3 Eylül 2020 Perşembe

Paypal İşe Yarardı. Neden Kapandı?


Neden Paypal Hakkında Yazıyorum?

Bu konuda Simto Alev blogunda "Türkiye’deki PayPal Yasağı Bize Zarar Veriyor" başlığı altında çok detaylı bir yazı yazdı. Barış Ünver de "Başka kimler yazar?" diye Twitter aracılıyla bir canlandırma yaptı. 


Yazmayı istediğim bir konu olmasına rağmen hemen yazamadım. Yola çıkarken yanıma bilgisayarın güç kaynağını almayı unutmuşum. Yenisini alıp, kargodan gelmesini bekleyene kadar bir iki gün daha geçti. Ama sonunda güç kaynağı geldi ve ben de başına oturup yazdım. Dolayısıyla biraz geciktim. Ben olanı biteni anlatan ve Paypal'in ülkemizi hizmet alanından çıkartması ile sona eren süreci anlatmayacağım. Zira Simto Alev bunu harika bir şekilde yazmış. Ben kendi kişisel deneyimimi dile getireceğim.

Paypal İle Tanışma

2010 Sonunda DealeXtreme  üzerinden alışveriş yapmaya başladığım zaman güvenli bir altyapı sunduğundan Paypal kullanmaya başladım. Alacağımı alıyordum ödeme kısmına gelince Paypal devreye giriyordu. Ödemeyi yaptığımda bir kaç kuruş Paypal payı veriyordum. Bir süre her şey güzel gitti ama sonra İnternet üzerinden yurdumuzda para kazanan kuruluşların vergilerini vermeleri ve burada bir ofis açmaları bir de ilgili verilerini burada tutmaları zorunluluğu getirildi. Paypal bunların hepsini yerine getiremediği için kendisinin yaptığı başvuru geri çevrilince Türkiye'ye yaptığı hizmet kapatıldı. Bir gün gelecek bunun ne kadar hatalı bir uygulama olduğunu ve yurdumuza girecek yüklüce dövizin bu yolla kaybedildiğini herkes anlayacak diye düşünüyorum. 

Paypal ilginç bir sistem ile ortaya çıkmıştı. Çok düşük komisyon ödeyerek para transferine izin veriyordu. Eğer ülke dışında birine para gönderdiyseniz ya da yurt dışından hesabınıza para gönderilmişse ne demek istediğimi anlarsınız. Bankalar ya da para transferi yapan kuruluşlar bu hizmetleri için sizden çok büyük miktarlarda komisyon vs adında paralar alırlar. E ne olmuş yani, diyenleriniz olabilir. Diyelim kendi halinizde mal veya hizmet üretip yurt dışına pazarlıyorsunuz. sıra paranızı almaya geldiğinde kucak sizi bekliyor. Zira zor kazandığınız paranın transferi için fazla bir seçeneğiniz yok. Paypal size hem sayısal bir cüzdan hem de para transferi sağlayan ortamını kullandırmıyor artık. Gerçi sayısal paralar ile bu işi yapma şansınız var ama onları da gerçek paraya çevirmek için bir dolu yol yordam bilmeniz lazım.

Ödeme Yapmak İçin Hala Bir Yol Var

Paypal dünyada hala pek çok küçük esnaf ve sanatkarın kullandığı bir ödeme aracı. O nedenle yurt dışından alışveriş yaparken zaman zaman Paypal ödeme seçeneği dışında bir çıkar yol yok. Artık  hesabınız olmaması veya Türkiye gibi hizmetin olmadığı bir ülkeden şanssız biriyseniz, Paypal kredi kartı ile ödeme imkanını kullandırıyor. Biraz kafa göz yararak alacağınızı bu şekilde alabiliyorsunuz (yabancı dil bilmeniz şart).  Tabi sistemi ABD veya İngiltere gibi bir yerden ürünü aldığınıza ikna etmeniz gerekebiliyor. Sonuçta kredi kartı ile ödeme yaptığınız bir yurt dışı işlem. Oluyor.

Ödeme almak içinse yurt dışında bir banka hesabınız olması ve onun üzerinden para transferi yapmaktan başka bir seçenek yok. Bu yüzden pek çok hayal kırıklığı yaşayan küçük girişimci tanıyorum. 

Yani ne?

Ülkemizde Youtube gibi bir video ortamlı sosyal ağ, Wikipedia gibi bir Ansiklopedi yıllarca erişim yasaklı kaldı. Yüzbinlerce web sitesi hala yasaklı. Yani İnternet konusunda Çin gibi bir ülkeyiz. Yoğun baskı ve sansür var. Olması gereken bu yapılanların yapılmaması. Bir gün gelecek, bu yanlışlardan dönüp, özgür bir İnternet sağlayacak yöneticilerimiz olacak. İnanıyorum.

1 Haziran 2020 Pazartesi

Kapitalizm Dürtüsel Midir?


Soluk Alamıyorum!

Ekonomi başlangıç derslerinde ihtiyaçların sınırsız, kaynakların ise sınırlı olduğu söylenir.
İnsan hep daha fazlasını ister. Öyle ki yaşamını sürdürebileceğinden de fazlasına sahip olsa durmak bilmez. Hep daha çoğunu elde etmek için uğraşır. Bu durum mantık ile açıklaması zor bir davranış şeklidir. İnsan gereğinden fazlasını neden ister ki? Refah içerisinde yaşayan bireyin sınırlı olan yaşam zamanını daha çok keyif alabileceği şeyler yerine daha çok kazanmaya iten neden ne olabilir? İlkel şartlara alışmış beynimizin derinliklerinde işleyen bir sistem yeni bir şeyler elde ettikçe mutluluk hormonu salgılıyor olabilir mi? Belki de bu durum harcayamayacak kadar çok şeye sahip insanların daha çok kazanmak için uğraşıp durmalarını sağlayan dürtüsel bir sistemdir.
Dilerseniz evlerimizde birlikte yaşadığımız sevimli minik canlılardan biri olan kedilerin davranışlarını gözlemleyelim. Kediler evin her yanındaki eşyalarına sürtünüp kokularını bırakarak işaretlerler. Bu diğer kedilere ben buradayım ve bu bölge benim demenin kedice bir yoludur. Kedi bıkmak bilmeksizin sürekli bu davranışını yeniler. Bölgesi olarak işaretlediği yere yaklaşan tanımadığı başka kedilere tıslar, bağırır kimi zaman da saldırır ve oradan yabancıları uzak tutar. Çok uzaktan akraba olsak da kedilerin bu davranışı bana özel mülkiyet kavramını hatırlatır. Toprakları sahiplenip, başkalarını uzak tutarak koruyan atalarımızın bundan pek farkı yok gibi. Dünyanın istediğimiz yerinde istediğimiz kadar kalmak ve dilediğimizde başımızı alıp gitmek varken, görece küçük bir alanı yurt edinip kalmak belki de özgür irade ile alınan bir karar değil de, dürtüseldir. Dağın eteklerine yerleşip, ilerideki düzlükte tarım yapan birini düşünün. Ona "Biri" diyelim. Biri bu bölgeden kısa süreliğine uzaklara gittiğinde de ev dediği yeri özler. Geri dönmek için istek duyar. Biri yurt edindiği bu yere döndüğü zaman da mutlu olur. Bu durum ilkel dediğimiz tarih öncesinden kalma olan beynimizin, güvende hissetmek için bizi alet ettiğinin bir göstergesi olabilir.

Kapitalizmin fikir babası sayılan Adam Smith ünlü kitabı "Ulusların Zenginliği"nde bu ekonomik düşünce sistemi ve pratiğini "Doğal Özgürlüğün Sistemi" olarak adlandırmıştır. Belki de o da bunun insanın doğasından gelen dürtülerle böyle bir ekonomik sistemin dürtüsel olduğunu vurgulamıştı.
Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler şeklinde sloganlaştırılan liberal düzen bu sınırsızlığı geçmişte doğru kullanamamıştır. Örneğin göz alabildiğine uzanan tarım alanlarını işleyebilmek için insan gücüne ihtiyaç duyan Yeni Dünya gemilere istiflediği insanları köle olarak bu yeni topraklara taşırken kendini bunun doğru olduğuna inandırmıştır. Bunda Kapitalizm'in hiç mi etkisi yoktur? Tabi vardır. Mülkiyet kavramının çerçevesini genişletmekte ne sakınca vardır ki? Bu durum vicdanları rahatsız ettiğinde ise ortadan kalkmamış dönüşmüştür sadece. Günümüzde hala daha iyi hayat şartları için gönüllü olarak bir yerden başka bir yere göçmek çok da farklı değildir. Bulunduğunuz yerde kaybedecek bir şeyiniz kalmadıysa en azından karnınızı doyurmak ve bir barınma yerine sahip olabilmek için göç etmek, istiflenerek gemilerle Yeni Dünya'ya taşınmaktan çok da farklı değildir. Savaş nedeniyle Suriye'den kaçan insanların durumu çok yakın bir örnektir. Üstelik Kapitalist sistem artık satın alıp pek çok sorunla karşılaşmak yerine kiralamanın daha sıkıntısız olduğu noktasına gelmiştir. İnsanlar gönüllü olarak kendilerini, beyinlerini kiralamaktadırlar. Karın tokluğuna ve göreli olarak biraz daha iyi barınma şartlarına karşılık çok sayıda iş gücü bulabilmek sistemi ister istemez besleyecektir. Buraya kadar hepsi insanın dürtüsel olarak sürüklenip kapıldığı bir sistem söz konusu. Şartların dengesiz olarak dağılması çok da sıkıntı yaratmaz. Zira sistem size bir gün çok daha iyi şartlarda yaşayabileceğiniz kapıyı açık tutar. Pastanın tamamına yakın olan kısmını elinde tutan azınlık bir gün onlar kadar iyi durumda olma umudu taşıyan insanlar tarafından rahatsız edilmeden yaşayıp gider.

Zaman zaman bu rüya halinden uyanmalar yaşanır. Yakın zamanda yaşadığımız Amerika'daki ırkçılık karşıtı protestoları böyle durumlardandır. Adalet anlayışında karşılaşılan çarpıklık, kitleleri silkip ayaklanmalarına ve sistemin adaletli işlemesi için hareketlenmelerine neden olabilir. Organize olmayan insanları yönlendirmek ise kolaydır. Provokasyon ile protestoları yağma hareketlerine çevirmek çok kolay olduğundan bunun kullanıldığını görmek kimseyi şaşırtmaz. 
İşin garip yanı genetik olarak insanların birbirine çok yakın oldukları gerçeğinin ortada durmasıdır.  İnsanın deri rengi kahverenginin tonlarıdır. Bir tek insan ırkı vardır. Ufak farkları büyüterek Irkçılık yapmak ise bilinçli bir tercihtir. Bunda Kapitalizmin etkisini yadsımak mümkün değildir. Diğer ideolojilerde de durum farklı sonuçlar vermemiştir aslında. İş gelip, dediklerini güçle kabul ettirmeye dayandığında, Kominizim de oldukça kötü bir sınav vermiştir. "İzm"ler insan düşünceleridir. İnsan düşüncesi kaynaklı sistemlerin dürtülerden etkilenmemesi mümkün değildir. 

Ahlak konusunda fazlaca düşünmüş olan Immanuel Kant "evrensel bir ödev ahlakı var" noktasına ulaşmıştır. Buna göre, insan izleyen kimse olmasa da doğru davranmalıdır. Örneğin, biri cüzdanını yere düşürdü mü, ödev ahlakı gereğince onu kimse alıp, cebine koymamalıdır. Cüzdanı düşüren farkına varıp, geçtiği yolları takip ettiğinde cüzdanını bulabilmelidir. Olmayacak bir şey değil, ama oldukça zor, değil mi? Kant insanların özde iyi oldukları kabullenip, yola çıkmıştır. Oysa iyi insanlar olduğu gibi kötü insanlar da vardır. Hatta kimse saf iyi ya da saf kötü değildir. İçinde yaşadığı aile, toplum ve genetik geçmişi büyük oranda kişideki iyi-kötü karışımını şekillendirir. Büyüklerinden ve çevresinden, kendini bildiğinden beri ırkçı davranışlar görüp, öğrenen biri erişkin olduğunda, ırkçı eğilimlere sahip olabilir. Yine de yakın çevresinde örnek bir ebeveyn olarak nitelenebilir. Aynen Kant'ın bahsettiği savaşta insan öldürmeyi kahramanlık olarak gören toplumsal ahlak, Irkçılığı da normal bir davranış kalıbı olarak benimseyebilir. Eğer siz de özgür irade yoktur diye düşünüyorsanız, bireyin ırkçı bir toplumda, diğeri olarak gördüğü kimselere saldırgan davranışlar göstermesini beklersiniz. Oysa, kimi zaman öyle olmayanların da bulunmasını beklemek gerekir. Aksi taktirde, insan ırkının daha insancıl bir geleceğe gitmeyeceği kötümserliği akılları ele geçirecektir.
İyi ya da kötü, Kapitalizm ekonomik olarak başarılı olduğu sürece, dürtüsel olsun ya da olmasın sürecektir. Ancak herkes için dayanılmaz bir hal aldığı zaman, ihtiyaçlar yönünde değişebilir ya da yerini başka bir sisteme bırakabilir. Sadece bir kaç insan öyle istiyor diye değil. 

12 Şubat 2020 Çarşamba

Kişisel Gelişim Reçeteleri Neden İşe Yaramaz.


Aslında kişisel gelişim ile ilgili reçeteler işe yarayabilir, tabi bünyeye uyan, doğru ilaç verilirse!
"E o zaman neden öyle başlık atıyorsun?" Diyebilirsiniz. Açıklamaya çalışayım.
Doktora gittiğinizde önce hastalığınızın ne olduğunu anlamak için sizden şikayetlerinizi dinler. Sonra şüphelendiği hastalıklara ilişkin incelemeler (tetkik) ve tahliller ister. Gelen sonuçlara göre hastalığınızı tanımlar ve ona göre gereken tedaviyi size anlatır, ilaçlarınızı yazar. Büyük ihtimalle teşhis doğru olur ve tedavisi bulunuyorsa, siz de doktorunuzun tavsiyelerine uyarak tedavinizi olur ve iyileşirsiniz.
Geri planda doktorunuzun yıllar boyu süren, hatta devam eden eğitimi ve tecrübesi vardır. Zaten bu yüzden tedavisi 50-100 liralık ilaçlarla yapılabilen bir hastalık için yüksek bir muayene bedeli ödersiniz. Aslında ödediğiniz kısım, yıllardır süren eğitim ve deneyimden sizin payınıza düşen bedeldir.

Kişisel Gelişim için Ayrılacak Bütçe Ne Kadar Olmalı?

Kişisel gelişim kitapları ya da danışmanlıklara yönelirken bu örnek çok işinize yarayabilir. Zira siz rahatsız eden hastalık gibi kişisel gelişim ile iyileştirmek istediğiniz yönlerinizin neler olduğunu bilmeniz ve o yönlerdeki eksiklikleri gidermeniz ile kendinizi geliştirebilirsiniz. Örneğin, eğer yıllardır pek kitap okumuyorsanız, kitapçıların kişisel gelişim raflarındaki kitapları gelişi güzel alıp okuyun: Kelime hazineniz gelişir. Daha kolay yazı yazabilirsiniz. Biraz dikkatli okursanız yazım kurallarında yaptığınız hatalarınız düzelir. İşten geldiğinizde yarım saat kadar okuduğunuz kitaplar stresinizi atmanıza yardımcı olur. Konuşurken daha renkli ve dinlenebilir cümleler kurabilirsiniz. Ancak bunu diğer kitapları okuyarak da yapabilirsiniz. Oysa kitapçıdaki kişisel gelişim kitabı raflarına bunun için gitmemiş olabilirsiniz. Yan etkisi faydalı olur, fena mı?
Kişisel gelişimin etkili olması ve işe yaraması için ne gibi konularda gelişime ihtiyaç duyduğunuzu saptamanız gerekir. Her mesleğin, her işin kendine göre ihtiyaç duyduğu belirli özellikleri vardır. Yani eğer işinizde gelişmek istiyorsanız işinizin gereklerinin neler olduğunu bilmeniz gerekir. O işin gerektirdiği çalışan yetkinliklerinin neler olduğunu bilmeniz gerekir. Eğer hasbelkader bir işe girmemişseniz bu yukarıda sayılanlar büyük ölçüde zaten sahip olduğunuz yetkinlikler ve özellikler ile örtüştüğünden oradasınızdır. Bu durumda, hedef aldığınız kariyer basamaklarını adım adım çıkmak için eksiklerinizi tamamlamanız gerekir. İş ile ilgili kişisel gelişim ihtiyaçlarınızı eksiklerinize bakarak tamamlayabilirsiniz. Zaten meslek içi eğitim ile işvereniniz size kariyerinizle ilgili gelişme fırsatlarını sunmalıdır. Zira insanlar yaşlanır ve bir süre sonra istenen iş performansını sürdüremezler. İşin sürdürülmesi için gidenlerin yerlerinin doldurulması, gideceklerin de yedeklerinin hazırlanması gerekir. Aynı zamanda ilerleyen yaşlardaki çalışanlardan daha iyi verim alabilmenin yollarını da aramak işin yöneticisinin önemli bir sorumluluğudur.
Bunların ötesinde, ilgili mesleki alanlarda kendinizi geliştirmek standart gelişmenin ötesine geçerek diğerlerine göre avantaj kazanmanıza yol açabilir.
Kişisel gelişim için ayıracağınız birikim, öncelikle bütçenizi sarsmayacak kadar olmalıdır. Unutulmaması gereken, sizin cebinizdeki paranın kabul edilebilir bir miktarda azalırken başkalarının da sebepsiz zenginleşme düzeyine çıkmayacak kadar bundan pay almalarının makul olduğudur.

Görsel bu adresten alınmıştır.

Kültürel Gelişim

Kültür insanın gelişimini en çok etkileyen çevresel faktördür. Doğduğunuz ve büyüdüğünüz yerin kültürü sizin nasıl biri olacağınızı büyük ölçüde etkiler. Kültüre uyum sağlarız. Örneğin farklı bir ülkeye ve kültüre maruz kaldığımızda ona uyum sağlarız. Kim olduğumuzu etkiler ama tamamen değil tabi. Kültüre uyum sağladığımız gibi onu değiştirip geliştirebiliriz de. Yani kültürel etkileşim çift yönlüdür.
Maslow'un ihtiyaçlar piramidi teorisi ilginçtir.
1- Fiziksel ihtiyaçlar,
2- Güvenlik ihtiyacı,
3- Sevgi. ait olma ihtiyacı,
4- Saygı görme ihtiyacı,
gibi evreler tamamlanmadan ya da bu evrelerde eksikler bulunması halinde kendini gerçekleştirme denilen en üst seviyedeki kişisel gelişimin doruk bölümü gerektiği gibi gerçekleşmez. Bu beş aşama aslında insanı uygar yapan bir sürecin yol haritasıdır.

Toplum ilerleyebilmek için kültürel yapısını iyileştirmeyi sürdürülebilir kılmalıdır. Bu nedenle toplumdaki bireylerin yukarıda sözü edilen ihtiyaçlarının karşılanması bu yapılırken de bireylerin etkin olarak bu ihtiyaçları karşılamak için çalışması gereklidir. Zira toplum bireye balık vermemeli onu tutmasını yada yetiştirmesinin yollarını göstermelidir. Böylece bireyler gerektiğinde ve kaybedildiğinde tekrar kendi kendine bu ihtiyaçlarını sağlayabilecek yetkinliğe erişmelidir. Toplumdaki tüm bireyler kişisel gelişimlerini gerçekleştirmeli ve sürekli olarak daha iyiye erişmek için çaba göstermelidir. Bu gelişme diğerleri için mutsuz edici değil, yüreklendirici olmalıdır.

Düşünsel Gelişim

Albert Camus eserlerinde -La Chute (Düşüş) ve L'Homme Revolte (Başkaldıran İnsan), La Peste (Veba)- düşünsel gelişimi iki döneme ayırmıştır. Birinci dönemde, dünyanın saçmalığı ve yaşamın anlamsızlığı ve dolayısıyla saçma kavramı üzerinden durmuştur. İkinci dönemde ise bu saçmalığa karşı: Dünyanın anlamsızlığına başkaldırmak, toplumu değiştirmek, kötülükleri gidermek ve daha iyi bir düzen kurmak için neler yapılması gerektiği üzerinde durmuştur. Buradan yola çıkarak düşünsel gelişimin kişi için önemli olduğunu ileri sürebiliriz. Zira toplumun bireylerinin düşünsel açıdan gelişmesi nihai anlamda toplumun daha iyiye doğru gidebilmesini sağlayabilir. Camus dünyanın saçmalığını bile bile kötülüklere karşı çıkmanın bir gereklilik olduğunu dile getirmiştir.

Kendini geliştirmeye çalışmak bu anlamsız ve sonlu dünyada bir başkaldırıdır. Olanı değiştirmek ve daha iyisine ulaşmak için bir savaştır. Önderi ise siz olabilirsiniz bir Kuantum Yaşam Koçu değil.

Gerçekten her şey çok saçma ve anlamsız bile olsa mevcut durumumuzu içinden çıkılmaz hala getiren kötülükler ve kötü insanları hiç bir şey yapmadan kabullenmek çok aciz bir durumdur. Kötülüğü düşünsel gelişim için çaba göstererek yenebiliriz. Hiç yoktan azaltabilsek bile bu önemli bir gelişme olur.

Kişisel gelişim de kulağa saçma gelebilir. Çünkü saçma bir dünyada amaçsız bir yolculuk gibi algılanabilir. Kısmen doğru olabilir. Örneğin kendimi geliştireyim derken, ne olduğu belli olmamakla birlikte CV'lerine "Kuantum Yaşam Koçu" gibi ihtişamlı unvanlar yazmış insanların potalarında erime tehlikesi de vardır.

Yaşam yolu uzun bir macera da olabilir, iki kapılı, 10 metrekarelik bir oda da. Önemli olan, ona bizim katacağımız anlamdır. Uzun bir yolda hakikati aramak ya da boş verip, hazır bir reçeteye güvenmek arasında bir seçim yapmak bize kalmıştır.

Hangisini seçersiniz?

-------------------------------
Okumak İçin Güzel Bir Gün!



Mutluluk Saçan Işık: 

Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?

Çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.



-------------------------------


4 Aralık 2019 Çarşamba

Cennete Gitmek İçin Ne Yapmalı?

İyi bir insan olmak, içinde yaşadığınız toplumun yaşam kalitesini yükseltir. Tüm insanların saf iyi olduğu hayali bir toplum, yaşamak için can atacağımız bir yer olur. Peki, ya öldükten sonra cennete gitmek için ne yapmalıyız?

Kadim Mısır'dan çıkan tek tanrı düşüncesi ve semavi dinler, cennetin nasıl bir yer olduğunu tekrar tekrar tarif etmişler ya da bu tariflerin yapılmasına kaynak olabilecek ipuçları vermişlerdir. Konuya inanç sistemleri açısından yaklaşalım. Genellikle cennete gidebilmek için bu dünyadaki davranışlarınız için bir hesaplama yapılır. Bu hesaplamanın sonucunda, hak edip etmediğiniz değerlendirilir ve buna göre nereye gideceğinize karar verilir. Yine de insanları bu dünyada bir düzene sokmak için cennetin tasviri yanında, cehennemin yani kötülerin cezalarını çekecekleri yerin tasviri de etkilidir. Yani, "tamam iyi olmayabilirsiniz ama kötü olmayın bari. Yoksa sonunuz budur!" mesajı verilmiştir.

Dante'nin Cehennemi
Bu resim şu sayfadan alınmıştır.
Toplumlar, henüz karmaşık hale gelmemiş, insanlar günümüze göre küçük topluluklar halinde yaşarken, iyilikler ve kötülükler için hesaplamayı yapmak kolaydır. Zira başınızdaki yöneticinin sözünden çıkmaz, inancınızın gereklerini yerine getirirseniz, kimi inanç sistemlerinde sağ ve sol omuzda bekletip yaptıklarınızın kayıtlarını tutan meleklerin topladığı iyilik kayıtlarınız, yaptığınız kötülüklere üstün gelirse, sorunsuzca cennete hak kazanabilirsiniz.

Oysa yaşadığımız dönemde dünya eskisi kadar basit değil. Artık Çin'de kanat çırpan bir kaos kelebeği yüzünden Florida kıyılarında dev bir fırtına olabiliyor. Bu etkili bir anlatım mı (mecaz veya metafor)? Yoksa gerçek mi olup, olmadığını ise bilmiyoruz. Ama fazla burada takılmayalım zira hala Dünyanın düz olduğuna inanan (!) insanlar var.

Newton sadece 24 yaşındayken 1667 yılında kütle çekim yasasını fark etti. Zaman içerisinde yer çekimi ile ilgili her türlü formülü bulduk. Şimdiye kadar bulamadığımız ise kütle çekiminin nedeni. Uzayı keşfetmeye çalışırken, Dünya'da anlamadığımız hatta keşfetmediğimiz pek çok yer var. Tek tek bireyler olarak anlama ve bilme kapasitemiz sınırlıyken dünya üzerinden iletişim imkanını artırdığımız için beyinlerimiz birlikte çalışarak, daha fazlasını anlamamıza yol açıyor. 7 milyar insanın çok küçük bir kesimi bunu yapabiliyor ama bu bile aydınlanma ve bilimsel bir sıçrayış için yeterli. Biraz savurganca olsa da, bilmek için birlikte hareket ediyor olmamız bir dönüm noktası. Tek sorun, işin hala başında olmamız. Ancak zaman algımız yaklaşık 14 milyar yaşındaki evreninki ile karşılaştırıldığında oldukça sınırlı ve dar kalıyor. Ortalama insan ömrü olarak kabul edersek; 70 yıl uzun gibi gelse de, aslında evrenin yaşı ile karşılaştırıldığında anlık bir enerji pırıltısı kadar öneme sahip.
-------------------------------
Okumak İçin Güzel Bir Gün!



Mutluluk Saçan Işık: 

Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?

Çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.


-------------------------------
Tüm bunlara karşın 2000 yıl öncesine göre çok daha entegre ve karmaşık bir insan topluluğuyuz. 2000 yıl öncesinde kesinlikle iyi olarak kabul edilecek bir hareketimiz kaos kelebeğinin etkisiyle beklenmedik ve kötü sonlara gebe olabiliyor. Sonuç itibariyle yaşadığımız dönem ve yakın zamanlarda iyi bir hareketinizin kötülük etkisi olmaması imkansız gibi.


Resimde ortada gördüğünüz masum görünümlü çocuk, ortaokulda derslerinde çok da başarılı olamamış ama resim sanatına eğilimi olan, belki de bu eğilimi biraz desteklense çok başarılı bir ressam olabilecek bir küçük insan. Avusturya'da Viyana Güzel Sanatlar Akademisi sınavında diğer adaylara göre daha başarısız olduğu için akademiye girememesi belki de İkinci Dünya savaşının çıkmasına ve milyonlarca insanın ölümüne neden oldu. Resimdeki masum çocuk, Adolf Hitler. Onu seçmeyerek diğer yetenekli kabul edilen adayları seçip kendilerince adil ve iyi olan akademisyenler ise bunu yaparken iyi bir amel olduğunu düşünmüşlerdi. Sonuçları günümüzde bile kötülüklere neden oluyor. İsrail'de durup dururken, hayatını öldürülerek kaybeden bir Filistinli çocuk, resimdeki çocuğun sanatçı olmamasından sorumlu olan akademisyenlerin günahlarının bedelini ödüyor. Amel defteri açık kalan bu akademisyenler de günden güne Cehennemin daha derinlerine gitmeleri için gereken günahları biriktiriyorlar. Gel de kaos kelebeği denilen sevimli şeyin aslında Şeytan olabileceği ihtimaline takılma!


Bu yazının fikri bir komedi dizisinden çıkma. (Spoiler Alert - Dizi hakkında bilgi var!) The Good Place (İyi Yer) isimli dizi; ölüp, cennete gittiklerini sanan insanlar ve onlara bu duyguyu verip, bu yolla eziyet eden zebaniler üzerine kurulu. Dizide bir bölümde günümüzden geriye doğru bir kaç yüzyıldan beri kimsenin cennete gitmeye hak kazanamadığı dile getiriliyor. Bu durumun nedeni dizide şöyle anlatılıyor. Din kitaplarının geldiği zamandaki yaşantının artık çok değişti ve günümüzde daha karışık bir toplumsal hayat bulunuyor. İyi olmak artık eskisi kadar kolay değil.

Yani belki de ne kadar iyilik yaparsak yapalım bu durum bir yerde bir kötülüğe neden oluyor. Ne yaparsak yapalım, iyiliklerimiz bir kötülükle son bulduğu için de iyi olamıyoruz. Böyle bir durum mümkün olabilir mi? Ne dersiniz?

Dalay Lama'ın zamanımızın paradoksu ile ilgili güzel bir şiiri var. Osman Balcıoğlu dilimize çevirmiş. Okuyalım...

Zamanımızın Paradoksu

Büyük evler yaptık ama ailelerimiz küçüldü.
Aletlerimiz gelişkin, yine de zamanımız yok.
Derecelerimiz yükselirken, sağduyumuz düştü.
Eskisinden daha bilgili ama o ölçüde kararsızız.
Bol bol ilaç, yanı sıra sağlık sorunu ürettik.
Aya gidip geldik, yolun karşısındaki komşularla buluşamıyoruz.

Bilgisayarlarımız gelişti, artık daha çok bilgiye ulaşabiliyoruz.
Kopyacılığımız zirve yaptı. İletişimimiz yerin dibinde.
Sayılarla aramız iyiyse de kaliteyi yitirdik.
Hazır yiyecekleri çoğaltırken, sindirim sistemimizi iflas ettirdik
Boylarımız uzadı ama karakter kıtlığı çekiyoruz.
Para üzerine para koyuyoruz ama ilişkilerde sıfıra sıfır elde var sıfır.
Pencerelerinin içinde çok şeye sahip olduğumuz, boş odalarımızda yaşama zamanındayız.

Dalay Lama

Filozoflar bu konuda nasıl düşünmüşler?

1724 -1804 yıllarında yaşamış olan Alman filozof Immanuel Kant'a göre: Eskiden insanların ahlakı algılayışı, kendi anlayışlarına ya da evrensel bir anlayışa göre değil de, hükümdarın, yani ilahi gücün, emirleri olarak görüyordu. Kant bu düzeyi "hamlık" şeklinde dile getirmiştir. Kurtuluş ise olgunlaşmaktır. Farklı insanların, farklı dinlere inandığı durumda pek çok ahlaki değerlerin değiştiğini görebiliriz. Kimi için kutsal olan şarap, başkaları için günah, kimi için lezzetli bir yemek yapılabilecek bir dana, diğerleri için kutsal bir dokunulmazlıktır. Kant’a göre olgunlaşma, bir dinin ya da kralın söylediğinden çok kendini bulmak ile olur. Özetle, Kant yukarıda anlatılanların bir bakış açısı sorunu olduğunu dile getirmiştir. Kısacası, belli bir bakış açısının sınırları içerisine kısılıp kalırsak, o bakış açısının aksaklıkları içinden çıkılmaz bir durum oluşturabilir. Oysa, kördüğüm olmuş gibi görülen mesele, başka bir bakış açısı ile yaklaşıldığında daha kolay anlaşılabilir.


Son derece zeki biri olan merhum Cumhurbaşkanı ve politikacı Süleyman Demirel benzer bir yorumu halk dili ile ifade etmiştir. Demirel, "Meseleleri mesele etmezseniz, ortada mesele kalmaz" demiştir.

Milattan önce 495 - 406 yıllarında eski Yunan medeniyetinde yaşamış olan düşünür Sophokles, "Bozulduğu zaman insandan daha korkunç bir yaratık yoktur." görüşünü dile getirmiştir. Geçen iki bin beş yüz yıla rağmen geçerliliğini koruyan bu görüş belki de daha binlerce yıl geçerliliğini koruyacaktır.

Bu durum yapısal olmalıdır. Yapısal olan bir durumu değiştirmek için; durumun bilincinde olmak gereklidir. Farkında olmadığımız bir durumu değiştirmek de mümkün değildir. Bu durumda insan, içinde bulunduğu cehennemden ancak kendini tanıyarak ve mevcut durumunu değiştirerek kurtulabilir.

İçinde yaşadığı cehennemden kurtuluş için çareyi gösteren bir düşünceyi, 1856 -1950 yılları arasında yaşamış olan, İrlandalı yazar George Bernard Shaw dile getirmiştir. "Yalancının cezası kimsenin kendine inanmayışı değil, kendisinin kimseye inanmamasıdır." Söz konusu olan durum, içinden çıkılması çok kolay olsa da, ancak farkında olarak kurtulunması mümkün bir durumdur. Aslında, biraz düşünürseniz, bundan güzel cehennem olamayacağını anlarsınız. Atacağınız bir küçük adım ile içinden çıkılabilecek olan durum içinde hapsolmak en büyük cezadır. Üstelik mahkum da, hakim de, savcı da ve hatta gardiyan da sizsiniz.

1694 - 1778 yılları arasında Fransa'da yaşamış olan yazar ve filozof François Marie Arouet ya da bildiğimiz adı ile Voltaire, "İnsan hiç de kötü yaratılmamıştır; ama hastalandığı gibi kötüleşir de..." diye düşünmüştür. Belki de, içinde iyilik ve kötülüğü bir arada tutan insanın bunlardan hangisini ortaya çıkartacağı, onun yapısına ve çevresel şartlarına düşündüğümüzden çok daha fazla bağlıdır.

İyi ve kötü, birbirinden o kadar ayrı ve farklı değildir. Bu iki kavram, bir bütünün ayrılmaz parçaları olabilir.

Her Sorunu Cevabı

İyi olmak biraz da yapımızda vardır. Aynen kötü olmak gibi. Doğamız gereği iş, açlığımızı gidermeye kaldığında, canını aldığımız bir başka varlığın da, bir ailesi, çocukları olduğu, yaşamaktan duyduğu derin mutluluk, aklımıza bile gelmez. O varlık, masamıza gelen bir dilim etten başka bir şey değildir. Onun, bir zamanlar yaşadığı, kırlarda hoplayıp, zıpladığı, yeni bireyler dünyaya getirip, onlara karşı sevgi ve bağlılık duyduğu, aklımıza bile gelmez. Sadece, sevdiğimiz kadar pişip, pişmediği ve ne kadar lezzetli olduğudur aklımızdaki. Diğer hayvanlar da, insandan farklı değildir. İhtiyaçları olan besinleri, doğrudan topraktan alamayan canlıların hayatta kalmak için bir başka canlı formunun bedenini alıp, onu yemekten başka bir şansı yoktur. Bunu yaparken iyi ya da kötü bir şey yapmamakta, sadece hayatta kalarak yeni nesiller yetiştirmektedir. Durum, maddeye dönüşmüş olan enerjinin farklı bedenlerde var olması ve küllerinden yeniden ortaya çıkmasıdır. Şirin ev kedinizin size duyduğu sevgi ve yanınızda mutluluktan hoş sesler çıkartıyor olması da, pencerenin dışında gördüğü kuşları yakalayıp yemek istemesi de, doğasından gelir. İnsanın doğası da çok farklı değildir. Ancak insan, kimi zaman doğasına karşı gelebilir. Farklı olan, insanın bunları düşünüp, değiştirebilir ve sonuçları paylaşabilir olmasındadır. Ancak bu bile, aslında maddeye dönüşmüş enerjinin bilinç kazanma yolculuğundan başka bir şey değildir. Mutlak tekillik halinden, bilinçli bir canlıya dönüşmüş olan madde, önce enerji, sonra yeniden madde, sonra bir yaşam formu ve bilebildiğimiz halimizle kendinin farkında olan bilinçli bir yaşam formu olarak, kendini anlama ve bilme yolculuğuna çıkmıştır. Bir sonraki düzeyin ne olacağını tahmin etmek bile mümkün görünmemektedir. Zaten bunun, bu düzeydeki bir durum için bir önemi de yoktur.

Cenneti yaşarken bulabilirsiniz. Belki de düşündüğünüzden çok daha yakındadır. Belki de zaten yanınızda taşıyorsunuzdur. Tıpkı cehennemi de yanınızda taşıdığınız gibi.

Yaşam ve var oluş yolculuğunun size ayrılan kısmında iyi ve mutlu yaşama şansınızın olmasını dilerim.

11 Ekim 2019 Cuma

Gerçek Algımız Güvenilir mi?

Algıladığımız dış dünya beynimizin duyu organlarından aldığı verilerle yeniden oluşturduğu bir tür canlandırma. 

Dış dünyanın simülasyonunu izleyip, tepkilerimizi ve hareket yöntemimizi belirliyoruz.
Örneğin gözlerimiz bir görüntüyü optik olarak sinirlere ulaştırıyor. Bu görüntü küçük elektrik sinyalleri olarak beyne iletiliyor. Beynin pek çok bölgesi görme için belli işlevlere sahip. Refleks gerektiren bir durum söz konusu ise ani kaçınmayı gerektirecek kadar bilgi hızla işlenip, kaçınma refleksi için bilgi anında değerlendiriliyor. Hızla gelen bir sinek ya da taş karşısında ani bir kaçış ya da göz kapağını kapatma gibi. Ancak daha detaylı bir görüş için daha gelişmiş bir algılama prosedürü başka beyin bölgelerinde gerçekleşir. 57-70 metre uzaklıktan bir tanıdığımızı görüp, kim olduğunu çıkartmak düşündüğünüzden daha karmaşık olabilir. Sadece gördüğünüz görüntüyü algılamak yetmez, beyniniz anılardaki görüntüler ile karşılaştırıp, bir tanıma işlemi gerçekleştirir. Bu günümüzde bilgisayar sistemlerinin gerçekleştirdiği yüz tanıma işleminden daha karışıktır. Zira tanıdığınızı arkadan, kafa yapısından, saçının görünümünden, boyundan, yürüyüş şeklinden (örneğin aksamasından), giysilerinden karma bir şekilde algılayıp tanıyabiliriz. Tabi yanılma payı her zaman var :)
Peki, gözün retina bölgesine düşen, dış dünyanın ters görüntüsü nasıl olup da düzelir? Gözlerin kör noktaları olsa da bu her iki gözden alınan verilerin işlenmesi ile tamamlanır ve eksiksiz bir görme sağlanır. Yine hızla yaklaşan bir aracın yaklaşık ne sürede sizin bulunduğunuz yere ulaşabileceğini anlayabiliriz. Bütün bu karmaşık işlemleri nasıl olup da son derece kısa bir sürede gerçekleştirebiliyoruz? Bu sinir bilimin ilgilendiği bir alan. Tam olarak nasıl olduğu konusu hakkında kesin bir cevap yok. Ancak beynin 30 kadar bölgesinin bu işle ilgili olduğu düşünülüyor. Aynı zamanda dış dünyanın gözlerimizin retinasına düşüp bu bilgiyi algılayan hücrelerin kendi algıladıkları veriyi beyne iletmeleri bu bilginin bir görüntü olarak işlenip yeniden oluşturulması sırasında bir miktar zaman geçiyor. Oysa gözünüze doğru yaklaşan bir sinek fark edildiği anda beyin kısayolları kullanarak göz kapağını anında kapatıyor (tamam, genellikle gözümüze kaçıyor o gariban sinekler ama bazen de işe yarıyor ve hem sinek hem de gözümüz kurtulabiliyor). Bu kısım kısa süreli bir etki tepki durumu. Oysa iki gözümüzden gelen 3 boyutlu algılanan ve beynimizin kim bilir hangi bölgelerinin birlikte çalışmasıyla yeniden oluşturulan dış dünya görüntüsü bir miktar gecikme ile algılanmış oluyor. Oysa refleks ile değil de sıradan hayatımızı sürdürürken yaptıklarımız bu tür gecikmelere tahammül edemez. Örneğin kahvenizi almak için uzandığınızda beyniniz bahsettiğim simülasyonu mili saniyelik gecikmelerle bile yapsa kahveye uzanırken çarpıp dökebilirsiniz (tamam kazara ben de arada çarpıp döküyorum ama bu genele yayılamaz, endişe etmeyin).

sakarlık

Beynimizin görüntüyü anlayabilmek ve değerlendirmek için yeniden oluştururken bir miktar geciktiği ancak, hayatta kalmaya çalışan bir organizmanın böyle bir gecikmeden ölümcül olarak etkilenebileceği düşünülebilir. Zira sadece insan beyninden söz etmiyoruz burada. Bizimle birlikte evrim geçirmiş tüm canlıların beyinlerinde benzeri mekanizmalar bulunabilir. Görüntüyü yeniden yaratacağım derken, meydana gelen bir gecikme tonla aksaklığa sebep olabilir. Kimi bilim insanları bu durumun beyinde bir tür zaman makinesi ile çözüldüğünü öne sürmektedirler. Öyle bir telafi mekanizması düşünün ki, beyin yaklaşan trenin yanınıza ulaşması için gereken zamanı tam olarak hesaplasın ve aynı anda gecikme nedeniyle olduğu yerden daha geride bulunan tren görüntüsünü tam olarak o anda gerçekten bulunduğu yerde oluştursun. Bilim insanları bu durumu çözdüklerinde beynimizin çalışma mekanizmasını daha iyi anlayacağız. Olanın bitenin beynimizde yeniden canlandırılması ise son derece ilginç ve çekici. Gerçeği olduğu gibi mi algılıyoruz sorusunu gündeme getiriyor.
Hep göz ve görme üzerinden örnekler vermiş olsam da, tüm duyu organlarımızın benzer şekilde aldığı sinyalleri beyne ilettikleri ve bu sinyallerden yola çıkan beynin dış dünyayı algılamak ve simülasyonunu oluşturmak için bu sinyalleri kullandığı düşünülebilir.

Gerçeği yeniden oluşturmak ve onu algılayabilmek için yeniden yaratmak nasıl bir şey?

Tıpkı uzaktan kumandalı bir dronu kameradan gelen görüntülere bakarak uçurmak gibi. Orada dronun içinde olmamakla birlikte oradaymış gibi tepkiler verebiliyoruz. Adeta, bilincimiz o dronla birlikte vücudumuzdan uzaklara taşınmış oluyor.
Belki de bu, gerçek anlamda bir vücut dışı deneyim olarak nitelendirilebilir. Astral seyahat gibi değil üstelik, biraz eğitimle herkes bir dronla vücudunun dışında bir yerlere uçabilir.

Asıl dikkat çekmek istediğim şu: Eğer beynimiz dış dünyayı algılayıp, yeniden bir simülasyon oluşturup, dış dünyanın karmaşıklığını daha anlaşılır kılıyorsa, hakikat dediğimiz şey de gerçeğin kendisi değil de aslında bir tür simülasyonu olacaktır.
Tüm beyinler aşağı yukarı birbirine benzediği için simülasyonların da birbirine benzeyeceğini öngörebiliriz. Ancak yine de küçük yorum farklarının olması beklenebilir. Bu nedenle hakikat için objektif bir anlayış geliştirmek mümkün olmayabilir.


Akıl Hastalıkları

Gerçekler ile bağlantının kopması gibi sonuçları olan kimi akıl hastalıkları bu yaklaşımla daha kolay anlaşılabilir. Dış dünya algısı eğer bir tür simülasyon ve yorumsa bu işlemler sırasında beynin bir bölümü bozuk olduğu için gerçek algısını yanıltacak bir takım değişikliklere neden olabilir. Kaynağı belli olmayan görüntüler, sesler duymak. Var olmayan kişiler görmek, onlarla iletişim kurmak gibi gerçekte olmayan durumlar hakikatmiş gibi algılanabilir. Çevrenizde bu durumu fark eden birileri bulunmuyorsa ve bir şeyler yapmazlarsa böyle bir durumdan nasıl çıkılabilir?

Belki de bu yüzden bir mutlak hakikat algısı geliştirmek düşündüğümüzden daha zordur.

Peki hakikat nedir?

Bu konuda gerçek ve hakikat'in kelime anlamı olarak birbirini tam örtmediğini düşünen kimi yazarlar vardır. Örneğin bir nesnenin diyelim ki bir kahve kupasının varlığı bir gerçek iken. Onun zihnimizde canlandırdığımız (yukarıdaki anlatımla bağlantılı olarak simülasyonu) hali ise hakikattir.
-------------------------------
Okumak İçin Güzel Bir Gün!


Mutluluk Saçan Işık: 
Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?

Çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.



-------------------------------
Bu düşünceye göre gerçek insan bilincinden bağımsız mutlak olan bir kavramdır. Ancak diğer taraftan insan bilincinden bağımsız olarak gerçeği nasıl kavrayabiliriz ki? Dış dünyadan gelen her türlü bilgi bilincimiz tarafından bir işleme tabi tutulur. Ayrıca bizim var olmamız demek, bilincimizin var olması demektir. Zira varlığımızın ve evrenin varlığının ancak bilincimiz sayesinde fark edebiliriz. Bilincimiz yok olduğunda gerçek maddesel varlığımız hala bulunsa da bilincimizin algıladığı hakikat artık yoktur. Ancak bu durum görelidir. Bizim için hakikat olmayan ama gerçek olarak yerinde duran kahve bardağı başka gözlemcilerin işe dahil olması durumunda her birinin kendi hakikatine dönüşecektir. Dil bilim olarak aynı olan kavramı ifade eden, biri Türkçe, diğeri Arapça kökenli ve aynı anlamlı iki sözcüğü bu şekilde anlam farklılaşmasına tabi tutmak, kavramları açıklamaya çalışırken işi kolaylaştırıyor gibi görünebilir. Ancak en güvenilir bilim insanlarının bu durumu ve algımızın tam olarak nasıl çalıştığını anlamaları ile olabilir. Felsefi açıdan, üçüncü bir kavram belki bilim adamları sayesinde ispatlanabilir. O kavram ise Doğru kavramıdır. "Doğru" var olan bir kahve kupasının hem gerçekte hem de beynimiz tarafından algılanan hali ile birbirinin aynı olmasıdır.

Hakikat hepimiz için aynı şeyi mi ifade eder?

Fredrich Nietzsche İyinin ve Kötünün Ötesinde isimli kitabında "ahlâk filozoflarının pek çoğu, yüreğin süzgecinden geçirilmiş ve soyutlanmış bir arzunun gerekçelendirmesini bize sunarlar. Diğer bir değişle bu filozoflar kişisel olmayan mantıksal akıl yürütmenin işe karıştığı karmaşık analizleri ortaya koyar gibi görünür, fakat en sonunda kendilerinde mevcut olan önyargıların doğru olduğunu göstermeye çalışırlar (*).
Dolayısıyla gerçek olarak tanımlayabileceğimiz örneğin bir erik meyvesini nasıl algıladığımıza ilişkin durum söz konusu olduğunda hakikat durumundaki erik hepimize göre farklı olabilir. Bu hakikat durumu farklı olarak algılansa da onu bir başkası ile paylaştığımızda durum farklılaşabilir. Biz eriğin olgunluğu üzerine yoğunlaşmışken. Bir başkası kabuğunun parlaklığı, bir diğeri ise üzerindeki kurt deliğine dikkatimizi çekebilir. Beyinlerimiz birlikte çalıştığında hakikat algımız bu şekilde değişebilir. Aynı durum soyut kavramlar için de geçerlidir. Üstelik soyut kavramlar gerçeklik gibi gözümüzün önünde de durmaz. Yine de birlikte düşünmek ve araştırmak tek olarak bunu yapmaya çalışmaktan daha zengin sonuçlar verebilir.
Bir kavram karşısında ne kadar çok düşünürsek ve araştırırsak araştıralım, bu durum bir başkasının daha öncekilerden hiç birinin düşünemediği bir hakikate parmak basana kadar sürer.
-----

Benzer yazılarım da ilginizi çekebilir.


Gerçek Bir Simülasyon Mu?

Yaşadığımız Gerçeklik Simülasyon mu?

(*) Nigel Warburton, Felsefeye giriş s.79-80

30 Temmuz 2019 Salı

Kişisel Gelişim Kitapları Kişiyi Geliştirir mi?


Kitapçılar öyle tek ya da iki sıra değil, dizi dizi kitaplıkları ya da koca bir bölümünü Kişisel Gelişim kitaplarına ayırıyorlar. Bu şüphesiz boşuna değil. Konuya çok ilgi gösteren var. Kişisel Gelişim edebiyatı diye bir şey ortaya çıkabilir mi bilmem ama klasik edebiyat şaheserlerinin hiç biri bu kadar ilgi görmezken kişisel gelişim kitapları çok satılıyor. Sanki insanlık tarihi boyunca kişisel gelişim es geçilmiş gibi. Yoksa günümüze kadar gelmiş geçmiş milyarlarca insan boş gelip boş mu gittiler? Zira kişisel gelişim kitapları daha yeni yeni popüler oluyor. Sokrat bir kitap bile yazmadan günümüze ulaşabilmişken geçmişin öğretilerinin orasından burasından tırtıklayıp kişisel gelişim ve evrenin sırrı burada (kombo!) kitapları raflarda! Bu durum, size de biraz garip gelmiyor mu? Ferrari aracınızı fotoğraflayıp, bir online satış sitesine yükleyin, yazıya başlayalım.

Charles Darwin
Animasyon şu adresten alındı.
Kişisel gelişim hakkında zaman zaman yazıyorum. Yazdıklarım genellikle kendi bakış açımdan, birikimlerimin ışığı altında dünyayı yorumlamaktan ibaret. Aslında herkesin yaşadıklarından edindiği deneyimler ve hayat boyu öğrendikleri ile bir kendi yorumu vardır. Ancak herkes bunları yazmıyor. Sokrat bile yazmamış. Onu Platon'un yazdıklarından biliyoruz. Platon da yazmamış olsaydı, Sokrat diye bir filozofun düşüncelerinden haberimiz olmayacaktı. Yazan oldu mu, okuyucusunun da olduğu bir gerçek. Yazı yazmak, okuyan oldukça hayatta kalmaktır. Başkalarının düşüncelerini önemsiyoruz. Bu durum insanın topluluk halinde düşünme eğiliminden kaynaklanıyor. İnsanın hayat hakkında kendine ait bir bakış açısı olsa bile, başkalarının görüşlerine başvurmak karar sürecini hızlandırıyor olmalı. Buradan çıkarak "Evrimin hediyesi, kişisel gelişim kitaplarıdır" deseniz, Charles Darwin bile kahkahalarla gülerdi.

Yine de diğer edebi birikimde olduğu gibi kişisel gelişim kitapları düşünüldüğünde, insanın okuduklarını değerlendirirken sağlam bir akıl süzgecine ihtiyacı var. Zira konuya yoğun ilgi olunca, bu konuda çok kitap bulunuyor. Bu kadar okunacak öteberi varken, "Psikoloji eğitimi veren üniversitelerde neden kişisel gelişim bölümleri bulunmuyor?" diye düşünmeden edemiyorum. Sosyal Medya bir iş alanı haline gelmişken, bunu Kişisel Gelişim alanında görememek garip. Gerçi lise ve üniversite giriş sınavlarına hazırlayan ve adına "dershane" denirse, mevcut yönetimin tercihleri nedeniyle var olması mümkün olmayan yerlerin Kişisel Gelişim Merkezi olarak tabelalar taşıması sayılabilir ama içlerinden üniversitelerin Kişisel Gelişim bölümlerinden mezun olanlar değil, öğretmen yetiştiren bölümlerinden değerli insanlar çalışıyor. İçinizden "Spiritüalizm kişisel gelişim oluyorsa, bu hadi hadi olur" diyenleri duyar gibiyim :)

Hintli bilge (!), tarikat büyüğü Osho bile bu konuda dilimize çevrilmiş pek çok kitap yayınlamış. Toplamda 600'den fazla kitabı varmış (bir insan o kadar çok kitap yazabilir mi?). Osho'nun ABD'den atılması ile sonlanmış tarikat macerası, müritleri ile girdiği cinsel ilişkiler falan internette kısa bir arama ile kolayca bulabileceğiniz belgesellerde, makalelerde anlatıldı. Okumanızı ve izlemenizi öneririm. En azından bir arkadaşınız Instagram ya da Facebook'tan en sıkı düşünürlere taş çıkartacak etkide özlü bir sözünü paylaşırsa aklınıza gelsin. "Ne yazmış bu adam?" diye merak ederseniz şu linkten dilimize çevrilmiş bazı kitaplarına bulabilirsiniz. Bizde de böyle birileri kolayca bulunabilir. İçlerinde pek çok konuda kitaplar yazmış olanlar da var. Aslında kendi kafalarında yarattıkları tanrı, insan, hayat projeksiyonuna göre bir yaklaşımı aktarmaya çalışmışlar. Bu guru, şeyh ya da dervişler kendilerine başvurarak nasıl yaşamaları gerektiğini soran kişilere bir cevap veriyorlar. Aslında gerçekte bu cevaba sahip olup, olmadıkları hakkında içlerinden kimilerinin de bir fikri yok. Ancak, her sorunun cevabını biliyormuş gibi kolayca ahkam kesmekten de kendilerini alamıyorlar. Dinleyen ve okuyan olunca, bu işin şehvetine kapılıyor olmalılar. Osho, yalın şekilde dile getirilse, karşı çıkacağımız kavramları o kadar güzel süsleyip paketliyor ki, okuduktan sonra sevgi kelebeğine dönüşüp, çiçekten çiçeğe konmak geliyor içinizden. Amerika deneyiminde seks kölesi haline getirdiği, paralarını ellerinden aldığı müritlerini duymadıysanız, kitapları harika öneriler ve tanımlamalarla hayata bakış açınızı değiştirebilir. Garip ama onun kitaplarını da kişisel gelişim raflarında bulabilirsiniz. Şimdi içinizden "Ne yani felsefe bölümünde mi olacaktı?" diye soranları duyar gibiyim (ya da sadece kafamdan uyduruyorum). :)

Kişisel Gelişim alanı harika. Eğitiminiz, birikiminiz ne olursa olsun, bu konuda yazmanız için hiç bir engel yok. Bir birikiminiz olmasa da, "pozitif düşünün, stresten uzak durun, düzgün beslenin, spor yapın" gibi önerileri bir araya getirebiliyor ve araya yaşadıklarınızdan serpiştirip, 200 sayfa kadar bunları yazabiliyorsanız, anlatım gücünüze göre, iyi bir kişisel gelişim yazarı olabilirsiniz. Hatta eğer Tıp doktoru olup, ilgisiz bir alanda uzmanlığınız varsa, beslenme ve kişisel gelişim üzerine yazdıklarınız kolayca geniş kitleler tarafından günlük gazetelerde ilgi görebilir. "İnternet varken, kim gazete okur?" diye şaşırmayın. Amiral gemisi diye nitelenen kimi gazetelerin hala 30-40 bin tirajları var).

Adam Savage, Jamie Hyneman
fotoğraf şu adresten alındı
Dünya yüzeyine yayılmış inanç sistemleri, ezoterik öğretilerin yaklaşımları, kimi majik uygulamalar ve felsefi akımların yerine göre kullanılıp, bir kitap harcı oluşturulursa başarılı bir satış rakamına ulaşılabilir. Secret böyle bir kitap. Tam olarak kişisel gelişim kitabı sayılmaz ama pozitif düşünceye çok önem veren biri haline gelmenize yardım edebilir. Özetle, "Evrenden isteyin versin", "kimse için kötü düşünmeyin" gibi önerileri var. Pratikte sadece isteyerek trafik lambalarını kırmızıdan yeşile çevirerek işe başlayın gibi "MythBusters" için güzel bir bölüm konusu olabilecek örnekleri de var (ne yazık ki dizi 14 sezondan sonra iptal edildi). Bir kavşakta "Diğer yönde benzer bir şeyi aynı anda deneyen birisi daha varsa ne olacak?" gibi bir bilimsel sorgulama keyifli olabilir.

Kişisel gelişim satıyor. Konuyu daha fazla uzatmaya gerek yok. Herkes kişisel gelişim konusunda başkaları ne biliyor diye merak ediyor. Ancak bu bilgileri akıl süzgecinden geçirmek konusunda ciddi problemler var. Zira insanlar her konuyu biliyor gibi görünseler de bildiğimiz fazla bir şey yok. O kadar çok bilgi var ki bir kişinin bunların tamamını bilmesine imkan yok. Bir uzay yolculuğu projesinde binlerce kişi çalışıyor. Bunlardan en bilgili mühendisi alıp, bir uzay aracını tek başına yapmasını isteseniz, bunu gerçekleştirmesi mümkün değildir. Aynısı, elinizde hiç bir malzemesi olmadan üretmek söz konusu olduğunda bisiklet için de geçerli. İnsanlık birlikte bir uygarlık oluşturmuş durumda. Herkes işin bir ucunu tuttuğundan bir bütün halinde bilgiyi kullanabiliyoruz. Dev bir beyinin küçük parçaları gibiyiz. Bir kişinin kişisel gelişim, hayat, inanç gibi konularda her şeyi bilmesi de mümkün değil. Ama bunu yapabildiğini düşündüğümüz biri olduğunda kolayca illüzyona kapılabiliyoruz. İşte tehlike burada!

İşin özü, hayat uzun ve zorlu bir yolculuk. Daha iyi biri olmak için kendinizi son anınıza kadar eğitip düzeltebilirsiniz. Ayrıca hayat zorlukları, onları aştıkça güçlenmeye yarayan faydalı deneyimlerdir. Eşinizle, dostunuzla sorunlarınız olabilir. Bunları aşmak için kişisel gelişim kitapları okuyabilirsiniz ama bunun yanında konuşmak, birbirini dinlemek müthiş etkili olabilir. Üstesinden gelemediğiniz durumlar için de profesyonel yardım almak da iyi bir seçenektir. Dünyada bunalıma veya çıkmaza giren ilk insan siz değilsiniz. Tabi yine de kitap okumak iyidir, farklı bakış açıları ister istemez size bir şeyler katar. Ancak tek kitap ile de yetinmeyin! Başka kitaplar da okuyun. Ne kadar okursanız o kadar farklı görüş ile tanışırsınız. Yeter ki, her okuduğunuzu içselleştirirken, akıl süzgecinizden geçirin.

Sağlıcakla kalın.

15 Haziran 2019 Cumartesi

10 Maddede 10 Madde

1- İnsanlar  uzun yazılar okumak yerine maddeler halinde hap listeleri daha çok okuyorlar.
Bu nedenle, uzun bir yazı yazmak yerine, maddelere ayırıp, yazıyı sunmak, bir yazıyı daha çok okutuyor.

2- Özellikle, kişisel gelişime yönelik motivasyon (dolduruş) yazıları söz konusu olduğunda, maddelere ayırmak çok okunur olması için altın formül gibidir. İnsanlar bir liste okuyarak, kişisel gelişimlerine muhteşem bir katkı yapabileceklerini varsayıyorlar.
Bir yazı ya da bir kitap okuyarak gelişmeye çalışmak iyimser bir yaklaşımdır. Başlangıç için bu durum umut vericidir. İnsan, ancak geliştikçe, ne kadar az şey bildiğinin farkına varabilir. Bu nedenle her gün yeni bir şeyler öğrenmek için çaba gösterilebilir.

3- Genellikle 10 madde ile yola çıkmak iyidir. Bir yazı yazmaya başladığınızda, bu yazıyı maddelere ayırıp, toplamda kaç madde oluşturabileceğinizi bilemezsiniz. Ancak her konuda olduğu gibi bir hedef koymak iyidir. Siz, on ile başlayın, sonunda sekiz olur, on iki olur, en kötüsü başlığındaki sayıyı değiştirirsiniz.

4- Maddeler halinde yazılan yazılar çok akılda kalıcı olacaklar diye farz edebilirsiniz. Bir yerlerde okumuştum, insan okuduklarının en çok %20'sini hatırlayabilir. Belki de %10'uydu. Hatırlayamıyorum. 😊 Ancak yüzdeler ile yazmak veya konuşmak, sizi dinleyen ya da okuyanlara çok bilimsel gerçekliklerden bahsediyormuş gibi bir his verir. Ancak, burada dikkat edilmesi gereken, bir bütünün parçalarını yüzdeler halinde ifade ederken, toplamda yüzde yüzü geçmemek gerektiğidir. Genelde insanlar o anda pek hesap etmeseler de içlerinden biri çıkıp, ifadenizin toplam yüzdesinin tutarsız olduğunu yüzünüze vurabilir.

5- Kendinizi geliştirmek için pek çok şey yapabilirsiniz. Ancak öncelikle ne konuda yeteneğinizin olduğunu bilmeniz gerekir. Bir müzik aleti çalmak konusunda yeteneğiniz olabilir. Ancak bunu bilebilmek için öncelikle bir müzik aleti denemeniz gerekir. Alışveriş merkezlerinde genelikle teknoloji ya da oyuncak reyonlarında, eğer şansınız varsa çalışan bir elektrikli org bulabilirsiniz. Böyle yerler, genellikle kakofoni üstatlarının yeteneklerini sergilediği umuma açık sahnelerdir. Siz de yeteneğinizi bu şekilde deneyebilirsiniz. Aslına bakarsanız, çok genç yaşlarda başlanılmadığı taktirde bir müzik enstrümanını iyi şekilde çalmak pek mümkün değildir. Yine de belli, olmaz tabi.

6- Müzik konusunda yeteneğiniz yoksa, üzülmeyin. Başka şeyler de deneyebilirsiniz. Mesela, yabancı dil öğrenmek kafanızı fazlasıyla çalıştırabilir. Yine nerede olduğunu hatırlamamakla birlikte, bir yerde okuduğuma göre, her yeni dil öğrenildiğinde beynimizin daha önce boş boş duran bir bölgesinde canlılık oluyormuş. 90'lı yaşlarında bir tanıdığım var. En son 4. dilini öğrenmişti. Geçenlerde bana, artık o dildeki gazeteleri rahatça okuyabildiğini söyledi. Sadece iç geçirdim. Dil konusunda yetenekli sayılmam. Okullarda öğretilen hali ile 8 sene kadar eğitim alıp, sadece, "Adınız ne?", "Nasılsınız? Ben iyiyim. Siz nasılsınız? (How are you? Fine thanks and you?)" şeklinde cümleler kurabiliyordum. Kablo TV ülkemize ilk geldiği 80'li yıllarda SKY diye bir yabancı televizyon kanalı, Star Trek Next Generation (Uzay Yolu Sonraki Nesil) dizi filmlerini oynatıyordu. Eski bir Uzay Yolu hayranı olduğumdan, kısa sürede yayınlandığı zamanlarda dizi filmin başından ayrılamaz hale geldim. Ufak bir sorun vardı. Dizi İngilizce yayınlanıyordu. Yine de görselliğin de yardımı ile zamanla daha da iyileşen bir İngilizce anlama artışı yaşadım. Neyse ki, dizi yeterince uzundu da sonlara doğru çok daha iyi İngilizce anlar hale gelebildim. O dönemde telsiz merakım da gelişiyordu. 80'li yılların iletişim harikası 27 Mhz halk bandı telsizden zaman zaman yurt dışından kişilerle konuşma imkanım oldu. Genellikle İtalyanlar ile kafa göz yararak yarı İngilizce, yarı İtalyanca konuşmalar yapmak, konuşmamı da ilerletti. Üzerine Amatör Telsiz lisansı alıp da, o işin meraklıları ile de görüşmeler yapmaya başlayınca konuşmam daha da ilerledi. Star Trek etkisi ile aksanım da Amerikan aksanına yakın olduğundan, sonradan gittiğim dil kurslarında yabancı uyruklu dil hocalarını da şaşırttım. Sonuç itibarıyla, uzun bir süreçten sonra yeteneksiz de olsam ikinci bir dil öğrendim.
Yeni bir dil öğrenme konusunda akla zarar öneriler de duydum. Bunlardan en değişiği  "Dil dile değmeli ki öğrenesin Arapçayı" şeklindeydi. Arapça konuşulan bir memlekette bir yıldan fazla kalmama rağmen, bir iki kelime dışında bir şey öğrenemedim.

7- Kişisel gelişim için bir yöntem ararken, "Kişisel Gelişim Kursu" denilen yerlere gitmek fikri mantıklı gelebilir. Benden duymamış olun ama o yerler, eskiden dershane olarak bildiğiniz adları ve nitelikleri zırt pırt değişen orta ve lise öğrencilerini lise ve üniversite giriş sınavlarına hazırlayan yerler.

8- Kitap okuyun. Ufkunuz açılır. Biliyorum, şimdi "Aman, kim tonla yazı okuyacak? Sekizinci maddeye geldim, bu kadarcık yazı bile sıktı." diye geçiriyorsunuz içinizden. Ne yazık ki kitap okumak insanlık mirasının önemli bir parçasından haberdar olabilmek için yapılabilecek en kestirme yol. Bir kitapçıya girin ve hoşunuza giden bir şeyleri alın okuyun. Hafif bir şeylerden başlayabilirsiniz. Resimli roman gibi. Hatta kişisel gelişim kitapları bile okuyabilirsiniz. En az her yıl iş yerinize gelerek "eğitim" adı altında size çeşitli oyunlar oynatıp, motive edici sözler söyleyen mentorlar kadar işe yaramaz öneriler getirseler de, okumadan bunu bilemezsiniz.

9- Bir bilgiyi parçalarına ayırıp, bir sistematiğe sokmak onu daha kolay anlaşılır kılar. Böylece gerçek hayatta ne işinize yarayacağını bilmediğiniz pek çok bilgi size belletilmiş olur. Doğal olarak bunları ne kadar iyi bellediğiniz size sınavlarda sorulduğunda, aynı şekilde maddeler halinde yazıp, konuyu ne kadar iyi öğrenmiş olduğunuzu gösterip, notunuzu alırsınız. Kısa bir süre içerisinde bu bilgilerin neredeyse tamamına yakınını unutursunuz ama olsun. Eğitim sistemi ancak bu şekilde ölçme ve değerlendirme yapabildiğinden, tonla bilgi beyninize adeta akıtılır. Bir işe girdiğinizde ise aldığınız bu eğitim formasyonu, neredeyse tamamıyla yeniden siz işi iyi ve olması gerektiği şekilde yapmayı öğrenene kadar size kazandırılır. Modern zamanlarda her yeni işinizde yeniden bir öğrenim sürecinden geçmek için her beş yılda bir yeni bir mesleği öğrenmeniz gerekeceğinden bol bol gelişeceksiniz. Bunu ne kadar iyi yaparsanız, o kadar başarılı olursunuz.

10- "Stresten uzak durun!" Yazması kolay ama insanın yapısı strese meyillidir. Modern yaşam ve insan ilişkileri üzerinize gelirken, stresten uzak durmak o kadar da kolay değildir. Bu konuda öncelikle kendinizi tanımak gereklidir. Nelerin size sıkıntı verdiği ve nedenleri üzerine profesyonel yardım almak ve ikinci bir bakış açısı kimi zaman dertlerinizi aşmak için bir yöntem olabilir. En güzeli, kafanızı sıkıntı veren meselelere takmamak için dikkatinizi zaman zaman başka bir konuya vermek olabilir. Eve geldiğinizde uğraşacağınız bir hobi. Kitaplar, belgesel filmler işe yarayabilir.

İşte, böylece bir on maddenin daha sonuna gelmiş olduk. Sağlıcakla ve mutlu kalın.

----------------------
Okumak zor gelir diyenler aşağıdaki videodan dinleyebilir.



--------------------------------------------------------------------
Okumak İçin Güzel Bir Gün!
Mutluluk Saçan Işık: Çoğu Bilim Kurgu, Bazıları Sadece Kurgu Hikâyeler isimli kitabımı okumaya ne dersiniz?
Ben yazdım diye söylemiyorum çok sürükleyici ve elinizden bırakamayacağınız bir öykü kitabı.
Sadece Google Kitaplar'da satılıyor.


Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...