13 Temmuz 2018 Cuma

Yapmacık WhatsApp Mesajları

Netiket

Netiket kısaca, İnternet kullanırken uyulması gereken evrensel etik kurallar olarak tanımlanabilir.

İnternet gelişiyor, bu arada çoğu kullanıcı normal hayatlarında olduğu gibi İnternet'de de etik kurallara uymadan yaşamlarına devam ediyor. Yetmezmiş gibi sosyal medya da uzun süredir işe dahil oldu ve orada da normal hayatta olduğu gibi etik kurallara uymadan yaşamak normalleştirilmek isteniyor. Ama normal falan değil. Evrensel etik kurallara uymak, iyi insan olmak olarak özetlenebilir. Her yerde evrensel etik kurallara uymak iyidir. Kendinizi daha çok insan hissettirir.

Yardım, alanı mağdur, vereni de mağrur etmemelidir.

Yardım, yapan ile yapılan arasında bir olgudur. Yapılan yardım, eğer kamuya ilan ediliyorsa amacı birine yardım etmekten çok, kamuoyuna birine yardım ettiğini göstermektir. Dolayısıyla bu durumun yardım etmek amacından saptığı ortadır.

Yine bir dostunuza geçmiş olsun dileklerinizi iletirken, eğer mümkünse kendisine veya o anda bir yakınına dileğinizi belirtirsiniz. Aslında dileğinizin, tanıdığınız kişinin iyileşmesine bir etkisi doğrudan olmaz. Ancak verdiğiniz desteğin tanıdığınız için bir önemi varsa, moralinin düzelmesine katkı sağlıyorsa bir etkisi olabilir.

Tanıdıklarınızın iyi gününde ve kötü gününde yanında olmanız insancadır. İnsanlar türdeşleri ve diğer türler için şefkat duydukları ölçüde insan olur. Hayatta kalabilmek için her türlü içgüdüsel davranışı sergilememize neden olduğu düşünülen beynin ilkel bölümü amigdala yerine, insan olmamızı ve müşfik olmamızı sağlayan diğer kısımları ile hareket edebildiğimiz ölçüde kamil insan olabiliriz.
Bir de arada bir durum var. Özellikle sosyal medya aracılıyla bağlantımız olan tanıdığımız insanlara yine bu sosyal medya aracılıyla şefkat göstermek.

Örnek olarak neler var?

- Kan anoslarını paylaşmak (ama kan vermemek)
- Doğum günlerini kutlamak (ama yanında olmamak hatta bir telefon bile etmemek)
- Vefat eden tanıdığın Facebook duvarına, "olmadı bu be abi" düzeyine ulaşacak kadar atar yapmak (yazdıktan 30 saniye sonra unutmak)
- WhatsApp gruplarında "geçmiş olsun" mesajı baskınlarına katılmak (gerçekte pek de umursamamak)
- Cuma günleri hayır dilemek (daha iyi bir insan olmaya yeterli olduğu düşüncesiyle öylece kalmak)

Hepiniz şahit olmuşsunuzdur. WhatsApp gruplarında bir kan anonsu yapıldığında hemen arkasından bir flood (akış) başlar. Telefonunuzun ekranı "Geçmiş olsun" mesajları ile dolar. Oysa bu durum, yapılan duyurunun yukarılarda kalıp, unutulup gitmesine neden olur. Oysa amaç, kan ihtiyacını karşılamaktır. Geçmiş olsun diye yazarak, bunu sağlayamazsınız. Yapılması gereken, eğer kan grubunuz uyuyorsa ve kan vermenizi engelleyen bir durum yoksa, bir zahmet kalkıp, kan merkezine gidip kan vermektir.

Yine gruplar duyuru için iyi yerlerdir ama buna cevap vermek için özelden ilgiliye ulaşmanız daha doğrudur. Yoksa, tebrik etmek ya da geçmiş olsun diye gruba yazmak "Bakın! Ben üzerime düşeni yapıyorum. Ne kadar da mükemmelim, değil mi?" anlamına gelir. Oysa, gerçekten sizin için önemli birisi ise onu aramanız, yanına gitmeniz, en azından, özel bir mesaj göndermenizdir. Zira, dileğinizi kamuya mal ettiğinizde, aslında deklare ettiğiniz bir kişisel dilek olmaktan çıkar. Kim bilir, amacı ne olan bir durum ilanına döner.

Gösteriş için hareket etmeyin. Bu tür davranışlardan kaçınırsanız iyi olur. "Kim umursar?" derseniz: Kendiniz için, "siz" umursayın. Daha çok, daha iyi insan olun.

19 Haziran 2018 Salı

Ben, Kendim ve Benliğim

İnternet dünyasında çok büyük bir bir bilgi birikimine erişimimiz var. Artık, 3000-4000 yıl önceki olduğu gibi bilgi kulaktan kulağa aktarılmıyor. Ya da sadece 20 yıl kadar önceki gibi, bilgiye erişmek için kütüphanelerde kağıt tozu yutmanıza gerek yok. Bilgiye erişmek artık görece kolay. Bir kaç iyi arama kriteri kullandınız mı her türlü bilgi emrinize amade. Tabi çöpleri filtrelemek için de biraz çaba harcamak lazım.

Peki, bilgiye ulaşmak onu anlamak ve yorumlamak için yeterli mi?

Veri artık uçsuz bucaksız bir deniz gibi. Günümüzde yapmanız gereken denizi, kapasiteniz yettiğince  alıp, tuzundan arındırmak ve kullanmak ve yeni bilgi üretmekten ibaret. Bir duvar metrelerce yüksek olabilir. Ancak unutmamalı ki duvarın yüksekliği ne olursa olsun birer birer üst üste konulan tuğlalar sayesinde böyle bir yapı ortaya çıkar. İnsanlığın oluşturduğu uygarlık da böyledir. Küçük gilgi kırıntılarının bir araya gelmesinden dev bir birikim ortaya çıkar. Her nesil yeni tuğlalar ekler. Giderek daha ileri bir uygarlık oluşur.

Bir ömür boyu öğrenmeye devam etmek, bilgileri özümsemek ve bundan işe yarar yeni düşünceler ve bilgiler üretmek zorlu bir süreç. Bu arada da arayışınıza ve yolunuza devam etmek isteyebilirsiniz. Ancak zorluklara ve sıkıntılara hazır olmanızda fayda var. Kendini bulma yolculuğu bitmeyecek bir süreçtir. Hep daha iyiye doğru yapılan bitmeyen bir yolculuk.

Tarih boyunca bilgi günümüzdeki kadar kolay ulaşılır ve herkes tarafından ulaşılır olmamıştır. Bir işin ya da ürünün nasıl yapılacağı bilgisi genellikle ya gizli tutulmuş ya da belli şartlar altında öğretilmiştir. Çünkü bilgi, güçtür. Eğer daha sağlam binalar üretmenin kolay bir yolunu biliyorsanız bu bilmeyenlere karşı doğal şartlardan daha az etkilenmeniz anlamına gelecektir. Ya da tunç silahlara karşı, çeliğe su vererek sertleştirme bilgisine sahip bir topluluğun savaşlarda daha avantajlı olması mümkündür. Tarih boyunca teknoloji ya da nasıl yapılır (know how) bilgisi kıskançlıkla diğerlerinden saklanmıştır. Yine de bu bilginin nesilden, nesile iletilmesi gereği bulunmaktadır. Bunun için de sadece hak edenlerin bu bilgiye ulaşmasına izin verilmiştir.

Sistem işlemiş olmalı ki günümüze kadar ulaşmış. Öyle batıda falan aramaya gerek yok. Lonca sistemi benzer bir örnektir buna. Kapitalizmin etkisine kadar sorunları çözmede başarılı da olmuştur.

Kendinize olan yolculuğunuzda da dimağınızı bilgi ile donatmak ve benliğinizi yüceltmek gerekir. Herkes elinden geldiğince başarılı olur. Ne kadar başarılı olduğunuzdan daha önemlisi gelişmek için kararlı olmanız ve bunun için yola çıkmanızdır. Her ilerlemeniz, sizin için çok anlamlıdır. Bireylerin birer birer ilerlemesi toplumu da ileri taşıyacaktır. Birikimler ise uygarlığı güçlendirecektir. Bireysel yücelme bu yüzden önemlidir.

Ezoterik öğretiler zorludur. Yola 30 kişi çıkar, üç kişi kalır. Ben, kendim ve benliğim.

2 Haziran 2018 Cumartesi

Kendinin Farkında Olan Bir Enerji Türü: İnsan

Aydın, yeni senfonisinin son rötuşlarını yaptı. Yazılım üzerinden orkestra düzenlemesini de bitirdi. Sütlü kahvesinden höpürdeterek, koca bir yudum aldı. Kısa bir hazırlıktan sonra, bisikletine atlayıp, yola çıkmıştı bile. Sabahın beşinde, güneşin ilk ışıklarıyla üniversitenin kapısından geçti. Astrofizikçinin erkenden işe gelmesine alışık olan güvenlik görevlisi kadın, gülümseyerek selam verdi. Kadın, "yıldızlar arası yolculuk yapmak için daha kaç kuşak daha beklememiz lazım Aydın hocam?" dedi gülerek. "Günaydın Leyla" diyerek geniş bir gülümsemeyle cevap verdi genç adam. Çok hızlı gelişme kaydediyoruz ama mesafeler o kadar uzak ki, bu yaz tatili için en iyisi Akdeniz kıyılarını düşünmek diye ekledi. Otomatik biyometrik tanıma sistemi 19 yaşındaki adamın geçiş onayını verdikten sonra, fizik bölümüne doğru pedal çevirmeye başladı Aydın.

19 yaşında sabaha karşı senfonisinin son rötuşlarını yapan bir astrofizikçi üniversite hocası kulağa garip gelebilir. Ancak, son yüz yıl içerisinde yaşanan gariplikleri göz önüne getirince, bu önemsiz bile sayılabilir. 2030 yılının üçüncü çeyreği gibi dünya manyetik kutuplarının değişimi hızlandı. Olaylar sırasında yaşanan güneş patlamasının etkisiyle insanlardan bazılarında ortaya çıkan bir mutasyon oldu. Mutasyon, son derece ilginç bir sonuç verdi. Yeni doğanlardan bazıları ebeveynlerinin tüm yetenek ve bilgisiyle dünyaya gelmeye başladılar. Yeni doğan çocuklar, henüz iki, iki buçuk yaşındayken okuyup yazabiliyor, bir kaç farklı yabancı dili konuşabiliyor, sanat, bilim gibi konularda ana babalarının birikimi ile dünyaya geliyorlardı. Başta otistik sanıldılar. Ancak, daha sonra ortaya çıkan bu değişimin nedeni anlaşıldı. Olanların nedeninin, manyetik kutup değişikliği sırasında, dünyanın manyetik kalkanının onda bire kadar düşen zayıf bir anında yaşanan güneş patlaması olabileceği sonucuna varıldı.

Ortaya çıkan bu yeni dehalar, toplumda ilk başlarda bir miktar korku da yarattı. Zira, bu süper insanların mevcut insan topluluğu için bir tehlike olabileceğini düşünenler oldu. Ancak, bu yetenekli insanların tehditten çok, yeni ufuklar açma konusunda insanlığa yardımcı olabilecekleri bir kaç on yıl içerisinde anlaşıldı. Zaten, normal insanlar gibi temel okul eğitimine ihtiyaç duymuyorlardı. Bu yeni bireyler, mevcut bilgilerinin üzerine edindikleri yeni bilgiler ile diğer insanlardan bilgice çok daha iyi bir yere hızlıca gelebiliyor, bilim ve sosyal alanlarda çok başarılı oluyorlardı. Üstelik tüm bu yetenek ve kapasitelerine rağmen, toplumda kabul gördüler. Başta bu insanların sayısı tüm dünyada bir kaç yüz bin kişiydi. Bir kaç nesil sonra, sayıca daha da büyük bir çoğunluğa ulaştılar. İşin iyi yanı, tüm öğrenilen yeteneklerin nesilden, nesile aktarılması ile bir bireyin yetenek ve yetkinliklerinin katlanarak çoğalmasıydı. İnsanlık birikiminin büyük bölümünü doğuştan yanında getiren deha bebekler!

Bu durum ister istemez, teknolojik ilerlemeyi körükledi. Sosyal yaşantı da aynı şekilde durumdan etkilendi. Mutasyon baskındı. Yani normal bireyler ile eşleşme halinde, yeni doğanların tümü bu hediye ile dünyaya geliyordu. Böylece insanlık giderek daha bilgili ve yetenekli olmanın yanında, daha da zeki olmaya başladı. En ilginç gelişme, politikacılarda oldu şüphesiz. Giderek daha zeki olan halklar, kendileri gibi yetenekli ve karar mekanizmasında hakkıyla görev yapabilecek yetenekteki politikacıları seçmeye başladılar. Para inancı ve paranın sağladığı güce tapma ihtiyacı da, zamanla ortadan kalktı. Ülkeler birbirlerine olan düşmanlığı ve rekabeti bırakıp, insanlık ülküsü için birlikte hareket etmeye başladılar. Zamanla, devletlerin sınırları haritalarda kalan bir anı haline geldi. Bir kaç yüzyıl içerisinde Dünya, eskisinden çok daha yaşanabilir bir yer haline gelmişti. Anılar, yetenekler gibi ana babalardan geçmiyordu. Ancak, zekadaki yükseliş, geçmişteki hataların tekrar edilmemesi için yeterli oldu. İnsanlık, artık dünyayı kendine cehennem etmiyor, doğayı katletmiyordu, dahası diğer türlerin yok olmasına da neden olmuyordu. Ekonomik üstünlük için birbirini yemeyi bırakan toplumlar bir arada refah ve barış içerisinde yaşamayı sonunda başarmıştı.

Tüm bu değişikliklere sebep olan kozmik rastlantı ve trilyonda bir gerçekleşebilecek bir başarılı mutasyon, Dünyayı değiştirmeye ve daha da yaşanabilir bir yer olmasına yetti. Dahası güneş sistemi yolculukları da mümkün oldu.

19 milyar yıl kadar önce enerjinin maddeye dönüşü ile başlayan yolculuk, bir anda kendinin farkına varan ve aslında ne olduğunu anlayabilen bir memelinin, homo sapiens, yani kamil insanın yükselişi ile taçlanmıştı. Enerji, bir şekilde bilinç kazanmıştı. Şans eseri de olsa, enerji sonunda bu bilgisini nesiller boyu kolayca yeni bireylere hızlıca aktarmanın bir yolunu bulmuştu.

Birikimler ölmez, hep yaşar.

19 Nisan 2018 Perşembe

Küçük Çaplı Aydınlanma

Bilmiyorum, belki de yaşlandıkça garip, garip adetler edinmemden olabilir, detaylara takılıyorum zaman, zaman. Bir seneden fazla zamandır iş nedeniyle Cezayir'de Relizan diye bir kentte bulunuyorum. Kent dediysem, hemen belirteyim öyle dev bir yerleşim yeri değil. Bizim Ankara'daki Bahçelievler semti kadar bir yer. Belki yüz ölçümü olarak biraz daha büyük olabilir ama 100 bin 120 bin kişilik bir yer. Burası ile ilgili olarak Youtube'da bir iki tanıtım görüntüsü yayınladım. Ancak fazla da ilgi çekecek bir yeri yok diye düşünüyordum. Ancak biliyorum ki, bu düşümce şeklim yanlış. Her insan kendi çapında bir evrendir. Kim bilir, yakın çevremde kimler yaşıyor. Belki de 21. yüzyılın en önemli fizik buluşlarını yapacak kişi bu şehirden çıkabilir, bunu bilmek zor.

Relizan'daki Buğday Silosu, Belki de bir un fabrikası 
Bulunduğumuz kent geçmişini de beraberinde yaşatıyor. Örneğin Fransızların zamanından kalma binaların bazıları hala ayakta. Şehrin ortasında eski kilise şimdilerde cami olarak hizmet veriyor. Yine büyük postane aynı şekilde kullanılanlardan. Buğday silosunu da sayarsak şehirde müze yapılsa dünyanın her yerinden gelebilecek turistlerin ilgisini çekebilecek yapılar mevcut.

Seksenli yılların sonları ile doksanlı yılların başlarında yaşanan halk ayaklanmalarının izleri her yerde görülebiliyor. Buradaki binalar genellikle iki katlı olmalarına rağmen ikinci kat pencereleri de demir parmaklıklı. Garajlar genellikle evlerin içerisinde ve çelik kapıları var. Dükkanlar da aynı
Fransızlardan kalma bir villa.
şekilde çelik kapılarını kapattıklarında orada bir iş yeri bulunduğunu anlayamayacağınız hale geliyor. Evlerin dış giriş kapıları da çelik ya da demir parmaklıklı. Yani, güvenliğe ihtiyaç duyduğunuzda kapınızı kapatmanız yeterli. Çok acılar çekilmiş olmalı. Şimdilerde böyle şeyler yok tabi ama şehir geçmişin hayaletlerini fazla uzaklaştırmamış.

Ne diyordum? Hah, yaşlılık detaylara takılmama neden oluyor. Tanımadığınız bir çevreye alışmaya çalışırken yolu bulmak için kimi nirengi noktaları yardımcı olabiliyor. Akşamları eve gelirken soldaki sokaklardan hangisine sapacağımızı anlayabilmek için, boşlukları betonla doldurulmuş bir elektrik direğini referans alıyoruz. Onu gördüğümüzde, saptığımız sol bizi eve getiriyor. Bir yıl geçmesine rağmen neden kimi direğin içinin doldurulup, kimisinin ise boş bırakılmış olduğuna o kadar önem vermemiştim. Ta ki, bu güne kadar.

Gündüz gözü ile beni aydınlatan direk bu işte.
Az önce, direklerden birinin yanından geçerken adeta küçük çaplı bir aydınlanma yaşadım. Sözünü ettiğim elektrik direkleri biraz da dar kaldırımların etkisi ile evlere bitişik duruyorlar. Dolayısıyla, eğer içlerini betonla doldurmazsanız kolayca tırmanıp, evin pencerelerine ya da genelde göreli olarak az korunaklı çatı katlarına ulaşılabilir. İşte bunu engelleyebilmek için, elektrik direklerinin içini üzerine tırmanmayı engelleyebilecek şekilde beton doldurmuşlar. Bir yıl sonra ne olduğunu anlamış olsam da, ilginç bir detay.

İşte böyle. İnsan kendi doğup, büyüdüğü bir şehirde bile çevresine yabancılaşabilir. Kaldı ki, yabancı bir çevrede bulunduğunda, ister istemez kendini daha korunaklı bir konuma alıp, çevresine karşı duyarsız bir tavır alabilir. Bu bir tür körlük yaratabilir. Bundan mümkün olduğunca uzak durmak ve çevremize karşı duyarlı ve dikkatli olmak keyif verici detaylara hakim olmamıza yol açar. Bazen böyle hiç beklenmedik bir detay sizi alıp götürür, eskisinden çok daha iyi tanırsınız yaşadığınız yeri.

Anı kaçırmayın. Yaşayın! Zira, geçmişte kalan kayıp anların, bir daha hiç tekrarı olmayabilir.

------
Relizan ile ilgili olarak çektiğim görüntüleri aşağıda izleyebilirsiniz.

 ---------

14 Nisan 2018 Cumartesi

Gerçek Bir Simülasyon Mu?

Çevreden izole bir ortamda bulunan 3,5 kiloluk jölemsi bir et parçası biz dediğimiz kişiliği oluşturuyor. Beynimizin fonksiyonunu bile bir kaç yüzyıldır doğru tahmin edebiliyoruz. Nasıl çalıştığı hakkında bilim adamlarının artık açıklamaları var. Sinir hücreleri (nöronlar) birbirleri ile kurdukları bağlantılar ile bizi biz yapan unsurları oluşturuyor.

2 yaşına kadar gelişen beyinde daha sonra ölene kadar hücre sayısı aynı kalıyor. Bu hücrelerin birbirleri ile yaptıkları bağlantılar sayesinde yeni bilgileri öğrenip işleyebiliyoruz. Örneğin, yeni bir dil öğrendiğimizde ya da bir müzik enstrümanı çalmayı başardığımızda beynimizde buna imkan verecek yeni bağlantılar kuruluyor.

Zaman içerisinde değişiyoruz. Gençlik yıllarındaki davranışlarımız ile olgunluk dönemlerindeki davranışlarımız belirgin olarak farklıdır. Günümüzde tek bir eğitim, ömür boyu çalışma hayatında kalmamız için yeterli olmuyor. Üniversitede aldığımız eğitimin üzerine yeni bilgiler koymadan profesyonel hayatımızda gelişme sağlamak mümkün değildir. Bunun olabilmesi için, beynimiz adapte olmakta ve aynı sayıdaki nöronlar birbirleri ile farklı bağlantılar yaparak bunun üstesinden gelmektedir. 

Başta, adeta kapalı bir kutunun içerinde hapsolmuş beynimizden bahsetmiştim. Beyin, dış dünya ile ilişkiye duyu organları sayesinde girebilir. Görme, dokunma, tad alma, koku alma, duyma işlevine sahip organlardan gelen verileri işler, karşılaştırır. Ortaya çıkan veriyi değerlendirerek dış dünyayı kendi içinde yeniden canlandırır. Bu simülasyonu dış dünya gerçekliği olarak algılarız. Örneğin Gaetano Kanizsa'nın 1955'te yayınladığı optik yanılsama örneği resim, bunu anlatmada yardımcı olabilir. Resimde tamamlanmış bir üçgen bulunmamasına rağmen, bunu görme yolu ile algılayan beyin aradaki boşlukları doldurarak, üst üste konulmuş bir düz bir de ters üçgen oluşturur. Biz de gerçekte orada olmayan iki üçgeni gördüğümüze inanırız (https://upload.wikimedia.org/wikipedia/commons/5/55/Kanizsa_triangle.svg adresinden alınmıştır).  

Yine renkleri algılamamız da böyle bir yoruma bağlıdır. Gördüğümüz renkler başka bir gerçeklik yorumunda çok daha farklı görünüyor olabilirler. Beynimiz dış dünyada var olan ancak anlaşılması zor bir çelişkiyi kendince mantıklı bir hale getirebilir.

Örnekte (http://www.wikiwand.com/tr/Optik_ill%C3%BCzyon adresinden alınmıştır) gördüğünüz ilüzyonda iki gri kare hep aynı renkte olmasına rağmen beynimiz durumu kendisi için daha anlaşılabilir hale getirmek adına birbirinin aynı olan gri tonları farklı yorumlamaktadır. Burada dikkat edilecek durum, gözlerimizin renkleri mümkün olduğunca doğru algılaması ve beyne iletmesidir. Bu anda beynimizde gözlerden beyne bir veri akışı yaşanmakta, yine veriyi yorumlayan bölümden de gelen veri hakkında işlenmiş bilgi gelmekte ve beynimiz gözlerimizin gördüğü durumun yorumunu kendi içerisinde anlaşılabilir bir simülasyona dönüştürmektedir. Yani beyin gerçeği yeniden oluşturmakta ve bize bunu göstermektedir. Gözlerimiz sadece belirli bir sınır içerisindeki dalga boylarını algılayabilir. Örneğin gözlerimizin görmediği gama ışınları, x ışınları, hatta kızıl ötesi ışınlar da bulunur. Eğer onları da görebilseydik belki de işleyebileceğimizden daha fazla bilgi ortaya çıkabilirdi. Yani Süperman gibi x ışınlarını görmek, süper hızlı bir veri işleme kapasitesine sahip beyin gerektirebilirdi.

Görsel, https://foxsuperpowerlist.com/vision-x-ray/ adresinden alınmıştır.
Burada şöyle ilginç bir durum var. Gözden beyine giden veri, kısa da olsa bir yol alıyor. Bu yolda zaman kaybediyor. Daha sonra bu veri beyinde işleniyor ve anlaşılabilir bir şekilde yorumlanıyor. Bu da ayrı bir zaman kaybı. Toplamda diyelim yarım saniyelik ölümcül bir kayıp. Gözümüzle gördüğümüz ile beynimizde olayın yeniden oluşturulması için bir zaman geçiyor. Dolayısıyla beynimizin oluşturduğu gerçeklik, aslında o anda geçmiş haline gelen bir şey. Beyin bu gecikmeyi de hesaplayıp, ona göre düzeltmeler yapan bir yapıya sahip. Aksi taktirde, araç kullanmamız bize hızla gelen bir tehlikeden kaçınmamız ya da bir jonklörün üç topu düşürmeden çevirmesi mümkün olmazdı. Bu anlamıyla beynimiz kısa da olsa, bir zaman dilimini yeniden yaşattığı ve aradaki zaman farkını kavrayıp, gerekli düzeltmeyi yapabildiği için aslında bir zaman makinesi gibi çalışıyor. Geçmişte yaşıyor ama anı da kaçırmıyor.

Felsefi anlamda gerçeği aramak güzel. Ancak aradığımız gerçeğin de aslında beynimiz tarafından oluşturulan bir gerçek simülasyonu olduğunu anlayabilmek paha biçilmez bir durum.

Konu ile ilgili BBC yapımı bir belgesel var. Eğer zamanınız varsa izlemenizi öneririm.

20 Mart 2018 Salı

Yol - Ekonomik Kriz Bağlantısı


Bugün şöyle 150 kilometrelik mesafede bir yere gitmem gerekti. Gideceğim yönde bir otoyol vardı neyse ki. Bir buçuk saat kadar direksiyon sallamak hedefe ulaşmak için yeterli oluyor. Öyle acelem olmadığı için, biraz da gözden uzak yerlere mevzilenmiş radarlara yakalanmamak için, usul usul gidip, işimi hallettikten sonra da geri döndüm.

Yollar özellikle Roma zamanında çok önemli bir işlevi yerine getirmişti. Mallar bu yollardan geçerek kolayca yeni pazarlara ulaşmış, Bilgi de bu yollardan kaynağı olan doğudan yola çıkarak batıdaki cehaleti yenmiştir. Daha da önemlisi, yollar sayesinde pek çok yer ele geçirilmiş ve yönetilmiştir. Yollar sayesinde sadece insanlar, ordular, mallar değil, bilgi ve düşünceler de yolculuk yapabilmiştir. Oysa 300 kilometre gidip gelmeme rağmen, ben ve aracın yer değiştirmesinden başka bir şeyin olmaması can sıkıcı. Neyse ki yapmam gereken işlerimi halletmiş olmak yolculuğa bir anlam kazandırdı.

Felsefe neden uygarlığın temelidir?

Batı medeniyetinin temelleri doğuda atılmıştır. Klişe gibi dursa da "Işık doğudan yükselir" yani aydınlanmanın kaynağı doğudur, sözü bunu ifade eder. Anadolu, Çin, Hindistan, Arap Yarımadası, Mısır ve Afrika uygarlık aşamalarında bilginin yüceldiği ve bu günkü insanlık birikiminin temellerinin atıldığı yerlerdir. Aralarında etkileşimin olduğuna dair ipuçları tarih araştırmacılarının buluşları arasındadır. Felsefenin temellerini atan pek çok batılı düşünürün eğitimlerini Eski Mısırda aldığına dair bilgiler bulunmaktadır Platon bilimin merkezinde, Eski Mısır'da eğitim almıştır.

Milattan önce 427 yılında doğan Platon 20'li yaşlarında Socrates'in öğrencisi olmuştur. Zengin bir ailenin çocuğudur. Mısır'a gitmiş orada bu kadim uygarlığın bilgilerini öğrenme şansına kavuşmuştur. Geriye döndüğünde bilgi dağarcığını geleceğe kalacak bir esere çevirmeyi başarmıştır. Ölümsüzlüğün sırrını bulmuştur denilebilir. 2 kuşak öncenizde yaşamış bir aile ferdinizin ismini ancak e-devlet soy sorgulama özelliği sayesinde öğrenebilirken, onun adını hala dünyada yaşayan pek çok insan saygı ile anmaktadır. Bu ölümsüzlük değildir de nedir?

Biz yine yola dönelim. Zaman içerisinde göç yolları ile başlayan fikri hareketlilik, deniz yolları, kara yolları, hava yolları ile tüm yerküreye (Kesin bilgi: Dünya, Galile'nin de söylediği gibi yuvarlak evren ise Giordano Bruno'nun dediği gibi sonsuz. - Çapı 93 milyar ışık yılı) yayıldı. Günümüzde bu kadar gelişmiş yol ve iletişim ağına rağmen, bilginin tüm yerkürede yaygın ve kullanılabilir olması gerekmez mi? Günümüzde, İlkçağ ya da Ortaçağ ile karşılaştırıldığında bilgiye erişim nerede ise sınırsız. Böyle bir dünyada hala karanlık düşüncelerin olması hayret verici. İpe sapa gelmez deli saçmalıklarının ise somut gerçekler gibi ortaya atılıp tartışılması ise şaşırtıcı.

Üniversiteler Neden Özerk Olmalıdır?

Bir ülkede sayıca çok üniversite olması bir anlam ifade etmiyor. Şantiyede beden gücü gerektiren işlerde çalışan, üniversite mezunu çalışma arkadaşlarımız var. Demek ki, üniversiteler bir şeyi yanlış yapıyor. Üniversite İlk ve orta öğrenim (hadi lise diyelim) üzerine aslında hayata hazırlanmış bireye bir adım ötesine eğitim vermelidir. Üniversite bireye bilimsel düşünme yöntemini içselleştirme için yol gösterici olmalıdır. Düşünmeyi ve araştırmayı öğrenen birey bu altyapı sayesinde, geri kalan konularda kolayca ilerleyebilir. Sosyal bilimler, fen bilimleri ancak bilimsel düşünme yetisini elde eden bir bireyin bilgi üretmek için kullanabileceği donanımı sağlayabilir. Kapısında Üniversite yazan bir eğitim kurumu, eğer gelişmiş ve bilgi üreten ülkelerdeki benzerleri ile eşdeğer kabul edilmiyorsa verdiği diplomalar da değersiz ve kabul görmeyen kağıt parçaları olmaktan öteye gidemez. Bir ülkede ne kadar üniversite olduğundan çok, ne kadar bilim üretildiği önemlidir. Tabloid Gazetelerde yer alan İngiliz, İsviçre, Alman bilim insanları haberleri gibi başka ülkelerde de sizin üniversitelerinizde görev yapan bilim insanlarının her konuda yaptıkları araştırma sonuçları yayınlanmıyorsa, ülkedeki eğitim politikasından sorumlu olan insanlar durup, nerede yanlış yaptıklarını anlamak için düşünmeyi öğreten bir üniversiteden mezun olmalılardır.

Bilim Neden Önemlidir?

Bir ülke bilim üretmeden, bunlarla bağlantılı olarak teknoloji ağırlıklı üretim yapmadan, Dünya içerisinde dikkate değer bir yere gelemez. Propaganda balonları ile şişirilen görüntü ancak bir yere kadar sürdürülebilir. Ekonomi bir bilim dalıdır. Kuralları üç aşağı beş yukarı bellidir. Bu oyun ancak bu bilimin ışığında oynanırsa taşlar yerine oturur. Örneğin, propaganda ile veriler gözardı edilebilir, sözde bağımsız kuruluşlar müdahale edilmiş sonuçlar açıklayabilirler. Ancak sabunlanmış veriler dünya ekonomisinde sizin ülkenizin yerini hak ettiğinden farklı bir yere konumlandıramaz.

Yatırımcılar kredi alabilirliğinize bakarken, sizin ülkenizin bağımlı-bağımsız kuruluşlarına değil, dünyada kabul görmüş, kredi derecelendirme kuruluşlarının dediklerine kulak verir. "ÖzGoodies" diye bir kredi derecelendirme kuruluşu kursanız ve kendinize aa++ bir de yıldızlı 10 kredi notu verseniz bile, kimse ona bakmaz, yine kendi bildiği, güvendiği bağımsız kuruluşun verilerine bakar. Çünkü, para yönlendiren kuruluşların başlarında üniversitede iyi eğitim görmüş, bilimsel yöntemlerle düşünmeyi bilen, hani her iş ilanında çok lazımmış ya da gerçekten öyle birini arıyorlarmış gibi yazarlar ya: "analitik düşünebilen" kişiler vardır. Eğer kredibiliteniz azalmışsa, riskiniz artmış demektir. Bu da kredi alacak bankaların, girişimcilerin, devlet kuruluşlarının daha yüksek faiz ödemesini gerektirir. Yüksek faiz, ülke değerlerinin ve zenginliklerinin kaybedilmesi anlamına gelir. Mesela, bunun için üniversitelerinizde Adam Smith'in Ulusların Zenginliği kitabının ana fikrini anlatamamışsanız ekonomistleriniz aval aval sabunlama yöntemleri peşinde koşacaklardır. Bu sürdürülebilir bir ekonomi politikası değildir.

Adalet Mülkün Temelidir!

Önceki Cumhurbaşkanlarından Rahmetli Turgut Özal, konuşmaları yapmadan önce, özenli danışman editörler kullanmadığından sık sık irticalen konuşurdu. Oysa ki onun zamanında da Amerikan başkanları prompter kullanmadan konuşmamaya özen gösterirlerdi. Gözünden kaçmış olmalı. Yine böyle bir gün, ülkedeki liberalleşme hakkında konuşurken "Adalet Mülkün Temelidir", o mülk özel mülktür demişti. Büyük ihtimalle Hazreti Ömer tarafından söylenmiş olan (Söz Atatürk'e de ait olabilir ama doğru sözün kim tarafından söylendiğinden çok ifade ettiği anlamına bakmalıyız), mahkeme duvarında çok görebileceğiniz bu sözdeki mülk aslında Devlet, idare edilen ülke anlamındaydı. Yine de bir anlamıyla Özal haklıydı. Adalet mekanizmasının iyi işlemediği yerlerde girişimcilik, önemli bir risk ile karşı karşıyadır. Bir uyuşmazlık halinde adalet mekanizmasının hatalı işlemesi ihtimali, hem yerli, hem yabancı girişimci için bir ülkeyi yatırım açısından sorunlu hale getirir. Bu durumda yatırım yapacak çok paranız olması halinde riskinizi azaltmak ve belki de daha düşük maliyetle kredi bulmak için ülke dışına çıkmak daha rasyoneldir. Dolayısıyla adalet sisteminin evrensel doğrulara yakın işlemesi, ona güven duyulmasını ve ülke ekonomisinin güçlü olmasını sağlar. Büyük ekonomik sıkıntılarda para ve sahipleri güvenli limanlara sığınmak ihtiyacını biraz da bu yüzden duyarlar. Ömür kısa olsa da, mal canın yongasıdır. Ülke zenginlerinin yurt dışına çıkmalarını analiz ederken bu bakış açısı doğru değerlendirme yapmaya yardımcı olabilir.

Özgür düşünce ve bilim neden evrensel ahlak olmadan işe yaramaz?

Daha önce denenmiş ve hüsranla sonlanmış, İkinci Dünya Savaşına neden olmuş Almanya örneği ortada dururken, akılcı hiç bir ülke, öyle hayali söylemlerle yönetilemez. Benzer yanlış yöntemleri kullanarak doğru bir sonuca varmaya çalışmak sadece zaman ve emek kaybıdır. Hitler, yollar yapmıştır. Ancak o yollarda yolculuk eden halkın bilimsel sağduyu ve insancıl değerler ile hareket etmesinin önüne ket vurmuştur. Atom bombasının teknolojisine vakıf bilim insanlarının kullanabileceği bir bombayı hiç bir zaman Hitler'in hizmetine sunmamış olmaları bir rastlantı mıdır? Üstelik söz konusu olan o dönemin en değerli ve bilgili bilim insanlarına sahip olan ülke olan Almanya! Hani uzaya açılan yolun taşlarını hem ABD hem de Sovyetler Birliğinde mümkün kılan Alman bilim insanları. Atom bombasını yapanlar kimler mi? Robert Oppenheimer, David Bohm, Leo Szilard, Eugene Wigner, Otto Frisch, Rudolf Peierls, Felix Bloch, Niels Bohr, Emilio Segre, James Franck, Enrico Fermi, Klaus Fuchs ve Edward Teller. İçlerinde ne kadar da çok Alman soyadlı bilim insanı var değil mi? Bu rastlantı olabilir mi?  Ben pek öyle düşünmüyorum.

Yaa işte böyle. Cezayir'de bir otobanda giderken, böyle şeyler geçti aklımdan ben de sizlerle paylaştım.

11 Mart 2018 Pazar

Önde Turna Davul Zurna


Fotoğraf şu adresten alınmıştır.
Çocukluğumu 70'li yıllarda, Ankara'da geçirdim. Bahçelievler'de sokaklarda tek tük park etmiş arabalar olurdu. 3. Caddeden de zaman zaman arabalar geçerdi. Hatta, arabaların kimisi atlı olurdu. Gün boyunca rahat rahat sokaklarda oynamak mümkündü. O zamanlar bırakın bilgisayarı, evlerde televizyon, hatta radyo bile pek bulunmazdı. Dolayısıyla, çocukların sokaklardan başka fazla alternatifi yoktu.

Ortaokulda hinterlandımızı biraz daha genişletip Arı Sinemasının karşısındaki yaban otu dolu tepeye giderdik. Daha sonra üzerine Milli Kütüphane yapıldı. Yine Anıtkabir'in şimdiki çevre duvarı yerine tel örgülerinin dibinden kuyruklarını kopartıp kaçan kertenkelelere musallat olduğumuzu da hatırlıyorum.

Hepi topu, bir kaç cadde ve sokaktan oluşan bu çevrede pek çok çocuktuk. Genellikle kendi sokağımızda bile, 10 arkadaşın bir araya gelmesi işten bile değildi. Çeşit, çeşit oyunlar bulup oynardık. Saklambaç en revaçta olanlardandı. Ancak bir başka oyun da vardı ki, onu da apartman bahçesinde çığlık çığlığa oynayıp dururduk.

Bu oyunda ebe çocuk, yüzünü duvara döner ve tane tane, kimi zaman da hızlıca bir tekerleme söylerdi. Arkadaki çocuklar da, arkası dönükken ebe olan çocuğun 8-10 adım gerisinden başlayıp, yavaş yavaş ilerleyerek ebeye yaklaşırlardı. Ta ki ebe söylediği tekerlemeyi bitirip, arkasına döndüğünde hareket eden birini gördü mü, onlar yanardı. Bir tür, heykel gibi kalma oyunuydu. Ebe olan çocuk, tüm arkadaşlarını bu şekilde yakalayabilirse ebelikten kurtulurdu. Bir çocuk yakalanmadan ebenin sırtına vurmayı becerirse herkes kaçmaya başlar, ebenin birini yakalaması gerekirdi. Güzel bir oyundu. Çok keyif alarak oynadığımızı hatırlıyorum.

Tekerlemesi hala aklımda: "Önde turna, davul zurna, bir, iki, üç". Kimi zaman "ende turna", "elde turna" denildiği de olurdu. "50 yıldır, ne menem bir tekerlemedir bu?" diye zaman zaman aklıma takılıp durmuştur.

Bir süredir, Cezayir'de iş nedeniyle bulunuyorum. Hasp el kader, yabancı dil diye zar zor İngilizce öğrenmişliğim var. Burada ise 1. yabancı dil bizdeki gibi İngilizce değil. Fransızca. Hatta konuştuğum Cezayirliler, Fransızca bilmediğimi görünce çok şaşırıyorlar. Bu saatten sonra, Fransızca öğrenemem düşüncesiyle fazla üzerine düşmüyordum. Ancak, ister istemez insan kapıyor bir şeyler. Zira burada, Arapça konuşurken araya o kadar çok Fransızca kelime giriyor ki, istemeseniz de kulağınıza çalınıyor işte. 10 ay kadar önce geldiğimde 80'li yıllarda TRT 3 radyosunda her haber bülteninden sonra verilen İngilizce, Fransızca ve Almanca haberlerden kalma Fransızca kelimeler, az dans etmedi kafamda. Babaannem de arada Fransızca bildiği sayıları söyleyiverirdi ben çocukken, hatırlıyorum, ona kadar sayardı.

Az önce markette alışveriş ederken, böyle dökme bilgilerim birden bire, öylesi aydınlanma yarattılar ki şaştım kaldım.

Fransızca 1, 2, 3, 4, 5, 6 diye şu şekilde sayılıyordu. "Un, deux, trois, quatre, cinq, six" dilerseniz, Google Tercümeden girip, Fransızcasını alttaki hoparlör ikonuna tıklayıp dinleyin. Böylece çocukluk yıllarımdan beri bir türlü ne demek olduğunu çözemediğim bir muamma tatlıya bağlandı. Önde Turna Davul Zurna aslında Fransızca sayıların söylendiği oyun bizde oynanırken kelimelerin garip bir yuvarlanmasından ibaretmiş. Osmanlı'dan bu yana pek Fransızca'ya ilgimizin kalmadığını düşünürseniz, oyunun ne kadar eski bir zamandan beri bizde oynandığını siz düşünün. Gerçi, şimdiki çocuklar bunu anlayamazlar, onlar İnternet'te arkadaşlarıyla Minecraft gibi oyunlar oynuyor. Ama zaten çocuklar için değil bu yazılan satırlar. Siz de farkındasınız. Öylesine eskiye, yaşanmış mutlu anlara, biraz özlem işte.

Bunu paylaşmasam içimde kalırdı. İşte artık siz de biliyorsunuz. Meğer dünya ne kadar küçükmüş. Fransa'da ve dünyanın başka yerlerinde de oynanan bir oyunmuş bu bizim oynadığımız.

Eğer merak ederseniz, Wiki Ansiklopedide oyunun İngilizce anlatımı var.

 

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...