazlar.

Ülkemizdeki alışveriş siteleri TC kimlik numaranıza kadar her türlü bilginizi alıp, saklar. Kötü niyetli birilerinin kolayca bilgilerinize ulaşabileceği fikri, oldukça rahatsız edici. Boşverip umursamamak bir davranış şekli. Diğeri ise bundan rahatsızlık duyup, verileri silip hesabı kapatmak olabilir. Daha genel bir davranış türü ise İnternet üzerinde alışveriş yapmamak ve sosyal paylaşım sitelerinden de uzak durmak. Ancak bu biraz, "düşüp bir yerimi kırarım" düşüncesiyle bir meyve ağacına tırmanmayıp, yüksekteki meyveler çürürken aç kalmak gibi bir durum. Makul olan, sizin için piyasa ile karşılaştırıldığında daha ucuzunu sağlayan bir siteden ürünü alıp, kullanmak. Sosyal medya sitelerinde bulunup gündemi yakalamak ve arkadaşlarınızla kolayca irtibat içerisinde kalmak. İlkokul arkadaşlarınızın doğum gününde bir telefon açıp kutlamak, hoş beş etmek kötü bir şey mi? Facebook haber vermese nereden bileceğiz arkadaşımızın doğum gününü? Kaçımız böyle kayıtları tutan bir ajandaya sahip?

Pek çok avantajlarına rağmen, bir sitedeki hesabınızı kapatmayı düşündüğünüzde öncelikle ilgili siteye gidip bunu nasıl yapabileceğinizi araştırmanız gerekiyor. Pek çok alışveriş sitesinde bunu yapmak genellikle imkansıza yakın. Yine de hesabınızı kapatabileceğiniz türde programlanmış olanları yok değil. Sosyal medya sitelerinde hesap kapatıp ayrılmak mümkün. Ancak bunun için karışık yollar izlemek ve biraz İnternet'te araştırma yapmak gerekebilir.

Böyle bir ihtiyacın varlığı hesap kapatmayı kolaylaştıran siteler yapmak fikrini ortaya koymuş olmalı ki, böyle siteler var. Hesabınızı ya da hesaplarınızı kapatmak istediğinizde bunu yapmanıza yardım edecek bir kaç siteye örnek vermek istiyorum.


Godelete.com bunlardan biri. Oldukça sade ve kullanımı kolay. Ancak  az sayıda sitedeki hesaplarınızı bu site üzerinden silebilirsiniz. About.me, Ask.fm, Dropbox, Ebay, Facebook, Flickr, Gmail, Instagram, Youtube, Twitter ve benzerleri silinebilecekler listesinde var. Zor hesap silinen siteler için neler yapılabilceği de ilgili linklerde anlatılmış. Ancak "bunlar yetmez, daha çok hesap silecek bir yer var mı?" diye düşünüyor olabilirsiniz.

Bir diğer hizmet de accountkiller.com. Bu sitede hesap silme işi otomatik yapılamayan siteler için de anlatılmış ve yararlı ipuçları verilmiş. Böylece normalde kolayca silinemeyen siteleri de silmek için önerilere ulaşılabiliyor.


deleteyouraccount.com bir diğer seçenek. bu siteden de faydalanarak, hala silemediğiniz hesaplarınız varsa deneyebilirsiniz. Sitede, yerine göre hesabınızı nasıl silebileceğiniz anlatılmış. Eğer mümkünse basit bir link verilerek ilgili sitenin hesap silme kısmına ulaşmanıza imkan tanınmış. Yanlışlıkla sildiğiniz hesapları nasıl geri getirebileceğiniz de bu sitede kimi hesaplar için belirtilmiş.



Justdelete.me en geniş koleksiyonuna sahip olan site. En çok bilinen ve kullanılan site de bu. En önemli özelliği Türkçe desteğinin de olması. Dolayısıyla nispeten kolay bir şekilde, dil bariyerine takılmadan hesap silmenizi sağlıyor. Basit, orta, zor, imkansız olarak dört kısma ayrılmış siteler ve hepsi farklı renkte belirlenmiş.

Ne yazık ki Türkiye'deki alışveriş sitelerinden hesap silmeyi de kolaylaştıran bir site yok. Bir de, ne yaparsanız yapın hesabınızı silemediğiniz siteler bir sorun olarak duruyor. Derler ya, "İnternet'te bir kere iz bıraktınızsa, bir daha silinmez" öyle durumlar için pek yapacağınız bir şey kalmıyor.

Sağlıklı günler dilerim.

27 Eylül 2013 Cuma

Spotify Nedir?


Yeni Medya, müzik dünyasını da ister istemez içerisine alıyor. Artık müzik ile ilgili pek çok alışkanlığımız değişti. Evde, işte, sokakta kendi sevdiğimiz müziği dinliyor, kendi müzik listelerimizi oluşturuyoruz. Bakalım, Yeni Medya uygulamaları yapan siteler bu alışkanlıklarımıza ne gibi değişiklikler getirecek?
Bu blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.
Merhaba,

Başlamadan önce belirtmekte yarar var. Radyolar ile aynı kulvar değil burada sözkonusu olan. Çünkü radyolar ister İnternet'de, ister havada, kendi müzik türlerini ve programlarını yapıyorlar. Kullanıcılar bu birliktelik için radyo dinliyor. Dolayısıyla İnternet'te bir siteye girip, istediğini seçip, dinlemek daha çok eskiden yaptığımız, pikaptan, teypten ya da cdden müzik dinlemek gibi düşünülürse daha doğru olur.    

Çok yakın bir zamanda Spotify isimli Sosyal Müzik sitesi Türkiye kullanıcılarına açıldı. "O nasıl oluyor?" dediğinizi duyar gibi oluyorum. Açıklamaya çalışayım.

Spotify en basit anlamıyla genişçe bir müzik arşivi. Dinlemek isterseniz, sisteme kaydolup, ardından giriş yapmanızla mümkün oluyor. Facebook hesabınızı kullanarak ya da yeni bir Spotify hesabı açarak sisteme girebiliyorsunuz. Facebook hesabı ile sisteme giren diğer arkadaşlarınızı kolayca bulup burada da arkadaşlarınız arasına eklemeniz mümkün. Müzik dinleyip, beğendiklerinize yıldız verebiliyorsunuz. Şarkılar dinlenme istatistiklerine göre kendi aralarında sıralanıyorlar. Böylece, en popüler şarkılar da bir şekilde bu sistemde de ortaya çıkmış oluyor. Modern bir müzik listesi diyelim buna.

İstediğiniz sanatçıyı sistemde arayıp, bulduktan sonra, dilediğiniz parçasını dinlemeye başlayabilirsiniz. Kendi çalma listenizi oluşturmak da mümkün. İstediğiniz sanatçılardan oluşan kendi radyonuzu oluşturup dinlemeniz de mümkün. 

"Sosyallik nerede kaldı?" diye merak ediyor olabilirsiniz. Hemen belirteyim. Dilerseniz aynı türden müzik seven arkadaşlarınızla sohbet edip, aynı müziği birlikte dinlemeniz Spotify sitesi veya uygulaması ile mümkün. Arkadaşlarınız neler dinliyor, ne tür listeleri oluşturuyor, haberdar olup, onları da dinlemeniz mümkün. Uygulama demişken, bilgisayarınıza, akıllı telefonunuza ya da tabletinize, evinizdeki İnternete bağlı müzik sisteminize uygulama yükleyip kullanma imkanı da var. Böylece bir tür bulut müzik hizmetini her an yanınızda taşımış oluyorsunuz. 

Beğendiğiniz müzikleri Facebook, Twitter ve Tumblr üzerinden arkadaşlarınızla paylaşmak mümkün. 

Spotify, ülkemizde İnternet üzerinden müzik dinleten siteler arasında ciddi bir değişikliğe neden olacak gibi görülüyor. Kullanımı kolay ve ücretli kısmı da pahalı sayılmaz. Arşivi ise gerçekten geniş. Ülkemize gelirken pek çok Türk sanatçıyı da sisteme dahil etmiş.

Gelelim ücretlendirmesine. 3 kategorisi var. Bedava, Ücretli ve Premium. Bedava olanda araya reklamlar giriyor. Bazı albümlerde tüm parçaları dinleyemiyorsunuz. Aylık 5 lira verirseniz, reklamlar kalkıyor ve tüm arşivdeki parçaları dinleyebiliyorsunuz. Ayda 10 lira verip premium üye olursanız parçaları indirip İnternet'e bağlı olmadan da dinleyebiliyorsunuz.

Sadece müzik üzerine kurulu sosyal bir ağın, sosyal kısmının biraz zayıf kaldığını belirmek istiyorum. Ancak, belki zamanla o konuda da gelişmeler olabilir, kim bilir?

Neşeli notalardan oluşmuş, keyifli bir senfoni gibi bir hayatınızın olmasını dilerim. İyi günler.

25 Eylül 2013 Çarşamba

Linkedin Nedir?


Bir zamanlar çok belirgin çizgilerle birbirinden ayrılan Sosyal Ağ siteleri arasındaki ayrılıklar giderek belirsizleşiyor. Sosyal Ağlar daha çok kullanıcı toplama yarışında giderek birbirlerinden çok küçük ve neredeyse farkedilemez hale gelen detaylar ile ayrılıyorlar. Böyle bir yarışın kazananı olabilir mi?
Bu blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.
Merhaba, 

İş arama, bulma, yeniden arama süreçleri günümüz dünyasının vazgeçilmezleri arasında. Bu konularda çevreniz ne kadar genişse yeni bir iş bulup kendinizi günden güne geliştirmek ve daha iyi bir hayat yaşama şansını yakalamak mümkündür. Çevre genişletme konusunda sanal alemde ne yapılabilir düşüncesiyle 2002 yılında kurulan Linkedin sosyal ağ ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan bir yeni medya sitesidir.

İster istemez içerisine iş ve eleman temin etme gibi konuları da almıştır. Küresel özellikleri bulunduğu için kendi ülkenizin işgücü ile sınırlanmadan kullanıcıları arasından ilgi alanınıza göre geniş bir kesime ulaşabilirsiniz. 

Eski okul, çalışma arkadaşlarınızı buradan bulmanız mümkündür. Sosyal ağların yapısı gereği, arkadaşınızın arkadaşı, diğer sosyal ağlardaki bağlantılardan yakaladıklarınız derken, kendinizi geniş bir sosyal ağ içinde bulabilirsiniz. 

Bir dakika, bunu yapan Facebook değil miydi? Evet, aynen öyleydi ama Linkedin daha formel başlayıp geçirdiği metamorfozda Facebook tipinde bir şeye döndü. Öncelikle, 20 civarında dili destekliyor. İçlerinde Türkçe de var. Dolayısıyla, giderek daha çok Türk kullanıcı tarafından ilgi görüyor. Oyunları içinden çıkartırsanız Facebook ile Linkedin birbirine çok benzeyecektir. Başta da söyledim ya, giderek sosyal ağ siteleri birbirlerinin alanlarına giriyor diye. Sanırım yakında birinde ne imkan varsa, diğerinde de olacak.

O halde Linkedin'in farklarına değineyim biraz. Öncelikle kullanıcı davranışları sınırları belirginleştiriyor ya da ortadan kaldırıyor. Yani burada genellikle profesyonel konularda paylaşımlar yapılıyor. Gündelik siyasi, magazinsel konulara pek rastlamıyorsunuz. Dolayısıyla böyle konuları pek paylaşmıyorsunuz da. Söz gelimi CRM, yani müşteri ilişkileri yönetimi üzerine bir makaleyi okuduktan sonra beğenmişsem, altındaki sosyal medya ikonlarından mavi "in" yazan, yani Linkedin paylaşım tuşuna basıveriyorum. Gazete sitelerinde genellikle aklımın ucundan bile geçmiyor aynı tuşu kullanmak. Sosyal içerik paylaşımı konusunda, kullanıcıların tercihleri benim gibi midir bilemiyorum ama, hislerim ve davranışlarım bu sitede farklılaşıyor.

Hemen güzel bir yanına da değineyim. Bir başkasını nitelikleri nedeniyle övmek ve o niteliklerinden başkalarına bahsetmek, o kişiyi teşvik edici ve yapanı da alçak gönüllü ve takdir eden konumuna taşımaktadır. Bir süredir Linkedin, bu imkanı kullanıcılarına tanıyor. Siz özelliklerinizi yazıyorsunuz, profilinize gelen tanıdıklarınız da uygun gördüklerini onaylıyor. Sonuçta, başkaları tarafından onay almış, yetkinliklerinizden oluşan bir liste ortaya çıkıyor. Objektifliği tartışma götürür. Yine de, bir iş fırsatı için, böyle bir envanter, güzel referans olabilir. 

İlgi duyduğunuz alanlarda, haberleri ve deneyimleri paylaşmak işinize yarayabilir. Kariyerinizi yeniden yapılandırabilir, ağınız sayesinde belki yeni bir iş bulabilirsiniz.

İş ilanları vermek mümkün. Tabi belki de ilk iş ilanınızı hazırlarken sitenin gelir modeli ile tanışmanız söz konusu olabilir. Çünkü, iş ilanı vermek için bir bedel ödemeniz gerekiyor. 200 ülkeden, 225 milyondan fazla kullanıcısı olduğuna göre, verdiğiniz paranın karşılığını almanız mümkün belki, ama aynısını Facebook daha fazla kişiye ulaştırıp, üstelik bedavaya yapabilirse neler olur diye merak ediyorum.

Gelelim benim biraz kızdığım ama daha çok şaşırdığım, insan kaynakları sitelerine. Yıllardır önlerinde duran sosyal ağ sitesi örneklerine rağmen bu konuda dişe dokunur bir şey yaptıkları pek söylenemez. Ellerinde dev CV havuzları var. Ancak bu büyüklükte veriyi elde tutmak o veriyi değerli kılmıyor. Aksine, hızla elinizdeki CV'ler eskiyip değersizleşiyor. Büyük veriyi oluşturmak önemli ama içindeki değeri işe yarar kılamadıktan sonra, bunun fazla bir anlamı yok. Büyük veri, çöp yığınına verilen isim değil. İşe yarayan ve değer yaratıp, size de kazanç sağlayan veri, büyük veridir. 

Linkedin sunucuları, uzunca bir süredir yoğunluk nedeniyle sorunlar yaşamanıza neden olabiliyor. Umarım, yakın zamanda sunucu tarlalarını dünya üzerinde uygun yerlere dağıtarak, bu tür sorunları giderebilirler. Yeni Medyanın sosyal ağ siteleri, kendileri de gerçek anlamda ağın bir parçasını oluşturmak zorundalar gibi görünüyor. Facebook ve Google bu konuda iyi örnekler sergiliyorlar. Ancak onların ekonomik olanaklarına sahip olmak da pek kolay değil tabi.

İşin özü basit aslında. İster İnsan Kaynakları sitesi olun, ister Sosyal Profesyonel Ağ sitesi, yapmanız gereken basit bir şekilde iş arayan ile işgücü arayanları bir araya getirmek. Elde büyük veri olunca, bunu değerli ve kullanışlı kılmanın yolu, bu veriyi en iyi şekilde değerlendirmek ve tarafları buluşturmak için gereken başarılı site yönetimini yapmak. Bir insan kaynakları sitesi, "head hunter" yani kafa avcısı gibi davranmayı becerdiği ölçüde başarılı olabilir. Yani işe en uygun adayı belki de o adayın haberi bile olmadan bulup, tarafları birbirine bağlamadıktan sonra ağ olmamanın ne anlamı var?

Bakalım bunu önce kim becerecek?

Linkedin konusunda, özetle söylenebilecek şu. Her şeyden biraz bulabileceğiniz bir Profesyonel Sosyal Ağ sitesi. Tabi bu kadar karışıklığın içerisinde kendinizi kaybetmezseniz. İş bulma konusunda yeterliyseniz, zaten her ortamda iş bulursunuz. Gelir Modeli üzerinde yeterli düşünülmemiş ama belki de böylesi daha saydamdır. 

Profilinizi görüntüleyenlerin tam listesini görmek,
InMail ile istediğiniz kişiyle doğrudan iletişime geçmek,
Genişletilmiş profilleri görmek,
Daha fazla arama filtresi ve sonucu edinmek isterseniz aylık yaklaşık 100 lira ödemeyi göze almanız gerekiyor. Pek azımsanacak bir bedel değil. Ama "ödemeye değer mi", diyebilmeniz için bu siteyi kullanmayı öğrenmeniz gerekiyor.

Başarılı bir iş hayatı ve sağlıklı günler dilerim.
----

Linkedin fazlasıyla ciddi geliyorsa bir de şunu izleyin!

Stajyerlerin flashmob etkinliği ;)

23 Eylül 2013 Pazartesi

Düşünen Bilgisayarlar Karbon Bazlı Mı Olacak?

Kendimi bildiğimde, lambalı elektronik cihazların son dönemiydi. Ardından germanyumlu transistörler ve hemen ardından silikon transistör, entegre devreler ve işlemciler sahne aldılar. Geçtiğimiz günlerde ise grafen ile silikondan çok daha hızlı elektronik devreler yapılabileceği ortaya çıktı. Böylece, karbon bazlı elektronik daha da akıllı cihazların yapılmasına neden olabilir.

Merhaba,

Kendi işimizi makinelere yaptırmaya başlamamızla birlikte, aynı işleri bıkmadan, usanmadan yapan makineler ürettik. Dokuma tezgahlarından aynı desenleri elde edebilmek için tasarlanan mekanik yapılar, günümüzdeki bilgisayarların atalarıydı. Mekanik bilgisayarlar son derece karmaşık olmalarına ve yapılmaları güç olmasına rağmen, sanayi devriminden teknoloji devrimine ulaşmamızda önemli etkileri oldu. Elektron tüpleri ile ilk bilgisayarlar yapıldığında, kapladıkları alan inanılmaz büyüklükteydi. Enerji ihtiyaçları çok fazlaydı. Taşınabilirlik gibi bir özellik, hayal edilmesi güç bir lükstü. Yarı iletkenlerin sahneye çıkmasıyla elektronik devreler küçüldü. Germanyum transistörler, lambalı elektroniği tarihe gömdü ama kendisi de fazla uzun süre yerini koruyamadı. Silikon transistörler, üretimi daha kolay ve kullanışlı olduğundan günümüze kadar geldiler. Şimdilerde tüm elektronik cihazlarımızda silikon bazlı yarı iletken devreler çalışıyor. Dokuma tezgahlarını mekanik bilgisayarlar ile donatan mühendisler, silikon devrelerin becerdiği işleri görseler küçük dillerini yutarlardı.

Ancak, silikon devrelerin de sınırlarına geldik. Artık daha küçük ve hızlı çalışan mantık devreleri yapabileceğimiz bir malzemeye ihtiyacımız var. Bizlerin de yapı taşı olan karbon esaslı grafen bu sorunun cevabı olabilir. Tek atom kalınlığında, balpeteği dizilimli, grafen hem hız konusunda rakipsiz, hem de çok daha küçük alanda çalışacak mikro işlemcilerin yapılmasına neden olabilecek bir kapıyı açacak gibi görülüyor.

Şimdilerde ceplerimizde taşıdığımız akıllı cihazlar, son olarak 8 çekirdekli bilgi işlem canavarları haline geldiler. Ancak çalışmaları için halen çok enerji gerekiyor. Grefen ile yapılacak olan bilgisayarlar gelecekte çok daha az tüketerek daha büyük ve hızlı işlemci güçleri sunacak. Belki de bizim yerimize çalışan ve düşünen makineler üretebileceğiz. Peki, hızla artan nüfuzumuza karşı, bizim yerimize çalışan bir şeyler üretmek konusunda ki müthiş çabamız biraz garip değil mi?

İnsan daha çoğunu yapabilmek ve daha fazlasını öğrenmek konusunda gerilmiş bir yay gibi. Uygarlık tarihi boyunca üst üste biriktirdiği bilgileri artık akıllı cihazlar sayesinde yanında taşıyabiliyor. Cebinizdeki telefon İnternet erişimi sayesinde uygarlık tarihi boyunca elde ettiğimiz bilgiyi yanınızda taşımanızı sağlıyor. Kütüphanelerde geçen uzun ve zahmetli araştırmalar yapmak yerine, cebimizde taşıdığımız ekranlı cihaz aradığımız cevapları bir anda gözümüzün önüne getirebiliyor. Bu ne büyük bir imkandır, farkında mıyız? İlk çağ filozofları neden ve sonuç ilişkileri üzerine kafa patlatırken, ellerinde bu tür aygıtlar olsaydı, kim bilir ne ürünler ortaya çıkardı.

Bilgi, onu kullandığımızda büyük bir güç verir. Daha da önemlisi, üzerine yeni bilgiler koyduğumuzda sonraki basamaklara tırmanmak da kolaylaşır. Taşımakta olduğumuz akıllı cihazlar, artık sadece haberleşmeye yaramıyor. Onunla sosyalleşebiliyor, uygarlık tarihimiz boyunca biriktirdiğimiz bilgiye ulaşabiliyor, daha da önemlisi Facebook'da durum güncellemesi yapabiliyoruz. Mesela geçenlerde bir medyatik ünlümüz Twitter mesajında, gazilere rahmet diledi. Bilgi denizinde yaşarken ve gelişen teknolojiden, insanlık tarihindeki teknolojik zıplamalardan bahsederken, aradaki uçurumun da farkında olabilmemiz için çok güzel bir örnek öyle değil mi?

Bilgiye nasıl erişeceğimizi ve onu nasıl kullanabileceğimizi bilmeden, akıllı cihazlara sahip olmak da bir çözüm değil anlaşılan. Yine de, biz istesek de, istemesek de teknolojik gelişim nedeniyle insanlık, adeta bayır aşağı inen çığ gibi. Siz, hiç bir şeyden haberdar olmayan bir birey de olsanız, çığ sizi içinde inanılmaz bir hızla yuvarlanan buz taneciği gibi bir yerden başka bir yere taşıyıveriyor. Bu yüzden siz, sahip olduğunuz akıllı cihazdan daha çok düşünmek ve farkında olmak, kendinizi bilmek zorundasınız. Günümüz insanının laneti de bu olsa gerek. Teknolojinin ürünlerinden daha ileride ol ki, elindeki akıllı cihazı sen kullan, o seni yürüyen bir zombiye çevirmesin.

Gözlerinizin, elimizdeki akıllı cihazın ekranına takılıp kalmadığı, bilgiyi, gelişmek ve daha fazlasını yapabilmek için kullandığımız, daha güzel bir dünyada yaşayabilmek dileğiyle, iyi günler dilerim.

20 Eylül 2013 Cuma

Yeni Medya ve İnsan Kaynakları

Yeni Medya içerisinde, İnsan Kaynakları konusuna eğilen bir kaç site var. İşi İnsan Kaynakları olan sitelerin ise sosyalleşme konusunda beceriksiz ve gönülsüz olduklarını söylemek yanlış olmaz. Bana sorarsanız, sosyal ağ siteleri böyle devam ederlerse, insan kaynakları alanını da Facebook'a kaptıracak gibi görünüyorlar.

Merhaba,

İnsan Kaynakları daha ilk zamanlarından beri sosyal ağları verimlik düşürücü ve işverenin ödediği bedelin karşılığını vermeyen, kendini bilmez personelin boş vakit geçirdiği, İnternet siteleri olarak görmüştü. 

Bunun karşılığında, işyerlerinde istenmeyen ve engellenen yerler listesine, tüm sosyal ağlar kolayca girdiler. Hatta daha ileri giden İnsan Kaynakları yöneticileri, işe alım süreçlerinde, değerlendirme aşamasında personelin Facebook ve benzeri sosyal paylaşım sitelerindeki paylaşımlarına bakıp, kişinin eğilimlerini kendince değerlendirme, profilini çıkartma gibi son derece subjektif uygulamalar bile yaptılar. Hala da aralarında eski kötü alışkanlıklarını sürdürenler olabilir. Tabi, sosyal mecralarda şirket politikaları oluşturulmaya başlayıp, olumlu geri bildirimler alınınca, bazı yaklaşımlar ister istemez rafa kalkmaya başladı. Şirketler, sosyal mecraların hayatın bir parçası ve satın alma kararlarını, şirket imajlarını doğrudan etkileyen yerler olduğunun farkına vardılar. Biraz geç olsa da en azından ortamı doğru değerlendirmek açısından atılan adımların olumlu olduğunu söylemek mümkün.

Sosyal Medya yönetimi ve ölçümü konusunda biraz ciddiyet, şirketlerin itibar yönetimleri ve reklam giderlerinde azalma sağladı. Ölçülebilirlik ve sonuçları kolayca görüp, değerlendirme konusunda ortaya çıkan kolaylıklar da eklendiğinde personele aktarılan bir Sosyal Medya yönetim planı sonrasında, engellenen sosyal paylaşım sitelerine erişim yeniden şirketlerin personeline sağladığı bir imkan olarak geri döndü. 

Zaman zaman, sosyal medya sitelerinde şirketlerinin ürettiği ürünler hakkında paylaşımda bulunan kullanıcıları da görür olduk. Daha da hoş bir durum da şu: Şirket personeli, hesaplarından yolladıkları e-posta mesajlarının altına, Türkçe ve İngilizce olarak yazılmış sıkıcı hukuki metinler eklenirdi. Artık bu metinlerin yerine, küçük ikonlarla şirketin sosyal mecralardaki linkleri ekleniyor.

Özetle, artık pek çok işyerinde sosyal ağlar lanetli ve engelli değil. Artık çoğu şirketin sosyal ağlar ile ilgili personele yönelik bir politikası var ve bu kurallar çevresinde sosyal mecraların kullanımı engellenmediği gibi aksine destekleniyor. Sosyal mecralar için, işe alım sürecinde hafiyelik ve işyerinde engellenen bir durumdan çıkıp, desteklenen bir hale gelmek için geçen süre 5 yıldan fazla değil. Bana kalırsa bu sosyal medya açısından bir rekor.

Sosyal medya politikası, şirketin itibar yönetimini destekleyen bir çalışan katkısını ortaya çıkartıyor. Bunun yanında, şirket hakkında yapılan sosyal medya paylaşımlarına açık bir kanal yaratarak önemli bir bilgi akışını da sağlıyor. Doğru değerlendirme süreçlerinden geçirilmesi durumunda, ürün geliştirme, pazarlama, satış konularında destek sağlaması mümkün. Reklam ve halkla ilişkiler konusunda da düzgün yönetilen sosyal medya politikaları şirkete artı puan kazandırabilir. Bilinirlik düzeylerinde önemli artışlar yaratabilir.

Sosyal medyada şirketlerin kullandıkları kurnaz ve ilgi çekici taktiklere değinmekte de yarar var. Reklam gibi olmayan ama bir şekilde ürüne ya da hizmete dikkat çeken ve başarılı yapılması durumunda düşük bütçelerle güzel tanıtım fırsatı getiren kampanyalar, artık oldukça tanıdık. 

Örneğin "viral" denilen uygulamalar bunlardan. Yeterince ilginç ve izleyenleri derinden etkileyip paylaşmalarına yol açan bir video çekip içerisine de, ürün veya hizmeti gizleyip, yayılması için sosyal mecralarda paylaşmak bir yöntem.

Viral, adından da anlaşılabileceği gibi paylaşımın, kullanıcıdan kullanıcıya aktarılması ile yayılımının aynen virüslerin kurbanlarına bulaşarak, bir anda dev bir salgın haline gelmesi anlamında kullanılıyor. Pek çok örneği var. Gelecekte de olacak. Viral salgınının başlatılması için pekala şirket personelinin sosyal ağlardaki hesaplarındaki paylaşımları güzel bir ortam sağlayabilir.

İnsan Kaynakları konusuna geri dönelim. İnternet'te iş ve eleman arama üzerine uzmanlaşmış pek çok kuruluş sosyal paylaşım sitelerini uzun süre İnsan Kaynakları yöneticilerinin mesafeli yaklaşımıyla, göz ardı ettiler. Bu arada önemli bir fırsatı da göremediler. Sosyal Mecralar, başlı başına iş ve eleman aranan yerler olarak bir potansiyele sahipti. Gözardı edilen ya da görülemeyen bu fırsat başka yatırımcıların İnsan Kaynakları ve sosyal mecraları birleştiren siteler kurmaları ile sonuçlandı. Bu tür sitelerden de bahsetmek istiyorum ancak başka bir zaman.

İyi günler dilerim.

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...