radyom etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
radyom etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Kasım 2013 Salı

SMS Bedava mı?


Akıllı cihazlar yeni medya unsurları arasında görev değişimlerine neden oluyor. Sadece teknoloji hızlı gelişmiyor, aynı zamanda yeni yazılımlar sayesinde alışkanlıklarınız da değişiyor. Belki telefonla konuşmak, yazışmak gibi günlük alışkanlıklarımız sürecek ama küçük değişikliklerle.
Eğer dilerseniz buraya tıklayıp, bu yazıyı benim sesimden dinleyebilirsiniz.

Merhaba,

Geçen gün dışarıda ev için öteberi almış, bankaya doğru gidiyordum. Bir iş ile ilgili olarak, birlikte çalıştığım dostum bana mesaj ile bir telefon numarası yolladı. Akıllı telefonumda normalde sms ile bana ulaşan telefon numaralarını tek dokunuşta arayabilirim. Ancak gelen mesaj Viber isimli İnternet üzerinden bedava mesajlaşma ve telefon görüşmesi yapmaya yarayan bir uygulamadan yollanmıştı. Mesajın içindeki numarayı bir türlü kopyalayamadım. Tek elle kopyalamaya çalışırken de, viber üzerinden arayıverdim numarayı. Bu arada belirteyim, Viber karşı tarafta da yüklü olmalı ki konuşma ve mesajlaşma yapabilesiniz.

Sonuç itibariyle, karşıdaki kişi ile görüşmemiz telefon şebekesi ile hiç bir zaman yapamayacağınız netlikte adeta karşılıklı konuşuyormuş gibi açık ve pürüzsüz gerçekleşti. Görüşmeden sonra, neden telefonda bu kadar kötü kalitede ses transferi ile görüşürken, aynı telefondaki bir başka uygulama ile aynı şebeke üzerinden bu kadar temiz bir görüşme yaptık diye düşündüm.

Telefon şebekeleri iki farklı ağ kullanıyor. Bunlardan biri 2G diğeri 3G. Telefonunuz hangisini destekliyorsa onun üzerinden görüşüyor, sms gönderiyorsunuz. Ancak, ses son derece dar bir band üzerinden kalitesi düşük olarak karşı tarafa ulaşıyor. Tüm telefon cihazlarına standartlara uygun bir hizmet vermek adına benzeri kalitesiz ses iletiliyor.

Aslında ses, sms, internet tamamıyla sayısal veri olarak iletiliyor. Yani telefonla da konuşsanız İnternet üzerinden ses iletimi de yapsanız şebekede aynı meşguliyeti doğuruyorsunuz. Sadece İnternet ses uygulaması daha yeni ses kodlama teknolojisi kullandığı için, sesi çok daha net ve geniş bandlı iletiyor.

Sms deseniz, şebekeye son derece az bir yük getirmekle birlikte eğer bir paket sahibi değilseniz, size son derece pahalı gelebiliyor. Tanesi 40 kuruş olsa, 10 sms mesajı yollasanız, 4 liranız buhar oldu demektir. Yani yükte hafif, pahada ağır bir hizmet. Hala kullanılıyor olmasının tek sebebi ise paketlere eklenen 1000 - 2000 sms değil. Hala akıllı telefon kullanımı yeterli yaygınlıkta değil. Sizde, dünyanın en gelişmiş, utanmasa takla atacak kadar akıllı telefonu olsa da, karşı tarafta mütevazi, sadece telefon işlevli bir cihaz bulunuyorsa, onunla yazışmak istediğinizde tek seçenek sms yollamak.

Kaçınılmaz son ise yakın. Akıllı telefonlar artık makul fiyatlara geldiler. 300 liraya bile bir akıllı telefon almak mümkün. Evdeki kablosuz ağa tanıttınız mı, internet üzerinden sesli, görüntülü görüşme yapmak, mesaj alıp göndermek, birden bire, pahada hafif hale geliveriyor. Akıllı telefonu ile 10'larca mesaj servisinden birini kullanıp, yazışmak varken, hangi rasyonel kişi sms yollar ki? Aynı şey ses iletimi için de geçerli. Yeterli yaygınlığa ulaşırsa Amerika'daki arkadaşınızı neden telefon operatörü üzerinden arayasınız ki?

Şöyle bir gözden geçirelim, sms alternatiflerini. Elektronik posta, mesaj uygulamaları, sosyal ağların entegre mesaj uygulamaları, görüntülü sesli görüşme yapmanızı sağlayan Skype, Google hangouts gibi uygulamalar. Benzer pek çok uygulama var. Günden güne de yenileri çıkıyor.

Telefon operatörleri de bu önlenemez gidişin farkındalar. Biraz da bunun etkisi ile İnternet erişim fiyatlarını son derece yüksek tutuyorlar. Ancak aralarındaki rekabet, talep gören İnternet erişimi sayesinde zaman zaman bu kırmızı çizgiyi aşmalarına ve abone çekmek için fiyatlarda indirimlere gitmelerine neden oluyor.

Sözün özü, yeni medyanın unsurlarından kısa mesaj servisi yani sms bir gün bedava olabilir. Zaten telefon, mesajlaşma, İnternet toplu paket olarak alındığında binlerce sms'in önemsiz bir bedele düşmelerinin asıl nedeni de bu. Yıllar önce İnternet'ten, çeşitli sitelerden bedava sms gönderilebilirdi. Operatörler bu servislerin geliş yollarını birer birer tıkadılar ve sms üzerinden yıllarca güzel kazanç elde ettiler. Ancak bunun sonu çok yakın.

Bütün bunlara dayanarak, bir sonraki mesela 5G hizmetinin tamamen ip bazlı bir veri hizmeti olması muhtemeldir diyor ve sözlerime son veriyorum.

Sevgi, ışığınız olsun. İyi günler dilerim.

10 Kasım 2013 Pazar

Atatürk'ün Bazı İlginç Özellikleri


Atatürk hakkında pek bilinmeyen ve belki de onu bizlere yaklaştıran yönlerinden bahsetmek istiyorum.

Merhaba,

Mustafa Kemal Atatürk’ün, Eğitim hayatı boyunca en başarılı dersi matematikti. Pozitif bilimlere ilgisi hayatı boyunca sürdü. 

1936-1937'de bir Geometri kitabı yazdı. Boyut, uzay, çap, üçgen, dörtgen gibi kelimeleri dilimize kazandırmıştır. 

Askeri lisede öğrenmeye başladığı Fransızcayı sonraki yıllarda geliştirmişti. Zengin bir kelime bilgisi vardı. Konuşurken araya Fransızca sözcükler de eklerdi.

Manastır Askeri Lisesi yıllarından kalan bir alışkanlıkla hayatı boyunca en sevdiği yemek kuru fasulye ve pilav olarak kaldı. Tatlıya düşkün değildi ama canı istediğinde gül reçelini tercih ederdi.

Binlerce kitabı vardı. Ama bunların arasında bir tanesini hayatı boyunca hatta cephede bile başucundan ayırmadı. Reşat Nuri Güntekin'in ünlü "Çalıkuşu" romanını hep yanında taşır, her gün rasgele bir yerinden acar, birkaç sayfa okurdu.

Atlardan sonra en sevdiği hayvan köpekti. "Fob" adını verdiği köpeği Gazi'nin yatağının ayakucunda uyurdu. Hayvanlara düşkünlüğü o dereceydi ki bir gün misafirlerinin de görebilmesi için yeni doğmuş bir tayla annesini Çankaya Köşkü kabul salonuna getirtmişti.

Kuşları çok severdi. Çankaya Köşkü'nde özel bir bakıcının ilgilendiği güvercinliği vardı.

Atatürk'ün Alev ve Can adında iki tane köpeği Hacı adında yaralı bir kargası vardı. Foks Atatürk'ün son köpeğinin adıdır. İnce ruhlu insanlar gibi Atatürk de hayvanları severdi. Kurban kestirmezdi. "Ömrümde bir tavuğun boğazlandığını görmedim" derdi.

Sofya'da Kral parkında küçük bir kuşa eziyet eden çocuktan kuşu satın alarak gökyüzüne salarak azat etmişti.

En sevdiği dans valsti. Müzik zevki çeşitlilik gösteriyordu. Klasik Batı müziği dışında Anadolu ezgilerini de severek dinlerdi.

Gömleklerinin hepsi beyazdı. Bu gömlekler ilk yıllarda İsviçre`de özel olarak dikilirken sonra yerli malı kullanma kampanyasına öncülük edebilmek için Beyoğlu'nda bir terziye diktirilmeye başlanmıştı.

Takım elbiselerinin tasarımlarını yapardı. Lacivert takım giymeyi sevmezdi.

Boyu 1.74’di. 43 numara siyah rugan ayakkabı giyerdi. Hayatının son dönemlerine kadar 76 olan kilosu hastalığının ilerlemeye başlamasıyla 46'ya kadar düşmüştü.

Özenli ve temiz bir Türkçe konuşurdu. Rumeli şivesiyle telaffuzu ise hissedilebilirdi.

Hayatında bir dönem çok önemli yer tutan ve Mustafa Kemal'in evlenmesinden sonra hayatına trajik bir şekilde son veren Fikriye Hanım'ın mezarının nerede olduğu bilinmiyor.

Pek sabah kahvaltısı yapmazdı . Yataktan kalkar kalkmaz odasındaki divanın üzerine bağdaş kurarak oturur, günün ilk kahvesini, sigarasını içerdi.

Kendi kendine tıraş olmazdı.

Evinde çevresinde, hatta konuk olduğu evlerde bile eğri duran eşyaları düzeltmeden rahat edemezdi.

Atatürk yaşamı boyunca her uygun anda bir ağaç gölgesinde dinlenip piknik yapmayı severdi.

Atatürk bir gün çiftliğe gittiğinde, Köşk’ün hemen yanındaki Ulu Çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan bir bahçıvan ile karşılaştı. Dalların kesilmesi yerine köşkü raylar üzerinde kurulan bir tertibatla kaydırarak ağaçtan uzaklaştırdı.

Köylünün birinin gazete kâğıdına sardığı tütünü içmeye çalışırken eli yanmış, "Alın bunu kendi içsin" diyerek Atatürk'e küfretmişti. Bu köy mahkemeye çıkarılacaktı. Atatürk olayı dinledikten sonra "Onu mahkemeye vereceğinize, doğru dürüst sigara içmesini temin edin" dedi.

İlk mecliste bir oturum sırasında üyelerden biri laikliğin ne manaya geldiğini anlamadığını söyleyince Gazi çok sinirlenmiş ve elini kürsüye vurarak bir din bilgini olan üyeye cevap vermişti: "Adam olmak demektir hocam, adam olmak!"


Cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşmış biri olarak en ilginç özelliği savaş meydanları dışında kan görünce fenalaşmasıydı.

Gittiği yurt gezilerinde kendisi için kurban edilen hayvanlara bakamaz böyle durumlarda sırtını döner ya da kesilmelerini engellerdi.

Hayatının çoğunu geçirdiği savaş cephelerinden sonra Cumhurbaşkanı olarak geçirdiği yıllar ona bir tecrit yaşantısı gibi gelmişti. Çok sevdiği halkından ve sade bir vatandaş yaşamından uzaklaştığını düşünürdü.

Kumardan hoşlanmaz ama arkadaşlarıyla fasulyesine poker oynardı. Oyun sonunda kazandıklarını iade ederdi...

Sportmen kişiliği vardı. At  biner, yüzer  ve bilardo oynardı.

Milletvekilleri ile bindiği trende kondüktörün milletvekillerinden bilet parası almamasına şaşırıp nedenini sormuştu. Trenin milletvekillerine bedava olduğunu öğrenince epey sinirlenmiş, "Ne de güzel halkçılık ama" demişti.

Yağcılığa çok kızardı. Bir akşam sofrası da kendisine gereksiz şekilde iltifat eden Abdülhak Hamit'e müdahale etti.

Bir dünya turuna çıkıp, Türk dili ve tarihi üzerindeki çalışmalarını genişletmek hayaliydi.

Hastalığının başlangıcında kendisini muayene eden Dr. Fissinger günde kaç paket sigara içtiğini sormuş; Atatürk "sekiz" demişti. Doktor bunu günde bir pakete indirmesi gerektiğini söyleyince gülümseyerek cevap vermişti: "Ben zaten bir paket içiyorum. Bundan sonra bunu sizin izninizle yapacağım".

Kendisine "Ata" diye hitap edilmesinden hiç hoşlanmazdı.

1937'yi 1938'e bağlayan son yılbaşı gecesini Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras ile baş başa geçirmişti. O gece dolabındaki bazı elbiseleri bakana hediye etmişti.

Atatürk’ün sesini hep ince olarak dinlemiştik. Bununla ilgili olarak Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Sinema ve Televizyon Merkezi, Mustafa Kemal Atatürk'ün hiç yayınlanmamış görüntülerini 2010 yılında yayınladı. 1936'da kaydedilen görüntü sayesinde Atatürk'ün gerçek ses tonu da ilk defa duyulmuş oldu.

Görüntülerde Mustafa Kemal Atatürk'ün 1936 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden yaptığı konuşma yer alıyor. Atatürk'ün sesinin bilinenin aksine daha tok ve gür duyuluyor. Dilerseniz onu kendi sesinden bu konuşma ile dinleyelim.

4 Kasım 2013 Pazartesi

Blogger Teması Nasıl Değiştirilir?


Yeni Medyanın önemli unsurlarından biri olan bloglar için standart temaların yanında pek çok alternatif tema kullanma imkanı bulunur. Bunları nasıl kullanabilir ve daha önemlisi blogumuzun görünümünü nasıl değiştirebiliriz?

Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.

Merhaba,

Blogger üzerinde blogumuzu açarken seçtiğimiz temaya mahkum değiliz. Öncelikle mevcut temamızı değiştirmemiz mümkün. Temamızın renklerini, yazı karakterlerini değiştirebiliriz. Bunu nasıl yapabiliriz?
Öncelikle blogger.com adresine girin.


Sayfada sağ üst kısımlarda bulunan aşağı çek menüye tıklayıp Sablon'u seçin.
Burada yaptıklarınızı beğenmeme ihtimaline karşı bir yedek almakta fayda var. O nedenle sağ üstte görebileceğiniz Yedekle/Geri Yükle düğmesine basın.

Açılan küçük pencerede "Tam şablonu indir" düğmesine basın. Bir dosya indireceksiniz, bu sizin şu anda kullanmakta olduğunuz şablonun yedeği. Daha sonra geri dönmek isterseniz, aynı pencerede indirdiğiniz dosyayı bilgisayarınızda bulup, "Yükle" düğmesine basarsanız şablonunuz geri gelir.

Bir önceki sayfaya döndüğünüzde burada pek çok blogger temasının küçük resimlerinin olduğunu görebilirsiniz. Resimlerin üzerine geldiğinizde o temanın sizin blogunuzda nasıl duracağını anlamanıza yarayan ön izlemesini görebilirsiniz.
Ön izleme bölmesinin altında bulunan sağa ve sola doğru okları kullanarak temalar arasında gezinebilirsiniz.
Ön görünümleri ön izlediğiniz kısımlarda bulunan turuncu renkli "Blog'a Uygula" tuşuna bastığınızda yeni temanız blogunuza uygulanmış olur.
İşte temamız değişti. Ancak farkedebileceğiniz gibi Blogger üst barı geri geldi.Onu nasıl yok edebileceğinizi daha önce anlatmıştım.

Bu kadar çok da olsa tema konusunda sınırınız Blogger tarafından sağlananlar değil. Biraz ararsanız İnternet'te pek çok Blogger teması bulabilirsiniz.

Google'da "Blogger Templates" şeklinde aratırsanız pek çok tema sitesini bulabilirsiniz.

Ben "BTemplates" başlıklı şu siteden bir temayı ön izledikten sonra alıp uygulamaya karar verdim.
Temayı indirmek için sitedeki temanın altında bulunan "download" yani indir düğmesine tıklamak yeterli.

Sıkıştırılmış dosyayı açıp içindeki işletim sisteminize uygun klasöre girin. Ben Windows kullandığım için Johny Backup klasöründeki "Johny Backup.xml" dosyasını aldım.
Sıra bu xml uzantılı dosyayı Blogger'a yüklemeye geldi.


Dosyayı Blogger'da Şablon içerisindeki yedekle/geri yükle kısmından yükleyebiliriz. Gözat düğmesine basıp Johny Backup.xml dosyasını seçip "Yükle" tuşuna basın. Bu tema için yüklediğim sitede dosyanın içerisindeki bazı kısa yolları düzeltmek gerektiği belirtilmişti. Bunları yapmadığım için pek bir şeye benzemedi bu blogun hali. Normal bir kullanıcının da bunlar ile uğraşmayacağını tahmin ediyorum. Ancak "yok ben karıştırıp, düzgün bir hale getirebilirim" diyorsanız neden olmasın?
Sonuç biraz hayal kırıklığı oldu. Çünkü demosundaki gibi durmuyor pek. Bu durumda bloggerdaki dinamik görünüm temasını uygulamak çare olabilir. Dinamik Görünümler içerisinden soldan 3. olanı beğenip uyguladım.

Sonuç Fena olmadı.

Böylece Blogger'da nasıl mevcut şablonları kullanabileceğimizi ve başka sitelerde bulduğumuz şablonları nasıl yükleyebileceğimiz öğrendik. Aynı zamanda şablonumuzun yedeğini de nasıl alabileceğimizi gördük.

Google uzunca bir süredir, Blogger ile ilgili dişe dokunur bir geliştirme yapmadı. Bu pek hoş bir gelişme değil. Genellikle gözden çıkarılan uygulamalar bu hale gelir ve daha sonra Google uygulama mezarlığına gömülür. Bu aralar mobil uygulamalar ve sosyal ağ sitesi Google + fazlaca zamanlarını alıyor olmalı. Umarım düşündüğüm gibi olmaz ve Blogger'ı geliştirmeye devam ederler.

Anladığım kadarıyla Blogger'ın alternatifi olan sitelerden söz etmenin zamanı geliyor.

İyi günler dilerim.

1 Kasım 2013 Cuma

Blogger Ayarları Nasıl Yapılır?


Daha önce birlikte Blogger üzerinde bir blog açmıştık. Şimdi de Blogger'da açtığımız blogun görünümünü nasıl değiştirebileceğimizi öğreneceğiz. Unutmayın, iyi görünen bir blog daha çok okuyucuyu çekebilir. Ancak içeriğinizin işe yarar olması her zaman daha önemlidir. Her ikisini dengeli bir şekilde sağlayabilirseniz çok daha iyi olur.
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz. 

Merhaba,

Google hesabınız ile her zaman bloglarınıza yeni yazı yazmak ya da blog ayarlarınızı değiştirmek için http://www.blogger.com adresine girmeniz yeterlidir.


Blogger'a girdikten sonra sayfanızın yerleşimini değiştirmek için "Yerleşim" seçeneğini seçin.


Blogger açıldığından beri en çok yapılan değişiklik navbar denilen tepedeki kısımı kaldırmak olmuştur. Sonunda bu gezinti barının kaldırılabilmesine olanak veren değişiklik, Blogger tarafından da kabul edilmiş. Bunu gerçekleştirip navbar'ı kaldırmak isterseniz "navbar" dikdörtgeninin "düzenle" kısmına tıklayın.

Burada çıkan seçeneklerden "Kapalı" olanı seçerseniz navbar'dan kurtulursunuz. Bunun bir yararı daha var bir gün sitenizi kendi alan adınız altında yayınlamayı düşündüğünüzde Blogger navbar'ını yok etmek isteyeceksiniz. En iyisi bunu peşin peşin kapatmak.

Bir sonraki adımımız sık kullanılan simgenizi oluşturmak. Bu simge, birisi sayfanızı, sık kullanılanlara eklediğinde ya da tarayıcının kulakçıklarında görünen favicon da denilen resimdir.

Bunu oluşturmanın pek çok yolu var. Kendiniz bir resim dosyası oluşturabilir ya da bu iş için bir web sitesinden yardım alabilirsiniz. Ben favicon.cc sitesinden faydalandım.

Bu siteye girince Create New Favicon'a tıklayıp, çıkan yerde kendi resmimi oluşturdum. Oldukça basit bir simge oldu.

Sonra sitenin biraz aşağısındaki "download favicon" linkine tıklayıp dosyamı indirdim.


Blogger'a dönüp, sık kullanılan simge kutucuğunun üzerindeki "düzenle" kısmına tıklayın. "Gözat" düğmesine tıklayıp, "favicon.ico" isimli yeni indirmiş olduğunuz dosyayı sisteme yükleyip kaydet düğmesine basın. Yerleşim üzerinde bulunan "düzenlemeyi kaydet" düğmesine tıkladığınızda, yeni sık kullanılan simgeniz çalışmaya başlar. Sizin tarayıcınızda bu simge yerine Blogger simgesi görünüyor olabilir ancak sayfanıza yeni giren biri sizin yaptığınız simgeyi görecektir. Bir süre sonra siz de kendi simgenizi görürsünüz.

Bu seferlik son olarak, sağ tarafta yer alan gadget ekle butonu ile sayfamızın ziyaretçi sayısını gösteren bir bölümü ekleyip bitireceğiz.


Gadget ekle tuşuna basın. çıkan pencerede aşağı kaydırarak "Blog İstatistikleri" bulana kadar aşağı kaydırın ve bulunca solundaki mavi artı kutucuğuna tıklayın. İstediğiniz sitili seçip kaydedin. Böylece sayfanızı ziyaret edenler toplam ziyaretçi sayınızı görebilecekler. Gadgetler kısmında en üstte beliren "Toplam sayfa görüntülenme sayısı"nın kutucuğunu mouse ile üzerine tıklayıp parmağınızı kaldırmadan daha aşağıya taşıyabilirsiniz. Yine, gadget ekle seçeneğinden istediğiniz diğer araçları da sayfanıza ekleyebilirsiniz.

Şimdilik anlatacaklarım bu kadar. Daha sonra Blogger blogumuzun başka yerlerini de öğreneceğiz.

İyi günler dilerim.

30 Ekim 2013 Çarşamba

Blog Nasıl Açılır?


Yeni medyanın etkili parçalarından birisi de bloglardır. Basitçe, kişisel günlük olarak tanımlanabilecek blog, neredeyse hiç bir sınır olmadan özgürce içinizi dökebileceğiniz, deneyimlerinizi paylaşabileceğiniz ve gerçekten ilginç içeriğinizin ise hak ettiği ilgiyi görebileceği bir ortamdır. İyi de en kolay nasıl blog açabiliriz?
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz. 

Merhaba,

Eğer yazı yazmayı seviyorsanız, kendinizi yazı ile iyi ifade ettiğinizi düşünüyorsanız blog tutmak güzel olabilir. Dedem hep anılarını yazmak isterdi. Eminim kendince notlar tutmuş, bir yerlere bir şeyler karalamıştır. Ancak O gittikten yıllar sonra, elimizde hiç bir şey yok. Dolayısıyla anılarınızı bile yazmayı düşünseniz, görece daha kalıcı bir şeyler bırakmak için bir blog açabilirsiniz.

Profesyonel hayatınız ya da hobileriniz hakkında yazmak, deneyimlerinizi paylaşmak istediğinizde de blog tutmak iyi bir seçenektir.

Hikaye, yazmak hoşunuza gidiyor olabilir, ancak bastırmak için zorlanabilirsiniz. Kendi başınıza bastırmak için kitap-baskı maliyetine katlanmanız ve kitaplarınızı pazarlamak için de uğraşmanız gerekir. Bu günkü maliyetler ile 2000 adet baskı yapıp, kendiniz dağıtmanız halinde 5-10 bin lira maliyete katlanmanız lazım. Şansınızı bir blogda deneyebilirsiniz ancak iş hikaye, roman gibi türlere geldiğinde, halkın okuma alışkanlıklarını göz önüne aldığımızda, blog çok iyi bir tercih olmayacaktır.

"Nasıl yapılır?" sorusuna verecek cevaplarınız varsa, ya da önerileriniz ve işe yarayan ipuçlarınızın çok ilgi çekebileceğini söyleyebilirim.

Haber verdiğiniz bir blog sitesi bile açabilirsiniz.

Hepsi iyi de basitçe bir blog nasıl açılır?

Blogger Türkçe desteği de olan Google'a ait güzel bir hizmettir. Siz istemedikçe içeriğinize reklam sokmaz. Eğer bir Google hesabınız varsa hemen bir blog açabilirsiniz. Öncelikle Blogger'ın www.blogger.com adresine erişin ve google hesabınızla sisteme girin (Sitemde resimli olarak anlattım o nedenle görsel destekli yazıya burcakcubukcu.com adresinden ulaşabilirsiniz).


Karşınıza blogger ya da Google+ seçeneği çıkar. İleride sitenize okur çekmek istiyorsanız Google+ Profilinden devam etmenizi öneririm. Ancak, "aman şimdi Google+ ayarları ile uğraştırma bizi" diyorsanız Sınırlı Blogger profili oluşturun seçeneğini de tercih edebilirsiniz. Bunu yaptığınızı düşünerek devam edelim.

Sonraki adımda Profilinizi Onaylamanızı isteyen bir sayfa çıkar burada ben "depomdan" diye, aklıma ilk geleni yazdım. Ancak siz istediğiniz bir başlığı kullanın. Bu adımda başlık önemli değil.

Bir sonraki adımda "Yeni Blog" yazan düğmeye tıklayarak yeni blogunuzu açmaya bir adım daha yaklaşabilirsiniz.

Bu adımda blog başlığınızı seçmeniz gerekiyor. Ardından adres bölümünde sizin için tanımlanacak alt alan adını belirleyeceksiniz. Mümkün olduğunca başlığınız ile ilgili olsa iyi olur ama asıl önemli olan içeriğiniz olduğundan, benim seçtiğim gibi "tolimbos" gibi uyduruk bir şey de olur. Hemen hemen tüm kelimeler alınmış olduğundan siz yazarken sistem kontrol edilip uygun olup olmadığı bildirilir. Uygun alt alan adını seçtiğinizde
hemen altından blogunuzun nasıl görünmesini istiyorsanız ona uygun bir temayı seçebilirsiniz. Bu seçimi daha sonra da değiştirebilirsiniz. O nedenle çok önemli değil.

İşte blogunuz oluştu. Yayın göndermeye başla linkine yada hemen az sağındaki turuncu kalem işaretine tıklayarak yazmaya başlayabilirsiniz.

Kısa yazılar yazın. Muhakkak yazdığınız konu ile ilgili fotoğraflar ya da çizimler kullanın. Resimleri başka sitelerden aldığınızda telif haklarına saygı gösterin. En azından aldığınız siteye link verin. Ama daha da iyisi kendi çektiğiniz fotoğrafları ya da kendi oluşturduğunuz görselleri kullanın.


Yazınızı yazdıktan sonra sağ üstteki Yayınla düğmesine basın. İşte ilk blog girişini yaptınız.



Sitenize seçtiğiniz-alan-adı.blogspot.com adresinden ulaşabilirsiniz ya da Yukarıda, ortada görülen Blog'u görüntüle düğmesine basın.

İşte blogunuz hazır ve ilk yazınız da yayınlandı.

Eğer içeriğiniz ilgi çekici ise trafik çeker. Bunu hep aklınızda tutun.

Daha sonra ince ayarlardan da bahsedeceğim. Böylece blogunuzu daha etkin bir şekilde nasıl kullanabileceğinizi öğreneceğiz.

İyi günler dilerim.

Ses kaydının arkasında çalan parça, Beethoven'ın Ayışığı Sonatı isimli parçası olup, açık lisanslıdır Youtube ses kütüphanesinden alınmıştır.

25 Ekim 2013 Cuma

Basın Bültenini Keyifli ve Sosyal Hale Getirmek

Yeni Medya giderek daha ilginç ve daha çekici hale geliyor. Pek çok sosyal ağ sitesi hayatın doğal bir parçası durumuna geldi. Bize cep telefonumuz kadar yakınlar. Yani onları artık yanımızdan da ayırmıyoruz. Peki geleneksel medya kuruluşları zaten işlerinin bir parçası haline getirdikleri yeni medyayı daha iyi kullanamazlar mı? Geleneksel Medya için Yeni Medya bir tehdit olarak değil de, avantaj olarak değerlendirilemez mi?
Merhaba,

Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.

İkinci soruyu hemen yanıtlayayım. Radyolar, televizyonlar, gazeteler, dergiler ve benzerleri zaten Yeni Medya'yı çoktan avantaja dönüştürdüler. Geçmiş programları Youtube üzerinden sosyal medyaya açan, online sürümlerine trafik çekmek için Twitter, Facebook gibi ana akım Yeni Medya organlarını yoğun olarak kullanan pek çok yayın kuruluşu var.

Peki yenilikler bitti mi? Yani daha iyi bir yeni medya kullanımı için yapılabilecek bir şey kalmadı mı?

Tabi ki var. Öncelikle Yeni Medya ölçümleri ile elde edilen veriler değerlendirilip gelecek adımlar ona göre tasarlanabilir. Yeni medya ölçümü sonuç odaklı adımların atılmasını kolaylaştırır çünkü yaptıklarınızın karşılığında oluşan trafiği açıkça görebilirsiniz. Yani geri dönüş verisi kolayca alınabilir. Hangi tür yayınların daha çok ilgi çektiği, yorum aldığı, beğenildiği bilgisinin yanında, hangi saatlerde daha çok ilginin olduğu dolayısıyla ilgi çekmek için yayınlanacak içeriğin ne zaman yayınlandığında daha çok kişiye ulaşılabildiği gibi bilgiler yeni medya sayesinde anında alınabilir. Dolayısıyla bu verilere bakılarak daha iyi bir eniyileme yani optimizasyon gerçekleştirilebilir.

Teknoloji ile ilgili blog yazdığım için sağolsunlar, halkla ilişkiler (PR) firmalarından bol miktarda basın duyurusu alıyorum. Bu basın duyuruları için söyleyebileceğim tek şey, hayatımda gördüğüm en sıkıcı metinler oldukları. Genellikle kuru bir tanıtım metni ve ekinde bir iki görsel. Tamam, bunlardan iyi bir haber yapılabilir. Sonuçta bütün materyal hazır halde bilgisayarınıza geliyor. Teknolojik konuları bu kadar sevmeme rağmen, bu bültenlerin kaleme alınış ve sunuluşundan bu kadar sıkıldığıma göre, kim bilir bu işi profesyonelce yapan gazeteciler, durmadan gelen basın bültenlerinden ne kadar yılıyorlardır. Oysa biraz Yeni Medya baharatı kullanılarak bu bültenler ilgi çekici ve anında paylaşılabilir hale getirilebilir. Nasıl mı?

Tanıtım yapan ajanslar, iyi kötü iletişim eğitimi almış, meslekten personel çalıştırıyor. Fazla masrafa girmeden, bir yapım ekibi ve techizatı kurup bu bültenleri bizzat firmaların temsilcilerine anlattırıp ürünleri de yakın çekimler ile tanıtsalar ve bunu en fazla 5 dakikalık bir zamana sığdırıp, YouTube gibi bir görüntü paylaşım sitesine koysalar nasıl olur? 1080p kalitesinde görüntü yüklense, bundan, gazeteler ve gazetelerin web siteleri, televizyonlar, online haber siteleri ve tabi bloggerlar kolayca yararlanıp, haber olarak ya da destekleyici görüntü halinde kullanabilir, paylaşım yapabilirler. Olmayacak bir şey mi? Halkla İlişkiler ajansları basın bültenini bu hale getirdikten sonra, dilerlerse yanında hazırladıkları metin ve görselleri de yollasınlar hobi olarak, karşı değilim.

Sanırım soğuk ve asık suratlı basın bültenleri yerine, ürün veya hizmeti duyurmak için, vurucu ve etkili bir kısa film çok daha iyi ve Yeni Medya destekli olur.

İyi günler dilerim.


Ses kayıdının arkasında çalan parça, Strauss'un - Blue Danube isimli eseri olup, açık lisanslıdır Youtube ses kütüphanesinden alınmıştır.

23 Ekim 2013 Çarşamba

Sosyal Medya'da Nasıl Görünür Olunur?


Sosyal medya siteleri daha iyi hizmet vermek ve daha çok kazanabilmek adına pek çok ince ayar yapıyor. Bu arada sizin yaptığınız paylaşımlar da kolayca gözden kaçabiliyor. Peki görünür olabilmek adına neler yapılabilir?
Merhaba,

Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.

Lezzetli bir yemeği, kötü sunarsanız, kimse onu yemek istemez. Dolayısıyla, sosyal medyada da içeriğe dikkat çekebilmek için yapmanız gereken bazı düzenlemeler vardır.

Başlık önemlidir. Arkasından gelecek olanlar hakkında fikir verir. Başlık onu görenlerin devam edip etmemesi için belirleyici role sahiptir. Yazınızın ya da gönderinizin başlığına önem verin.

Aslında en kolay örnekleri gazete ve gazete web sitelerinin başlıklarında görebilirsiniz. Dolayısıyla, bir gün oturup, gazeteciler içeriklerine nasıl başlıklar atarak, okuyanı linke tıklamaya yöneltiyorlar inceleyin. Fikir verebilir ama zamanla ilgi çekici başlıklar atma konusunda deneyim kazanabilirsiniz. İlgi çeken başlıklar bir blog yazısının ilk birkaç cümlesini okutmayı başarabilir. Ardından okuyanı alıp sürüklemek de nasıl yazdığınız ile ilgili olduğundan bu konuda kendinizi geliştirmelisiniz.

Örneğin, kısa cümleler kurun. Uzun ve birbirine bağlı cümleler metnin okunabilirliğini azaltır. Bunun nasıl bir his olduğunu anlamak için hukuki metinlere bakabilirsiniz.

Yazdığınız konu ile ilgili bir başlığı seçmeniz, arama motorlarının sıralamalarında üst kısımlara yerleşmenizi sağlayabilir. Bu da, aramadan gelen okur sayınızı artıracağı için blogunuz trafik çeker.

Blog yazılarınızı uzun tutmayın. Bir, en çok iki sayfa yazmak iyidir. Uzun yazı ancak çok ilginç olursa okunur. Zaten eğer fikirlerinizi kısa metinler halinde ifade etmekte zorlanıyorsanız bu konuda da kendinizi geliştirmeye çalışmak iyi olabilir.

Twitter 140 karakter sınırı nedeniyle çok uzun konuşmayı sevenlere hayal kırıklığı duygusunu yaşatır. Oysa fikrinizi 60 karakter civarında aktarabiliyorsanız, Twitter'da da sizi okuyacak daha çok olacaktır. Yine, bahsettikleriniz ile ilgili görseller kullanmanız da ilgiyi üzerinize çekmeye yarar.

Blog girişlerinizde etiketleri kullanın. Konu ile ilgili kelimeler olan etiketler, hem kullanıcıları hem de arama makinelerini yönlendirip yazının konusunun nelerle ilgili olduğu hakkında bilgilendirir. O yüzden etiket yazınızı daha görünür yapabilir.

Ne kadar çok insanı takip ederseniz sizi takip edenlerin sayısını da artırabilirsiniz. Ancak takip ettiklerinizin içerikleri ile ilgilenmeyip sadece kendi düşüncelerinizi dillendirmeniz zamanla size gösterilen ilgiyi ve takipçi sayınızı azaltabilir. O nedenle takip ettiğiniz kişilerin neler yaptığına, neler yolladığına da dikkat etmeniz ve beğeninizi bildirmeniz ilgiyi üzerinizde tutar. Zaman zaman çok sevdiğiniz gönderileri yeniden paylaşmanız ise arkadaşlarınızın emeğine saygı gösterdiğinizin belirtisidir. Gönderilerinin daha çok kişiye ulaşmasını sağladığından arkadaşlarınızı yüreklendirir. Eğer siz de başkalarının görüşlerine değer veriyorsanız giderek daha çok kişinin ilgisini çekersiniz.

Linkedin gibi profesyonel iş ağlarında profilinize zaman ayırıp iş yaşamınıza ilişkin bilgileri girmeniz, yetkinliklerinizi belirtmeniz, kariyeriniz açısından yeni imkanlar ortaya koyabileceği için önemlidir.

Sosyal Medya'da yaptığınız paylaşımları, ilgili sosyal ağ sitesinin niteliklerine uygun olarak yapmak mantıklıdır. Linkedin'de komik karikatürler paylaşmak, eğer iş konuları ile doğrudan ilgili değillerse ters tepebilir.

Facebook, zaman tünellerinde arkadaşlarınızın yolladığı her gönderiyi göstermez. Bu nedenle paylaşımınızın daha çok arkadaşınız tarafından görülebilmesi için en az 5-6 beğeni ve bir kaç yorum alması gerekir.  Böyle gönderilerinize dikkat edin, beğeniler ve yorumlar belli bir eşiği aştıktan sonra başka arkadaşlarınızın da beğenip yorum yazdıklarını fark edeceksiniz. Bunun nedeni, Facebook'un algoritmasının yeterli önemde görmediği içerikleri sizi takip edenlere göstermemesidir. Görünür olmak için ilginç olmalısınız!

Tüm bu yukarıda anlatılanlar ünlüler için geçerli değildir. Ünlülerin hayranları karşılık beklemeden takip edip, tek yönlü bir akışa razı olduklarından, ünlü kişiler normal kullanıcılardan çok daha şanslıdırlar.

Sosyal medyada görünür olabilmek ve öyle kalabilmek sıradan kullanıcılar için zordur. Öncelikle, ya güzel içerik oluşturmanız ya da ilgi çeken içerikleri paylaşmanız gerekir. Kimi zaman bu ikisini dengeli bir biçimde yapanlar daha çok takip edilebilir.

Takipçi, arkadaş kavramından biraz farklıdır. Birini ilginç içerikleri için takip edebilir, paylaştığı düşüncelerini aynen benimsiyor olabilirsiniz. Ancak bu onunla oturup yüzyüze keyifli zaman geçirebilmeniz için yeterli olmayabilir. Sosyal medyanın bir diğer etkisi de kullanıcıların karakterlerini tam anlamda yansıtmamalarıdır.

İyi günler dilerim.


Ses kayıdının arkasında çalan parça, Silent Partner'in, Gotta Find Out isimli parçası olup, açık lisanslıdır Youtube ses kütüphanesinden alınmıştır.

9 Ekim 2013 Çarşamba

Akıllı Telefon Bağımlısı mısınız?


Akıllı cihazlar onları kullananların hak etmesi gereken cihazlardır. Önceki cümle oldukça tartışmalı aslında. Akıllı telefon, yerine göre boş vakit öldürmek için de kullanıldığında aslında amacına uygun kullanılıyor sayılabilir. Bu durumda, akıllı telefonlar ile kurulan irtibat bir tür madde bağımlılığı gibi düşünülebilir mi?
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.
Merhaba,

Telefonlar öyle bir akıllandılar ki, düzgün bir uygulama yazılsa, sizi marsa götürür, okeye döneyim derken, arkadaşınız eli bitiriverir. Tamam kulağa garip geliyor biliyorum ama Galaxy Note II sahibi gençlere otobüslerde dikkat edin, ne demek istediğimi anlayacaksınız. Gençler, eskiden arkadaşlarıyla kahveye giderlerken, artık okey oynamak için mekan ve zaman konusunda bir kısıtlamaya sahip değiller. Bu bir tür gelişme olarak nitelendirilebilir mi?

Şaka bir yana, kullandığımız akıllı telefonlar geçtiğimiz yüzyılda aya astronotları götürüp getirmek için gerekli hesapları yapan bilgisayarlardan binlerce kat daha güçlü işlemcilere sahipler. Hem de, eskisi gibi tek çekirdekli işlemciler değil kullanılanlar.

4'er çekirdekli iki işlemcisi, bir de görüntü işlemek için 4 çekirdekli bir grafik işlemcisine sahip cihazları cebimizde taşıyacağız, zili çaldığında ekranına parmağımızı sürtüp  kulağımıza götürüp, "alo!" diyeceğinizi, söyleseniz, 1980'li yıllarda size güler geçerlerdi. O dönemde evlerin hepsinde telefon bile yoktu. Olanlar da ya büyük paralar karşılığında devralmışlar yada yıllar süren bekleyişleri sonucunda muratlarına ermişlerdi. Kimi öngörülü aileler çocuk doğduğunda adına telefon sırasına yazılır, şansı yaver giderse evliliğine kadar telefon bağlatmaya hak kazanırlardı. Sonra her şey değişti. Her ne olduysa, küresel teknoloji dalgası ülkemizi de yalayıp geçtikten ve bizde de bilgisayar kullanımı alıp başını gittikten bu yana, her şey biraz karıştı. Önce bilgisayar, sonra İnternet daha sonra da cep telefonu bağımlısı olduk.

Bağımlı olup, olmadığınızı test etmek oldukça kolay. Eğer evden telefonunuzu almadan çıktığınızda, içiniz rahat ve endişesiz iseniz böyle bir derdiniz yok demektir. Ancak farkına vardığınızda 10'larca kilometre uzakta olduğunuzda bile, dönüp telefonunuzu alıyorsanız, durum dramatik. Eğer belediye otobüsünde telefonda oyun oynuyorsanız daha da beter diyebiliriz.

Elinizde, o anda İnternet dünyasında her türlü kaynağa ulaşıp, merak ettiğiniz konularda bilgilenmenizi, haberdar olmanızı sağlayacak bir cihaz taşıyorsunuz ve yaptığınız şey; kitap, makale veya haber okumak değil, bilgisayar programı yazmak değil, sadece okey oynamaksa, bu akıllı cihazın sizi iyiye, doğruya ve güzele ulaştırmak için işe yarayan bir araç olmadığı ortada. Peki o zaman ne? Belki de bu, yeni madde bağımlılığınız.

Biliyorum, kötümser bir yaklaşımla ele alıyorum akıllı telefonları. Ancak ne kadar düşük performansla kullanılıyor olurlarsa olsun, artık ilginç bir olay, bir durum ortaya çıktığında, bir anda ceplerdeki bu cihazlar yerlerinden çıkıp, görüntü kaydetmeye başlayıveriyorlar. İşte, o andan sonra buraya kadar söylediklerimin tamamını unutabilirsiniz. Gerçek anlamda vatandaş gazeteciliği işte o anda başlıyor. O duruma söyleyebilecek hiç bir şey kalmıyor.

Örneğin Facebook'da "Ankara'nın Bugları" diye bir sayfa açmışlar. Ankara'nın Bağları şarkısına ve Bilgisayar programı hataları anlamına gelen "Bug" kelimesine gönderme yapılarak oluşturulmuş bir ismi var. Ankara'da belediyecilik anlamında yapılmış hataları, komiklikleri sergiliyor. Son derece ilginç, komik, acı, eksik yönleri ile Ankara sokaklarının resimleri ve yapılan yorumlar burada ele alınıyor. İşte, size harika bir halk gazeteciliği örneği. Bunu, büyük oranda akıllı telefonlara, mobil İnternete ve biraz da sosyal medya'ya borçluyuz.

İşte size bir olumsuz, bir de olumlu yanı ile akıllı cihazlardan bahsettim.

İyi günler dilerim.

7 Ekim 2013 Pazartesi

İnternet'in Arşivi


İnternet başlı başına dev bir yapı haline geldi. Peki bu kadar bilgi bir gün yok mu olacak? "Keşke bir yedek alıp da, güvenli bir yerde saklasaydık" mı diyecek gelecek nesiller? Bu kadar emek, uygarlık tarihinin büyük birikimi yok mu olacak? Bari yok olmadan geçmişteki web sayfalarına göz atalım. Ama nasıl?
Merhaba,

Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.
Veri saklama konusunda ürettiğimiz çözümler pek de başarılı sayılmaz. Punch kartonları adı üzerinde, delikli kalın kağıttı. Manyetik bantlar 10, bilemedin 20 yılda üzerlerindeki kayıdı unutuyor, hatta paslanıyorlar. Manyetik diskler derseniz, onların da motorları sınırlı bir ömre sahip. Sabit diskleri belirli aralıklarla yenileri ile değiştirmezseniz, motor arızası ya da manyetik yüzeyin bozulması nedeniyle bir süre sonra verileri kaybedebilirsiniz. CD her ne kadar 100 yıla kadar dayanır, denilse de pek öyle değil. Hele yazılabilir yani CD-Rom'lar 5-20 sene içerisinde kullanılamaz hale geliyor. Yeni çıkan, solid state disk yani elektronik parçalardan oluşan veri saklama cihazları da ne kadar dayanır, bilinmiyor çünkü fiyatları yüksek olduğundan pek deneyen yok. Ancak onlar da öncüllerine bakılırsa, çok ümit vermiyorlar.

Tüm bu veri saklama ürünleri durduk yerde bozulduklarından, henüz doğal afet, savaş, yangın, uzaylı saldırısı, gibi etkenleri göz önünde bile tutmadık.

Tarihten günümüze kalan en sağlam veri parçaları ya kil tabletler ya da duvarlara, taşlara kazılmış kitabeler. Dolayısıyla veri saklama ortamı olarak pek de dayanıklı seçimler değil daha çok günü kurtaran uygulama ve çözümler geliştirmiş olduğumuz ortada. Eğer bizden sonra dünyada ayakta kalacak türlere uygarlık tarihimizi bırakmak istiyorsak, daha dayanıklı veri depolayan cihazlar geliştirmemiz gerektiği çok açık.

Google gibi tüm dünyanın verisini bir kaç farklı yedek olarak tutan İnternet devleri, eskiyen ve bozulan diskleri yenileyip veri kaybından kurtuluyor. Ancak kabul edersiniz ki bu eziyetli bir işlem. Yani asıl çözüm bulunana kadar yapılabilecek bundan ibaret.

Geleceği bir kenara bırakalım. İnternet geçmişinde web siteleri nasıldı? Ya da günümüzdeki bir web sitesi ilk kurulduğu yıllarda, neye benziyordu görmek istemez misiniz?

Geçmişte web sitelerinin neye benzediğini görmek için kullandığımız hizmet, İnternet arşivi adını taşıyor. yani http://web.archive.org laf aramızda, arkayv diye okunuyor ama yazılışı basbayağı arşiv işte. Google'dan Wayback Machine diye aratırsanız da bulursunuz. Bu sitede merak ettiğiniz pek çok web sitesinin geçmişte nasıl göründükleri hakkında fikir verecek düzeyde ve çeşitli zaman aralıklarında alınmış görüntüleri yer alıyor. Öyle her siteyi arşive almıyorlar ama yine de 240 milyar web sayfasını 1996'dan bu yana incelemek mümkün.

Kendilerini Yeni İskenderiye Kütüphanesi olarak tanımlıyorlar. "Peki bu kadar bilgi nerede saklanıyor?" diye merak ettiğinizi duyar gibi oluyorum. İster inanın, ister inanmayın sunucuları bildiğiniz masaüstü bilgisayarlarından oluşuyor. Bu bilgisayarların sabit diskleri, kümeler halinde (cluster) verileri saklayan özel bir yazılımla çalışıyorlar. Doğrusu tam anlamıyla gelen gidenin yaka yaka içinde okunacak bir şey bırakmadığı İskenderiye Kütüphanesi ile gerçek anlamda bir benzerliği bu. Şaka bir yana sistem güzel tasarlanmış ve bu güne kadar da sorunsuz bir şekilde İnternet'te, geçmişte bir web sitesi nasıl görünüyordu sorusunun güzel bir cevabını verebilir. Aklınızda bulunsun. 2004 yılından sonra da petabox sistemine geçilip daha güvenilir bir veri yapısı sağlanmış.

4 ayrı yerde konumlandırılmış veri merkezi, 1,300 bağlantı noktası, 11,000 sabit disk 2010 yılında sistemin ulaştığı durumdu. 2.4 PetaByte kapasitesindeydi. Ancak İnternet büyüklüğü de hızla arttığından bu kapasite ister istemez büyüyüp 2012 Ekiminde 10 Petabyte'a ulaştı.

Web sayfaları dışında eski filmler, sesler ve yazılar da bu site üzerinden ulaşılabilir durumda. Gerçek bir sanal İnternet kütüphanesi. Bir gün, ne yapıp edip, arşivin içerisinde zaman geçirin.

Verilerinizin güvende olduğu, güzel yarınları görmeniz dileğiyle, iyi günler.

4 Ekim 2013 Cuma

Yeni Medya'da Sanal Kişiler ve Güvenlik


Yeni Medya ile ilgili İnternet siteleri pek çok keyifli özellikler ile birlikte geldi. Ancak, bu kadar ilgi çeken bir ortamın içine kötü niyetli insanların girmesi ve kendi çıkarları için Sosyal Medya sitelerini kullanması da gayet normal. Peki, sıradan kullanıcılar ne yapacak? Kendilerini kötü niyetli kişilerden nasıl koruyacaklar?
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.

Merhaba,

Yeni medya, sosyal ağ sitelerinde insan davranışları diğer sosyal ortamlardan çok farklı değildir. Normal hayatta da sosyal bir ortama girdiğinizde kıyafetiniz, davranışlarınız ile benimsenir ya da yadsınırsınız.

Sosyal bir ortamda, ya kendiniz olarak bulunursunuz ya da takındığınız maske ile istediğiniz kişi olmaya çalışırsınız. O ortamdakilerin ilgisini çekebileceğini düşündüğünüz kişi kılığına girersiniz ve kendinizce bir tür tiyatro oyunu sahnelersiniz. Bu, bir tür görünmezlik pelerini ya da şapkası giymek gibidir. İnsan, uzun zamandır görünmezlik denilen fantezinin peşindedir. Örneğin Perseus, tanrıça Athena'dan bu görünmezlik şapkasını alıp, uyumakta olan Medusa'yı öldürür. Görünmeden istediğini yapabilmek özgürlüğü üzerine hikaye çeşitlemeleri benzer şekilde uzayıp gider. Uygarlık geçmişinde böyle bir imkanı ele geçiren ama aslında hak etmeyen kahramanların yaptıkları kötü işlerle dolu hikayeler de var. Günümüzde de Harry Potter serisinde görünmezlik pelerinine rastlıyoruz. Sahi, siz olsanız neler yapardınız böyle bir pelerinle?

Tamam, pelerin için henüz teknolojimiz yeterli değil. Hayal gücünüz de su kaynattıysa sosyal medya ne güne duruyor?

Denemek için sosyal medyada bir kurgu karakter yaratabilirsiniz. Bunu siz yapmasanız da yapan pek çok kullanıcı var. Kimi güvenlik ihtiyacından böyle davranır. Doğru ya, kim olduğu bilinmeden istediği gibi davranmak mümkün. Belki de altlarda saklanan gerçek kişi, böylece ortaya çıkmış olur. Ne dersiniz? Diyelim ki tanınma sonucu doğabilecek hukuki olumsuzluklardan kaçınmak için bu yapılıyor olsun ya da başka bir sebeple, insan olduğu gibi görünmelidir. Rol de bir yere kadar sürdürülebilir. Bir an gelir ki maskeler düşüp altındaki gerçek ortaya çıkar.

Sosyal medyada güvenli yazışmalar için, gerçek kimliğinizi gizlemek bir çözüm değil. Ancak sosyal medya sitelerinde kendinizle ilgili güvenlik tedbirlerini hafife almamakta yarar var. Sosyal medya siteleri sizin bilgilerinizi birilerine vermeseler bile, sizin hesabınız bir şekilde ele geçirilirse tüm verdiğiniz bilgileriniz ulaşılabilir olacaktır. O nedenle bu bilgilerinizi değiştirerek vermek bir çözüm olabilir. Örneğin doğum gününüzü değiştirmek mantıklı olabilir. Diğer zorunlu olarak verdiğiniz bilgileri de değiştirmek ve öyle kullanmak kişisel bilgilerinizin başkalarının eline geçmesi halinde tehlikeyi azaltacaktır.

Bir diğer önlem de şöyle. Facebook gönderilerinde fazlasıyla ilginç ve belki de o arkadaşınızın göndermesi mümkün olmayan bir resim, kısaltılmış link ve benzeri ile karşılaşabilirsiniz. Böyle akışlar görürseniz, tıklamayın! Aynı şekilde Twitter üzerinde özel mesajlarda size listenizdeki birinden gelen kısaltılmış link, sizi doğruca kötü niyetli kişilerin sitesine yönlendirip bilgilerinizi ele geçirmelerini sağlayabilir. Böyle kısa linklere de tıklamadan önce iki kere düşünmeniz akıllıca olur.

Yine uygulamaların istedikleri bilgi erişimlerine dikkat etmek de faydalı olabilir. Facebook'da bir uygulamayı onaylarken sizden ne gibi bilgileri istediğine dikkat edin. Listede sizi rahatsız eden türde istekler, örneğin her türlü özel bilginiz, arkadaşlarınızın bilgileri ve benzerleri varsa, zorunda değilseniz uygulamaya bu izinleri vermeyin.

Bilgisayarınızda güncel bir virüs koruması yanında güçlü bir malware koruması da çalışıyor olsa fena olmaz. Spybot ya da Iobit Malware Fighter gibi yazılımları önerebilirim. Bilgisayarınızın güncellemelerini de yapmakta fayda vardır.

Güvenlik için ne yaparsanız yapın %100 bir korunma durumu mümkün değildir. Her gün yeni yöntemler geliştirilmekte ve savunmada beklenmedik gedikler bulunmaktadır. Dolayısıyla dikkatli ve uyanık olmak sosyal medya güvenliğinizde yardımcınız olur.

Aslında, cennete gitmek için dünyayı cehenneme çevireceğimize, yaşadığımız dünyayı cennete çevirsek daha iyi olmaz mı?

Güvenli ve sağlıklı günler dilerim.

2 Ekim 2013 Çarşamba

coPub Nedir?


Sosyal ağ sitesi deyince inanılmaz sayıda seçenek söz konusu. Artık şirketlere de böyle ağları kullanan çalışanları öcü gibi gelmiyor. Belki de bir adım öteye gidip şirketlerin sosyal ağlarda yönetim, çalışan topyekün varlık göstermesinin zamanı gelmiştir.

Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.



Merhaba,

Yeni Medya konusunda neredeyse her şey yapıldı. Artık başka yeni bir şey çıkmaz, olsa olsa, var olanlar iyileştirilir diye düşünüyor olabilirsiniz. Doğrusunu isterseniz, gerçekten kısa bir süre içerisinde, yanıp sönen bir imleç ile aydınlanan tek renkli ekranlardan, günümüze çok hızlı geldik. Bilgisayar teknolojisi geçtiğimiz 20 yılda tam bir zıplama yaşadı. Arada doğup, gelişen İnternet ise daha da hızlı bir şekilde ilerleyip, bilgisayar kullanmaktan çok uzak olanları bile bir anda içine çekiverdi. Telefonlarımız gerçek anlamda haberleşme cihazlarına dönüştüler. Artık eskisinden çok daha küçük ama tam da tersine bir o kadar güçlü iletişim cihazlarını ceplerimizde taşıyoruz. Televizyonda canlı program sunmakta olan bir kişiye, telefon ekranından yolladığınız sosyal medya mesajıyla anında tepki alabiliyorsanız, demek ki Zeki Müren de eğer hala yaşıyor olsaydı sizi görebilirdi.

Sosyal medya, birbirini tanımayan insanları bir araya getiriyor. Eskiden beri tanıdıklarınıza erişmenizi kolaylaştırıyor. Bu fikirden daha çok ürün doğar bana kalırsa. Örneğin, neden sadece insanlar sosyalleşsin ki? Şirketler de pekala sosyalleşebilir. Hem birbirleri ile irtibata geçebilirler, hem de kendi bünyelerinde daha kolay bir iletişim imkanını bulabilirler. Ne dersiniz, e-postalarınızdaki bitmek bilmez cc listelerinin sonu gelse fena olmaz mı?  

Zaman, zaman Yeni Medya içerisinde faaliyet gösteren sitelerden bahsediyorum. Bu konuda, ne yazık ki yurdumuzdan fazla örnek yok. 

Ülkemizde bu konularda ürün geliştiren firma sayısı az. Ancak bu, Türkiye sınırları içerisinde, İnternet konusunda dünya devleriyle yarışacak bir proje yapılamaz anlamına gelmiyor! İşte böyle bir Yeni Medya projesinden bahsetmek istiyorum sizlere. Üstelik kullanıcılar söz konusu olduğunda, hedeflenen alan sadece Türkiye değil, tüm dünya. Aslında uzay istasyonundan sosyalleşen bilim insanlarını aklımıza getirirsek belki dünya da sınır değil. Dolayısıyla hiç de kolay olmayan, ancak doğru bir hedef seçilmiş. Sanırım buna "şirketlerin sosyal ağı projesi" dersek yanlış olmaz.

coPub beta sürecine gireli fazla olmadı. Ancak görünce şapkanızı düşürtecek cinsten bir etki yapacağını söyleyebilirim. coPub, kullanıcı arayüzü sade ve kolay kullanılır bir etki bırakıyor. Kolay ve sezgisel kullanımda her şeyi yerli yerinde olduğundan, baş belası kullanıcı kılavuzunu okumanız da gerekmeyecek.

coPub şirketler için bir sosyal ağ. Şirketiniz ve çalışanları üye olup kullanabiliyor. İşinizle ilgili ihtiyacınız olan ürün, hizmet, bağlantı gibi arayışlarınızı gerçekleştirebileceğiniz bir ortam. 

Öncelikle işinizin idaresinde, personelin ve yönetimin bulut üzerinde birlikte çalışmaları için bir ortam. E-posta gibi karışık mail listeleri içerisinde kaybolmadan, ilgili grup içerisinde haberleşip, operasyonu idare etmek ve sonuçları hakkında anlık bilgi alabilmek mümkün. Diğer üye şirketler ile de bağlantı kurmaya, bilgi, ürün ve hizmet akışı yapmaya imkan sağlıyor.

Bu sosyal ağ sitesinin ilginç ve kuvvetli bir yönü var. Arkasında güçlü bir şirket arama makinesi duruyor. Dünya çapında, milyonlarca şirketin, pek çok ve önemli bilgisine bu ağ içerisinden ulaşmak mümkün. Ürün ve bağlantı arayışlarınız için sistem içerisinden direkt bağlantı kurmak imkanı var.

Şirket içi birlikte çalışma imkanları da bu site üzerinden sağlanabiliyor. Aynen diğer sosyal ağ sitelerinde olduğu gibi, buradan da durum güncellemeleri yapmak mümkün. Ancak aradaki fark, şirket içi durum güncellemelerinin sadece o şirket ya da şirket içerisinde oluşturmuş olduğunuz grupların arasında paylaşılabilmesi. Şirketler arası kurulabilecek bir grup ile iki ya da daha fazla şirketten ilgili kişiler bu sistemde haberleşebilir. Böylece örneğin Joint Venture yani ortak girişim yapan iki şirketin elemanları arasında kolayca iletişim ve projenin durumuna ilişkin haberleşme sağlanmış oluyor. Dolayısıyla, örneğin bir ya da fazla şirket içerisinde belli bir projeyi yöneten grup çalışanları birbirlerinden binlerce kilometre uzakta olsalar da irtibatlarını kopartmadan birlikte çalışabilirler. Şimdilik sistemde dosya ve resim paylaşılabiliyor. Ancak gelecekte buna sesli ve görüntülü görüşme de eklenirse daha iyi olabilir. Yapılacak işler listelerini tutup izlemek, not alarak unutmamak, yine sistem özelliklerinden. Sistem 256 bit şifreleme kullandığı için bilgilerin güvenliği de sağlanmış. Yalnız büyük sosyal medya sitelerinde olan bu özellik, şirketler için önemli bir güvenlik gereği.  

Yeni modüllerle daha gelişmiş ve işlevsel hale gelebilecek coPub belki gelecekte, muhasebe, iş-süreç takibi, CRM gibi ek özelliklerle iş dünyasının kalbine taht kurabilir.

Sistem, kullanıcılara yeni açıldığı için, katılan sayısı arttıkça daha pek çok konuda gelişme ve iyileştirmeler yapılarak yaygın kullanılacağını düşünüyorum.

coPub gelir modeli direkt olarak aylık ya da yıllık ödemeler yolu ile gerçekleştirilmiş.  İlk ay için kullanım bedeli ödenmiyor. Ancak izleyen aylarda Durum Güncelleme, Bağlantılar, Uyarılar, Dosya ve Resim Paylaşımı, Mesajlar, Canlı Mesajlaşma, Gruplar, Uygulamalar, Gelişmiş Arama Filtreleri, Online Destek özelliklerin hepsini birden kişi başı 16 lira civarına kullanmak mümkün. Gelir modelleri konusunda genellikle karşı olduğum bu direkt kullanıcı tarafından ödeme durumu, burada bir istisna olarak karşıma çıktı. Hassas şirket bilgileri söz konusu olduğunda, reklam verenlerin bu bedeli karşılamamaları şirketler açısından bir tür güvence gibi değerlendirilebilir.

Verimli çalışmalar yapacağınız sağlıklı günler dilerim.

30 Eylül 2013 Pazartesi

İnternet Sitelerindeki Hesaplarımı Nasıl Silerim?


Yeni medya, alışveriş, müzik siteleri genellikle sizi tanımak isterler. Sitelerden yararlanmak, kimi zaman alışveriş yapabilmek için, pek çok kişisel bilginizi içeren veriyi girip, üye olmak iyi de, ya bir gün gelir de bu tür üyeliklerinizi silmek isterseniz ne ile karşılaşacağınızı biliyor musunuz?
Blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.

Merhaba,

İnternet kullanıcıları neredeyse artık her türlü siteye üye olarak girmek zorunda. Verilen hizmet paralı ya da bedava olsun, siteler sizi üye olup, içeriklerinden öyle yararlanmaya zorluyorlar. Gazete siteleri bile sizi üye olmaya teşvik ediyorlar.

Üye sayısı ve üyelerin neler yaptığını izlemek, bir hizmeti geliştirebilmek için işini bilenlere önemli veriler sağlar. Örneğin bir alışveriş sitesi, incelediğiniz ya da satın aldığınız ürünlere benzer ürünleri size önerebilir. Bunun için sizin siteye üye olmanız en kolay yollardan biridir. Kullanıcının yaptıklarını izlemek böylece kolaylaşır. Sosyal ağ siteleri de üye olmadan bir şey yapmanıza imkan tanımazlar.

Ülkemizdeki alışveriş siteleri TC kimlik numaranıza kadar her türlü bilginizi alıp, saklar. Kötü niyetli birilerinin kolayca bilgilerinize ulaşabileceği fikri, oldukça rahatsız edici. Boşverip umursamamak bir davranış şekli. Diğeri ise bundan rahatsızlık duyup, verileri silip hesabı kapatmak olabilir. Daha genel bir davranış türü ise İnternet üzerinde alışveriş yapmamak ve sosyal paylaşım sitelerinden de uzak durmak. Ancak bu biraz, "düşüp bir yerimi kırarım" düşüncesiyle bir meyve ağacına tırmanmayıp, yüksekteki meyveler çürürken aç kalmak gibi bir durum. Makul olan, sizin için piyasa ile karşılaştırıldığında daha ucuzunu sağlayan bir siteden ürünü alıp, kullanmak. Sosyal medya sitelerinde bulunup gündemi yakalamak ve arkadaşlarınızla kolayca irtibat içerisinde kalmak. İlkokul arkadaşlarınızın doğum gününde bir telefon açıp kutlamak, hoş beş etmek kötü bir şey mi? Facebook haber vermese nereden bileceğiz arkadaşımızın doğum gününü? Kaçımız böyle kayıtları tutan bir ajandaya sahip?

Pek çok avantajlarına rağmen, bir sitedeki hesabınızı kapatmayı düşündüğünüzde öncelikle ilgili siteye gidip bunu nasıl yapabileceğinizi araştırmanız gerekiyor. Pek çok alışveriş sitesinde bunu yapmak genellikle imkansıza yakın. Yine de hesabınızı kapatabileceğiniz türde programlanmış olanları yok değil. Sosyal medya sitelerinde hesap kapatıp ayrılmak mümkün. Ancak bunun için karışık yollar izlemek ve biraz İnternet'te araştırma yapmak gerekebilir.

Böyle bir ihtiyacın varlığı hesap kapatmayı kolaylaştıran siteler yapmak fikrini ortaya koymuş olmalı ki, böyle siteler var. Hesabınızı ya da hesaplarınızı kapatmak istediğinizde bunu yapmanıza yardım edecek bir kaç siteye örnek vermek istiyorum.


Godelete.com bunlardan biri. Oldukça sade ve kullanımı kolay. Ancak  az sayıda sitedeki hesaplarınızı bu site üzerinden silebilirsiniz. About.me, Ask.fm, Dropbox, Ebay, Facebook, Flickr, Gmail, Instagram, Youtube, Twitter ve benzerleri silinebilecekler listesinde var. Zor hesap silinen siteler için neler yapılabilceği de ilgili linklerde anlatılmış. Ancak "bunlar yetmez, daha çok hesap silecek bir yer var mı?" diye düşünüyor olabilirsiniz.

Bir diğer hizmet de accountkiller.com. Bu sitede hesap silme işi otomatik yapılamayan siteler için de anlatılmış ve yararlı ipuçları verilmiş. Böylece normalde kolayca silinemeyen siteleri de silmek için önerilere ulaşılabiliyor.


deleteyouraccount.com bir diğer seçenek. bu siteden de faydalanarak, hala silemediğiniz hesaplarınız varsa deneyebilirsiniz. Sitede, yerine göre hesabınızı nasıl silebileceğiniz anlatılmış. Eğer mümkünse basit bir link verilerek ilgili sitenin hesap silme kısmına ulaşmanıza imkan tanınmış. Yanlışlıkla sildiğiniz hesapları nasıl geri getirebileceğiniz de bu sitede kimi hesaplar için belirtilmiş.



Justdelete.me en geniş koleksiyonuna sahip olan site. En çok bilinen ve kullanılan site de bu. En önemli özelliği Türkçe desteğinin de olması. Dolayısıyla nispeten kolay bir şekilde, dil bariyerine takılmadan hesap silmenizi sağlıyor. Basit, orta, zor, imkansız olarak dört kısma ayrılmış siteler ve hepsi farklı renkte belirlenmiş.

Ne yazık ki Türkiye'deki alışveriş sitelerinden hesap silmeyi de kolaylaştıran bir site yok. Bir de, ne yaparsanız yapın hesabınızı silemediğiniz siteler bir sorun olarak duruyor. Derler ya, "İnternet'te bir kere iz bıraktınızsa, bir daha silinmez" öyle durumlar için pek yapacağınız bir şey kalmıyor.

Sağlıklı günler dilerim.

27 Eylül 2013 Cuma

Spotify Nedir?


Yeni Medya, müzik dünyasını da ister istemez içerisine alıyor. Artık müzik ile ilgili pek çok alışkanlığımız değişti. Evde, işte, sokakta kendi sevdiğimiz müziği dinliyor, kendi müzik listelerimizi oluşturuyoruz. Bakalım, Yeni Medya uygulamaları yapan siteler bu alışkanlıklarımıza ne gibi değişiklikler getirecek?
Bu blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.
Merhaba,

Başlamadan önce belirtmekte yarar var. Radyolar ile aynı kulvar değil burada sözkonusu olan. Çünkü radyolar ister İnternet'de, ister havada, kendi müzik türlerini ve programlarını yapıyorlar. Kullanıcılar bu birliktelik için radyo dinliyor. Dolayısıyla İnternet'te bir siteye girip, istediğini seçip, dinlemek daha çok eskiden yaptığımız, pikaptan, teypten ya da cdden müzik dinlemek gibi düşünülürse daha doğru olur.    

Çok yakın bir zamanda Spotify isimli Sosyal Müzik sitesi Türkiye kullanıcılarına açıldı. "O nasıl oluyor?" dediğinizi duyar gibi oluyorum. Açıklamaya çalışayım.

Spotify en basit anlamıyla genişçe bir müzik arşivi. Dinlemek isterseniz, sisteme kaydolup, ardından giriş yapmanızla mümkün oluyor. Facebook hesabınızı kullanarak ya da yeni bir Spotify hesabı açarak sisteme girebiliyorsunuz. Facebook hesabı ile sisteme giren diğer arkadaşlarınızı kolayca bulup burada da arkadaşlarınız arasına eklemeniz mümkün. Müzik dinleyip, beğendiklerinize yıldız verebiliyorsunuz. Şarkılar dinlenme istatistiklerine göre kendi aralarında sıralanıyorlar. Böylece, en popüler şarkılar da bir şekilde bu sistemde de ortaya çıkmış oluyor. Modern bir müzik listesi diyelim buna.

İstediğiniz sanatçıyı sistemde arayıp, bulduktan sonra, dilediğiniz parçasını dinlemeye başlayabilirsiniz. Kendi çalma listenizi oluşturmak da mümkün. İstediğiniz sanatçılardan oluşan kendi radyonuzu oluşturup dinlemeniz de mümkün. 

"Sosyallik nerede kaldı?" diye merak ediyor olabilirsiniz. Hemen belirteyim. Dilerseniz aynı türden müzik seven arkadaşlarınızla sohbet edip, aynı müziği birlikte dinlemeniz Spotify sitesi veya uygulaması ile mümkün. Arkadaşlarınız neler dinliyor, ne tür listeleri oluşturuyor, haberdar olup, onları da dinlemeniz mümkün. Uygulama demişken, bilgisayarınıza, akıllı telefonunuza ya da tabletinize, evinizdeki İnternete bağlı müzik sisteminize uygulama yükleyip kullanma imkanı da var. Böylece bir tür bulut müzik hizmetini her an yanınızda taşımış oluyorsunuz. 

Beğendiğiniz müzikleri Facebook, Twitter ve Tumblr üzerinden arkadaşlarınızla paylaşmak mümkün. 

Spotify, ülkemizde İnternet üzerinden müzik dinleten siteler arasında ciddi bir değişikliğe neden olacak gibi görülüyor. Kullanımı kolay ve ücretli kısmı da pahalı sayılmaz. Arşivi ise gerçekten geniş. Ülkemize gelirken pek çok Türk sanatçıyı da sisteme dahil etmiş.

Gelelim ücretlendirmesine. 3 kategorisi var. Bedava, Ücretli ve Premium. Bedava olanda araya reklamlar giriyor. Bazı albümlerde tüm parçaları dinleyemiyorsunuz. Aylık 5 lira verirseniz, reklamlar kalkıyor ve tüm arşivdeki parçaları dinleyebiliyorsunuz. Ayda 10 lira verip premium üye olursanız parçaları indirip İnternet'e bağlı olmadan da dinleyebiliyorsunuz.

Sadece müzik üzerine kurulu sosyal bir ağın, sosyal kısmının biraz zayıf kaldığını belirmek istiyorum. Ancak, belki zamanla o konuda da gelişmeler olabilir, kim bilir?

Neşeli notalardan oluşmuş, keyifli bir senfoni gibi bir hayatınızın olmasını dilerim. İyi günler.

25 Eylül 2013 Çarşamba

Linkedin Nedir?


Bir zamanlar çok belirgin çizgilerle birbirinden ayrılan Sosyal Ağ siteleri arasındaki ayrılıklar giderek belirsizleşiyor. Sosyal Ağlar daha çok kullanıcı toplama yarışında giderek birbirlerinden çok küçük ve neredeyse farkedilemez hale gelen detaylar ile ayrılıyorlar. Böyle bir yarışın kazananı olabilir mi?
Bu blog girdisini bu linkten dinleyebilirsiniz.
Merhaba, 

İş arama, bulma, yeniden arama süreçleri günümüz dünyasının vazgeçilmezleri arasında. Bu konularda çevreniz ne kadar genişse yeni bir iş bulup kendinizi günden güne geliştirmek ve daha iyi bir hayat yaşama şansını yakalamak mümkündür. Çevre genişletme konusunda sanal alemde ne yapılabilir düşüncesiyle 2002 yılında kurulan Linkedin sosyal ağ ihtiyaçlarını karşılamayı amaçlayan bir yeni medya sitesidir.

İster istemez içerisine iş ve eleman temin etme gibi konuları da almıştır. Küresel özellikleri bulunduğu için kendi ülkenizin işgücü ile sınırlanmadan kullanıcıları arasından ilgi alanınıza göre geniş bir kesime ulaşabilirsiniz. 

Eski okul, çalışma arkadaşlarınızı buradan bulmanız mümkündür. Sosyal ağların yapısı gereği, arkadaşınızın arkadaşı, diğer sosyal ağlardaki bağlantılardan yakaladıklarınız derken, kendinizi geniş bir sosyal ağ içinde bulabilirsiniz. 

Bir dakika, bunu yapan Facebook değil miydi? Evet, aynen öyleydi ama Linkedin daha formel başlayıp geçirdiği metamorfozda Facebook tipinde bir şeye döndü. Öncelikle, 20 civarında dili destekliyor. İçlerinde Türkçe de var. Dolayısıyla, giderek daha çok Türk kullanıcı tarafından ilgi görüyor. Oyunları içinden çıkartırsanız Facebook ile Linkedin birbirine çok benzeyecektir. Başta da söyledim ya, giderek sosyal ağ siteleri birbirlerinin alanlarına giriyor diye. Sanırım yakında birinde ne imkan varsa, diğerinde de olacak.

O halde Linkedin'in farklarına değineyim biraz. Öncelikle kullanıcı davranışları sınırları belirginleştiriyor ya da ortadan kaldırıyor. Yani burada genellikle profesyonel konularda paylaşımlar yapılıyor. Gündelik siyasi, magazinsel konulara pek rastlamıyorsunuz. Dolayısıyla böyle konuları pek paylaşmıyorsunuz da. Söz gelimi CRM, yani müşteri ilişkileri yönetimi üzerine bir makaleyi okuduktan sonra beğenmişsem, altındaki sosyal medya ikonlarından mavi "in" yazan, yani Linkedin paylaşım tuşuna basıveriyorum. Gazete sitelerinde genellikle aklımın ucundan bile geçmiyor aynı tuşu kullanmak. Sosyal içerik paylaşımı konusunda, kullanıcıların tercihleri benim gibi midir bilemiyorum ama, hislerim ve davranışlarım bu sitede farklılaşıyor.

Hemen güzel bir yanına da değineyim. Bir başkasını nitelikleri nedeniyle övmek ve o niteliklerinden başkalarına bahsetmek, o kişiyi teşvik edici ve yapanı da alçak gönüllü ve takdir eden konumuna taşımaktadır. Bir süredir Linkedin, bu imkanı kullanıcılarına tanıyor. Siz özelliklerinizi yazıyorsunuz, profilinize gelen tanıdıklarınız da uygun gördüklerini onaylıyor. Sonuçta, başkaları tarafından onay almış, yetkinliklerinizden oluşan bir liste ortaya çıkıyor. Objektifliği tartışma götürür. Yine de, bir iş fırsatı için, böyle bir envanter, güzel referans olabilir. 

İlgi duyduğunuz alanlarda, haberleri ve deneyimleri paylaşmak işinize yarayabilir. Kariyerinizi yeniden yapılandırabilir, ağınız sayesinde belki yeni bir iş bulabilirsiniz.

İş ilanları vermek mümkün. Tabi belki de ilk iş ilanınızı hazırlarken sitenin gelir modeli ile tanışmanız söz konusu olabilir. Çünkü, iş ilanı vermek için bir bedel ödemeniz gerekiyor. 200 ülkeden, 225 milyondan fazla kullanıcısı olduğuna göre, verdiğiniz paranın karşılığını almanız mümkün belki, ama aynısını Facebook daha fazla kişiye ulaştırıp, üstelik bedavaya yapabilirse neler olur diye merak ediyorum.

Gelelim benim biraz kızdığım ama daha çok şaşırdığım, insan kaynakları sitelerine. Yıllardır önlerinde duran sosyal ağ sitesi örneklerine rağmen bu konuda dişe dokunur bir şey yaptıkları pek söylenemez. Ellerinde dev CV havuzları var. Ancak bu büyüklükte veriyi elde tutmak o veriyi değerli kılmıyor. Aksine, hızla elinizdeki CV'ler eskiyip değersizleşiyor. Büyük veriyi oluşturmak önemli ama içindeki değeri işe yarar kılamadıktan sonra, bunun fazla bir anlamı yok. Büyük veri, çöp yığınına verilen isim değil. İşe yarayan ve değer yaratıp, size de kazanç sağlayan veri, büyük veridir. 

Linkedin sunucuları, uzunca bir süredir yoğunluk nedeniyle sorunlar yaşamanıza neden olabiliyor. Umarım, yakın zamanda sunucu tarlalarını dünya üzerinde uygun yerlere dağıtarak, bu tür sorunları giderebilirler. Yeni Medyanın sosyal ağ siteleri, kendileri de gerçek anlamda ağın bir parçasını oluşturmak zorundalar gibi görünüyor. Facebook ve Google bu konuda iyi örnekler sergiliyorlar. Ancak onların ekonomik olanaklarına sahip olmak da pek kolay değil tabi.

İşin özü basit aslında. İster İnsan Kaynakları sitesi olun, ister Sosyal Profesyonel Ağ sitesi, yapmanız gereken basit bir şekilde iş arayan ile işgücü arayanları bir araya getirmek. Elde büyük veri olunca, bunu değerli ve kullanışlı kılmanın yolu, bu veriyi en iyi şekilde değerlendirmek ve tarafları buluşturmak için gereken başarılı site yönetimini yapmak. Bir insan kaynakları sitesi, "head hunter" yani kafa avcısı gibi davranmayı becerdiği ölçüde başarılı olabilir. Yani işe en uygun adayı belki de o adayın haberi bile olmadan bulup, tarafları birbirine bağlamadıktan sonra ağ olmamanın ne anlamı var?

Bakalım bunu önce kim becerecek?

Linkedin konusunda, özetle söylenebilecek şu. Her şeyden biraz bulabileceğiniz bir Profesyonel Sosyal Ağ sitesi. Tabi bu kadar karışıklığın içerisinde kendinizi kaybetmezseniz. İş bulma konusunda yeterliyseniz, zaten her ortamda iş bulursunuz. Gelir Modeli üzerinde yeterli düşünülmemiş ama belki de böylesi daha saydamdır. 

Profilinizi görüntüleyenlerin tam listesini görmek,
InMail ile istediğiniz kişiyle doğrudan iletişime geçmek,
Genişletilmiş profilleri görmek,
Daha fazla arama filtresi ve sonucu edinmek isterseniz aylık yaklaşık 100 lira ödemeyi göze almanız gerekiyor. Pek azımsanacak bir bedel değil. Ama "ödemeye değer mi", diyebilmeniz için bu siteyi kullanmayı öğrenmeniz gerekiyor.

Başarılı bir iş hayatı ve sağlıklı günler dilerim.
----

Linkedin fazlasıyla ciddi geliyorsa bir de şunu izleyin!

Stajyerlerin flashmob etkinliği ;)

Ey Eurovision Sen Kimsin?

Yapay zeka, hayatımızın birçok alanına girmeye devam ediyor. Ben de bir süredir blog yazılarımı YouTube'a aktarıyorum. Neyse ki, 10 yıl ...