12 Aralık 2017 Salı

Bağlantı Kurmak


Bağlantı kurmak hayatın ta kendisidir. Dünyamız mikro organizmalardan en karmaşık canlı türlerine kadar bağlantılarla örülüdür. Mikro organizmaların iç yapılarındaki organellerden tutun, DNA'yı oluşturan nükleotitlere kadar her şey birbirlerine bağlıdır. Basit moleküller bağlantılar kurarak karmaşık yapıları, karmaşık yapılar bağlantılar kurarak organizmaları oluştururlar.

Beynimiz de nöronlar veglial hücrelerden oluşan bir yapıdır. Birbirine bağlı nöronlar her nasılsa tüm zihinsel etkinliğimizi ve hafızamızı, dolayısıyla kişiliğimizi ortaya çıkarır. Birbirine bağlantılarla ilişkilendirilmiş bir hücreler ağı evrenin gizemini ortaya koyabilecek kadar gelişmiştir. Hatta, yeteri kadar bilgi ve deneyimle donatıldığında evrendeki önemsiz yerini anlayacak kadar gerçeklerle yüzleşebilir de.

Söz bağlantılardan açılmışken gelin yakın geçmişimizde eğlence dünyasında ilginç olayların birbirleri ile nasıl bağlantılar kurduğunu görelim.

18 yaşında lise terk bir Amerikalı olan John Landis, Kelly's Heroes isimli filmde yapımcı yardımcısı olarak görev almak üzere Yugoslavya'ya gider. Avrupa'da pek çok İspanyol/İtalyan yapımı Spagetti Western filmde aktör, dublör olarak rol alır. 21 yaşında Amerika'ya dönüşünde artık yazar ve yönetmen olarak Schlock isimli komedi-korku türünde bir film yapar. Bu film gelecekte çok şeyi değiştirecek bağlantıların başlangıcı olsa da fazla ses getirmez.

1978'de yönettiği Animal House ve ardından,


1980 yılında gelen Blues Brothers,



1983'de yönettiği Trading Places,


1985'de yönettiği Spies Like Us,

1986'da yönettiği Three Amigos!, gibi komik yönleri ile birbirlerine bağlı filmler, unutulmaz komedi yapımlarıdır. Ancak Landis hiç bir zaman ilk dönemlerindeki korku-komedi film türünü unutmaz. 1981 yılında yaptığı Amerikan Kurt Adam Londra'da (An American Werewolf in London) isimli film Bir Oskar ve 60 milyon dolar hasılat getirir. Filmde o dönem için oldukça iyi sayılacak makyaj ve insan - kurt adam dönüşümü sahneleri vardır. Film ilk denemenin aksine korku-komedi türünü film dünyasına kabul ettirmeyi başarır. Filmde, kurt adam tarafından öldürülen insanlar hortlayıp, hayalet zombi makyajları ile kara mizah olarak nitelenebilecek bir oyunculuk sergilerler.

Dilerseniz filmdeki kurt adama dönüşme sahnesini izleyelim.


Michael Jackson 70'li yılların sonlarında yıldızı günden güne parlayan son derece yetenekli ancak biraz ezik ve kompleksli bir müzisyendir. Aile üyeleri ile neredeyse doğduğundan beri sahne tozu yutmakta ve giderek ünlenmektedir. Rock'un bir kralı vardır. Kendisi de rock söylemeye meraklı olsa da yaptığı müzik ve ince tonlu sesi bu tür müziğe yatkın değildir. Gözü ise çok daha yukarıdadır. POP Müziğin kralı olmak istemektedir. Thriller Albümü için Dönemin en büyük ve yetenekli yapımcısı olan Quincy Jones ile çalışır. Albüm tam anlamıyla hit olabilecek parçalarla doludur. R&B, Disko, Rock türlerinde ancak kendi sesine sahip adeta bomba gibi bir albümdür. Billie Jean isimli parça için harika bir Video Klip çekilir. Steve Barron yönetmen olarak harika iş çıkarmıştır. Öykü, dans, küçük metamorfozlar, güzel sesi ve dansı ile Michael. Unutulmaz bir kliptir. Ancak her şeyi sarsıp zihinlere kazınacak bir şey lazımdır. Aksi taktirde Popun Kralı olma amacına ulaşmak pek mümkün görünmemektedir. Thriller alışılmadık uzunlukta içinde korku teması taşıyan üstelik 60'lı yıllardan beri korku filmlerinin tanınmış siması olan Vincent Price tarafından seslendirilmiş etkileyici bir şiire de sahip, dinlemeye başlayınca insanın kapılıp gittiği müthiş bir parçadır.

Vincent Price'ın seslendirdiği şiir kısmını dinleyelim isterseniz.


Bunu tamamlayacak bir video klip etkin darbe olarak müzik piyasasını altüst etmelidir. Klip yapılır. Hatta klibin yapımın anlatan bir belgesel de yapılır. Klip, adeta kısa bir sinema filmi gibidir. Biraz da bu, harika müzik klibinin etkisi ile Michael Jackson 1983 yılında 11 dalda aday gösterilir ve 7 Grammy ödülünü alır. Artık Pop'un kralıdır.

Video klip Michael'ın sevgilisiyle sinemada bir kurt adam filmi izlemesiyle başlar. Daha sonra kız korkar ve filmden birlikte çıkarlar. Yolda yürürlerken Michael'in söylediği şarkı hikayeyi anlatır. Birden, ne alakaysa her yerden zombiler çıkar ve birlikte şarkılar söyleyip dans ederler. Müzik dünyası altüst olmuştur. Artık hiç bir şarkı için yapılacak video klip eskisi gibi olmayacaktır. Klip defalarca taklit edilir. Dans hareketleri ezberlenir. Filmlerde dansı canlandırılır.


Thriller, sadece bir müzik videosu değil, 80 kuşağında gençliğini yaşayan geniş bir insan topluluğunun kültür birikimine eklemlenmiş bir eserdir.

İşte, bağlantı kısmından burada söz etmek lazım. Video klip, Yönetmen John Landis tarafından çekilmiştir. Michael'in Kurt adama dönüşümü, "Amerikan Kurt Adam Londra'da" filmindeki teknikle gerçekleştirilir. Fimdeki hortlak zombiler de, video klipteki dansçılar oluverir.

O döneme kadar, müzik videoları stüdyolarda şarkıcı ve müzikle pek de ilgili olmayan seyirci ile çekilir, şarkıda söylenenler ve hikaye dinleyicinin hayal gücüne bırakılırdı. Yavaş, yavaş konuyu da içeren video klipler yapılsa da daha önce Thriller gibisi yapılmamıştı. 80'li yıllarda genç olanlar şüphesiz bu satırları daha kolay anlayacaklardır. İyi bir yönetmenin bir ihtiraslı bir pop müzik şarkıcısıyla bağlantıları, harika bir sonuca ulaşmalarını sağlamıştır.

Sadece doğa değil, eğlence dünyası da böyle, örnekteki gibi bağlantılarla doludur. Nasıl olmasın? Hayat bağlantıların eseridir.

Ben size sevdiğim bir video klibin hikayesini aktararak, buna bir örnek vermeye çalıştım. Beğendiğinizi umuyorum.

Sağlıcakla kalın.


4 Aralık 2017 Pazartesi

Kibirli Maymun

Geçenlerde daha gün aydınlanmadan araçla şantiyeye gidiyorduk. Aracın penceresinden bakarken hızla gözümün önünden akıp giden alaca karanlık yol süslerinin büyüsünden uzaklaşıp, kestireceğim yerde, düşünceye daldım. İçinde bulunduğum aracı düşündüm. Sonra üzerimdeki giysileri, çevrede insan tarafından ortaya çıkarılmış eserleri, evleri yolları. Sonra insan geldi aklıma. Neydi insanı insan yapan? Elimizden tüm bu birikim alınsa geriye ne kalır?

Unuttuk gitti

Tüm bildiklerimizi bir anda unuttuğumuzu düşünün. Eğitiminiz, okuma ve hatta konuşma yeteneğiniz yok olsa. Tüm insanlık aynı şekilde her şeyi unutsa. Bir tür fabrika ayarlarına sıfırlansak. Her şeyi yeniden keşfetmek şimdiki medeniyet seviyesine geri dönmek için kaç nesil gerekir? Dahası modern tarım, endüstri taşıma ile kopacak olan bağımız nedeniyle geniş kitleleri besleyebilir miyiz? Yerine getirilmeyen ihtiyaçlar kitlesel yok oluşa neden olur mu?

Dünyanın neresine giderseniz gidin, geniş bir dağıtım ağı sayesinde insan ihtiyaçlarının karşılandığını görebilirsiniz. Bitmek tükenmek bilmeyen bu ihtiyaçları karşılamak için koşturup dururuz. Yollar çılgın bir trafiğe, sanayi tesisleri büyük çapta üretime mecburdur. Bütün bunlar için bir de, çeşit, çeşit maddeden faydalanarak enerji üretip kullanırız. Bunlar için de inanılmaz sayıda insan çalışır. Bir anda herkes her şeyi unutursa bizden geriye ne kalır?

Beyaz sayfa

Eğer evrende başka bir yerlerde, başka akıllı canlılar varsa ve onlar da aynı şeyi düşünüyorlarsa, cevap kökenlerine kadar inmelerini gerektirecektir. Bir kafadan bacaklı, bir plankton, germanyum bazlı ilkel bir hayat formu, kınkanatlı bir böcek ve belki de bizim için, bir insansı olabilir. Beyaz bir sayfa. Ancak o kadar da parlak değil!

Yürümeyi becermek sanırım kolay olanlardan biri olur. 10 milyon nüfuslu bir şehirde bile olsanız, nereye gideceğinizi bilmeden etrafınızdaki şaşkın kalabalık gibi oradan oraya sürüklenmekten başka yapabileceğiniz bir şey yok. Akşam yaklaştığında giderek soğuyan hava nedeniyle donmadan hayatta kalmaya çalışmak bile başlı başına bir yaşam savaşı. Şansınız varsa görece sıcak bir mekana bir binaya sığınsanız bile en basit yiyeceğe ulaşıp karnını doyurmak bile bir mesele. Sizin gibi bir zamanlar insan olan etrafınızdaki canlıların sizi yemek olarak görmeleri de işten bile değil. Bundan iyi dünyanın sonu mu olur.

7 büyük günahtan biri: Kibir

İşte tam da bu anda aklıma ne kadar kibirli olduğumuz geliyor. aslında insanlığın sonu için dünyanın sonu diyoruz. Hayata öylesine pamuk ipliğiyle bağlıyız ki hayata insanlığın sonu için bile büyük bir kibirle "dünyanın sonu" diyebiliyoruz. Bir kaç derecelik bir ısı değişimi, virütik bir amansız salgın, dünyanın ekseninde olabilecek bir değişiklik, küresel bir hafıza kaybı kolayca sonumuzu getirebilir. Tahtadan dev bir gemi yapıp içine doluşsak bile kurtulamayabiliriz. Başka bir gezegene hatta Mars'a bile kaçsak kurtulamayacağımız bir sonla bir şekilde insan türü evrenden silinebilir.

Bizse bunların hiç farkında olmadan on binlerce yıldır yaşadık ve daha bir kaç yüzyıl geriye gittiğimizde kendimizi evrenin merkezinde görüyorduk. Ancak hayal ettiğimiz evren aslında o kadar büyükmüş ki, durumu anladığımızda bile, anlamak güç oldu.

Şunun şurasında tüysüz ve korumasız vücutlarımıza giydiğimiz rengarenk kıyafetlerin içinde gariban bir maymundan bile daha zayıfız. Tek korumamız olan kafamızın içine büyük zahmetlerle doldurmuş olduğumuz bilgi. Ne kadar bilgiye sahipsek o kadar çare üretebiliyoruz. Ancak bu bilgi bir anda yok olabilir. Her nasıl olup da anlayamadığımız bir şekilde organik bir nöron ağında tutulan bu bilgiler bir anda uçup giderse bizden geriye ne kalır?

İşte kibir, bu yüzden kötü ve gereksiz.

Ya Barış Ya HİÇ!

Sınır komşularımız kolayca bizi hatta tüm dünyayı içine çekebilecek tehlikeli bir savaşı başlattı. İnsan "ya nasıl bir zamana denk geld...