19 Nisan 2018 Perşembe

Küçük Çaplı Aydınlanma

Bilmiyorum, belki de yaşlandıkça garip, garip adetler edinmemden olabilir, detaylara takılıyorum zaman, zaman. Bir seneden fazla zamandır iş nedeniyle Cezayir'de Relizan diye bir kentte bulunuyorum. Kent dediysem, hemen belirteyim öyle dev bir yerleşim yeri değil. Bizim Ankara'daki Bahçelievler semti kadar bir yer. Belki yüz ölçümü olarak biraz daha büyük olabilir ama 100 bin 120 bin kişilik bir yer. Burası ile ilgili olarak Youtube'da bir iki tanıtım görüntüsü yayınladım. Ancak fazla da ilgi çekecek bir yeri yok diye düşünüyordum. Ancak biliyorum ki, bu düşümce şeklim yanlış. Her insan kendi çapında bir evrendir. Kim bilir, yakın çevremde kimler yaşıyor. Belki de 21. yüzyılın en önemli fizik buluşlarını yapacak kişi bu şehirden çıkabilir, bunu bilmek zor.

Relizan'daki Buğday Silosu, Belki de bir un fabrikası 
Bulunduğumuz kent geçmişini de beraberinde yaşatıyor. Örneğin Fransızların zamanından kalma binaların bazıları hala ayakta. Şehrin ortasında eski kilise şimdilerde cami olarak hizmet veriyor. Yine büyük postane aynı şekilde kullanılanlardan. Buğday silosunu da sayarsak şehirde müze yapılsa dünyanın her yerinden gelebilecek turistlerin ilgisini çekebilecek yapılar mevcut.

Seksenli yılların sonları ile doksanlı yılların başlarında yaşanan halk ayaklanmalarının izleri her yerde görülebiliyor. Buradaki binalar genellikle iki katlı olmalarına rağmen ikinci kat pencereleri de demir parmaklıklı. Garajlar genellikle evlerin içerisinde ve çelik kapıları var. Dükkanlar da aynı
Fransızlardan kalma bir villa.
şekilde çelik kapılarını kapattıklarında orada bir iş yeri bulunduğunu anlayamayacağınız hale geliyor. Evlerin dış giriş kapıları da çelik ya da demir parmaklıklı. Yani, güvenliğe ihtiyaç duyduğunuzda kapınızı kapatmanız yeterli. Çok acılar çekilmiş olmalı. Şimdilerde böyle şeyler yok tabi ama şehir geçmişin hayaletlerini fazla uzaklaştırmamış.

Ne diyordum? Hah, yaşlılık detaylara takılmama neden oluyor. Tanımadığınız bir çevreye alışmaya çalışırken yolu bulmak için kimi nirengi noktaları yardımcı olabiliyor. Akşamları eve gelirken soldaki sokaklardan hangisine sapacağımızı anlayabilmek için, boşlukları betonla doldurulmuş bir elektrik direğini referans alıyoruz. Onu gördüğümüzde, saptığımız sol bizi eve getiriyor. Bir yıl geçmesine rağmen neden kimi direğin içinin doldurulup, kimisinin ise boş bırakılmış olduğuna o kadar önem vermemiştim. Ta ki, bu güne kadar.

Gündüz gözü ile beni aydınlatan direk bu işte.
Az önce, direklerden birinin yanından geçerken adeta küçük çaplı bir aydınlanma yaşadım. Sözünü ettiğim elektrik direkleri biraz da dar kaldırımların etkisi ile evlere bitişik duruyorlar. Dolayısıyla, eğer içlerini betonla doldurmazsanız kolayca tırmanıp, evin pencerelerine ya da genelde göreli olarak az korunaklı çatı katlarına ulaşılabilir. İşte bunu engelleyebilmek için, elektrik direklerinin içini üzerine tırmanmayı engelleyebilecek şekilde beton doldurmuşlar. Bir yıl sonra ne olduğunu anlamış olsam da, ilginç bir detay.

İşte böyle. İnsan kendi doğup, büyüdüğü bir şehirde bile çevresine yabancılaşabilir. Kaldı ki, yabancı bir çevrede bulunduğunda, ister istemez kendini daha korunaklı bir konuma alıp, çevresine karşı duyarsız bir tavır alabilir. Bu bir tür körlük yaratabilir. Bundan mümkün olduğunca uzak durmak ve çevremize karşı duyarlı ve dikkatli olmak keyif verici detaylara hakim olmamıza yol açar. Bazen böyle hiç beklenmedik bir detay sizi alıp götürür, eskisinden çok daha iyi tanırsınız yaşadığınız yeri.

Anı kaçırmayın. Yaşayın! Zira, geçmişte kalan kayıp anların, bir daha hiç tekrarı olmayabilir.

------
Relizan ile ilgili olarak çektiğim görüntüleri aşağıda izleyebilirsiniz.

 ---------

14 Nisan 2018 Cumartesi

Gerçek Bir Simülasyon Mu?

Çevreden izole bir ortamda bulunan 3,5 kiloluk jölemsi bir et parçası biz dediğimiz kişiliği oluşturuyor. Beynimizin fonksiyonunu bile bir kaç yüzyıldır doğru tahmin edebiliyoruz. Nasıl çalıştığı hakkında bilim adamlarının artık açıklamaları var. Sinir hücreleri (nöronlar) birbirleri ile kurdukları bağlantılar ile bizi biz yapan unsurları oluşturuyor.

2 yaşına kadar gelişen beyinde daha sonra ölene kadar hücre sayısı aynı kalıyor. Bu hücrelerin birbirleri ile yaptıkları bağlantılar sayesinde yeni bilgileri öğrenip işleyebiliyoruz. Örneğin, yeni bir dil öğrendiğimizde ya da bir müzik enstrümanı çalmayı başardığımızda beynimizde buna imkan verecek yeni bağlantılar kuruluyor.

Zaman içerisinde değişiyoruz. Gençlik yıllarındaki davranışlarımız ile olgunluk dönemlerindeki davranışlarımız belirgin olarak farklıdır. Günümüzde tek bir eğitim, ömür boyu çalışma hayatında kalmamız için yeterli olmuyor. Üniversitede aldığımız eğitimin üzerine yeni bilgiler koymadan profesyonel hayatımızda gelişme sağlamak mümkün değildir. Bunun olabilmesi için, beynimiz adapte olmakta ve aynı sayıdaki nöronlar birbirleri ile farklı bağlantılar yaparak bunun üstesinden gelmektedir. 

Başta, adeta kapalı bir kutunun içerinde hapsolmuş beynimizden bahsetmiştim. Beyin, dış dünya ile ilişkiye duyu organları sayesinde girebilir. Görme, dokunma, tad alma, koku alma, duyma işlevine sahip organlardan gelen verileri işler, karşılaştırır. Ortaya çıkan veriyi değerlendirerek dış dünyayı kendi içinde yeniden canlandırır. Bu simülasyonu dış dünya gerçekliği olarak algılarız. Örneğin Gaetano Kanizsa'nın 1955'te yayınladığı optik yanılsama örneği resim, bunu anlatmada yardımcı olabilir. Resimde tamamlanmış bir üçgen bulunmamasına rağmen, bunu görme yolu ile algılayan beyin aradaki boşlukları doldurarak, üst üste konulmuş bir düz bir de ters üçgen oluşturur. Biz de gerçekte orada olmayan iki üçgeni gördüğümüze inanırız (https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/5/55/Kanizsa_triangle.svg adresinden alınmıştır).  

Yine renkleri algılamamız da böyle bir yoruma bağlıdır. Gördüğümüz renkler başka bir gerçeklik yorumunda çok daha farklı görünüyor olabilirler. Beynimiz dış dünyada var olan ancak anlaşılması zor bir çelişkiyi kendince mantıklı bir hale getirebilir.

Örnekte (http://www.wikiwand.com/tr/Optik_ill%C3%BCzyon adresinden alınmıştır) gördüğünüz ilüzyonda iki gri kare hep aynı renkte olmasına rağmen beynimiz durumu kendisi için daha anlaşılabilir hale getirmek adına birbirinin aynı olan gri tonları farklı yorumlamaktadır. Burada dikkat edilecek durum, gözlerimizin renkleri mümkün olduğunca doğru algılaması ve beyne iletmesidir. Bu anda beynimizde gözlerden beyne bir veri akışı yaşanmakta, yine veriyi yorumlayan bölümden de gelen veri hakkında işlenmiş bilgi gelmekte ve beynimiz gözlerimizin gördüğü durumun yorumunu kendi içerisinde anlaşılabilir bir simülasyona dönüştürmektedir. Yani beyin gerçeği yeniden oluşturmakta ve bize bunu göstermektedir. Gözlerimiz sadece belirli bir sınır içerisindeki dalga boylarını algılayabilir. Örneğin gözlerimizin görmediği gama ışınları, x ışınları, hatta kızıl ötesi ışınlar da bulunur. Eğer onları da görebilseydik belki de işleyebileceğimizden daha fazla bilgi ortaya çıkabilirdi. Yani Süperman gibi x ışınlarını görmek, süper hızlı bir veri işleme kapasitesine sahip beyin gerektirebilirdi.

Görsel, https://foxsuperpowerlist.com/vision-x-ray/ adresinden alınmıştır.
Burada şöyle ilginç bir durum var. Gözden beyine giden veri, kısa da olsa bir yol alıyor. Bu yolda zaman kaybediyor. Daha sonra bu veri beyinde işleniyor ve anlaşılabilir bir şekilde yorumlanıyor. Bu da ayrı bir zaman kaybı. Toplamda diyelim yarım saniyelik ölümcül bir kayıp. Gözümüzle gördüğümüz ile beynimizde olayın yeniden oluşturulması için bir zaman geçiyor. Dolayısıyla beynimizin oluşturduğu gerçeklik, aslında o anda geçmiş haline gelen bir şey. Beyin bu gecikmeyi de hesaplayıp, ona göre düzeltmeler yapan bir yapıya sahip. Aksi taktirde, araç kullanmamız bize hızla gelen bir tehlikeden kaçınmamız ya da bir jonklörün üç topu düşürmeden çevirmesi mümkün olmazdı. Bu anlamıyla beynimiz kısa da olsa, bir zaman dilimini yeniden yaşattığı ve aradaki zaman farkını kavrayıp, gerekli düzeltmeyi yapabildiği için aslında bir zaman makinesi gibi çalışıyor. Geçmişte yaşıyor ama anı da kaçırmıyor.

Felsefi anlamda gerçeği aramak güzel. Ancak aradığımız gerçeğin de aslında beynimiz tarafından oluşturulan bir gerçek simülasyonu olduğunu anlayabilmek paha biçilmez bir durum.

Konu ile ilgili BBC yapımı bir belgesel var. Eğer zamanınız varsa izlemenizi öneririm.

Ya Barış Ya HİÇ!

Sınır komşularımız kolayca bizi hatta tüm dünyayı içine çekebilecek tehlikeli bir savaşı başlattı. İnsan "ya nasıl bir zamana denk geld...