Şiir yazmak ve ben? Hadi şarkı sözü diyelim sadece. Yoksa ister istemez kendimi dandik gazetelerin sizden gelen şiirler köşesine yazan 70'lik amcalar gibi hissediyorum. Şen şakrak bir şarkı yaptım ama hikayesi çok farklı.
Öncelikle 1980'li yıllarda lise Edebiyat derslerim geldi aklıma. Nedense bizlere Türk edebiyatçıların şiirlerini açıklatırlardı. Yahu şiir açıklanır mı hiç? Açıklansa geriye şiir mi kalır? Yazarı açıkça anlaşılmasını istese hikaye yazardı. Şiir yazarın anlattıklarından kaptıklarınızdır. Aksi halde o şiirler okunmaz, kendi şiirinizi kendiniz yazıp okurdunuz.
O Mahur Beste Çalar / Müjganla Ben Ağlaşırız dediğinde şair, ilk duyan anlasın diye mi dökmüştür için satırlara? (Bu şiiri okutmadılar tabi edebiyat derslerinde, neyse). Merak eden ne olduğunu araştırıp öğrenir.
Çok sevdiğim Funk türünde (ama günümüze uygun) bir şarkı yapmak düştü. Yapay zeka artık ne istediğimi çok daha iyi anlayıp düzenlemesini yapıyor. Başına geçtim klavyenin (bilgisayar).
Aşağıdaki sözler döküldü içimden.
Gözlerim Yanıyor
Paslı bir koku var havada
Soluk almak zor
İhtiyacın açlığına rağmen
Her nefes alışta içim acıyor.
İçrek olmuş dünya
Olan biten göründüğü gibi değil
Sahnelenen bir şeyler var
Bir de arkada düzenlenen
Sımsıkı bağlı olduğumuz taraflar
Öyle dönüşler yapıyor ki
Nasıl olur diye gözler yanıyor
Dışımız normal gibi ama içimiz kanıyor
Yaşam çabamız hayat yolunda
İnsan şaşıyor kimler kimin kolunda
Görünen zahiri, algılar yolunda
Bir şey var doğru olmayan
Yanlış giden bir gemi varır mı?
Bilmeden çıktığı bu yolda.
Yoksa dalgalara karışıp,
Kalır mı doğrusuz bu yolda?
Kalır mı?
Dinlerseniz keyifli bir dans parçası. Şiiri okumaya sabrınız varsa kendinizce bir çıkarım illa ki yaparsınız. Birden çok anlam vereceğinize eminim. Peki gerçek ne?
Oturduğumuz apartmanda yaşlı bir komşumuz yalnız yaşıyordu. Hırsızı uğursuzu çekmesin diye yıllar önce göçüp giden abisinin ismi yazardı kapısında. Zaman zaman yolda karşılaşır, sohbet ederdik. Elinde içinde üç beş abur cubur olan bir market torbası olurdu hep. Başka da gitmezdi bir yere. Yılların yaşanmışlığı omuzlarından dökülürdü. İlk tanıdığımda bundan yirmi yıl kadar öncesinde daha uzun olan boyu sanki yavaş yavaş eriyen bir mum gibi üzerinden akmıştı. Ne iyi ne de kötüydü hali. Öylesine yaşayıp gidiyordu. Kendisi kadar olmasa da yaşlı apartmanda tahta doğramaları kalmış tek daire onundu. Değiştirseniz ne iyi olur, diye önerdiğimizde: "Ne gerek var, böyle iyi" derdi. Isı yalıtımı falan anlatsak da hiç kulak asmazdı bize. Tek başına yıllardır hayata direniyordu. 2 gün önce bir yakınının telefonla ulaşamaması yüzünden apartman görevlileri kapımızı çaldı. Aslında görevli komşumuzun adını söylediğinde anlamıştım her şeyi. Kaç zamandır görmemiştim onu. Yaz kış sigara dumanını kovmak için açık duran pencereleri kapalıydı günlerdir. Bir kaç saate apartmanın önü komşular ve kamu görevlileri, yanıp sönen tepe lambalarının ışıkları ile dolmuştu. Köşedeki çilingir Ahmet açmıştı kapısını, arkasına yığılıp kalmış yaşlı komşumuz, hayat yolculuğunun son durağı olmuş orası, okyanusta yalnız yolculuk eden bir yorgun gemi gibiydi. Günler geçmiş üzerinden kapı açıldığında havada paslı bir koku... Bir şey var doğru olmayan... İçimde bir acı, komşuların üzerlerinde eskimiş hırka omuzlardan dökülmüş gibi yapışmış üzüntü... Gözler yanıyor... Bunları düşünürken işte, aklımdan bu şarkının sözleri aktı. Huzur içinde yatsın.
İşte böyle bu da böyle bir şarkı hikayesi. Bilmem aklınızda kalır mı? Kalır mı?
Hayat yolculuğunuz güzel geçsin. Gittiğinizde sizden geriye bir şey kalır mı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder