4 Aralık 2013 Çarşamba

Tapınakta Bir Gece Rüyası


90'larındaki adam, dağın düzlüğünün kıyısına kadar sağlam adımlarla geldi. Sağ elinde taşıdığı yaklaşık 1,5 metrelik  kalınca sopayı yere dayayıp, iki eliyle tepesini tutup üzerine hafifçe yüklendi. Bu tahta parçası, bir sopaya ihtiyacı olduğundan değil ama kendinden öncekilerden kalma bir gelenek olduğu için yanındaydı.

Gecenin karanlığında uzaklara doğru baktı. Mabetteki alçak gönüllü odasından buraya kadar yaptığı kısa yürüyüş aslında zaman zaman geçmişe yaptığı yolculuklardan biriydi. Uzaklara bakarken, gerçekte gözlerinin önünden geçen hayaller, iç dünyasında geçmişte kalanlara bir tür kavuşma töreni gibiydi.

Anne ve babası onu neredeyse ömürlerinin ortasında dünyaya getirmişlerdi. Babası, 50'lerinde annesi ise 42 yaşındaydı dünyaya geldiğinde. Her ikisi de 100 yaşını devirmeden bu dünyadan göçmemişlerdi. Yani o buralara geldikten yıllar sonra bu dünyadan gitmişlerdi.

90 yılı devirmiş olsa da hala dinçti. 1,80 civarındaki boyu biraz kısalmış olsa da hala dimdik durup güçlü adımlar atabiliyordu. Kafası ise belki de buraya geldiği 40'lı yaşlarından çok daha berrak ve hızlı çalışıyordu. Aile mirası genleri, dingin hayat, kendinle barışıklık ve kendini ve başkalarını affetmeyi öğrenmesi sayesinde sadece 90'lı yaşlarına sağlıklı ulaşmamış, aynı zamanda tapınaktaki en yaşlı ve bilge kişi de oluvermişti.

Güya modern dünyadan gelip, dünyanın bir ucundaki tapınakda geçen yıllardan sonra, huzuru kendi içinde bulmuş olmak garip gelse de, buna alışalı yıllar olmuştu. Bazen, geride bıraktığı yaşamında pekala aynı huzuru ve içsel barışı bulmaması için bir neden olmadığını düşünse de nasıl gerçekleştiğinden çok, bu duruma gelmek önemli olduğundan üzerinde fazla düşünmezdi.

Eski yaşantısında bir gün barda sohbet ettikleri dostu, modern dünyanın çekişmesi içerisinde edindikleri düşmanlar için bir söz etmişti. "Yeterince uzun yaşarsan, tüm düşmanlarının ölümünü görürsün". Onu geçmiş yaşamından kopartan işte bu söz olmuştu. Düşmanların ölmesini beklemek için çok yaşamak pratikte bir çözümdü belki ancak, hiç düşmanlarının olmaması çok daha iyi olmaz mıydı?

Kararını verip ardından, bu tapınağa vardığında o kadar yol gelmiş olmasına rağmen asıl yolculuğun yeni başladığını görmesi fazla zamanını almamıştı. Kendini tanımak yolculuğu.

İşin asıl komik yanı, ilerlemiş yaşı nedeniyle o sözü söyleyen de dahil, pek çok dostu ve düşmanı artık gerçekten dünyadan göçmüşlerdi. Ama yıllarca süren arınması sırasında asıl önemli olan, hiç düşman edinmemek olduğunu öğrenmesiydi. Mücadele içerisinde geçen amaçsız hayatlar yıpranmayı kaçınılmaz kılıyordu. Gelişme ve değişme kaçınılmazdı. Bunlara ayak uydurmak ve gelişip daha iyiye ulaşmak da öyle. Ancak tadı kaçan, amaçsız birbirini yeme ve kaçınılmaz düşmanlıklar o kadar da anlamlı değildi. İlerleyen yıllardaysa zaten dost ve düşman, iyi ve kötünün aynı bulmacanın parçaları olduğunu da kavramıştı.

Uzun yaşamak, üstelik de bunu sağlıklı olarak yapmak güzeldi. Ancak kendi dinginliğini uzaklarda ararken, yine kendinde bulmak çok daha şaşırtıcı ve güzel olmuştu. Bu düşünceler içerisinde kim bilir kaç saatin geçtiğini anlamamıştı bile. Günün ilk ışıklarının belirtilerini gören adam doğruldu. Kalınca sopasını bu defa kaldırıp omzuna koydu. Keyifle, odasının yolunu tuttu.

Yeterince uzun yaşamış, düşmanlarını geride bırakmıştı. Zaten, artık bunların bir önemi de kalmamıştı. Huzurlu bir şekilde tapınağın kapısından girip, gölgeler arasında gözden kayboldu.

2 Aralık 2013 Pazartesi

Altın Oran


Altın oran. Doğadan varlığını keşfettiğimiz ve matematik bir modele uydurduğumuz olgu. Ancak gerçekten güzelliğin sırrı mı, yoksa göz alışkanlığından gelen bir kabul mü tartışılır.
Altın oran, bir dönem sanata mimarlığa ve diğer pek çok alana etki etmiş biraz da doğadan esinlenerek oluşturulmuş bir kabul ediş ya da matematiksel bir çıkarımdır. Uzun süre bir gerçeklik olarak kabul edilse de günümüzde sorgulanan, belki de modası geçmiş bir kavramdır. Peki nedir Altın Oran?

İnsanoğlu oldukça kibirlidir. Kendisini evrenin merkezinde gibi görür. Oysa biraz açık görüşlü bakış açısından yaklaşıldığında insan, mükemmel olmaktan çok uzak, ancak bir o kadar da şaşırtıcıdır. Örneğin yaşam döngüsü evrene göre çok kısadır. Belki de sırf bu yüzden kendi yaşamı boyunca tüm insanlığı yok edecek felaketlerin yaklaşmakta olduğu gibi uydurma kehanetlere bayılır. Bazen  bu konuda o kadar üretken olabilir ki gerçeği yanılgıdan ayırabilmek oldukça güç hale gelir. Bilim her konuda olduğu gibi burada da bize yolu gösterebilecek iyi bir araçtır. Aydınlanmak varken karanlık dehlizlerde kaybolmak akılcı olmaz. O nedenle her türlü bilgimizi değişmez değil, yanlışlanabilir olarak kabul etmeli ve ona göre yaşamalıyız.

Matematik bir bilim dalı değildir. Bilim dallarının sistematiğinde ve hesaplamalarında vazgeçilmezidir. Bilim dalları ve disiplinler gibi matematik de, kötü niyetli ellerde tehlikeli bir oyuncak haline getirilebilir. Düzenbaz falcıların sudan, kahve telvesinden ya da fasulyeden gelecek öngörüleri oluşturmaları gibi, matematik de, din kitaplarından şifreler, Nostradamus manzumelerinden kıyamet günü için tarih hesapları ortaya çıkartmakta kullanılabilir. Bir bıçağı ekmek kesmek için kullanabileceğiniz gibi insana saplamak için de kullanabilirsiniz. Bıçaktan çok, onu kullanın niyeti önemlidir. Altın Oran kavramı bu tür istismarlarda da kullanılabilecek bir konu mudur? Yoksa bilimsel bakış açısıyla ele alındığında anlamlı sonuçlara ulaşmamızda faydası var mıdır, gibi soruları aklımızın bir köşesinde tutmakta fayda var.

Fibonacci dizilimi ve Phi sayısı Altın Oran ile matematiğin ilişkilendirilmesi olarak görülebilir.

Altın oran, 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan iki sayıdan biridir. Altın oran 1,618033.... olarak devam eden ondalık sayıdır. 1 sayısına eklendiğinde kendi karesine eşit olan diğer sayı da - 0,618033... olarak devam eden ondalık sayıdır.

Altın orana ilişkin matematik bilgisi ilk kez İ.Ö. 3. Yüzyılda Öklid’in Stoikheia ("Öğeler") adlı yapıtında "aşıt ve ortalama oran" adıyla kayda geçirilmiştir. Esasen, eski Mısır’da İ.Ö. 3000 yılına kadar altın oranın izinin sürülebildiği dile getirilmektedir. Grek dünyasına da Pythagoras ve Pythagoras’cular tarafından tanıtıldığı ileri sürülür.

Altın orana, "göze hoş gelen oran" denilebilir. Ancak kime ve kimin gözüne göre? İşte o kısım biraz tartışmaya açık.


En basit şekli ile altın oran şöyle anlatılabilir. Kağıttan iki eş kare kesin. Bu karenin aynısını tam ortadan katlayıp, diğerinin yanına koyun. Şimdi de bir kare daha yapın daha önce yan yana koyduğunuz kare ve dikdörtgenin toplam en uzun kenarları yeni karenizin bir ölçüsü olsun. Bu döngüyü sonsuza ya da canınız sıkılana kadar devam ettirebilirsiniz. Gözünüze güzel görünüp görünmediği konusunda kararı siz verin.    

Büyük sanatçılar bu özelliğe dikkat ederek eserlerini ortaya çıkartmışlardır. Bu bir zorlama düşünce midir? Belki evet. Örneğin Mona Lisa tablosunun boyunun enine oranı altın oranı verir. Mona Lisa'nın yüzünün etrafına bir dikdörtgen çizdiğinizde ortaya çıkan dörtkenar bir altın dikdörtgendir. Bu dikdörtgeni, göz hizasında çizeceğiniz bir çizgiyle ikiye ayırdığınızda yine bir altın oran elde edersiniz. Resmin boyutları da altın oran oluşturmaktadır. Belki de böylece bir standartlaştırma ortaya koyulmuştur. Biri çıkıp, "güzelliğin ölçüsü budur!" demiş ve herkes buna boyun eğmiş olamaz mı?

M.Ö. 500’lü yıllarda yaşamış matematikçi Pisagor (Pythagoras), altın oranla ilgili bakın ne demiş:

"Bir insanın tüm vücudu ile göbeğine kadar olan yüksekliğinin oranı, bir pentagramın uzun ve kısa kenarlarının oranı, bir dikdörtgenin uzun ve kısa kenarlarının oranı, hepsi aynıdır. Bunun sebebi nedir? Çünkü tüm parçanın büyük parçaya oranı, büyük parçanın küçük parçaya oranına eşittir." (Eğer normal bir pentagonun AB kenarlarını içersine çizilecek bir pentagramın AC uzunluğu ile karşılaştırırsak uzunluğunu ϕ = (1 + √5)/2 = 2cos(Π/5) = 1.61803... olarak buluruz yani altın oran sayısı.)

Sanırım onun zamanında insanların hepsi heykel gibiydi. Günümüzde yaşayıp obezite illetine yakalanmış insanları görse belki de fikirlerinde biraz değişiklik olurdu.

Altın oranın gizeminin ne olduğunun cevabı, Fibonacci lakaplı İtalyan matematikçinin (belki de yeniden) bulduğu bir dizi sayıda gizlidir. Fibonacci sayıları olarak da adlandırılan bu sayıların özelliği, dizideki sayılardan her birinin, kendisinden önce gelen iki sayının toplamından oluşmasıdır.

Leonardo Pisano ya da takma adıyla “Fibonacci” Kimdir?


Orta çağın en büyük matematikçilerinden biri olarak kabul edilen Fibonacci İtalya'nın ünlü Pisa şehrinde doğmuştur. 1170 - 1240 yılları arasında yaşamıştır. Çocukluğu babasının çalıştığı Cezayir'de geçmiştir. Hint-Arap sayı sistemini de burada öğrenmiştir. İlk matematik eğitimini Müslüman-Arap bilim adamlarından almış ve İslam uygarlığının kitaplarını incelemiş ve bu konuda çalışmıştır. Yaklaşık olarak, 1200 yıllında bu seyahatinden döndü. 1202 yılına gelindiğinde, öğrendiklerini "abaküs kitabı" veya "hesaplama kitabı" anlamına gelen Liber Abaci (cebir kitabı) isimli eserinde topladı. Yayınladığı bu eserinde Hint-Arap Sayı Sistemi'ni Avrupa'ya duyurdu. Kitabında Arap rakamlarını ve bugün kullandığımız sayı sistemini Avrupa'ya tanıttı. Kitapta, temel matematik kurallarını birçok örnek vererek anlattı. Dönemi için Avrupa’da bilinmemekle birlikte bu kadim bilgilerin matematikte bir sıçrayış için başlatıcı etki yapmıştır. Avrupa unutulan bilgileri, Fibonacci sayesinde yeniden hatırlamıştır…

Fibonacci Sayıları: 0, 1, 1, 2, 3, 5, 8, 13, 21, 34, 55, 89, 144, 233, 377, 610, 987, 1597, 2584,...

Fibonacci dizisinde bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine belirgin şekilde yakın sayılar çıkar. Bu oran asla sabitlenmez ve seride ilerledikçe asimptotik olarak phi’ye yaklaşır – sonsuzda da eşitlenir. Zaten phi’nin kendisi bir “irrational” sayı olduğundan, daha önce eşitlenmesi söz konusu olamaz (Sayın Murat Kayı'ya katkısı için teşekkürler).

ALTIN ORAN = 1,618
233 / 144 = 1,618
377 / 233 = 1,618
610 / 377 = 1,618
987 / 610 = 1,618

Altın Oran (golden ratio, the golden ve divine proportion olarak da bilinen golden section), Fibonacci sayılarına ait bir özelliktir. Sanatta, doğa da hatta yaşayan organizmalar da bile görünen bu ilgi çekici oran çoğu kişi tarafından yüce bir Yaratıcı'nın varlığının ispatı olarak görülür. Yaratıcının varlığının ispat edilmesinin gerekip gerekmediği tartışmasını konu dışı olması nedeniyle bir yana bırakıyorum.

Fibonacci diziliminin genel olarak anlamı: ''Dizideki bir sayıyı kendinden önceki sayıya böldüğünüzde birbirine çok yakın sayılar elde edersiniz.

Bildiğimiz “Π” Pi sayısı gibi Altın oran da 1.61803398874989...’a eşittir. Yunan alfabesinden gelen “ϕ” PHi ile sembolize edilir.

İnsan bedeni
İnsan bedenine bağlı beş belirgin parça vardır. Bunlar iki kol iki bacak ve kafadır. Aynı zamanda kollar ve bacaklara bağlı el ve ayaklarda beşer tane parmak bulunmaktadır. Ayrıca yüzümüzde de dışarıya açılan 5 nokta bulunmaktadır. Bunlar iki göz iki burun deliği ve ağızdır. 5 sayısının da phi ile ilginç bir bağlantısı bulunmaktadır.

Buradaki 5 sayıları aşağıdaki şekilde bizi phi sayısına ulaştırır.
50.5 * .5 + .5 = Ø


İnsan İşaret Parmağı
Elinizin işaret parmağınızın şekline bir bakın. Eğer standartlar dışında bir yapısı yoksa parmağınızda da altın oranı bulabilirsiniz.

Şekilde işaret parmağınızın her bölümü bir öncekinden 1,618...( yani altın oranın değeri ) kadar büyüktür ve üstteki cetvele dikkat ederseniz her bölüm 2, 3, 5, 8 e yani ardışık fibonacci sayılarına karşılık gelmektedir. Şekilde pembe, yeşil, sarı ve mavi çizgiler altın oranı gösterir.


İnsan Yüzü
Mona Lisa resminde gördüğünüz gibi yüz bir altın dikdörtgenin içinde. Resmi incelerseniz başka altın oranlar da görebilirsiniz.

Üst çenedeki ön iki dişin enlerinin toplamının boylarına oranı altın oranı verir. İlk dişin genişliğinin merkezden ikinci dişe oranı da altın orana dayanır. Bunların bir dişçinin dikkate alabileceği ideal oranlar olduğu ileri sürülür. Belki de zaten doğadan ve evrimden kaynaklanan ve gözümüz alıştığı için güzel olarak algıladığımız bir görünümden ibarettir durum.

Mimari
Eski Yunan Uygarlığında da altın dikdörtgen birçok yapıda kullanılmıştır. Bunlardan biri de Atina'daki Partenon'dur. Partenon İ.Ö. 430 ve ya 440 yıllarında tanrıça Athena için yapılmıştır. Tapınağın orijinal planları elimizde olmasa da, tapınağın uzunluğu genişliğinin kök 5 katı olan bir dikdörtgen üzerine inşa edildiği anlaşılmaktadır. Ayrıca tapınakta daha başka altın dikdörtgenler de göze çarpmaktadır (altın dikdörtgen kenarları oranı altın oran olan dikdörtgenlerdir).

Altın oran sadece Yunanlılar tarafından kullanılmamıştır. Mısır'daki Keops piramidinde, Paris'in ünlü Notre Dame Katedralinde altın oranın izlerini görmek mümkündür.

Bitkiler




Ayçiçeğinde yer alan ayçekirdekleri saat yönünde 55 adet buna karşılık saat yönünün tersine 89 adet ayçekirdeği tanesi bulunur. 89/55=1.618 Sanırım artık sürpriz olmuyor.

Papatyalar da büyürlerken her dal Fibonacci serisine uyarak yükselmektedir.


Çam Kozalakları
Çam kozalaklarında saat yönünde 5 sıra varken ters yönde 8 sıra yer alır. 8/5=1.6 sayısını verir ki sanırım bu da phi sayısına oldukça yakın bir değer.




Nautilus Pompilius
Evrimin ilk aşamalarından beri değişmeden aynı büyüme şeklini izleyen kabuklu deniz hayvanlarının büyüme şekilleri ilgi çekicidir. Milyonlarca yıllık fosillerde de günümüzde de karşılaştığımız bu bildik şekil deniz kabuklarının büyümeleri altın oranı karşımıza çıkartır.


İşitme ve Denge Organı
İnsanın iç kulağında yer alan Salyangoz cisimciği ses titreşimlerini beyne aktaran bir sistemin parçasıdır. Bu ilginç organımız da, altın orana uyan salyangoz yapısındadır.


DNA
DNA molekülü tüm yaşamın programını taşımaktadır. Temelinde de altın oran bulunmaktadır. Her tam turunda 34 angstrom uzunluğunda ve 21 angstrom genişliğindeki çift heliks spiral yapısı ile tabi ki altın oranı bünyesinde bulundurmaktadır. 34/21= 1.619 sayısını bulmaktadır. Malum sayımız 1.618 yani phi sayısına ne kadar da yakın öyle değil mi?


Evren
Gezegenlerin birbirlerine olan uzaklıklarından tutun da, Satürn’ün halkalarına hatta evrenin kendi şekline kadar phi sayısı tekrar tekrar kendini gösterir.

Yeni buluşlar göstermiştir ki evrenin şekli bir dodecahedrondur (12 yüzü eşkenar beşgenlerden (pentagon) oluşan bir yapı ki bu da temelinde phi sayısı olan bir yapı olarak kendini gösterir.

Altın oran ile ilgili somut birtakım veriler ve ortaya çıkan gerçek durum söz konusudur. Yazı boyunca anlatılan örneklerde neredeyse baktığımız her yerde görme imkanımız bulunan altın oran için yapılabilecek bir yorum kaosun da bir düzeninin olabileceğidir.

Buna rağmen her güzel görünümlü geometrik şeklin illa altın oranlı olma şartı bulunmaz. Örneğin güncel panel televizyonların 16/9 oranlı şekli ve piksel sayılarının birbirine oranı yakın sayılsa da altın oranı vermez. 1,77 sayısını verir. Şöyle bir baktığımda bana gayet de güzel görünüyor. Yine sosyal medya siteleri resim gösterim oranları için genellikle kare şeklini seçiyor (Instagram, Vine, Facebook). O da göze fena görünmüyor doğrusu. Ancak altın oran da aslında karelerden oluşuyor.

KAYNAKLAR
--------------
http://tr.wikipedia.org/wiki/Leonardo_Fibonacci
http://matlab.s5.com/altin%20oran.htm
http://www.hardwaremania.com/forum/showthread.php?t=13957
http://acunix.wheatonma.edu/jsklensk/Art_Spring09/inclass/golden%20ratio/goldenratio-art.html
http://www.miqel.com/fractals_math_patterns/visual-math-phi-golden.html
http://oregonexpat.wordpress.com/2010/04/13/nature-by-numbers/
http://zinn-x.com/fibonacci_design.php
http://www.smphillips.8m.com/article51.html
http://www.anticorpi.info/2010/11/fibonacci-e-la-sezione-aurea.html
http://www.antoloji.com/nedir/g.asp?terim=2462
http://goldennumber.net
http://jwilson.coe.uga.edu/emt669/Student.Folders/Frietag.Mark/Homepage/Goldenratio/goldenratio.htm
http://www-groups.dcs.st-and.ac.uk/~history/Mathematicians/Fibonacci.html
http://turk.internet.com/haber/yazigoster.php3?yaziid=6972 Altın Oranla İlgili bir hikâye

Ne Olacak Sosyal Medyanın Hali?


Hızlı tüketiyoruz. Fast food toplumu olduk. Sanırım sırada bekleyen tehlike obezite! Belki de daha kötüsü. Sosyal ağlar da bundan nasibini aldı. Artık beğenip, sesimizi çıkartmıyoruz. Uzun yorumlar ise genellikle kavgalara ve yaralamalı saldırılara neden oluyor. Sahi ne olacak bu sosyal medyanın hali?
Eğer bu yazıyı benim sesimden dinlemek isterseniz buraya tıklayın.

Merhaba,

Sosyal medya artık 140 karaktere sığan düşüncelerle ve tek tuşa tıklayarak gösterilen beğenilerle öne çıkıyor. Zaten öyle birkaç paragraftan uzun yazıları da okuyamıyoruz. Sanki her şey fazla yüzeysel gibi sosyal medyada öyle değil mi? Bu kadar çabuk tüketip, birkaç kelimelerden oluşan sloganları hayatımızın anlamı olarak tanımlayınca, bir kaç söz bardağı taşıran son damlalar olabiliyor. Adeta, birbirimizi anlamak için değil de, birbirimizle kavga etmek için iletişim kuruyoruz. Sahi, ne oluyor bize? Birbirimize destek vererek ilerlemeye çalışan bir toplumken, birbirimizi yok etmeye çalışan, sinir dolu bir topluluğa mı dönüşüyoruz? Daha az okuyup, daha az eğitim alıp, daha fazla sosyalleşmenin sonucu, kaçınılmaz anlaşmazlıklar mı? Sosyal medya, acele tüketilip, doğru dürüst hazmedilmeden, sonunda da göbek yağları gibi birikip, rahatsızlık yapmaya mı başladı?

Geçen gün, sosyal medyada kavga eden iki kişi hakkında haber gündeme geldi. Bir kahve dükkanı önünde buluşmak için sözleşen ikili, arkadaşları ile birlikte olay yerine gelip, tartışmış ve birbirlerini bıçak darbeleriyle yaralamış. Yeni medya'da görüntüleri ile tespit edilmiş bu üzücü olay. Ardından bir kişi hastanede hayatını kaybetmiş. Diğerleri ise şimdi demir parmaklıklar arkasındalar. Kim bilir, belki de kavga etmeseler, bir kaç ay sonra tekrar yazılanları okuduklarında gülüp geçecekleri bir konu, ölümle son buldu. Sosyal medya mı suçlu, yoksa bizler mi?

Biz de genellikle geniş kitleler tarafından kullanan mecralar kimi zaman hoş, kimi zaman da böyle üzücü olaylara neden olur. Sanırım, toplumsal yaşantımızın kaçınılmaz gerçeklerinden biri de bu. Sosyal medya, sanal da olsa hayatın içerisinde önemli bir yere erişiyor. Yaşamlarımızı değiştiriyor, kimi zaman da bitmesine neden oluyor.

Hep bu benzetmeyi yaparım. Yineleyeceğim. 1980'li yılların ilk yarısında başlayan halk telsizi salgını aynen sosyal medyanın günümüzde yaptığı etkiye benzer bir toplumsal sarsıntı yaratmıştı. Orada da tanışıp, evlenenler olduğu gibi, kavga edip birbirinin hayatını karartan kişiler de olmuştu. Ancak şüphesiz telsiz, önemli bir yatırım gerektiriyordu. Dolayısıyla yayılması o kadar kolay olmamıştı. Sosyal medya ise öyle değil, neredeyse nüfusun yarısının Facebook'da hesabı bulunuyor. Belki de sosyal medyanın bu kadar ölümcül olması biraz da bundan. Özellikle genç nüfusun neredeyse tamamının sosyal medya erişimi var. Üstelik akıllı telefon ve tabletlerle neredeyse her an yanlarında olan bir iletişim aracı. Sosyal medya da bizim toplumumuzdan kopuk olamayacağına göre, toplumda ne oluyorsa orada da oluyor.

Elimizden geldiğince yaşanan bu üzücü olayı analiz etmeye çalışalım. Normalde, birbirini tanıyan insanlar karşılıklı olarak çeşitli nedenler ve tarafların özelliklerinden dolayı birbirine karşı olumsuz düşünceler ve duygular besleyebilir. Bu doğaldır. Okulda rekabet ettiğiniz ve bir ölçüde tanıdığınız insanlarla çekişebilirsiniz mesela. İşin saçma olan kısmı, birbirini tanımayan kişilerin, birbirleri ile anlık yaşadıkları anlaşmazlıklar nedeniyle kavga etmeleridir. Üstelik birbirlerini tanısalar, kavga etmez, belki de son derece iyi anlaşırlar. Garip olan tanımadan, birbirine düşmanlık duymaktır. Bu yüzden yol vermediği için birini öldürüp, hapislere düşen insanlar gerçeği bizim toplumumuzda yaşanır. Oysa, bir an için mantıklı düşünüp, yol isteyen birine "vardır bir zorunlu durum ya da bir bildiği" diye yolu vermek akılcı bir yaklaşımdır. Yoksa, inat üzerine toplumsal bir yaşam tesis edilebilir mi?

Sosyal ağlarda, tanımadığınız kişilere karşı, son derece saygılı ve ölçülü olmanız gereklidir. Yazı ile iletilen görüşler genellikle tam olarak o an hissedilen duyguları yeterince iyi yansıtamaz. Her ne kadar gülücükler ve somurtma işaretleri eklense de, karşı taraf sizi kolayca yanlış anlayabilir. Bunları önlemek için, daha saygılı ve anlayışlı olmakta fayda var. Aksi taktirde, memleketimizde sosyal ağlardaki ilişkiler ölümcül sonuçlar doğurabiliyor.

Kavgasız ve huzurlu günler dilerim.

29 Kasım 2013 Cuma

Blogger'da Yedek Nasıl Alınır?

Bilgisayar ile biraz fazla uğraşanlar bu sihirli sözcüğü çevrelerinden ya da yaşayarak öğrenirler. "Yedek Al!" Eğer uzun süre emek verdiğiniz blogunuzun bir gün başına bir iş gelip silinirse ne yapabilirsiniz? Blogunuzu başka bir servise,  nasıl taşıyabilirsiniz? Blogunuzun görünümüne dokunmadan, yeni temaları nasıl deneyebilirsiniz?
Bu yazıyı benim sesimden dinlemek isterseniz buraya tıklayın.

Merhaba,

Blogger en iyi blog servisi olmayabilir. Arkasında Google'ın var. Kullanım kolaylıkları düşünüldüğünde pekala tercih edilebilecek bir servis. Zamanla o derece gelişti ki, üzerinde yapılabilecek pek çok işlemi bulmak bile zaman alabiliyor. Basit gibi görünse de bazı işlemleri gerçekleştirmek sorun olabiliyor. Bunlardan önemli bir tanesi ise günlüğünüzün yedeğini almak. Üstelik bu işlem ile yapılabilecekler sadece yedek alma ile sınırlı da değil.

Yedek almak için http://www.blogger.com sitesine girip, "Ayarlar" linkinin en altında yeralan "Diğer"ardından, sayfada Blog araçları içerisinde bulabileceğiniz, "Blogu dışa aktar" bağlantısına tıklayın.

Karşınıza gelen küçük pencerede "Blog'u İndir" düğmesine tıklayın. "xml" uzantılı bir dosya inecek. Bu dosyayı yedek almak amacıyla saklayabilirsiniz. Benim tavsiyem, bir yedeğini de bulut servislerden birinde saklamanız.

Eğer bir gün blogunuzu başka bir blog servisine ya da, kendi hosting alanınızda çalıştırdığınız, blog servisine taşımak istediğinizde aynı yöntem ile aldığınız yedeği kullanmanız mümkün.


Yedeğinizi geri yüklemek ya da başka bir blog açıp içine yüklemek için http://www.blogger.com sitesine girip, "Ayarlar" linkinin en altındaki "Diğer"e tıklayın. Bu sayfada Blog araçları içerisinde bulabileceğniz, "Blogu içe aktar" bağlantısına tıklayın. Ardından "dosya seç" düğmesine tıklayıp, bilgisayarınızdan yedek dosyanızı seçip, insan olup olmadığınızı denetleyen sistemden gelen, kargacık burgacık yazıyı istenen yere girin ve "Bloğu İçe Aktar" düğmesine basın. Dosya yüklendiğinde tüm yazılarınız yeni açtığınız blogunuzda belirecektir. Bu durumda, yazılarınız iki ayrı yerde bulunduğundan, arama makinelerinin kafasını karıştırmamaları için blogger'da görünmelerini ve arama makineleri tarafından indekslenmelerini önlemeniz akıllıca olacaktır.



"Ayarlar" kısmında "Temel" seçenekler arasında bulup, bu özellikleri kapatabilirsiniz.

Uzun süre çalışıp, emek verip hazırladığınız yazılarınızın yok olup gitmesine karşı önlem olarak yaptığınız, bu yedek alma önlemi, bir başka şekilde de işinize yarayabilir. Uzun süreden beri yayında olan blogunuzda okurlarınızı rahatsız etmeden, blogunuzun görünüşünü değiştirmek için, blogger içerisinde yeni bir blog açıp, bu aldığınız yedeği buraya yükleyip, temayı istediğiniz gibi değiştirebilirsiniz. Böylece en sonunda istediğiniz tasarımı oturtup, onun da yedeğini alabilirsiniz.

Bunun için Blogger'da "Şablon"a girip "yedekle/geri yükle"ye tıklayın. Şablonu "Tam Şablonu İndir" düğmesine basıp indirin. Asıl blogunuza gidip bu yeni indirdiğiniz dosyayı seçip "Yükle" düğmesine basarak yeni düzenlemiş olduğunuz şablonu blogunuza uygulayabilirsiniz.

Böylece blogumuzun içeriğini nasıl yedekleyebileceğimizi, nasıl başka bir servise taşımak için hazırlayabileceğimizi ve okurlarımızı rahatsız etmeden, şablonumuzu nasıl değiştirebileceğimizi görmüş olduk.

İyi günler dilerim.

27 Kasım 2013 Çarşamba

Blogu Hangi Serviste Açmalı?


Eğer yazı yazmayı ve düşüncelerinizi başkalarıyla paylaşmayı seviyorsanız Blog yazarı olabilirsiniz. Pek çok konuda yazabilirsiniz. Eğer verdiğiniz bilgileri arayanlar varsa, blogunuz ilgi çekebilir. Bazen kimse aramasa da bir şeyler paylaşmak sizi rahatlatabilir. Böyle durumlar için de Blog tutmak güzel bir çözümdür. Peki blog servislerinden hangisini kullanmalı?
Eğer yazıyı benim sesimden dinlemek isterseniz buraya tıklayabilirsiniz.

Merhaba,

Gerçekten blog yazmak için o kadar fazla yer seçeneği var ki, insan nerede yazacağını şaşırabilir. O halde mevcut blog servislerinden en çok tercih edilenleri sıralamaya çalışalım (bazı blog servisleri).


Ülkemizden başlayacak olursak, Blogcu iyi bir başlangıç noktası sayılır. Ülkemizdeki ilk blog servislerindendir. Kullanımı kolay ve Türkçe desteği var. Ancak içeriğinize dikkat çekebilmek için fazlaca bir yardımı olduğu söylenemez. Sosyal ağlarda paylaşım imkanları ile okunurluğu artırma şansınız var. Yani büyük oranda okunurluk için iş, sizin çabanıza kalıyor. Servisin giriş sayfasında görünmeyi başarabilirseniz, biraz daha çok şansınız var. Kendi alan adınızı alıp, bu blogunuza bağlamak için pek fazla şansınız yok. Dolayısıyla blogunuzu günün birinde kendi alan adınız altında yayınlamanız burada pek kolay olmayabilir. İçeriğinizi bir başka servise taşıyabilmek için bir seçeneğiniz de yok. Dolayısıyla burada başlayıp sonradan fikir değiştirirseniz içeriğinizi aktarmak için fazla bir kolaylık beklemeyin.


Milliyet Blog. Milliyet gazetesinin blog servisi. Basit bir görsel ve yazınız. Paylaşabileceğiniz bunlardan ibaret Son derece kolay gibi görünen bir kullanımı var. Ancak hepsi bu. Tasarım, değişiklik, esneklik, içerik taşıma gibi konularda hiç kullanıcı desteği yok. Tek faydası, gazetenin yönlendirdiği trafik sayesinde, nispeten kolayca okur bulabilmeniz. Buna karşılık gazete web sayfasına çektiğiniz trafik, arama makinesi optimizasyonu açısından gazetenin daha çok işine yarıyor.


Wordpress oldukça geniş imkanları olan bir blog servisi. Burada açtığınız blogunuzu kolayca Türkçe kullanabilirsiniz. Dilerseniz, kendi alan adınızı da alabileceğiniz gibi, tamamen bağımsız ama yine Wordpress yazılımı kullanarak bir yer sağlayıcıda bulundurma açısından Wordpress'den bağımsız, blog servisinizi kullanabilirsiniz. Temalar açısından son derece zengin pek çok seçeneği var. Gazete'den tutun, şirket sitesine kadar çevirebileceğiniz esnek bir yapısı var. İçeriğinizi kolayca başka blog servislerine aktarabileceğiniz gibi başka blog servislerinden de wordpress'e içerik aktarmanız mümkün. Dolayısıyla içeriğinizin bir yedeğini güvenli bir yerde tutabilirsiniz. Özellikle kendi içerik yönetim sisteminize yönelik, düşük bütçeli bir proje gerçekleştirmek istediğinizde bu servis blog olarak hizmet vermenin ötesine geçip, çok daha geniş bir alanda kullanılabilecek bir hale geliyor. Ayrıca istatistik olarak da oldukça detaylı veri sağlıyor. Böylece ziyaretçilerinizin nerelerden geldikleri, ne aradıkları, konusunda bilgi veriyor. Sonuç itibariyle oldukça iyi ve pek çok kullanıcının tercih ettiği bir servis. Üstelik, istediğiniz zaman Wordpress'e geçiş yapabileceğinizden "en başta seçmedim" diye üzülmenize de gerek yok.


Tumblr bir diğer blog servisi. Kullanımı oldukça basit. Fazla tema seçeneği yok. Ancak, temalar ile oynayıp kendinize özgü bir tema yaratmanıza imkan tanıyor. Kendi alan adınız altında kullanıma elverişli. Dolayısıyla bir gün blogunuzu yeterince geliştirdiğinizi düşündüğünüzde kendi alan adınız ile yayına geçmek son derece kolay. Diğer servislerle içerik transferi konusunda imkanları var. Genellikle fazla yazmayıp, görsel içerik paylaşmayı tercih eden kullanıcıların sevdiği bir servis. Ancak yazı ağırlıklı paylaşımlara da açık. Sosyal ağlar ile bağlanabilme kabiliyeti yüksek. Instagram gibi görsel içerikli sosyal ağlardan, içeriği direk olarak Tumblr'a gönderip, anında blogunuzda yayına almak mümkün. Akıllı cihazlarda kullanılabilen uygulamaları da mevcut. Arama makinesi optimizasyonu konusunda biraz tecrübe gerektiriyor. Yahoo tarafından kısa bir süre önce satın alındı.


Blogger Google tarafından desteklenen blog servisi. Türkçe desteği de var. Ancak mobil uygulaması Türkiye'ye açık değil. Dolayısıyla Android telefonunuzla kolay içerik gönderimi yapmanız bir anlamda engellenmiş. Tema desteği oldukça geniş. Sistemin kendi temalarını kullanmak ve değiştirmek mümkün. Bunun yanında kendi temanızı geliştirmek ya da başkalarının yaptığı temaları kullanmak da mümkün. İçerik girmek son derece kolay. Oldukça esnek. Blogunuzun görselliği konusunda sonsuz seçenek var. İçeriklerinizi dışarı aktarmak, dışarıdan içerik almak mümkün. Kendi alan adınızı kullanmak da son derece kolay. Google arama makinesinde neredeyse anlık olarak indeksleniyor. İstatistikler konusunda da son derece iyi desteğe sahip. Dolayısıyla arama makinesi optimizasyonu diğer servislere göre daha kolay. Bir süredir Google blog servislerinin önemini düşürdüğünden beri pek geliştirilmiyor. Ancak servis kapatılmıyor da. Gün gelir, blog servisleri yine yükselen değerler arasına girerse durum değişebilir. Mevcut haliyle de güzel bir servis.

Alan adı yıllık 20 lira civarında bir maliyet getirir. Eğer bir hosting firmasından yer alıp, kendi blogunuzu burada tutmazsanız tüm ödemeniz gereken bedel bu kadar olabilir. Alan adı almadan devam da edebilirsiniz. O durumda hiç bir parasal maliyeti olmayacaktır. Eğer günde 10 bin okuyucuyu blogunuza çekmeyi başarabilirseniz Google reklam programına katılmanız halinde, güzel reklam geliri elde edebilirsiniz. Bunun yanında Hürriyet gazetesinin Bumerang platformu üyesi olup, tanıtımları blogunuzda yayınlayabilirsiniz. O da bir ölçüde blogunuzun masraflarının bir kısmını karşılamada yardımcı olabilir.

Daha pek çok blog servisi var. Onları da inceleyip tercihinizi yapabilirsiniz. Ancak hepsinden önemlisi, ilgi çeken, aranan içerik oluşturmayı becerebilmektir.

İyi günler dilerim.

25 Kasım 2013 Pazartesi

Sosyal Ağlar ve Güvenlik


Sosyal ağlar geniş kitleleri kendine çekiyor. Bu çekimin etkisiyle sosyal ağlar olmasa hiç tanışmayacak olanlar bile ucundan, köşesinden bilgisayar, tablet ya da akıllı telefon kullanıcısı oluyor. Belki de farkına bile varmadan tehlikelerle dolu bir sanal dünyanın içine dalıveriyorlar. Ne tür tehlikeler söz konusu ve bu tehlikeler nasıl önlenebilirler?
İsterseniz bu blog yazısını benim sesimden dinlemek için buraya tıklayın.

Merhaba,

Bundan bir yıl kadar önce Facebook'da bir süredir görüşemediğim arkadaşım, durup dururken mesaj yazmaya başladı. "Nasılsın, iyi misin?" kısmından sonra damdan düşer gibi bana "sen, kontörlü telefon mu kullanıyordun?" diye sordu. Ben de kendisine "benim telefonum yok unuttun mu?" diye sordum. O andan itibaren bana başka bir şey sormadı. Hemen o arkadaşımı telefonla arayıp durumu kendisine ilettim. Birileri Facebook hesabının şifresini ele geçirmişlerdi. Hemen, bilgisayarını iyi bir virüs programı ile taratıp temizlemesini ve ardından da Facebook hesabının şifresini değiştirmesini istedim. Sanırım, dediklerimi yapıp ardından durumu adli mercilere de iletmiş. Daha sonra Facebook arkadaş listesindeki pek çok tanıdığından kontör istendiği, kimi tanıdıklarının verilen numaraya kontör yollamış olduklarını öğrendik. Bu, nispeten masum sayılabilecek bir dolandırıcılık girişimi. Kimi zaman doğrudan, çok zor durumda olduğunu belirtip, borç para isteyenler de var. Hiç sorgulamadan yardım etmeye çalışanlar da var. İki taraf için de maduriyet oluşturan, kötü bir durum.

Bir diğer tür de Facebook'da tıklanıp çalıştırıldığında sizin zaman tunelinizde son derece kışkırtıcı mesajlar ile arkadaşlarınızı tıklatıp, virüs bulaştırmaya çalışan gönderiler. Arkadaşlarınız genellikle durumu anlasalar da aralarında daha önce benzer bir virüsle karşılaşmamış olanlar tıklayıp, kendileri de virüs yaymaya başlayabilirler. Kişisel bilgilerinizi alıp pazarlamaya çalışan veri toplayan uygulamalar da bunlar kadar olmasa da zararlılar içerisinde kabul edilmeli.

Bu nasıl yapılıyor ve nasıl önlenir? Öncelikle sizin sosyal ağ şifrenizi ele geçirmeleri gerekiyor. Bunun için makinenize bir virüs yüklemenizi sağlamaları lazım. Genellikle bunun için çok ilginç bir başlığa sahip bir gönderiye tıklayan bir kurban gerekiyor. Bu Facebook, Twitter gibi bir sosyal ağda da olabilir, İnternet'te başka bir sayfada açılan popup menüde de. Hatta "bilgisayarınıza virüs bulaştı, temizlemek için buraya tıklayın", "mobil tarayıcınız çöktü, düzeltmek için buraya tıklayın", diyen kendi açılır yani pop-up pencereler ile mesajlar halinde olabilir. Genellikle bunlara tıklamanız halinde, çalıştırılabilir bir dosya bilgisayarınıza indirilir. Yine genellikle antivirüs ya da flash player yükleme dosyası gibi görünseler de aslında bilgisayarınıza, tabletinize ya da akıllı telefonunuza bir kaç virüs içeren dosya yüklerler. Sonra hesaplarınızı, şifrelerinizi ele geçirebilir, makinenizi zombiye çevirip bir özel ağda çeşitli pis işler için kullanabilirler.

İyi virüs temizleme programları genellikle bu tür zararlıları anında ya da daha sonra tespit eder ve temizler. Ancak kendi başınıza halledemediğinizde, anlayan bir tanıdığınızdan ya da profesyonel hizmet veren bilgisayar firmalarından yardım almakta fayda var. Mümkünse, böyle durumdaki bilgisayarları İnternet'e bağlamayın. Temizlik bittikten sonra da mümkün olduğunca çabuk, tüm şifrelerinizi değiştirin. Güncel tuttuğunuz bir virüs yazılımı edinin. Düzenli olarak bilgisayarınızı taratın. Önemli dosyalarınızın yedeğini ayrı bir depolama biriminde bulundurun. Bulut depolama çözümlerinden yararlanarak yedeklerinizi İnternet'te de tutabilirsiniz. Mümkünse her ikisini birlikte yapın.

Sosyal ağlarda her ne kadar arkadaşlarınız ile iletişim halinde de olsanız, aslında yabancı bir ortamda olduğunuzu ve kötü niyetli insanların da düşündüğünüzden daha yakında olabileceklerini unutmayın. Sizi çok meraklandıran bir başlıkla karşılaşırsanız ona tıklamadan önce bir kaç kez düşünün. Emin olamıyorsanız sosyal ağlarda böyle linklerin güvenli olup olmadığını gösteren web sitelerinden yardım alın. Özetle, uyanık ve dikkatli olun!

İlginç linkler ve görseller kullanarak, kendi açılır pencerelerle, sanki bankanızın web sitesine giriyormuş izlenimi verip, size bir virüs bulaştırıp bilgilerinizi çalma girişimlerine ve benzerlerine phishing ya da yemleme deniyor. Gerçek dünyada da bu girişimlerin benzerleri, bankamatiklere eklenen kart okuyucu, kamera, şifre kaydeden klavye gibi donanımlar ile yapılıyor. Amaçları aynı, sizi kandırmak ve kayba uğratmak. Biraz dikkatle son derece can sıkıcı durumlardan kurtulabileceğinizi aklınızdan çıkartmayın.

Sadece gerçek dünyada değil, sanal dünyada da virüsten uzak ve güvenli olmanızı dilerim.

Sağlıcakla kalın.

20 Kasım 2013 Çarşamba

İnternet Yükselirken Sabit Telefonların Sonu Geliyor


Yeni Medya unsurları içerisinde olmayıp, buna rağmen zamanın erozyon etkisine direnebilen bir iletişim aracı her an oyunu terk edilebilir. Bu zaman alan bir tür dönüşümle de, aniden ortadan kalkma şeklinde de olabilir. Ev ve iş yerlerinde kullanımda olan sabit telefonlarından bahsediyorum.
Bu yazıyı benim sesimden dinlemek isterseniz bu linke tıklayabilirsiniz.

Merhaba,

80'li yılların öncesinde telefon öyle kolay kolay sahip olunabilecek bir iletişim aracı değildi. Bunun öncelikle fiziki birtakım engelleri vardı. Telefon iletişimi bakır kablolar üzerinden yapılıyordu. Şimdiki gibi evinize en yakın iletişim kutusuna kadar değil, bir santralden diğerine iletim bakır teller üzerinden yapılırdı. Dolayısıyla öncelikle size yakın santrale kadar bu tellere ihtiyacınız vardı. Daha sonra da santraller arası bağlantılara oradan da şehirler arası ve milletler arası hatlara. 1800 ya da 3600 çiftli telefon kablolarının kullanıldığı bir alt yapı düşünün. Bunların çekilmesi, birbirine bağlanması, evlere dağıtılması ayrı bir sorun bakımı ise başka bir dert. Dolayısıyla talep ne kadar olursa olsun, telefon altyapısı 80'li yılların ortalarına kadar pek değişmeden kaldı. Santraller bile tam otomatik değildi. Şehir içi görüşmeler doğrudan numara çevrilerek yapılabilirken, şehirler arası görüşmeler için santralden randevu alıp, beklemek gerekirdi.

Fiberoptik altyapı zamanla bakır kabloların yerini aldı. Böylece bir fiberoptik demeti, çok daha düşük bir maliyetle bakır kablolara göre daha fazla ve kaliteli telefon görüşmesi yapılabilmesini sağladı. Tabi bu arada santraller de giderek gelişiyordu.

Zamanla fiberoptik kablolar ile sadece telefon görüşmeleri değil, veri, görüntü gibi başka iletişim unsurları da taşınır oldu. Bir süre sonra 90'lı yıllarda çıkan İnternet ise haberleşme bulutu kavramını hayatımıza soktu. Öyle ya fiberoptikte yolculuk eden ışık içerisinde aslında tüm haberleşme bir bulut halindeydi. Paketler gidecekleri yerlere ulaşıyorlardı. Zamanla önce çevirmeli bağlantılar iş gördü. Ardından kablo tv ile taşınan geniş bandlı internet bağlantıları ve hatta ip üzerinden taşınan ses ile tanıştık. Geniş band, tam tamına 64 kbps hızı sağlamıştı. 33,6 kbps hıza göre iyi bir adım. Ardından tamamen yönetimin tercihi ile kablo İnternet erişimi dondurulup yerine, ADSL erişimi sağlandı. 128 kbps başlangıç için fena değildi. Ancak hız giderek arttı. Sonunda 8 Mbps gibi hızlara gelinip dayanıldığında 2000'li senelerin ilk 10 yılı geçmişti bile. Yavaş yavaş yenilenen altyapı ve fiberoptik kablolar merkezi santrallerden mahalli güçlü kutulara dönüşüm ile veri iletişim hızlarını oldukça yükseltti. Artık dertsiz bir 20 Mbps ADSL hızı kutuya kadar gelen fiberoptik kablo ardından ADSL hattına dönüştürülerek sağlanabiliyordu. Böylece hem mevcut modemler bir süre daha kullanılabilecek hem de bir anda yükselecek yurtiçi hız kapasitesi belirli bir seviyede tutularak yurtdışı hatların kapasitelerinin artışı için zaman kazanılmış olacaktı. Yakın gelecekte ise bizi bekleyen hızlar 100 Mbps civarında olabilir. ADSL'nin de terk edilmesi anlamına gelebilir bütün bunlar. Bu arada başka operatörlerin altyapı yatırımları sürüyor. Yani alternatif İnternet erişimi imkanları gelecekte daha kolay bulunabilecek.

Bütün bunlar olurken, bir zamanlar evin en erişilebilir köşelerinde kendilerine önemli yerler ayrılan ve üzerlerine dantel örtüler serilen telefonlar giderek daha az çalıyor. Mobil iletişimin ucuzlaması ev ve iş telefonlarının sonunu yaklaştırıyor.

Eğer halihazırda ADSL yüzünden tutulan telefon hatları, İnternet erişimi olmasa çoktan tarihin tozlu raflarında hatırlanan bir hal almış olabilirdi. Mevcut şebeke kaldırabileceğinin çok altında kapasiteyle son günlerini bekleyen sağlıklı ama çok yaşlı kimseleri hatırlatıyor bana.

Son günler demişken bir de son çabalar var hayatta tutmak için. Mesela akşamdan, sabaha bedava görüşmeler, binlerce dakika mobil hatlarla görüşme imkanları sağlıyorlar. Ancak hiç birinin abone kayıplarının önüne geçmesine yeteceğini düşünmüyorum. Belki düşüşü yavaşlatır.

Şirketlere verilen 440'lı telefon numaraları vardı yakın geçmişte. Hat sayısını artırabilmek için 850, alan kodu olarak belirlenip satışa sunuldu. Böylece numara yetmediği durumlarda 851, 852 gibi alan kodlarını kullanarak daha çok numara tahsis etmek de mümkün oldu. Ancak prestijli numara olarak deklare edilen bu numaraların kısa sürede insanlar üzerinde oluşturduğu intiba daha farklı.

Tanımadığınız 850'li numaralardan arayıp, gereksiz bir şeyler pazarlamaya çalışanlar mı istersiniz, kayıtlı mesaj ile sizi tv platformlarına abone etmek isteyenler mi? Üstelik bunlar masum sayılır.

Arayıp, "yıl içinde yaptığınız kredi kartı harcamalarınızla bedava sağlık sigortası kazandınız, istiyor musunuz?" deyip size kabul ettirdikten bir kaç ay sonra yeniden arayıp, aboneliğinizin paralı kısmının başladığını belirtip, devam etmek isteseniz de istemeseniz de sizden para talep edip, tehditle şaşırtıp kredi kartı numaranızı bir şekilde alıp, hesabınızdan para çekenler bile var.

"Kredi kartı harcamalarımı nereden biliyorsunuz?" "Sigortam nasıl başladı? Bana ne fayda sağladı?" diye boşa çabalamayın. Zaten amaç, gerçekten sigorta falan yapmak değil. Paranızı almak. Bir dakika, ama bu numaralar prestijli şirketlerin numarası nasıl oluyor? Biri bize açıklayabilir mi?

Umarım, günü geldiğinde mobil operatörler daha seçici davranırlar. SMS konusunda gösterdikleri kötü performansı özel numaralarda sergilemezlerse kendileri için iyi olur.

Bütün bu son çabaların faydası olmayacak gibi. Sabit hatların sonu yaklaşıyor. Teknoloji ömrünü tamamladı.

Belki de 5-10 yıl sonra ev telefonu denildiğinde daha önce onları hiç kullanmamışız gibi gelecek. İletişimimiz ise son hız sürüyor olacak, ama farklı mecralar üzerinden.

İyi günler dilerim.

Ey Eurovision Sen Kimsin?

Yapay zeka, hayatımızın birçok alanına girmeye devam ediyor. Ben de bir süredir blog yazılarımı YouTube'a aktarıyorum. Neyse ki, 10 yıl ...