28 Kasım 2023 Salı

Bonjur! Dedi Cezayirli Satıcı


Altını Olan Ölenlerin Mallarına Çöker

İngiltere Kralı I. Charles, 1625'ten 1649'a kadar hüküm sürdü. Bu süre zarfında, kraliyet otoritesini güçlendirmek için çeşitli adımlar attı. Bunlardan biri, ölen kimsesiz İngiliz vatandaşlarının mallarına el koymaktı.

Ancak bu halk arasında büyük tepkilere yol açtı. Halk, bu uygulamanın haksız ve adaletsiz olduğunu savundu.

1642'de başlayan İngiliz İç Savaşı'nın önemli bir nedeni oldu. İç savaşta Parlamento, kralın yetkilerini sınırlamak için mücadele etti. Bu mücadelenin sonucunda I. Charles, 1649'da idam edildi. 

I. Charles'ın kimsesizlerin mallarına el koyma uygulamasının, İngiliz tarihinde önemli bir dönüm noktası olduğu söylenebilir. Bu uygulama, kraliyet otoritesinin halk üzerindeki gücünü azaltmaya yardımcı oldu ve İngiltere'nin rejiminin bir parlamenter monarşiye dönüşmesine yol açtı.

Bu uygulama günümüzde de tartışılıyor ve kimleri uygulamanın haksız ve adaletsiz kimileri de kraliyet otoritesini güçlendirmek için gerekli olduğunu savunur.

O Charles Yapar da Bu Charles Durur mu?

Bana sorarsanız, sonuna kadar haksız bir uygulama. İngiliz kraliyet ailesi günümüzde demokratik bir rejimde sembolik bir konuma sahip. Hiçbir yetkisi ve söz hakkı yok. Buna rağmen kendisinden 374 yıl önce yaşamış adaşının yaptığını şimdiki kralın da yaptığı geçenlerde ortaya çıktı. 

İngiliz Guardian gazetesinin haberine göre, Kral III. Charles, tahta çıktıktan sonra ülkenin kuzeybatısında ölen binlerce kişinin mal varlığına çökerek servetine katmış.

Ömrümüzü birlikte doldurduğumuz, masallardaki gibi ideal bir kahraman olduğunu düşündüğümüz prense bakın! O da sıradan bir insanmış meğer. Ölen insanların mallarını alıp kullanmak nedir? Ölü soyuculuktan farkı ne? Kibarca ve çaktırmadan yapılması mı?

Kurtuluş Savaşı ve Atatürk

İngiltere yönetimi yüzyıllar boyunca emperyalist politikalarla dünyanın her yerinde kendilerine göre daha geri uygarlık seviyesindeki ülkeleri önce fethetti. Sonra da bu fakir ülkelerin insanlarını ve ülke kaynaklarını sömürdü. Bugün sömürgecilik modern bir yapıya büründü ve emperyalizm adını aldı. Emperyalistlere karşı duruşun önemli rol sahiplerinden birisi ise yurdumuzun kurucusu Mustafa Kemal Atatürk... Kurtuluş Savaşımız ise emperyalizme karşı kazanılan ilk savaştır ve pek çok sömürge ülkesi için bir umut ışığı olmuştur. 

Mustafa Kemal Atatürk'ün emperyalizme karşı kazandığı Kurtuluş Savaşı, 1919-1922 yılları arasında gerçekleşen ve Türk milletinin bağımsızlığını kazandığı bir savaştır. Bu savaş, yeryüzünde emperyalizme karşı kazanılmış ilk zafer olarak kabul edilir (çok hoşuma gittiğinden özellikle ikinci defa belirtiyorum). 


Kurtuluş Savaşı'nın nedenleri arasında, I. Dünya Savaşı'nda Osmanlı Devleti'nin yenilmesi ve Mondros Ateşkes Antlaşması'nın imzalanması yer alır. Bu antlaşma ile Osmanlı Devleti'nin bağımsızlığı büyük ölçüde kısıtlanmış ve işgal altındaki toprakları kurtarmak için harekete geçilmesi gerektiği anlaşılmıştır. Düşünsenize, İstanbul elden gitmiş! Ülkenin her yeri paylaşılmış. Bildiğin çökmüşler memlekete. Öyle kalsa şimdi İstanbul'a, İzmir'e, Antalya'ya hatta Polatlı'ya giderken Shengen vizesi alacaktık! Durum o kadar kötü. Fatih'in fethedip, Türkleştirdiği İstanbul İngilizlerin olmuş diyorum! O derece perişanız. Yunan ordusunun top sesleri Ankara'dan duyulur hale gelmiş. Top dediğim meşin olan futbol topu değil! Silah olan top! 
22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi, Türk’ün makûs talihini yendiği bir savaş olarak tarihteki yerini almıştır. Türk ordusunun 1683'te Viyana önünden Anadolu'ya doğru 238 yıllık çekilişinin ve toprak kaybının son bulduğu savaştır.

Atatürk'ün liderliğindeki Türk ordusu, Kurtuluş Savaşı'nda birçok önemli zafer kazanmıştır. Bu zaferler arasında, 1921'de kazanılan Sakarya Meydan Muharebesi ve 1922'de kazanılan Büyük Taarruz yer alır. Kurtuluş Savaşı'nın dönüm noktasıdır. Bu zafer Büyük Taaruz ile taçlanmıştır. Yunan ordusu Anadolu'dan tamamen çıkarılmıştır. 30 Ağustos 1922'de kazanılan Dumlupınar Meydan Muharebesi, Kurtuluş Savaşı'nın son büyük zaferidir. Bu zaferden sonra Türk ordusu ilerleyerek 9 Eylül 1922'de İzmir'i kurtarmıştır.

Lozan Barış Antlaşması’nın imzalanmasıyla birlikte de İstanbul’un 4 yıl 10 ay 23 günlük işgali 6 Ekim 1923’te Şükrü Naili Paşa komutasındaki 3. Kolordu’nun şehre girişiyle resmen son bulmuştur. 


Tevhid-i Efkâr gazetesi İstanbul’un işgalden kurtuluşunu manşetten, “Dün şanlı ordumuz, mücahede-i milliyenin en büyük zaferini de kazandı ve İstanbul’u ikinci ve sonuncu defa fethetti” diye duyurmuştur. 


Tanin gazetesinin manşeti de “İstanbul’un İkinci Fethi”dir.

Kurtuluş Savaşı yeryüzünde emperyalizme karşı kazanılmış ilk zafer olarak kabul edilir ve Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin dönüm noktasıdır (tamam yine yazdım biliyorum. Ne yapayım hoşuma gidiyor).

Cezayir ve Fransızlar

Fransa, Yunan ordusunun Anadolu'yu işgalinde önemli destekçilerden biriydi. Fransızlar da İngiltere gibi pek çok ülkeyi sömürgeleştirmiş ve bu durum yüzlerce yıl sürmüştü. İşim nedeniyle bir yıldan fazla yaşadığımdan biraz da Cezayir'den bahsetmek istiyorum. Fransızların Cezayir'i sömürgeleştirmesi, 1830'da başladı ve 1962'de Cezayir Bağımsızlık Savaşı'nın sona ermesiyle bitti. Bu 132 yıllık süre boyunca, Fransızlar Cezayir'i ekonomik, kültürel ve siyasi olarak sömürdü. Fransızların Cezayir'i sömürgeleştirmesinin birkaç nedeni vardı. Birincisi, Fransızlar Cezayir'in zengin doğal kaynaklarına, özellikle de tarım arazilerine ve petrole ilgi duyuyorlardı. İkincisi, Fransızlar, Cezayir'i Fransız İmparatorluğu'nun bir parçası olarak görmek istiyorlardı. Üçüncüsü, Fransızlar, Cezayir'i İslam'ın etkisinden arındırmak istiyordu. Fransızlar Cezayir'i işgal ettiklerinde, Cezayir halkı şiddetle direndi. Ancak, Fransızlar Cezayir'i işgal etmeyi ve kontrol etmeyi başardılar ve sömürgeleştirmek için bir dizi politika uyguladılar. Bu politikalar arasında, tarımsal arazilerin Fransızlara dağıtılması, Cezayirlilerin Fransız kültürüne asimile edilmesi ve Cezayirlilerin siyasi haklarının kısıtlanması yer alıyordu. Fransız sömürge yönetimi, Cezayir halkına büyük acılar yaşattı. Cezayirliler, Fransız işgaline karşı birçok isyan başlattılar. Bu isyanlar, Fransızlar tarafından şiddetle bastırıldı. Fransız sömürge yönetimi, Cezayir'de açlık, hastalık ve ölüme yol açtı. Cezayir 1962'de Bağımsızlık Savaşı'nda bağımsızlığını kazandı ama Fransız sömürge yönetiminin ülkede etkileri hâlâ hissediliyor ve bugün bile ekonomik ve siyasi olarak Fransız etkisinden kurtulmaya çalışıyorlar. Bu arada kimseye borçları falan yok. Bütçeleri de denk! Paraları konvertibl değil. Kapalı bir ekonomik sistem. Benzinciler bile devletin. Her yerde Solitarity (dayanışma) yazıyor, duvarlarda bolca Che Guevera resimleri var. Gaz yerden çıkıyor o nedenle de elektrik üretmek ve evlerde gaz kullanmak çok ucuz. Diğer yandan apartmanlarda iç kapılar bile çelik ve yanan lambaları kimse değiştirmediğinden merdiven aralıkları hep karanlık. Cezayir'de herkes Fransızca konuşabiliyor. Fransızların yaptıkları pek çok bina ve kilise bugün de hala ayakta. Pek çok Cezayirli, yurt dışına kapağı atmak akıllarına geldiğinde Fransa'nın yolunu tutuyor. Peki bilin bakalım Cezayir'de Türk etkisi var mı? Hayır! Ancak Arap emperyalizmi etkisi altında kalmış Osmanlı'nın hiçbir şey yapmamış olması mümkün olamaz öyle değil mi? Osmanlı Devleti, Cezayir'i 1515'ten 1830'a kadar, toplam 315 yıl yönetmiştir. Bu süre boyunca Osmanlılar Cezayir'de önemli bir kültürel ve mimari miras bırakmışdır.

Bu eserler arasında, camiler medreseler, kervansaraylar, hamamlar ve köprüler yer alır.

Örneğin bu camilerden bazıları, Alger’deki Ulu Cami, Tlemcen'deki Büyük Cami ve Oran'daki Keftar Camii'dir. Medreselerden bazıları Cezayir'deki Sultan Kalesi Medresesi, Tlemcen'deki Fehmiye Medresesi ve Oran'daki El-Cedid Medresesi'dir. Kervansaraylardan bazıları, Cezayir'deki Sidi Yahya Kervansarayı, Tlemcen'deki Büyük Kervansaray ve Oran'daki El-Khor Kervansarayı'dır. Hamamlardan bazıları, Cezayir'deki Hammam Djedid, Tlemcen'deki Hammam El-Bey ve Oran'daki Hammam El-Aziz'dir. Köprülerden bazıları, Cezayir'deki Sidi Brahim Köprüsü, Tlemcen'deki El-Kantara Köprüsü ve Oran'daki El-Kantara Köprüsü'dür. Osmanlıların Cezayir'de bıraktığı kültürel miras, günümüzde de Cezayir halkının hayatında önemli bir yer tutmaktadır. Cezayirliler, Osmanlıların bıraktığı eserleri ve gelenekleri sahiplenmişlerdir (o kadar ki, bunları kendi yaptıkları eserler olarak görüyorlar).

Özetle cami, hamam ve kervansaray (otel) yapıp bırakmışız. Bunklar da tabi ki önemli. Ancak 315 yıl Cezayir'i yöneten Osmanlı'nın dilini konuşan kimseye rastlamadım ben. Bırakın Türkçeyi Arapça, Farsça ve Türkçe karışımı Osmanlıca diyebileceğimiz dili kimse hatırlamıyor bile. İngilizce sohbet ettiğim bir Cezayirli dostum olan Halim'in hırdavat dükkânında yaşlı bir küstah ve kokoş teyze bana "Arapça öğren" bile demişti. Oysa 132 yıl ülkeyi sömürmüş olan Fransızca, adeta seçkinlerin özenle korumak istedikleri dil. Bu arada haklarını yemeyeyim, halktan bir iki kişinin "Bizlerin dedeleri Türk'tü" diye Fransızca anlattıkları anılarını da dinlemedim değil ama azdı işte. Kültür dediğin, yemeklere de az da olsa yansımış. Chavurma (şavurma) yapıyorlar. Bildiğiniz ÇEVİRME, yani döner. Hani dönüp dolaşıp bize gelip, şavurma diye satılan şey var ya o. Sanırım yeterince uzun yaşamadığım için benim görebildiklerim bunlar.

Anı Olmaz mı? Var Tabii

İşle ilgili olarak gereken öteberiyi almak için zaman zaman şantiyenin yakınındaki yaklaşık 100 bin kişinin yaşadığı Relizane şehrine gidip, geldiğim günlerden birinde bir dükkana girdim. "Selamın Aleyküm" diye selamımı verdim. Satıcı şöyle bir süzüp (bizi bu şehirde herkes biliyor Türk olduğumuz zaten yüzümüzden belli) "Bonjur" diye karşılık verdi. Bonjur! Yani Fransızca "İyi günler". Adam, Fransızın Cezayir halkını yıllarca ezdiği, sömürdüğü dille sözde, bize medeniyet öğretti. Biraz geç belki biliyorum ama o adama "Oğlum biz o Fransız'ı Kurtuluş Savaşı'nda gıyabında yendik, biliyor musun" demek şık olurdu. Dedeleri Fransızlarla savaşıp bağımsızlık kazanmış, bu gevşek bize Fransızca selam veriyor. Bizde bu tiplerin okuyup yazanına da “Müstemleke aydını” diyorlar.

İşte böyle.

-------

Yazıyı düzeltip gerekli yerlere katkılarda bulunan hatta çok daha iyi hale getiren dostum Gazeteci Sinan Onuş'a teşekkür ederim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...