18 Ocak 2009 Pazar

Helinaportal Kaos Makinası - Bölüm 1

Bölüm 1 Kupa Bölüm tuvaletinin kapısı hızla açılırken, kapının duvara çarpan kolu duvardan küçük bir porselen parçası daha koparttı. Profesör Ergir ÇAĞDAŞ, hızlı adımlarla favori klozetinin bulunduğu sonuncu tuvalet bölmesine yöneldi. Üniversitenin öğretim üyelerine ayrılmış def-i hacet dolabı (öğretim üyeleri kendi aralarında öyle söylüyorlardı) o gün de her zamanki gibi naftalin ve sidik karışımı kokuyordu. Profesör belli belirsiz, "adamlar atomu parçacıklarına ayırmak için çalışıyorlar ama halen yere damlatmadan işlerini göremiyorlar" diye söylendi. Gerçi kaçınılmaz olarak, fizik kuralları gibi erkek fizyolojisine ilişkin kurallar kusursuz işliyordu. Göbek çevresi yaşla bağlantılı olarak genişlerken, erkeklik organı da adeta giderek küçülüyor, görünmez oluyor, dolayısıyla hedef tuturmak da güçleşiyordu, prostat da cabası. "Bu kadar yaşlı adamın arasında işim ne?" diye bir kez daha sinirli sinirli kafasını salladı. Tuvalet bölmesinin kapısını kapatıp kapının kilidini çevirdi. Zaman zaman bir anlamda sığınma mekanı olan tuvaletin bölmesinde kendisi ile başbaşa kalmıştı işte. Burası genellikle koşuşturma ile geçen günler içerisinde durup, düşüncelerini, projelerini, hayatını gözden geçirdiği yerdi. En çok da başarısızlıkla biten altı buçuk yıllık evliliğini. Birden kafasındaki özel hayatına ilişkin düşünceler belirsizleşip yerine üzerinde çalışmakta olduğu projenin detayları akmaya başladı. Tüm hesaplar tamam olmasına tamamdı da, quantum mekaniğinin puslu yasaları bir türlü istediği sonucu elde etmesine izin vermiyordu. Birden 2000'li yıllardaki CERN macerası aklına geldi. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) için yıllarca emek vermiş ve zaman zaman bir fizikçiden çok, bir inşaat işçisi gibi çalışmıştı. 10 Eylül 2007 tarihinde asrın deneyi için başlama vuruşu yapıldıktan sonra bilgisayar sisteminin karşısında dona kalışı aklından çıkmıyordu. Sistemdeki açıktan faydalanıp LHC'nin (Compact Muon Selenoid) CMS detektörünün www.cmsmon.cern.ch adresinde tutulan sitesine saldırıp gönderdikleri alaycı mesajlarla sistemdeki açıktan dolayı dalga geçen Yunanlı hacker grubu (kendilerine Yunan Güvenlik Takımı diyorlardı) "burada da mı buldunuz bizi belalı komşularım" dedirtmişti. Gerçi deneyle ilgisi olmayan basit bir web sunucusunu bir süreliğine ele geçirmişlerdi ama gene de tüm dünyanın dikkati deneye odaklanmışken böyle bir olay yüzünden haftalarca meslektaşlarının alaylı mesajlarına cevap yazmak zorunda kalmıştı. Oysa deneyin gerçekleşmesini ve sonuçlarının alınmasını izleyen yıllarda "Kara Madde Enerjisine İlişkin" edinilen bilgilerin ışığında fizikte çok yol almıştı. Helina ile İsviçre'de tanışıp kısa süreli bir birliktelik sonrası evlenmişlerdi. Tipik Finli kadın gerek fizik konusundaki bilgisi, gerek güzelliğiyle bir anda hayatını değiştirmişti. Kadının evlilik sonrası birkaç yıl içerisinde çılgın bir cadıya dönüşmesi dışında hayatlarında yanlış giden hiç bir şey olmamıştı bir bakış açısıyla. Aynı ortamda çalışmak ve ikisinin de insan üstü bir ihtirasla bağlı oldukları meslekleri ve tonlarca ortak konu evliliklerini ayakta tutmaya yetmemişti işte. Gene de Büyük Hadron Çarpıştırıcısından 2009 sonbaharında elde edilen verileri, O olmasa değerlendirip işe yarar hale getirmek bu kadar kolay olmazdı diye düşündü. Birden iki yan taraftaki bölmeden gelen sifon sesiyle tüm düşünceleri dağılıverdi. Yakından gelen ses okkalı bir küfür salladı. Dayanamayıp seslendi: "hayrola Ercan bey ne oldu?" Cevap tereddütlü ve titrekti. Ergir hocam, kusura bakmayın orada olduğunuzu bilmiyordum fermuar elimde kaldı da... Ercan, gelecek vadeden bir elektronik mühendisiydi. Onu birlikte üye oldukları amatör telsiz derneğinde tanımış yanına asistan olarak yetiştirmek üzere almıştı. Gerçi bunda yakın zamanda ordudan aldığı araştırma projesinin de etkisi yok değildi. Şevkatli bir sesle "oğlum git laboratuvar önlüğünü giy, akşama kadar da çıkartma, üzüldüğün şeye bak" dedi. Ercan, "Hocam sağolun, iyi fikir" diye seslenip tuvaletten çıkıp gitti. Çarpan kapının bir parça porselen daha koparttığını temizlikçiler gelene kadar kimse fark etmeyecekti. Tekrar düşüncelere daldı Ergir hoca. Ordudan gelen teklifi tereddüt etmeden kabul etmişti. Kara madde enerjisinin evrenin en gizemli sırrı iken, bir anda atomlar arası bağlanmayı sağlayan ve daha önce bir türlü çözülememiş hali, CERN deneyinden sonra az da olsa anlaşılmıştı. Helina ile üzerinde uzun geceler boyu çalıştıkları tek konu bu değildi, ama birlikte kara madde enerjisinin anlaşılmasında dünyanın önünde gittikleri kesindi. Kara madde enerjisiyle bir arada duran atomları lokalize edip oluşturduğu maddeyi parçalamak ve bu atomları bir enerji transferi ile evrenin başka bir tarafında tekrar birleştimek mümkün görünüyordu. Deneylerde bir miktar başarı da elde edebildiler, mikroskobik büyüklükte bir kaç mikron kalınlıkta kompozit malzemeleri atomlarına ayırabildiler ama transfer konusunda pek bir ilerleme kaydedemediler. En azından madde atomlarına ayrılıp bir yerlere gidiyordu da nereye gittiği belli değildi. Başarısız evliliklerinin ardından Ergir hoca daha fazla duramadı İsviçre'de. Yurda döndü. Ah o kahve kupası yok muydu? Helina'nın en sevdiği kahve kupasını yanlışlıkla kırdığı gün sonun başlangıcı olmuştu. Helina ona "işe yaramaz, düşüncesiz, hımbıl ve tembel Türk'ün tekisin" demişti. O da, "Finli cadı, git kazanından başka bir kupa çıkart, onu kullan" deyivermişti. Son zamanlarda deneylerde kahve kupası kullanmasının asıl nedeni de buydu ama asistanlardan kimse cesaret edip nedenini soramıyordu... Yurda döndükten sonra üniversitedeki bölümüne başvurmuştu. Bir yıllık anlamsız bir kadro bekleyişinin ardından fizik kürsüsünde açılan doçent kadrosu, sıfırı tüketmek üzereyken tam zamanında yeniden hayata döndürmüştü onu. Birkaç yıl sonra dış yayınlarından birinde yayınladığı "Kara Madde Enerjisinin Evrendeki Yeri ve Madde Enerji Dönüşümü" başlıklı makalesi ordunun dikkatini çekmişti. Çoğu fizik ve mühendislik eğitimi almış meraklı ve zeki bakışlı üst rütbeli kurmayların arasında bulmuştu kendini. Dört saat boyunca anlattıklarını büyük bir ilgiyle göz kırpmadan dinlemiş olan gruptan Albay Okan Türkyılmaz, "hocam, maddeyi nereye transfer ettiğiniz bizim çok fazla ilgimizi çekmiyor, aslına bakarsanız bunu siz de tam olarak bilemiyorsunuz, doğru mu?" diye sorduğunda bozulduğunu farkettirmeden "eee teorik olarak haklısınız Okan Albayım, yanlız..." devam edemeden Okan Albay babacan bir tavırla ayağa kalkıp yanına yaklaşmıştı bile. "Dostum farkında değil misin, dünyanın yenilmez ordusunu yapmak için müthiş bir fırsat var elimizde!". "Sen sadece bize yönelen tüfekleri yok et yeter." deyivermişti. Tam kem küm ederken, "bunun için tüm imkanları ve çalışma ortamını sağlarız, sen yeter ki bizim istediğimiz yenilmezlik gücünü ortaya koy" sözü kafasında şimşekleri çaktırmıştı. Yenilmez bir ordu, savaşların bitmesi ve dünya barışının sağlanması için, bilimin katkısı çözüm olabilir miydi? 2020'li yıllar olmasına rağmen bitmek tükenmek bilmeyen enerji savaşları, zincirleme ekonomik krizler, Ortadoğu'nun haritasını hallaç pamuğu gibi atmış, Türkiye de bundan payına düşeni almıştı. Özellikle Türkiye üzerindeyken düşürülen ABD başkanının uçağı ve ölen başkandan sonra iktidarı yeniden ele geçiren Cumhuriyetçiler, enerji için daha önceki yıllarda yaptıkları gibi milyonlarca insanı özgürlüklerine kavuşturmuşlardı. Oysa sınırsız enerji her an bizimleydi. Bunu kullanmanın yolunu bir bulabilseler, bilim insanları dünyaya barışı getirebilirlerdi. Zaman zaman, "teorimdeki eksikleri kapatıp deneyle bunu bir kanıtlasam" diye düşündüğü anlardan biri gelmişti gene. Umarım Einstein'ın beyninin akıbetine benimki de uğramaz diye kibirli kibirli düşündü tuvalet kağıdını kovaya atarken. Öldükten sonra, beyninin kavonozda saklanmasının insanlığa bir faydasının olmayacağını geçirdi aklından. Ellerini yıkadı ve tuvaleti terk etti. Bu defa kapının kolu duvara çarpmamıştı. *** Odasında çalışırken içeri dalan genç asistanı Hacer'in sesi ile kafasını kaldırdı. Kadın, güzel, alımlı ve giyiminde de bunu tamamlayan hali ile her seferinde aklını çelmekteydi ama geçmiş deneyimleri onu ister istemez engelliyordu. Gene de daha önceleri olduğu gibi bir an ortaya çıkıvermişti işte, Ergir hocanın yaşlı gözleri Hacer'in omzundan görünen ince askıda kala kalmıştı. Bir anda aklından geçmekte olan düşünceler Hacer'in heyecanlı sesi ile dağılıverdi. "Afedersin dikkatim dağıldı ne diyordun?" diye soru dolu gözlerle heyecanlı heyecanlı konuşan genç kıza dikkatini verdi Ergir Hoca. Kız tekrarladı: "Hocam sanırım yeni bir kupa almanız gerecek, Ercan sizinkini paraladı"... Donmuş bir zaman diliminde geçen koşuşturmanın ardından laboratuvarda deney setinin ucunda kulpu ve tabanı kusursuzca kesilmiş gibi duran düz beyaz porselen kupa çevresinde toplanan ekip üyeleri yana çekilerek Ergir hocaya yer açtılar. Ergir hoca heyecanla sordu: Ercan nasıl becerdin? "Hocam, her zamanki yöntemi uyguluyordum yanlız bu defa tüm asistanlar deneyi izliyorlardı. Sanırım "gözlemci etkisi" sonucu quantum mekaniği yasalarının esneyeceği tuttu" dedi. Kupadan geriye kalanlara bakarken: Saçmalama kerata, ne yaptıysan tekrar yapmalısın ve bu defa neler, nasıl olduysa nedenini bulmalıyız" dedi Ergir hoca, Sonra arkasına dönüp yan odadaki deney kayıtlarını tutan bilgisayarların başına yöneldi. Diğer taraftan da hala olay bölgesinde olanları anlamaya çalışan asistanına seslendi "Ercan, bana bir kupa borçlusun!" Devam edecek... Not: Bu hikayedeki olaylar ve insanlar hayal ürünüdür. Gerçek hayattaki olası olaylar ve kişi isimleri ile benzerlikler tamamen rastlantısaldır. (Hep bunu yazmak istemiştim.)

11 Ocak 2009 Pazar

Ait olmak ve Aidat

Dün akşam üyesi bulunduğum sivil toplum kuruluşlarından en değer verdiklerimden biri olan Antrak'ın (Ankara Telsiz ve Radyo Amatörleri Derneği) genel kurulundaydım. 25 yıllık derneğimizin en zorlu ve birbirimizi anlamanın ve derdini anlatmanın en güç olduğu genel kurullardan birini yaşadık. Genel Kurulda yaşadıklarımızı anlatmanın yeri burası olmadığı için aklıma takılan bir konu üzerinde görüşlerimi yazmayı tercih ederek aidat aidiyet üzerinde durmak istiyorum. Genel kurulda aidat belirlemesine geldiğimizde aidat'ın aidiyet hissedebilmek anlamında bir anlamı olduğu için miktarının yeterli olması üzerinde duruldu. Bu beni düşünmeye ve ne olduğunu anlamak için araştırma yapmaya itti. Gerçekten Aidat nedir? Kelime kökeni itibariyle aidat ve aidiyet aynı arapça sözcükten geliyor. Peki bir dernek ile olan parasal ilişki, o derneğin bir üyesi gibi hissetmek için yeterli midir? Kimse kusura bakmasın ama ben bu düşünceyi aşırı materyalist buluyorum. Bir dernek ve onun üyeleri için hissedilen bağlılık ve adanmışlık gelip sonunda düzenli olarak ödenmesi gereken bir aidatla ilişkilendirilebilinir mi? Hele ki boş zamanlarımızı değerlendirmek için devam ederek başladığımız ancak yıllar boyu süren bir üyelik ilişkisi belli ki artık maddi bir boyutun ötesine geçmiştir. O halde aidiyet ile aidat arasındaki ilişkinin o kadar da önemi kalmamıştır. Aidiyet öyle birşeydir ki, bazı üyeler sizin arkanızdan küfür dahi etseler buna tolerans gösterebilirsiniz. Ancak toleransda da bir sınır olduğu unutulmamalıdır. Bunun üzerine hemen Mevlana'dan bir hikayeyi alıntı yapayım cuk oturur... Öğrencilerinden biri Mevlana'ya sormuş; "Efendim, bu 4 kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?" "Bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var ve hepsi rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım." Öğrenci gitmiş, birincinin ensesine bir tokat patlatmış. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlana'nın öğrencisini yere yıkmış. Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var. Yaradana güvenip ikinciye de bir tokat vurmuş. O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş. Öğrenci devam etmiş, üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş. Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş. Öğrenci Mevlana'ya dönmüş, olanları anlatmış. Mevlana; "İşte sana istediğin örnekler.... - Birinci, şeriat kapısını geçememiş biri idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti. - İkinci, tarikat kapısındadır. Tokadı yiyince o da kalktı, tam tokadı iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi. "Sana kötülük yapana bile iyilik yap". Onun için döndü, oturdu. - Üçüncü, marifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün tek Yaradandan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye merakından şöyle bir dönüp baktı. - Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bilir. Onun için dönüp bakmadı bile... İşte hikaye böyle... Uzun lafın kısası anlayanlar anlamayanların da anlayacak hale gelmesinden sorumlu olduklarından, ben de sarf edilen kötü lafların bir eğitim eksikliği sonucu olduğu ve bu eğitimi verememiş olanlardan biri olarak da kendimi gördüğüm için üzgünüm. Yol çok uzun da sonuna varmaya ömür yeter mi bilmem... Akıl ve vücut sağlığınızın sizi terk etmemesi dileğiyle.

7 Ocak 2009 Çarşamba

My Name is John - Smile Adsl

Şu sıralar bir yandan beğenerek, kısmen de sinir olarak izlediğim Smile Adsl reklamından bahsetmek istiyorum.
Reklamda, elinde bıçak ve faraşla döner kesmekte olan tipik bir anadolu erkeğine yaklaşıyoruz.
Gülerek, başlıyor İngilizce konuşmaya.
-Merhaba, benim adım John
-20 yaşındayım ve New York'da yaşıyorum.
-Partiye gitmeyi seviyorum...
-Hayvanları seviyorum...
-Seni seviyorum...
Ardından "Ayda sadece 14.99 YTL'ye istediğin kişi ol" anonsu ve yazısı geliyor. Ancak hemen belirteyim sloganın altında mavi renkte İngilizce "Be Yourself" Kendiniz Olun da yazılmış.
Mesaj üstüne mesaj. Sağ gösterip, sol vurmak bu olsa gerek.
Başbakan gibi, siz de YouTube'a erişebiliyorsanız, buyrun aşağıda seyreyleyin.
Perde arkasına geçince kolayca kişilik bölünmesi yaşayan toplumumuza açık ve davetkar bir mesaj damardan verilmiş oluyor böylece. Reklam bence son derece vurucu ve doğru adreslenmiş. Ama ulaşılacak sonuç bu haliyle pek de parlak değil.
Özetle, kişilik bölünmesini özgürce burada yaşayın deniyor. Yakın tarihimize bakacak olursak bu tür kişilik bölünmelerini önce 80'li yılların başında çoğalan ama arayanın numarasını karşıya gösteremeyen ev telefonlarında meşhur işletmeler ile yaşadık. Ardından halkbandı (CB) telsizler geldi ki kendimize atadığımız kodların çoğu bu türden kişilik bölünmelerine iyi örnek olmanın yanında bu konuda master tezi yazılabilecek çeşitlilikteydi.
Modanın değişmesi ve yeni gelen teknolojiler ile internet gerçekten de kim olmak istiyorsanız olabilmenizi sağladı. Ancak bunun pratik bir yararı olmadığı gibi karşıdaki insanlara da saygısızlık içerdiği açık bir gerçek. Çünkü sağlıklı bir ilişkide karşınızdaki insanları kim olmadığınız değil , kim olduğunuz ilgilendiriyor!
Pek yeni bir çelişki olmadığını Mevlana yüzyıllar öncesinden bildiriyor.
Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
İşte böyle, reklamın olmamış kısmı bu gibi duruyor. Ama durun acele etmeyin!
"Mevlananın torunlarına yakışmıyor döner kesip "adım John partiyi ve hayvanları severim, seni de" demek. Hele ki İnternet Mahir gibi bir efsane önümüzde dururken. Adam, kendisi olarak açık gönüllülükle çıktı ortaya, tüm dünya da onu bağrına basmadı mı?" diye düşünürken:
Reklamda aslında İnternet Mahir'e yapılan gönderme ve ardından mavi ile yazılmış o "kendiniz olun" yazısı da (Delfi tapınağının girişinde "kendini bil" (gnothi seauton) yazar) sanki açık ama gizli bir mesaj gibi öyle reklamın sonunda asılı kalıveriyor... Ezoterik mesaj diye buna derim işte :)
Kısacası iyi iş çıkartılmış, güzel bir reklam olmuş. Anlayanı da anlamayanı da tam onikiden vurmuş bir reklam. Yapanlara tebrikler.
Sevgi yolunuzu aydınlatsın. Şizofreni uzağınızda olsun...

26 Aralık 2008 Cuma

Kaos Kuramı ve Global Kriz

Kaos Kuramı ile ilgili en bilinen örnek kuskusuz "Kelebek Etkisi"dir. Hani Çin'de bir kelebek kanatlarını çırpar da Amerika'da kasırga kopar ya. Öylesi bir teori işte. Son zamanlarda yaşamakta olduğumuz 2007 Morgıç krizinde de, bir şekilde kuram kendini kanıtladı sanıyorum. Bu defa kelebek değil ama bir takım finans virtiyözü oldukları iddia edilen KELebek türdaşlarımız (primatlar ailesinden homo sapiens'ler) 10 paralık mülkü, 20 paraya morgıçlayıp bunu da finans piyasalarında "çoook yakında bu mülklerin değeri 30 para olacak, bizi fonlayıp zengin olun!" diye güzel güzel pazarlarken saadet zinciri mülkler için kimsenin 10 para bile vermemesi nedeniyle kopunca, kriz patladı. Finans kurumlarının, açığa pazarladıkları ve gerçekte mevcut olmamakla birlikte varlığını sadece morgıçla ev alıp 10 paralık evin bedelini 30 para olarak geri ödeyecek saftiriklerin (yandaki resimde altta kalmış olarak görülen şahıs gibiler) konuya uyanmaması üzerine kurulu bulunan stratejileri çöküverdi. Toplam borç miktarları sermayelerinin kat kat üzerinde olduğundan birer birer tüm finans kurumları çuvalladıklarını ve iflas ettiklerini açıkladılar. ABD para basıp bu kurumları kurtarmaya çalıştıysa da işe yaramadı. Çünkü bir kere kriz başlamıştı. Peki neden bu kriz bu kadar etkili oldu da ülkemizde bile 100 binlerce kişi işsiz kaldı? Post endüstriyel ülkeler refah ve serveti acılı bir süreç sonunda çok çalışarak ve kısmen başka ülkelerin kaynaklarını sömürerek uzun zamanda elde etmişlerdi. Zaman içinde en pahalı şey emek haline geldiğinden ve devlet de kaynaklarını büyük ölçüde sağlık, emeklilik, işsizlik ödemeleri olarak harcadığından üretimi gelişmemiş ülkelere kaydırarak refahı bir süre daha sürdürmek mümkün oldu. Ama sanırım sonunda zurnanın zırt dediği yere gelindi. "Mal üretmeyeyim, teknolojiyi üretip mallarını fakir ülkelere ürettireyim" mantığı iyi güzeldi de Amerikan işçileri bu dönüşüme ancak bu kadar dayanabildiler demek ki. Doğaldır ki araba üreten bir adama teknoloji ürettirmek pek mümkün olmayacağından arabaları bile uzak doğuda ürettirip getirmek de daha ucuza geldiğinden diğer sanayiler gibi araba sanayii de kapılarına kilit vurma planları yapmaya başladı. Batılı ülkeler bu kötü sonun uzun süredir farkındaydılar aslında. Avrupa yıllardır boşuna bilgi toplumu yaratmaya çalışmıyor! Amerika neden daha fazla doğal kaynağa hükmedebilmek için deplasmanda çocuklarını kırdırıyor sizce? Oyunu bozan, önemli faktörlerden biri Çin ve Hindistan gibi neredeyse sınırsız ve ucuz tanımının da altında kalan maliyetler ile çalışan işgücünün ezici varlığı oldu. Üstelik gelişmiş ülkelerin elindeki teknoloji kartı da kısa sürede Çin gibi ülkelerin eline geçiverince batılı üreticilerin elinde geriye bir tek markalar ve şık tasarımlar kaldı. Sizce, 10 yıllı sayılarla ifade edilebilecek sürede teknoloji kartını batının elinden alan bu geri kalmış ülkeler ne kadar sürede markaları ve şık tasarımları ele geçirir? Geriye kaldı lokomotif sektörler! Yok inşaat sektöründen bahsetmiyorum. Bahsettiğim silah ve savunma sanayii. Bitmeyen savaşların ve dinmeyen kanların bir anda bitmesi bu ana sektörü ne hale getirir dersiniz? Ya gelişmiş ülkelerde bu üretimlerden para kazanan milyonlarca işçi ve işletmenin hali nice olur. Asıl böyle bir durumda siz global krizin en derinini görürsünüz. Bu açıdan düşünülünce dünyada bu kadar kanın boşuna akmadığı, hatta 9/11 sırasında tüm dünyanın gözleri önünde yitirilen 3000'den fazla insanın bu uğurda canlarını feda ettikleri gerçeği ortaya çıkmıyor mu? 2009'da kriz derinleşecek diyorlar ya bu görüşe katılmamak mümkün eğil. Tabi ki derinleşecek çünkü bu dediğiniz kehanet kendini gerçekleştirmek zorunda. Hele ülkemiz pek bir sever krizleri. Psikolojik çöküşleri. Aslında son 30-40 yılımızın ekonomik yapısına bakarsanız değişen fazla bir şey yok. Krize girecek pek birşey de yok. Üretim deseniz bizde teknoloji deseniz bizde. Finansal yapımız da eski deneyimlerimiz nedeniyle sağlam. Panikleyip sistemden çıkan sıcak para nedeniyle biraz güç duruma düşmüş olsa da krizden fazla etkilenmemizin nedeni bence 30 yıl çift haneli enflasyonla yaşamamızla aynı: Psikolojik. Aksi halde yıllık hedeflerini gerçekleştirmiş pek çok firma panikleyip işçi kıyımına gitmezdi, öyle değil mi? Ülkemizde yakındaki seçimler krizin derinleşmesini Mart ayına kadar engelleyecektir. Bu arada herkesin gündeminde seçimler ve siyaset olacağından 3 ay daha rahat geçer. Bu arada bir mucize olur ve global kriz durulursa yaşadık. Size söyleyeyim olan 50'li ve 60'lı yıllarda doğmuş olup kriz bahanesiyle işini kaybeden insanlarımıza olacak. Özetle, şu kelebeği bir yakalarsan kanatlarını fena yolacağım da Türkiye'de kanatları yolunan bir kelebeğin dünyanın öteki ucunda ortaya çıkartacağı etkiden korkuyorum. Sağlıkla kalın.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Zamanı Durdurmak

Bilim kurgu dizilerinin ve filmlerinin pek bir moda haline getirdiği zamanı durdurmak mümkün mü? Şüphesiz zamanı istediğimizde durdurabilsek ve durmuş zamanın içerisinde istediğimiz gibi hareket edebilsek, nesnelerin yerini değiştirebilsek, insanların duruşlarını değiştirebilsek pek keyifli olabilirdi. Heroes'un zamana hükmeden karakteri Hero Nakamura bunu yüzünü ıkınır gibi buruşturarak yapabiliyor. Keşke hepimiz için o kadar kolay olsaydı. Click filminde ise Adam Sandler elindeki kumandanın durdurma tuşuna basıp zamanı dondurup çevresindeki insanların ellerini ayaklarını sağa sola çekiştiriyordu. Peşinen söyleyeyim eğer eskaza böyle bir zaman durdurma olayını becerebilirseniz çevrenizdekilerin orasını burasını kurcalamayın! Hatta dokunmayın bile. Zamanın durması pek mümkün olmasa da sizin göreli olarak ışık hızına yaklaşacak bir hızda hareket edebilme yeteneğine sahip olmanız, çevrenizdeki zamanın sizinkine göre daha yavaş akması etkisini yaratabilir. Tabi bu durumda zaman gerçekten size göreli olarak durmuş gibi bir hal almışken nasıl çevrenizdeki havayı soluyabileceğiniz ayrı bir problem. Bu hızda hareket edebilmek için gereken enerjinin büyüklüğünü bir an için göz ardı edelim. Hala kuantum fiziğine tam olarak hakim olamadığımız için bir şekilde bunun mümkün olduğunu varsaysak, ışık hızına yakın bir hızda birine küçük bir fiske atsak bile bu etkinin karşı tarafta ve hatta sizde ne tür bir tepki oluşturabileceğinin deneysel olarak tespit edilmesi tehlikeli olabilir. Olayın masalsı yanı ise çekiciliği yüzünden daha pek çok bilim kurgu esere ilham kaynağı olmaya devam edecek gibi görünüyor. Peki zamanı durdurmak mümkün mü? Belki, hatta zaman kendiliğinden durup, yeniden devam ediyor da olabilir ama zaten biz bunun farkına varamadıktan sonra, bunun ne faydası var ki? Bir ara, ben de bir bilim kurgu denemesi yaparsam bu fikirleri de kullanabilirim sanırım. Sağlıcakla kalın! Bu zaman akışı içinde kalın :)

5 Aralık 2008 Cuma

YouTube Sanal Senfoni Orkestrası

YouTube heyacan verici bir projeyi başlattı. Sanal senfoni orkestrasına her yaştan amatör, profesyonel tüm enstruman çalanlar katılabiliyorlar. Katılımcılara Çinli besteci Tan Dun'un her konuda yardımcı oluyor. Size ait olan kısmı çalıp görüntünüzü gönderiyorsunuz. Müziği öğrenmeniz ve Tan Dun'dan yardım alabilmeniz için çeşitli araçlar http://www.youtube.com/symphony adresinde sizi bekliyor.
En iyi haber de, eğer seçilebilirsiniz New York'da Carnegie Hall'da çalabilecek olmanız. Çalışın, bölümünüzü kaydedin ve yollayın. Finalistler YouTube kullanıcılarının da katılımı ile seçilecekler. Nisan 2009'da ise New York'da Michael Tilson Thomas yönetiminde Carnegie Hall katılımcılardan başarılı olanları orkestra üyesi olarak ağırlayacak. Son görüntü yollama zamanı 28 Ocak 2009. İnternet'in insanları yakınlaştırması açısından ilginç bir gelişme ve sanat adına güzel bir projeye imza atılmış. Yeteneğiniz varsa işte size fırsat...

4 Aralık 2008 Perşembe

Google Sosyalleşmeye Devam Ediyor

Nasıl olup da gerçekleştiği ve her bir yeri kapladığı tam olarak anlaşılamasa da Facebook ile İnternet dünyasını ve dolayısıyla yurdumuzu kaplayan sosyalleşme modasına Google'ın da katılmaya çalıştığını daha önce dile getirmiştim. Her ne kadar sosyalleşme işi artık çığırından çıkıp insanların özel hayatlarının ortaya dökülmesi haline gelmişse de peydahlanan kazanç pastası halen sinekleri üzerine çekmeye devam ediyor. Kuşkusuz en tepe örneklerden birisi, iş başvurusu yapan kişileri sosyal ağlarda araştırıp uygunsuz bir takım fotoğraflarından yola çıkarak bu kişilerin iş umutlarını söndürmek. Bu tür araştırmalar yapacak kadar moral değerlerini yitirmiş İK sorumlularının psikolojik yardıma ihtiyaçları olduğunu düşündüğümü de burada not olarak düşmek istiyorum. Peki konumuza dönersek, Google bu aralar sosyalleşme adına bir iki küçük adım daha attı. Geçen ay bu küçük adımlardan birini yazmıştım. Google profillerde Facebook hissi veren birtakım eklemelerde bulunmuştu. Bu defa da Yahoo'nun Blog Servisi olan 360'da yıllardır kullanılan aynı zamanda da Facebook'da da yer alan arkadaşlarımın listesine benzeyen bir resimli kutucuğu kullanıcıların hizmetine sundu. Google Friend Connect (arkadaşlarıma bağlantı) olarak isimlendiren bu yeni servis programlama bilgisi gerekmeden herhangi bir sitenize arkadaşlarınızın listesini ekleyebilmenize imkan tanıyor. Üstelik arkadaşlarınız hangi servisi (Google, Yahoo, AIM veya OpenID vs.) kullanıyor olurlarsa olsunlar mevcut kullanıcı profillerine erişimi bu servis üzerinden yapmak mümkün oluyor. Böylece sayfanızı ziyaret edenler sizin kim olduğunuza arkadaşlarınıza bakarak karar verme şansını da elde etmiş oluyorlar. Anlayacağınız "kimi ne yapıp da istihdam etmesem" diye uğraşan İnsan Kaynakları uzmanlarına yeni bir kaynak daha yaratılmış oldu böylece :). Bu yeni uygulamayı kullanarak sitenizde yer alan kullanıcılar birbirleri ile yazışabilecekler. Örneğin kullanıcılardan biri sizin topluluğunuzdakilere bir konuda görüş sorup düşüncelerini öğrenebilecek. Arkadaşlarınız birbiri ile arkadaş olabilecekler. hatta sitenize kendi arkadaşlarını da davet edebilecekler. Yakında bu kutucuk sayesinde diğer benzeri sosyalleşme araçlarını da kolayca eklenebilecekler. Şakası bir yana ben de bu servisi bloguma ekledim (Okumakta olduğunuz bu günlüğün sağ tarafındaki sütuna da ekledim) henüz İngilizce olması nedeniyle ilk anda Türk kullanıcısını biraz zorlayabilecek olmakla birlikte bu yeni servisin kısa sürede yerelleştirilebileceğini düşünüyorum. Rekabetin zorlu olduğu bir alanda yani sosyalleşmede biraz geç de olsa Google emin adımlarla ilerliyor gibi görünüyor. Bakalım kullanıcılardan beklediği ilgiyi bulabilecek mi? Sağlıklı ve genç kalın...

3 Aralık 2008 Çarşamba

Merve'yi Tavlayabilir misiniz?

Bu adreste yer alan Merve isimli ve yapay zekalı sohbet robotunu bir deneyin. Ne kadar akıllı cevaplar verdiğine inanamayacaksınız! Botego yazılımını Türk Telekom da kendi servislerinde bir süre sonra gerçek insan yerine kullanarak müşterilerine online yardım hizmeti vermeyi planlıyor. Hadi onun da linkini vereyim. Ancak Bilge henüz öğrenme sürecinde ve öğrendiklerini de TT destek masasından aldığından pek bir tutuk :) Ancak umut verici görünüyor...

29 Kasım 2008 Cumartesi

Hangi Forum Yazılımı?

Forum belli grupların birbirleri ile görüş alışverişi yapabilimelerini sağlayan bir ortam. Popüler forumların etkisiyle ortalıkta pıtrak gibi türeyen ve pek de kullanılmayan forumların olduğuna siz de şahit olmuşsunuzdur. Bu durumda işe yarayan ve kullanılan bir forum yapmak amaç olmalı diye düşünüyorum. Peki neden bir forum kurasınız? Elbette ki belli miktarda insanı bir araya toplayabilecek bir ortak nokta bulabildinizse, bir forum kurabilirsiniz. Antrak Gazetesi okurlarının birbirleri ile ve Gazete yazarları ile etkileşime geçmeleri ise iyi bir fikirdir. Antrak Forumu ilk olarak bir Yahoo grubu olarak ortaya çıktı (grup halen aktiftir!). Daha sonra Amerikada bulunan bir Antrak üyesi olan Erhan, ilk Antrak forumunu kurdu. Bu forum yazılımı daha sonra ücretli hale geldiğinden bir türlü güncellenemedi ve o hali ile ağır aksak çalıştı. Bu linkten 2007 yılındaki haline bakabilirsiniz. Kapanmadan önce kayıtlı yaklaşık 8000 kullanıcısı bulunuyordu. Antrak.org alan adını Serdar transfer edip, iyi bir yer sağlayıcıdan hizmet almaya başlayınca, "ne tür bir forum yazılımı kurabiliriz" diye araştırmalara başladık. Kısa sürede kurup denediğimiz PhPBB yazılımına bir türlü ısınamadık. İmdada işyerimde bu konularda deneyimi olan arkadaşım Bahri'nin önerisi yetişti. Simple Machines Forum'u böylece kurduk. İlk intibalarımız oldukça iyi oldu. Açık Kaynak Kodlu yazılım hem istediğimiz özelliklere sahip, hem de kolayca güncellenebiliyor. En güzel yanı da temalar sayesinde şekilden şekle, renkten renge kolayca girebilmesi. Üstelik pek çok modifikasyon dosyası ve eklentisi de mevcut. Bir başka alternatif olan vBulletin'i de düşünmedik değil ama ücretli olması nedeniyle daha önceki kötü deneyimimiz bizi durdurdu. Kısaca SMF yazılımını tercih edişimizin hikayesi böyle. Son halini görmek isterseniz http://www.antrak.org/forum adresine göz atabilirsiniz. Sağlıklı ve mutlu günler dileklerimle.

14 Kasım 2008 Cuma

Çakma iPhone tanıtımını izlemek isterseniz

Televidyon'da DanDun izlerken rastladım sizlerle de paylaşayım dedim. Hem Çakma iPhone'u tanıyın hem gerçeğini. Üstüne üstlük devamında 3G gerçek iPhone da tanıtılıyor. Sağlıklı günler dilerim.

10 Kasım 2008 Pazartesi

Whois bilgileri ve fazlası

Bu aralar bir alan adının detaylı bilgilerini sorgulamak için Sitebul'u kullanıyorum. Son derece hızlı çalışan sitenin sorgulama boşluğuna istediğiniz alan adını yazın anında sonucu geliyor. Alan adı ile ilgili sahip, adres, ülke, telefon bilgilerine bu yolla ulaşabiliyorsunuz. Aynı zamanda, "Dmoz'da, Teknorati'de, Alexa'da yer alıyor mu? Google'daki sıralaması ne?" gibi sorulara da cevap alıyorsunuz. Alan adının farklı uzantılarını da sorgulama sonuçlarının alındığı sayfadan zahmetsizce deneyebiliyorsunuz. Sorguladığınız alan adının arama motorlarında yer alıp almadığı. Aynı zamanda arama motorlarınca bulunan, siteye başka web sayfalarında verilen linklerin de sonuçların arasında bulunması işinizi kolaylaştıracaktır. Alan adına sahip sitenin kaç zamandır internette yayında olduğuna ilişkin bilgi bile emrinize amade. Çok kullanılan linklerinize eklemenizde fayda var. Sağlıklı günler dileklerimle.

ATATÜRK'TEN SON MEKTUP

Siz beni halâ anlamadınız Ve anlamayacaksınız çağlarca da… Hep tutturmuş "Yıl 1919, Mayıs'ın 19'u diyorsunuz Ve eskimiş sözlerle beni övüyor, övüyorsunuz. Mustafa Kemal'i anlamak bu değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Bırakın o altın yaprağı artık, Bırakın rahat etsin anılarda şehitler. Siz bana, neler yaptınız ondan haber verin. Hakkından gelebildiniz mi yokluğun, sefaletin? Mustafa Kemal'i anlamak yerinde saymak değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Bana, muştular getirin bir daha, Uygar uluslara eşit yeni buluşlardan… Kuru söz değil, iş istiyorum sizden anladınız mı? Uzaya Türk adını Atatürk kapsülüyle yazdınız mı? Mustafa Kemal'i anlamak avunmak değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Halâ, o, acıklı ağıtlar dudaklarınızda, Halâ oturmuş, 10 Kasımlarda bana ağlıyorsunuz. Uyanın artık diyorum, uyanın, uyanın! Uluslar, fethine çıkıyor, uzak dünyaların… Mustafa Kemal'i anlamak göz boyamak değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Beni seviyorsanız eğer ve anlıyorsanız; Laboratuarlarda sabahlayın, kahvelerde değil. Bilim ağartsın saçlarınızı… Kitaplar… Ancak, böyle aydınlanır o sonsuz karanlıklar… Mustafa Kemal'i anlamak ağlamak değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Demokrasiyi getirmiştim size, özgürlüğü… Görüyorum ki, halâ aynı yerdesiniz, hiç ilerlememiş, Birbirinize düşmüşsünüz, halka eğilmek dururken. Hani köylerde ışık, hani bolluk, hani kaygısız gülen? Mustafa Kemal'i anlamak itişmek değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil. Arayı kapatmanızı istiyorum uygar uluslarla Bilime, sanata varılmaz rezil dalkavuklarla. Bu vatan, bu canım vatan, sizden çalışmak ister, Paydos övünmeye, paydos avunmaya, yeter, yeter! Mustafa Kemal'i anlamak aldatmak değil, Mustafa Kemal ülküsü, sadece söz değil.
Halim Yağcıoğlu

Gitmesek te, görmesek te....

Yurdumuz Anadolu'nun evsahipliği yaptığı uygarlıklara pek de fazla ilgi gösterdiğimiz söylenemez. İlgi göstersek de göstermesek te aslında o tarih bizim tarihimiz. Anadolu'da yaşayan tüm uygarlıklar bizim atalarımız. Gitsek ve de görsek daha iyi olur, yabancılar bu konuda bir arşiv oluşturmuşlar bile. Biz gitmesek te uzaklardan gelen meraklıların oluşturdukları fotoğraf arşivleri gezilmeye değer. Aşağıdaki linklere tıklayarak gezinebilirsiniz.

Abana, Adana, Afyon, Ahlat, Akdamar, Aksaray, Alacahöyük, Alanya ve Side, Amasra, Amasya, Anamur, Ani, Ankara, Anıt Kabir , Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi, Antakya, Antakya müze, Antalya, Termessos, Perge, Artvin, Assos, Ayvalık, Ballıca Mağarası, Balıkesir, Bergama, Birecik, Bitlis, Bodrum, Boğazkale, Boyabat, Bursa, Çanakkale, Çayeli, Cappadocia - içinde özel galeriler kiliseler ve şehirler var, Çorum, Dalyan, Didyma, Divriği, Diyarbakır, Doğubeyazıt, Edirne, Efes, Erzincan, Eğirdir, Erzurum, Eskişehir, Fethiye, Gaziantep, Göreme, Harran, Hasankeyf, Ihlara, İnebolu, Isparta, İstanbul 1 , İstanbul 2, İstanbul 3, İstanbul Levent, İstanbul Yedinci Tepe, Istanbul Pera, İstanbul dolaşı, İstanbul Üsküdar, İstanbul Boğazı, İstanbul Aya Sofia, İstanbul Kariye Müzesi, İstanbul Top Kapı Sarayı, İstanbul Arkeoloji Müzesi, İstanbul Çinili Kösk Müzesi, İstanbul Asker ve Deniz Müzesi, İstanbul Dolmabahçe Sarayı, Türk ve İslam Eserleri Müzesi, İzmir, İzmit, İznik, Kahramanmaraş, Karaman, Kars, Ani ve Hopa ile, Kaş ve Patara, Kasaba, Kastamonu, Kayseri, Knidos, Konya, Kütahya, Malatya, Mardin, Mersin, Midyat, Milas, Miletus ve Priene, Muğla, Muş, Mustafapasha, Niğde, Niksar, Ordu, Ortahisar, Pamukkale, Hierapolis ve Aphrodisias, Samsun, Şanlıurfa, Sardis / Sart, Selçuk, Siirt, Silifke, Sinop, Sivas, Tarsus, Taşköprü ve Kale Kapı, Tekkiraz ve Akkuş, Tercan, Tire, Tokat, Trabzon, Turhal ve Zile, Uçhisar, Ünye, Urfa, Ürgüp, Üsküdar, Van , Yalvaç and Antioch Pisidian, Yazılıkaya, Zile ve Turhal

4 Kasım 2008 Salı

Google Sosyalleşiyor mu?

Google hep temiz ve de kolay anlaşılır görünse de alt tarafta birşeyler olup duruyor. Mesela http://www.google.com/s2/profiles/me adresinden ulaşılan profillerde bir süre sonra FaceBook benzeri bir sosyalleşme ağı ortaya çıkıverirse şaşırmayın. Hatırlarsanız uzun süre Yahoo'nun ardından dikkatli dikkatli gelen Google bir hamle ile öne geçip bu günkü konumuna ulaşmıştı. Profil sayfasında bir fotoğrafınız web sayfanızın, picasa web albümlerinizin linkleri yer alıyor. Ayrıca istediğiniz değişikliği ve kısıtlamayı da yapabiliyorsunuz. Eğer çevreniz tarafından aranınca bulunmak istiyorsanız Google bunu da sizin için hallediyor. Bana bir adım daha atsalar dev bir sosyalleşme ağını parmaklarını bile kıpırdatmadan kuruvereceklermiş gibi geldi. Ne dersiniz? Anlaşılan Google'a tüm interneti bünyesinde tutmak yetmiyor, yakında sosyalleşip her türlü bilgiye daha da kolay ulaşacak. Sağlıklı ve dinç kalın.

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...