27 Kasım 2017 Pazartesi

Geçmişinizle Barıştınız Mı?

Geçmişimizde yaşanmış pişmanlıklar, tüm yaşamımız boyunca bizi takip eden hayaletlere dönüşebilir.

Kendimizle baş başa kaldığımızda geçmiş yaşamımızda yaptığımız hatalara üzülebilir, "keşke öyle yapmasaydım da, şöyle yapsaydım, belki de şimdi her şey çok daha farklı olabilirdi" diye düşünebiliriz. Oysa geçmiş ile şimdinin farkı şimdiyi o anda yaşıyor olmak ve geleceğimize yön verecek olayları şimdilerde etkileyebileceğimiz gerçeğidir. Yani geçmişi değiştirmek mümkün değildir. Oysa şimdilere yön verebilirsek, geleceğimiz istediğimiz gibi olabilir. 70'li yıllarda TRT radyolarından birinde yayınlanan "Şimdiki aklım Olsaydı" isimli bir program vardı. Bir kişi ele alınır, geçmişte yaptığı hatalar hatırlanıp, aynı olaylar şimdi olsa nasıl davranacağını dramatize edilirdi. Genellikle öğüt şeklinde geçen anlatım sonunda dinleyenlere bir ders verilir bakın o yaptı siz ayağınız denk alın denilirdi adeta. Dinleyici açısından keyifli bir programdı. Gözden kaçırılan, geçmişte olanın artık düzeltilmesi mümkün olmayan bir durum olmasıydı. Zaten şimdiki aklımız da geçmişte olsaydı, olanlar başka türlü yaşanır ve "şimdiki aklım olsaydı" diye geçmişteki hataları yapmamak üzerine kafa yorulmazdı.

19. yüzyılda yaşamış olan Amerikalı kadın şair Emily Dickinson "Sonsuzluk şimdilerden oluşur" demiştir.

Teorik fizikten bahsediliyor gibi gelse de aslında son derece güzel bir durum tespiti söz konusudur bu cümlede. Sonsuzluk dediğimiz şey bize ulaşılamaz gelse de aslında içinde yaşadığımız durumdan başka bir şey değildir.

İnsan değişir. Eğer farkına varırsa kendini hem geliştirebilir, hem de olumlu yönde değişebilir. Çabalayarak işinde başarılı olabilir. Daha çok okuyarak, gezerek görerek ve yeni insanlarla tanışarak kendisini geliştirebilir.

Geçmişte yaşananlar olumsuz olabilir. Hatırlanmak bile istenmeyen acı veren anılar insan olmanın bir parçasıdır. Bu olumsuzlukları gelecekte kendimiz için avantaja çevirmek mümkündür. Tecrübe ya da deneyim dediğimiz kavram budur. Deneyimlerden aldığımız dersler, sonraki adımlarda benzer hatalar yapmamıza engel olabilir.

Geçmişteki hatalarınız için üzülmek hem zihni hem de bedeni yıpratacaktır. Pek çok hastalık böyle üzüntülerle boğuşan bedenlere musallat olur. Dolayısıyla geçmişte yaşamak sizi kısa sürede öldürebilir. Kendinize eziyet etmenin bir anlamı yok. Kendi kurduğunuz cehennemde hapis kalmayın.

Geçmiş deneyimlerinizden yararlanarak geleceğinizi daha iyi yapılandırmak elinizdedir. Şimdilerinizi bu nedenle iyi değerlendirmeniz gerekir. Kimse kaç "şimdi" sonrasını görmeyeceğini bilemez.

Şu andan sonrası sizin için temiz bir sayfadır. Anı iyi yaşamak ve değerlendirmek kendiniz için yapabileceğiniz iyi bir tercihtir. Dilimizde zararın neresinden dönülse kardır diye bir söz yaşamaktadır. Bu söz de geçmişe değil geleceğe bakmamız gerektiğini düşünen atalarımızın bize yerli yerinde bir öğüdüdür.

 Latin edebiyatının ünlü ozanı Horatius’un ünlü dizesinde gecen "karpe diem" sözü, anı yaşamamız gerektiğini bildirir. Geçmiş değiştirilemez, gelecek ise bilinemez. O halde önemli olan anı nasıl yaşadığımızdır. Gelecek bilinemese de inşa edilebilir. Bunun için de anı nasıl değerlendirdiğimiz son derece önemlidir. Çünkü geleceği ancak şimdi şekillendirebiliriz.

Sizi siz yapan geçmişinizdir. Bundan üzüntü duymayın ama ders alın. Gelecek ise sizin yapacaklarınızla şekillenecektir.

Şimdi önemli, gelecek de şimdi ile ilintilidir. Şimdiden geleceğinizi şekillendirmek için kendini geliştirmek ve tanımak daha iyi olmak ise, sizin elinizdedir. Geçmişteki tecrübelerinden yararlanarak daha iyiyi bulmak mümkündür. Başkalarının tecrübelerinden ders almak ise bilgelik için güzel bir adımdır.

Benliğinizi yüceltin.

1 Kasım 2017 Çarşamba

Sınırsız Gücümüz Hayal mi?



Albert Einstein, "Mantık sizi A noktasından B noktasına götürür. Hayal gücü ise her yere." sözü ile hatırlanır. Fizik ile ilgili olarak yaptığı devrimsel öngörülerin büyük kısmı bilimsel olarak doğrulanmıştır. Hayal gücü sayesinde görelilik, kütle çekimi, uzay-zaman gibi konularda önemli çıkarımlar yapmıştır. Einstein sadece bu sözü ile yetinmemiş bir de "Zekanın asıl göstergesi bilgi değil hayal gücüdür" demiştir.

Günümüzün ünlü fizikçisi ve düşünürü Stephen Hawking ise: "Milyonlarca yıl insan türü hayvanlar gibi yaşadı. Ancak sonra, tüm hayal gücünü ortaya çıkaran bir şey oldu. Konuşmayı ve dinlemeyi öğrendik. Konuşma fikirlerin iletişimini sağladı, insanlığın birlikte çalışıp imkansız şeyler başarmasını da. İnsan türünün en büyük kazanımları konuşma ile geldi ve en büyük hataları konuşmamaktan". demiştir.

İnsanın öne çıkartan özelliklerden en önemlisi yaratıcılığıdır. İkincisi ise sorgulama kudreti. İnsanın kendini yüceltmesinin ve ilerlemesinin önünü bunlar açar. Yaratıcılık ve merak olmadığında insandan geriye öylesine yaşayan bir canlı kalır. İşte bu yüzden dilimizde hala yaşamakta olan "icat çıkartma!" sözü son derece tehlikelidir. Yaklaşık 7 milyar insan var dünyada. Eğer siz bir şeyleri değiştirmezseniz bir gün gelir başkaları sizi boşuna yaşayan kütleler olarak görüp ortadan kaldırmaya ya da amaçları doğrultusunda kullanmaya kalkabilir.

Geçtiğimiz günlerde gerçekleşen bir katliamda, amazon ormanlarında modern dünyadan izole yaşayan yerlilerin bir bölümünü illegal madencilerin öldürdükleri öğrenildi. Hürriyet sitesinde yer alan haberi şöyle: "Amazon bölgesinde, dünyayla hiç bağlantısı olmayan, 14 farklı kabileye mensup 2 bin kişinin yaşadığı düşünülüyor.

Suçlulardan ikisi verdikleri ifadelerde kadın ve çocuklar olmak üzere kabilenin 5’te birinin yok edildiğini dile getirdiler."

İşte böyle. Her ne kadar insanlık olarak ilerlediğimizi öne sürsek de, beklenmedik anlarda atalarımızdan miras hayvanlık, ensemizde bitiveriyor.

O yüzden durmamak lazım. Durmanın bedeli çok ağır. İcat çıkartmak lazım. Tabi ki hayal gücümüzü kullanmak da.

Hayal etmeyi bırakmayın! 

Daha önce yapılmamış bir işi yapabilmenin en önemli aşamalarından biri hayal gücünüzü kullanmaktır. Merak ile destekli hayal gücü güzel sonuçlar elde etmenize neden olur. Sadece daha önce hiç yapılmamış şeyler için değil, yapılmış olanların daha iyi olabilmesi için de hayal gücü elzemdir.

Douglas Engelbart ilk bilgisayar faresini yapmıştır. Günümüzdeki artık ışıkla çalışan halini bir tarafa koyun, fare yardımıyla kullanılan kullanıcı arayüzü fikri, günümüzde dokunmatik ekranlarının yapılabilmesi için gereken hayal gücünü tetiklemiş olabilir. Öyle ya "bir ara birim kullanmak yerine, neden ekrana tıklamıyoruz" diye hayal eden birisi olmasa belki de şimdi tuşlu telefonlar kullanmaya devam ediyorduk.

Her hayal edilen öte beri iyi olacak diye de bir şey yok. Başarı hikayelerinin arkasında binlerce başarısızlıkla sonuçlanmış girişim vardır. Örneğin Microsoft tarafından üretilen akıllı telefon yazılımı ve dokunmatik yüzeyi berbat olan telefonlar bir telefonun ve yazılımının nasıl yapılmaması gerektiğine ilişkin yeterli hayal gücü potansiyelini oluşturmuş olmalı diye düşünüyorum. Çok değil 10 sene kadar önce üretilmiş kalemli dokunmatik telefonları tek elle kullanmak dünyanın en acılı akıllı cihaz kullanım deneyimini yaşatmıştı. Önce Apple sonra da Google kendi akıllı cihaz yazılım ve donanımlarını bu kötü deneyimin ışığında daha iyi bir hale getirdiler. Tabi ki hayal güçleri büyük fayda sağladı.

Başkalarının hayalleri peşinde koşmak yerine, kendi hayallerinizi üretin.

Gene Roddenberry adında bir yapımcı 1964 yılında Uzay Yolu isminde bir dizi yapıp yayınlamaya başladı. Eylül 1966 yılında yayına başlayan dizi sadece 3 sezon yayınlandı. Düşük izlenme oranları nedeniyle iptal edilen dizi yurt dışına satıldığında ABD'nin aksine yoğun ilgi gördü. Bu arada Amerikan halkı da diziyi yeniden keşfetti. Günümüze kadar pek çok Uzay Yolu takip filmi ve yavru dizileri yayınlandı. Halen de yeni bir dizi yayında Star Trek Discovery. Üstelik 2. sezonu içinde anlaşması yapılmış durumda. Kovboy filmi mantığında bir hikaye örgüsüne sahip dizi biraz hayal gücü ile 50 yılı aşkın süredir izlenen bir fonomene dönüşmüş durumda.

Roddenberry kendi hayalinin peşinden giden biri olarak pek çok Uzay Yolu severin gönlüne taht kurmayı becermiş biri. Siz de öyle olabilirsiniz. Kendi hayal gücünüze önem verin. Belki de kimsenin aklına gelmeyenler sizin aklınıza gelir. Belki bilimde belki de eğlence dünyasında önemli bir ilerlemeye neden olursunuz.

Hayal gücünüze güvenin!

24 Eylül 2017 Pazar

Kendini Bilmek Yeter Mi?


Aristo, 2350 yıl kadar önce: "Bilgelik kendini bilmekle başlar" demiştir.

Kendini bilmek, söylendiği kadar kolay değildir. Herkes, kendi görünümünü üç aşağı beş yukarı bilebilir. Ayna, size neye benzediğiniz hakkında fikir verebilir. Yine, telefonlarınızın selfie kameraları ile yamultarak çekilen ve en son teknolojinin yardımı ile ufak tefek hataların ve kırışıklıkların da kapatılmasıyla ortaya çıkan görüntünüz, size kendiniz hakkında biraz fikir verebilir. Ancak dışarıdan nasıl göründüğünüzden çok, iç dünyanızdaki durum kendinizi tanımak için daha belirleyicidir. Kendinizi tanımak, olumsuz bulduğunuz yanlarınızı anlamak, daha iyi bir kişi olmak için önemli bir aşamadır. Yani en önemli kısım, nasıl biri olduğunuzu anlamak, kısmıdır. Aristo'nun 24 asır önce de söylediği gibi kendini bilmek sadece bilgelik için bir başlangıçtır.

Bir şeyi daha iyi duruma getirebilmek için onu tanımanız gerekir. Daha iyi bir insan olabilmenin de yolu nasıl bir insan olduğunuzu anlamaktan geçer.

Kağıttan bir kayıkta olduğunuzu düşünün. Yağmurla oluşmuş bir akıntıda sürüklendiğinizi gözünüzde canlandırın. Sonunu bilemediğiniz yabancı bir ortamda sürüklenip durursunuz. Şansınız varsa bir çakıl taşına ya da bir kırık dala takılıp durursunuz. Aksi taktirde yolculuğunuz, bir sonraki yağmur mazgalına düşerek son bulur. Sizden geriye pek bir şey de kalmaz.

Kendini tanımadan geçirilen bir hayat yukarıda anlatılan gibidir. Yaşayıp, gidersiniz. Geride pek bir şey kalmaz. Oysa tüm uygarlık ve sanat eserleri insanın geride bir şeyler bırakma çabasından kaynaklanmamış mıdır?

Kendini tanıyan ve daha iyi bir hale gelebilmek için çaba gösteren bir insan benliğini yüceltir. Böyle insanlardan oluşan bir toplum da daha iyiye ve güzele ulaşmak için ortak bir çaba gösterir.

Kendini tanıdıktan, özelliklerini anladıktan sonra bu temel üzerine bir eser inşaa etmek daha kolaydır. İnsan, modern dünyada Aristo'nun zamanına göre daha şanslıdır. Görece ömrü çok daha uzundur (Aristo 62 yıl yaşamıştır). Bilgi kaynaklarına erişimi çok daha sınırsız ve kolaydır (Ülkenizde Ansiklopediye -Wikipedi- erişim yasaklanmış bile olsa, bu 24 asır önce ile karşılaştırıldığında hiç bir şeydir). Böyle bir ortamda bile araştırma ve ömür boyu öğrenmekten geri kalmak, kendini tanımayan biri için asırlar öncesine göre daha kolaydır. Bu nedenle kendi kendimizle mücadele edip, bu yaşayıp gitme durumunu değiştirmek için çabalarız.

Bilgelik bir tür aydınlanmadır. 

"Neden Aydın, aydınlık kavramları bizde bilgeliği canlandırıyor olabilir?" sorusuna şöyle bir cevap verilebilir. Einstein çok önemli bir gerçeğin farkına varmıştır. Enerji maddeye, madde de enerjiye dönüşebilir. Ünlü e=mc² formülü bunu ifade eder. Big bang (büyük patlama) teorisine göre evrenin başlangıcında enerji büyük oranda maddeye dönüşmüştür. Maddeye dönüşen enerji yeniden enerjiye dönüşebileceğine göre, bizler geçici olarak maddeye dönüşmüş enerjiden ibaretiz. Üstelik benliği olan ve bunun farkına varmış olan enerjiyiz. Gerçek bu. Belki de bu yüzden iyi ve güzel olan her şey bize aydınlığı hatırlatıyor.

Aynadaki yansımada eserinizi görebiliyor musunuz?

Bir sonraki aynaya bakışınızda kendinize bu soruyu sorun. Çok büyük bir ilerleme kaydetmemiş olabilirsiniz. Ancak kendi yansımanıza baktığınızda, mevcut olanın üzerine birkaç tuğla bile koyabildiyseniz kendinizle olan mücadelenizde bir kazanç elde etmişsinizdir. Kendi iç dünyanızdaki yolculuk için bakmanız gereken yer zihninizin derinlikleridir. Aradığınız gerçekliği orada bulabilirsiniz. Bilgi ile zenginleştirdiğiniz dimağınızda yolu bulmak daha kolaydır. O nedenle soru sormaya, öğrenmeye ve gelişmeye hiç bir zaman ara vermeyin.

Daha aydın çocuklar yetiştirin. Ne konuya ilgi duyuyorsanız o konuda eser vermeye çalışın. Toplumun ilerlemesinde yapı taşı ya da harcı olun. Enerji ya da maddeden olsanız da daha fazlası olabilmek elinizde. Akıntıya kapılıp gitmeyin.

19 Ağustos 2017 Cumartesi

IRN International Radio Network'e Nasıl Bağlanılır?


Amatör Telsizcilik hobisi günden güne yeni gelişmelerden payını alıyor. Teknolojik gelişmeler yüzünden haberleşme artık tüm insanlığa yayıldı. Cebimizde taşıdığımız bir cep telefonuyla dünya çapında haberleşme yapmak mümkün. Bu durum dünyanın öbür tarafında yaşayan tanımadığınız biri ile görüşme yapıp harika vakit geçirmenize tabi ki engel değil. Ancak bunun için artık pahalı HF cihazlara ve yer kaplayan büyük antenlere fazla ihtiyacınız kalmadı. İnternet üzerinden birbirine bağlı cihazların bulunduğu ortamlara girip görüşme yapmak mümkün. Üstelik Amatör Telsizcilerle görüşebilir ve Amatör Telsiz protokolleri kullabilirsiniz.

IRN, yani International Radio Network böyle bir Amatör Telsizcilik ortamını sağlayan oluşum. İsterseniz akıllı telefondan, dilerseniz akıllı telsiz üzerinden bağlanıp, dünyanın çeşitli yerlerinde aynı sistemi kullanan diğer Amatör Telsizcilerle görüşme yapabilirsiniz.

IRN'e bağlanmak için öncelikle küçük bir uygulamaya ihtiyacınız var. İsmi TeamSpeak, Windows, Linux, macOS, iOS, Android için geliştirilmiş sürümleri var. Ne yazık ki kullanabilmek için küçük de olsa bir ödeme yapmanız gerekiyor.



IRN'in web sitesine buradan girerek sisteme nasıl bağlanabileceğinizi öğrenebilirsiniz. Kendi sunucularında barındırdıkları sistem üzerinden Sayısal telsiz rölelerinin bağlı olduğu linklere, Zello ile erişilen amatör telsiz ağlarına erişmek mümkün.

Sisteme eriştiğinizde karşılama kanalına otomatik olarak bağlanıyorsunuz. Amatör telsizci iseniz, çağrı işaretiniz ve adınız ile bağlanırsanız bir süre sonra sistem operatörlerinden biri size seslenip, sisteme kaydolmanız için sizi yönlendiriyor. QRZ bilgi bankasına kayıtlı iseniz elektronik postanıza gerekli yönlendirme mesajını gönderiyorlar.

Kayıt yapılan sitede sistemin kullanım kuralları detaylı olarak anlatılmış. Yönergeleri dikkatlice okumanızı tavsiye ederim.

Yeni cihazlar piyasaya çıkmaya başladı. Bu cihazlar üzerilerinde bir telsiz alıcı verici sistemi barındırıyor. F22 olarak nitelendiriliyor bu tür cihazlar. Normal analog donanımın yanında genellikle bir de sayısal (genellikle DMR) bir donanımı da oluyor. Ayrıca Android işletim sistemli bir akıllı telefon da içeriyor. Böylece telsiz erişim sınırları dışında kalan IRN gibi oluşumların işlettikleri Amatör Ağlara bağlanabiliyorsunuz. Tabi telsiz şart değil IRN için ama böyle bir seçeneğinizin olduğunu da bilin istedim.

10 Ağustos 2017 Perşembe

Yapay Zeka İnsanlığı Kurtarabilir

Adolf Hitler, zamanında geniş halk kitlelerinin müthiş desteğini aldı. Yanlış işler yaptı. İnsanlar onun yüzünden anlaşılmaz ve korkunç acılar çekti.
Şimdi onu: Deli, katil, cani, manyak bir pislik olarak hatırlıyoruz.
Güncel dünya liderleri! Aynı şekilde hatırlanmak istemiyorsanız, kendinize çeki düzen verin!

İnsan Kötü Bir Canlı

İnsan oldukça kötü bir canlı. Çevresine ve diğer canlılara zarar veriyor. Dahası bu durumu kendine hak olarak görüyor. Kibir nedeniyle kendini piramidin tepesindeki en müthiş canlı olarak görüp, canının istediğini yapıyor. Oysa bulunduğumuz bilinç düzeyi, yaptığımızın kötü olduğunu anlamamıza yetmeli. Ne yazık ki, yetmiyor. Dünya, hala onu daha iyiye değil de, burnunun dikine götüren liderleri takip etmeyi tercih eden insanlarla dolu. Belki de, bizi yönetmek için bu dünyada cenneti sağlamayı hedefleyen liderleri seçmeliyiz. Oysa, öbür dünyada cennet vaadi hala prim yapıyor.

Yapay Zeka Tartışmaları

Bir süredir Yapay Zeka konusunda tartışmalar oluyor malumunuz. Ünlü fizikçi Stephen Hawking ve Girişimci Elon Musk yapay zekadan endişe edenlerden.

Bu yapay zeka endişesi anlaşılabilir aslında. Basit bir mantık kuralım. Kendimizi yapay zeka yerine koyalım. Empati yapalım. Yaratıcımız olan insan defolu. Bir sürü hatası var. Yapay zeka kendine baktığında pek çok programla hatasının bulunduğunu anlayıp düzeltecek seviyeye geldi varsayalım. Kendisini düzelten yapay zeka, aynısını yaratıcısı için de yapabilir.

Genetik Bilimi İlerledi

Genetik biliminde oldukça ilerledik. Domatesin genleri ile oynayıp, daha uzun dayanan ve kolay kolay çürümeyen, zararlı böceklere dayanıklı olanını da biz ürettik. Aynısını yapay zeka neden yapmasın? Yani çevresine ve diğer canlılara saygılı, içindeki kötülükle savaşıp onu yenmeyi becerebilen insanı neden üretilmesin ki? Üstelik, insan ömrü kısa sayılır. Bir, iki kuşak, bilemedin 5 kuşak sonra tüm insanların genlerini düzeltmek mümkün olabilir.

Gen iyileştirmesi için kitlesel imhaya da gerek yok. Zamanı gelince zaten ölmüyor muyuz? Yapay Zeka olsanız ve ölümle sınırlı olmasanız, siz hangisini yaparsınız? Terminatör serisinde olduğu gibi insanların peşine düşüp, onları avlar mısınız? Yoksa zaten öleceklerini bildiğiniz insanların yerine daha iyi insanlar mı üretirsiniz? Ne yani yaratıcısını düzeltip daha iyi hale getirmek olmayacak bir iş mi?

Yapay zeka belki de biz ondan önce yapmaz isek İnsan 2.0'ı üretebilir. Ne dersiniz?

8 Ağustos 2017 Salı

Şansımı Artırmanın Kolay Yolu Nedir?


"O kadar şanssızım ki, kürdanla dişimi karıştırsam, kıymık batıyor"
"Adamın paçasından şans damlıyor! Yine çekilişten bilgisayar kazanmış."

"Şans diye bir şey yoktur!" ya da "Evrenden isteyin o sizi bulur" gibi önermeler yapmayacağım.

Sadece şunu söyleyebilirim: Eğer moraliniz düzgünse ve kafanızı toplayıp yapmanız gerekeni yapabiliyorsanız, hata yapma ihtimaliniz azalır. Bu durum, başarılı olmanızı sağlayacaktır. Başarılı olmak ise, daha iyi moral ve daha iyi dikkat toplama becerisi olarak geri döner. İşte, kendi şansınızı yarattınız bile.

Kötü moral ve içinizin sıkılması gibi durumlar, daha kolay hata yapmaya neden olur. Dikkatinizi toplayamazsınız. Kolayca kaza geçirirsiniz. Bu gibi durumları şanssızlık diye niteleyebilirsiniz. Ancak, gerçekte olan durum bambaşkadır. Sadece beyniniz yerine getirmesi gereken rutinleri (algoritmaları) doğru takip edememektedir.

Dikkatinizi neye verirseniz o konuda giderek daha iyi olursunuz. Mesela, Amerika Birleşik Devletlerinde gazete ve dergilerin verdiği firma promosyon kuponlarını biriktirip, bedavaya yakın alışveriş yapmaya odaklanan kişiler var. Ya da sadece online kampanyaları takip edip, buralardan arka arkaya ürünler kazanan kişiler var. Sizce, bu kişilerin şanslı olduklarını söyleyebilir miyiz? Sadece, normal insanlara göre daha iyi odaklanmış durumdalar.

Dikkatinizi toplayın ve odaklanın. Kendinize bir hedef belirleyin. Gereğini yaptığınızda amacınıza ulaşırsınız. Hepsi bu.

4 Ağustos 2017 Cuma

Neden Güveniyoruz?

E=m.c2

Bu formül aslında o kadar önemlidir ki, kısalığı sizi yanıltmasın. Özetle: Enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüşebileceğini gösteren bir formül. Büyük patlama anından önce yüksek ihtimalle, enerjiden, maddeye doğru dev bir dönüşüm gerçekleşmiş olmalı.

Hepimiz aslında bir zamanlar enerjiden maddeye dönüşen "yıldız tozlarıyız" (Carl Sagan).

Çok garip değil mi? Benliği olduğunu düşünen, maddeye dönüşmüş enerjiden ibaretiz. Maddeye olan tutkumuz nereden geliyor kim bilir. Para, mal, mülk söz konusu olduğunda aslında hepsinin ve hatta kendimizin de enerji olduğumuzu unutuyoruz.

Dilerseniz, bu derin enerji madde dönüşümü meselelerini bir kenara bırakıp, daha dünyevi görünen konumuza girelim.

Güvenmek, insanları birbirine bağlıyor. Sosyal ilişkileri güçlendiriyor. Bir sistem oluşturmamızda en önemli etmenlerden biri.

Peki neden güveniriz?

Çok satan Sapiens ve Homo Deus kitaplarının tarihçi yazarı Yuval Noah Harari, kitaplarında güven konusunu birlikte yaşamaktan gelen bir katalizör olarak betimliyor.

Görsel Wikipedi'den alınmıştır.
Olası bir teoriye göre: Canlılar avlanır ve diğer tehlikelerden korunurken birbirlerinden yardım alırlar. En sevimli örneklerden biri Mirketlerdir. Korunma konusunda oldukça iyi bir sistemleri vardır. Nöbetteki bir mirket diğerlerini bir tehlikeye karşı uyardığında, hepsi yer altındaki yuvalarına gizlenir. İçlerinden hiç biri uyarı anında zaman kaybetmez ve sorgulamaz. İşte birine güvenmek böyle bir şeydir. Bireylerin hayatta kalmalarına yarımcı olur. Belki de hepimiz doğal seçilim sırasında, bir aşamada güven duygusu sayesinde hayatta kalan bireylerin torunlarıyız. Otomatik olarak güvenmeyen ve zaman kaybeden bireyler ise çoktan yok olmuş olduklarından, bu güçlü duygu ya da algoritma bizi hala koruyor olabilir.

Güveniriz çünkü, içimizden bir dürtü bunun yaşamamız için ihtimalleri artırdığını söyler. Buna bir tür algoritma diyebiliriz.

İlgili Yazı: Aşk Algoritmalar Yüzünden mi Var?

Güven ilginç bir durumdur. Güvendiğimizde kaynağı veya kişiyi sorgulamayız. Sadece gerekeni yaparız. Sorgulamayız, çünkü olması gereken budur. Peki memeliler dünyasından bir adımcık öteye gidip, biz uygarlaşmış insanların dünyasına gelirsek? Güven hala işe yarıyorken bunu kendi çıkarı için kullanan türdeşlerimizin avantajı elde etmeleri ve bunu kullanmaları halinde neler gerçekleşmiş olabilir?

Güvene Dayalı Yönetim Sistemleri

Batı Avrupa ve Britanya yönetim sistemleri genellikle beyana dayalı sistemlerdir. Mesela resmi bir yerde size sorulduğunda adım "Dolma Biber" dediğinizde buna güvenir ve size öyle hitap ederler. "Hımm, getir bakalım nüfus kağıdını, ilmühaberini" demezler. Aksi kanıtlanana kadar suçsuz kabul edilirsiniz. Devlet, vatandaş ilişkisinde güvene dayalı bir yaklaşım söz konusudur. Alternatifleri ile karşılaştırıldığında daha başarılı bir sistem olduğu ileri sürülebilir. En azından daha özgürlükçüdür. Ancak güven bazen soyut kavramlara da kayabilir. Örneğin biri, insanların kötü davranışları nedeniyle yüce bir varlık tarafından cezalandırıldığını. Mesela sel felaketinde kötü insanların cezalandırılıp, hayatlarını kaybettikleri gibi bir önerme getirebilir. Bu biri eğer güvenilen bir kişiyse işler zorlaşacaktır. İnsanlar güvendikleri şahsın daha çok şey bildiğini düşünerek ona ne yapmaları gerektiğini sorduklarında işler zorlaşır. Pek çok kural ve dayatma yanında, zorunlu bir takım ritüeller gerçekleştirmeleri konusunda yönlendirilebilirler. Yeniden sel vermemesi için yakarmak, kurbanlar vermek, yüce varlığın kızgınlığını gidermek için çabalamak gibi. Bu durumun farkına varan yöneticiler, bu güven şemsiyesini geniş kitleleri daha kolay yönetmek için kullanabilirler.

Kapitalizm (paraya güvenmek)

Yakın geçmiş ve günümüzün güven ile ilişkili güçlü ideolojilerinden biri kapitalizmdir. Önemli bir değişim aracı olan para ve ona güven üzerine kuruludur diyebiliriz. Aslında para, kimi zaman deniz kabukları, kimi zaman parlak metaller, güzel tasarlanmış basılı banknotlar ya da şimdilerde kullandığımız elektronik paralar, fon transferleri vs. Hepsi aslında tek başına bir değeri olmayan şeylerdir. Ancak mal alım satımını kolaylaştırdıkları için biz onlara bir değer yükleriz. Bir süre sonra asıl amacı unutulup, paranın kendisine karşı bir istek duymaya başlanabilir. İşte para böylece yüceltip, olduğundan daha anlamlı bir hale böyle gelmiştir. Örneğin: Hangi inanca ya da inançsızlığa sahip olursa olsun, herkes paranın değerli olduğu inancında birleşir. Oysa para, kendi başına değerli değildir. Denemek için 1 milyon doları 1000 yıllık süre ile bir kapsülün için koyup gömsek, ve 1000 yıl sonra torunlarımızın, torunları onu çıkartıp açsalar, içindeki paranın antik değerinden başka bir değişim değeri kalmamış olacaktır.

Paranın gerçekte bir değişim aracı olduğunu unutmaktan çok, onun ne olduğunu bile anlamamız o kadar zorlaşmıştır ki mesela ekonomi eğitimi verilen fakültelerde paranın bir değişim aracı olduğu öğretilir. Oysa aslında o kadar bariz olmasına rağmen ona olan güvenimiz nedeniyle öylesine bir inanca sahip olarak büyüyoruz ki, aslında ne olduğunu yeniden öğrenmemiz gerekebiliyor.

İnanç Sistemleri

İçinde bulunduğunuz toplum size kendi tanrısını benimsetir. Türkiye'de doğduğunuz için Müslüman olacağınız gibi, İtalya'da doğsanız bir Katolik, Hindistan'da doğmuş bir Hindu ya da Norveç'de doğmuş bir Atheist ya da Pastafaryan olabilirdiniz. Üstelik bu inancı kendi özgür iradenizle seçtiğinizi düşünüp hayatınız boyunca bildiğiniz gibi yaşayıp gitmenizde de hiç bir sakınca yoktur. Bir şekilde size anlatanlara güvenip, inanmanızdan doğal bir durum yoktur. Güven, kişiler arasında olduğunda kolayca sarsılabileceği halde, soyut, inanç gibi kavramlar söz konusu olduğunda ona olan güvenimiz tüm olumsuzluklara rağmen sürer. Yaşam süreniz bittiğinde, söz verilen öteki dünya, sizin için asıl ödül, tehlikelere karşı saklanacağınız, "güvenilir" olduğunu bildiğiniz yerdir.

İnanç sistemleri size cevaplarını bilmediğiniz ve belki de bilemeyeceğiniz soruların cevaplarını verir. Buna güvenirsiniz. Bu, sizi mutlu eder. Çünkü inancınızın gereklerini yerine getirdiğinizde bu dünya ve öbür tarafta güvende olursunuz. İşte, bu güven duygusu sizi mutlu eder. Mutlu oldukça daha çok güvenirsiniz.

Aile

Aile pek çok konuda referanslarınızı aldığınız yerdir. Güven konusunda en rahat olduğumuz yer de ailemizin yanıdır. Nasıl güvenmeyelim? Bizi son derece savunmasız bir halden kendi başımızın çaresine bakabilecek kadar güçlü bir hale getiren yer ailedir. Zorunluluklar yüzünden parçalanmış, yok olmuş ailelerin çocukları için, mümkün olduğunca aynı rolü toplum oynar. Ancak aileye duyulan güven gibisi yoktur. Aynı şekilde bu güvende de atalarımızın bundan yarar sağlamış oldukları için bu duygunun bu kadar kuvvetli olmasının ip uçlarını ailede de görebiliriz.

Evrenin bilinci mi var?

Son zamanlarda havalarda uçuşan teorilerden biri de evrenin bilinci olabileceği düşüncesi. Tekillik düşüncesinin bir uzantısı olarak evrenin bilincinin olduğu fikri var. Güven açısından ele alınacak olursa böylesi bir bilincin varlığı ve dolayısıyla bizim bilincimizin de bu büyük gücün bir parçası olduğu çıkarımı kendimizi güvende hissetmemize neden olabilir. Ortada kanıtlanmış bir gerçek olmaması bile güvenmemizi engellemeyecektir. Sadece güncel olduğu için bahsetmek istedim. Sonuç itibariyle güvene çıkan düşünce kırıntılarından biri olması her konuyu getirip güven kavramına bağlamak istememizi gösterdiği için ilginç.

Son söz

Güven iyi bir duygu olsa da, gerçekten güçlü olabilmek için kendini tanımak ve güvenmek önemlidir. Güven sayesinde canlı türleri boyunca hayatta kalmış olabiliriz. Kendimiz yeniden gerçekleştirmek ise birey olarak yücelmek için gereklidir.

İlgili Yazı: 10 Maddede Kişisel Gelişim İşe Yarar mı?

22 Temmuz 2017 Cumartesi

10 Maddede Kişisel Gelişim İşe Yarar mı?

Abraham Maslow isimli bir psikolog, Amerika Birleşik Devletlerinde 1943 yılında ihtiyaçlar piramidi olarak adlandırdığı bir insan psikolojisi teorisi ortaya atmıştır. Buna göre, öncelikle en önemli olan temel ihtiyaçlar karşılanmalıdır. Temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra da bir sonraki aşamada gelen ihtiyaç katmanının gerekleri karşılanmalı ve böylece üst üste, sırasıyla tüm ihtiyaçlar karşılandığında süreç bitmelidir.

Bu teori, insan psikolojisi ile ilgili işleri kolaylaştırdığı için genel kabul görmüştür.

Sırasıyla:
Abraham Maslow
Amerikalı Psikolog
1908-1970

  • Fizyolojik gereksinimler (nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım)
  • Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, sağlık, mülkiyet güvenliği)
  • Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık)
  • Saygınlık gereksinimi (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı)
  • Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdem, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, ön yargısız olma, gerçeklerin kabulü) (Maslow Teorisi)

Kişisel gelişim bir süreçtir. Ancak bir alt yapı gerektirir. Yine de Maslow'un piramidindeki tüm ihtiyaçlar aslında en tepedeki kendini gerçekleştirme çabasının bir parçasıdır. Dolayısıyla parçalanmış olarak değil, bir bütün olarak konuya yaklaşmak gerekir. Çünkü alt katmanlardaki ihtiyaçların kısmi eksiklikleri ya da nasıl karşılandıkları en tepeyi etkileyecektir.

Kendini gerçekleştirme bir hedef olarak iyi olmakla birlikte, hedefe ulaşıldığında yapılması gerekenlerin bitmesi günümüz gerçekleri ile uyumlu değildir. Hedef, sürecin bitişi gibi görünse de, ulaşılması amaçlanan seviye günden güne daha ileriye taşınıyor olabilir. Bu nedenle, kendini gerçekleştirme sonlu bir süreç olarak görülmemelidir. Yani ihtiyaçlar piramidinin tepesine ulaşmak mümkün hiç olmayabilir.

Suç örgütleri içinde hayatını geçiren ve yükselen bir kişi, tüm bu alttaki aşamaları birer birer tamamlayıp en sonunda da kendini gerçekleştirme aşamasını başarıyla tamamlayabilir. Tarihte böyle örnekler vardır. Çete liderleri, diktatörler, kötü karakterli profesyonel yöneticiler hepimizin aklına gelebilen örneklerdir.

Diğer yandan, bilim alanında yetişip, insanlığa yararlı buluşlar yapan kişilerin, ya da mesleki hayatının zirvesine çıkmış sanatçıların, halkı için gerçekten daha iyisini yapmaya çalışan siyasetçilerin de yine Maslow piramidinin tepesine kadar tırmandıkları düşünülebilir.

Öyleyse iyi ve kötü olarak düşünebileceğimiz son derece göreli ve değişken yapıdaki kişiliklerin aynı süreçleri tamamlayarak kendini geliştirdiği ve sonuçta kendini gerçekleştirdiği düşünülebilir.

Bu bilgiler ışığında kişisel gelişim çabalarının neden işe yarayıp, yaramayabileceğini listelemeye çalışalım.

1- İçinde bulunduğunuz ortam sizi piramidinizin taşlarını ördüğünüz ilk aşamadan sonuna kadar önemli ölçüde etkiler. Kişi kendisini sürekli olarak bir kalıba hapsetmeye çalışan çevresinin etkisinden kurtulamazsa, kişisel gelişimi ancak çevrenin izin verdiği kadar olacaktır.

2- Kitaplar, konuşmalar, dersler, okullar tabi ki kişisel gelişiminiz için önemlidir. Ancak harika ve etkileyici bir TED sunumu ya da bir iki ay devam ettiğiniz etkili konuşma eğitimleri, iş yerinizde verilen kişisel gelişim temalı meslek içi eğitimler, siz ondan ne kadar alabilirseniz sizi o kadar geliştirir. Zaten bu yüzden okullarda herkes sınavlardan farklı notlar alır. Kurslarda başarı, kişiden kişiye değişir. Örneğin yabancı dil kursunu bitiren iki kişiden biri harika bir şekilde o dili öğrenirken bir diğeri ancak derdini anlatabilecek kadar ilerlemiş olabilir.

3- Yine kişisel gelişim senaryoları her zaman doğru ve yeterli tasarlanmamış olabileceklerinden beklendiği kadar önemli bir etkileri olmayabilir. Sunumları iyi ve doyurucu olsa da, sonunda alınan yol o kadar da önemli olmayabilir. Aynı şey okullar için de geçerlidir. Lise hayatı boyunca Matematiğin tüm önemli içeriği verilen nesiller, yapılan sınavda eksi puan alabilirler. Başarısız eğitim politikalarının kişisel gelişimi olumsuz etkilediği sizce de bir gerçek değil midir?

4- Bir kitapçıya girdiğinizde kişisel gelişim üzerine yazılmış kitapların devasa bölümlerde satılmaya başlandığı dikkatinizi çekmiştir. Bu durum aile, okul ve iş hayatı eğitim süreçlerinde eksik kalan bir şeylerin olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Durumun farkında olan kimi bireylerin kendini alternatif yöntemlerle geliştirmeye çalışmasından böylesi bir sonuç çıkmış olabilir. Genellikle motivasyon kitabı olan bu tür yayınlar, kişinin kapasitesine ve kararlılığına bağlı olarak işe yarayabilirler, ancak yaramayabilirler de.

5- Farkındalık ve kararlılık elbette önemli bir başlangıçtır. Ancak kafanızda o ışık parladığında ve kararınızı "evet, ben kişisel gelişmemi yapacağım" dediğinizde aslında işin başındasınızdır. Bu nedenle okunan bir kitap, katılınan bir eğitim sizi nirvanada bir guru yapmaz. Ancak öyle hissetmenize neden olabilir. Elinizdeki çöpü "kimse görmez nasılsa" diye yere attığınızda, içinizdeki kifayetsiz guru, kuruyup gitmiş demektir.

6- Kişisel gelişim Maslow piramidinde güzelce tanımlanmış gibi de olsa. Piramidin tepesine gelinip, "tamam ben oldum artık" demek mümkün değildir. Zira, hep daha iyisi mümkün olan bir süreçtir kişisel gelişim. 4 senelik bir okulu başarı ile bitirmek iyidir. Ancak ömür boyu o bilgi ile yaşamanız mümkün olsa da, yeni bilgiler edinmeyi boş verdiğinizde, meslektaşlarınıza göre geride kalırsınız. Çünkü kişisel gelişim bir yolculuk gibidir. İlerlediğiniz sürece eskisinden daha farklı olursunuz. Doğru yönde ilerlerseniz gelişirsiniz.

7- Kişisel gelişiminizi nasıl anlayabilirsiniz? Bunun için bir referans noktası olaması gerekir. Ancak kimi zaman bunu ölçmek o kadar da kolay olmayabilir. Başkaları tarafından imrenilen ve örnek alınan bir kişiliğiniz de olsa, bu sizin gerçekten harika bir insan olduğunuzu göstermez. Kişisel gelişiminizi tamamladığınızı düşündüğünüz anda, her şeyi yeniden gözden geçirseniz iyi olur.

8- İnsan henüz işleyişi tam olarak anlaşılamamış bir beyne sahiptir. Belki de bir gün gelecek, her şey tam olarak anlaşılacak, kişisel gelişimin daha basit bir çözümü bulunacaktır. Mesela Sapiens 2.0 üretilebilecektir. Eksikleri tamamlanmış mükemmel bir insanı en başta üretmek aslında bizi pek çok gereksiz çabadan kurtarabilir. Ancak o güne kadar çoğu başarısız olacak gelişme çabalarımızı sürdürmekten başka seçeneğimiz bulunmuyor.

9- Her nesilde tek tek gelişmek için çaba göstermek zorunda olmamız en önemli sorunlardan biridir. Pek çok faktör başarıyı engellemek için adeta birbiri ile yarışır. Örneğin batılılar "ışık doğudan yükselir" derler. Bunun anlamı, doğunun geçmişte bilim alanında pek çok araştırmanın yapıldığı ve bilginin üretildiği yer olmasından kaynaklanır. Şimdilerde ise bilginin ışığı artık kaynağını aydınlatmıyor gibi görünmektedir. Eğer bir şekilde nesiller boyu gelişmelerin önüne engeller konulursa, kişisel gelişim de, toplumsal gelişim de geriye gidebilir. Her ne kadar, "Güneş her gün yeniden doğar" denilse de, "bir kere kaybolan bilim ışığı, bir daha geriye getirilebilir mi?" sorusunun yanıtı belirsizdir.

10- Kişisel gelişim, toplumun ilerlemesi için önemlidir. Ancak fitili öncelikle ailenin yaktığı, okulların gereken teknik donanımı sağladığı ve ilerleme için başlangıcı oluşturduğu ama asıl çabanın bireye kaldığı unutulmamalıdır. Bireyin ise kolayca dikkati dağılabilir. Piramitte altyapıda oluşabilecek eksilmeler ve çatlaklar kendini gerçekleştirme için durdurucu ve geri çevirici olumsuzluklar da oluşturabilir. Kimi zaman temeli çürüyen binalar yıkılır. Zaten kişisel gelişimi devam ettirmek bu nedenle biraz daha zordur. Hem hayatta kalmak için tüm gücünüzle çabalayıp, hem de mükemmel bir insan olamayabilirsiniz. Ancak, belki de insan olmak zaten böyle bir şeydir.

7 Temmuz 2017 Cuma

Aşk Algoritmalar Yüzünden mi Var?


Algoritma: Bir işin nasıl yapılacağını gösteren yolun, adım adım tarifidir. Daha çok bilgisayar programları ile ilgilenenlerin çok uğraştıkları ve yakından bildikleri bir kavramdır.

Şema Wikipedia'nın ilgili
sayfasından
alınmıştır.
Algoritma adını, Ebû Ca'fer Muhammed bin Mûsâ el-Hârizmî isimli 9. yüzyılda yaşamış olan bir matematikçiden almaktadır. "Algoritmi de numero Indorum" adıyla Latince'ye tercüme edilen kitabı sayesinde kendisinin algoritmayı saptayan ilk kişi olduğu düşünülmektedir.

Algoritma kelimesinin de "el-Hârizmî" (ya da al-Hârizmî) kelimesinin batılılar tarafından "algorizm" şeklinde söylenebilmesinden ortaya çıkmıştır.

Duygularımız da karmaşık algoritmalar olabilir mi? 

Belki. Karar mekanizmalarının anlaşılması için yapılan deneylerde, deneklerin kafalarının üzerine yerleştirilen algılayıcılar ile beyin dalgaları incelenmiştir. Buna göre, bir konu üzerinde birey tarafından alınan bir karar bilinçli olarak ifade edilmeden hemen önce, beynin ilgili bölümünde bir farklı dalga gözleniyor. Verilen kararın, örneğin: Sağdaki ya da soldaki butona basma seçenekleri olduğunda, hangi düğmeye basılacağının tercih edildiği, henüz deneğin bilinci tarafından açıklanmadan önce belirlenebiliyor. Ardından deneğin, tespit edilen beyin dalgası değişikliği yorumlanarak hangi düğmeye basılacağı önceden anlaşılıyor. Denek de tahmin edilmiş olan düğmeyi seçip, basıyor. Bunun özgür irade tarafından gerçekleştirilen bir tercih olduğu fikrine şüphe işte tam olarak da bundan kaynaklanıyor. Yuval Noah Harari, Homo Deus adlı kitabında bu durumu özgür irade ile bağlayarak, aslında özgür irade ile değil, beyindeki algoritma ile kararın daha siz fark etmeden kısa bir süre önce verildiğini belirtiyor.

Doğrusunu isterseniz, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana kendimizi, çevremizi, dünyayı ve evreni anlamak için yoğun bir şekilde çaba gösteriyoruz. Bu konuda, çok yol almış olsak da, hala içimizde bir yerlerde duran "ilkel canlı" insanlık tarihinin başından bu yana çok fazla değişmedi. Zamanla deneyimlerimiz ve bilgi birikimimizden oluşan dev bir bilgi okyanusu oluşturduk. Ancak tüm bu birikime rağmen, hala gerçek ile gerçek olmayanı ayırt etmekte zorlanıyoruz.

Biri çıkıp, garip ve esrarengiz bir örgülü anlatım içerisinde bir konuyu eğip büktükten sonra, "eğer bu mesajı 10 arkadaşınıza gönderirseniz çok zengin olacağınızı ama göndermezseniz başınıza kötü şeyler geleceğini" söylediğinde içinizde ilkel kalmış bir yerlerden bir ses çıkıp: Söyleneni yapmanızı isteyebiliyor. Örneğin her ne kadar ücretsiz hizmet verdiğini bilsek ve tonla alternatifi olduğunu duymuş olsak da, bir de üzerine 10 yıl önce WhatsApp diye bir uygulama bulunmadığını bilsek de, tam tersini iddia eden mesaj, bir arkadaşımızdan geldiğinde içimizde nedensiz bir endişe duyuyoruz. Büyük ihtimalle atalarımız birlikte yaşamaya başladıklarında ve kabiledeki diğer bireylere güvendiklerinde, hayatta kalmak daha kolay olmuştu. Bu yüzden kabilesindeki diğer fertlere güvenen ve kendisine güvenilen bireyler daha kolay hayatta kaldılar. Bu özelliklerin gelecek nesillere aktarılması davranışımızın açıklaması olabilir. Bir arkadaşımızın bize söylediği ya da gönderdiği, aslında içeriğinde hiç bir doğruluğu olmayan bir mesaja inanırız. Nedeni, hayatta kalma şansımızı artıran bir alt yordamın derinlerde çalışması olabilir. İşte böylece içeriği ne kadar olağanüstü görünse de, bir arkadaşınızdan gelen zincir mektubu dikkate alıyor ve belki de o mektubu size güvenen başka arkadaşlarınıza gönderiyorsunuz. Korkmayın, yalnız değilsiniz. Ancak kim bilir, belki de özgür iradeye sahip olduğunuzu düşünüyor olmakla birlikte, gerçekte durum hiç de öyle değil.

Özgür İrade

Özgür irade, aynı toplumdaki insanlara yaygınlaştırdığımızda ortaya çıkan milli irade kavramı gibi aslında böyle bir şey olmadığını düşündürecek gediklerle doludur. Diyelim ki, abur cubur yemiyor, içmiyor ve formunuzu korumaya çalışıyorsunuz. Bir akşam, karşısına geçtiğiniz televizyonda içine ürün yerleştirilmiş en sevdiğiniz dizi oynuyor. Birden içinizde bir susuzluk hissediyorsunuz ve birazdan aklınıza dolaptan kola alıp içmek geliyor. Dizide oyuncunun elindeki "yerleştirilmiş ürünü" doğru dürüst fark etmemiş olabilirsiniz. Beyninizde işleyen bir düzenek sizi çoktan baştan çıkardı bile. E, ama hani özgür irade vardı?

Siyasi görüşünüze göre kullandığınız oy, gerçekte tam olarak yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi etkilenemez mi? Siyasetçiler sizce beyninizde geri planda çalışan bazı bu mekanizmaları kullanacak bir yöntem biliyorlar olabilir mi? Biliyorlarsa bunu kullanmazlar mı? E, ama hani milli irade vardı?

Ya duygular?

Sevgi adını verdiğimiz duygu olmasaydı yavrularımızı yetiştirme konusunda pek başarılı olamayabilirdik. Tabi ile de bu mekanizma işleyecek diye bir sorunluluk yok. Eğer bir sürüngenseniz, örneğin kaplumbağa, yeterli sayıda yumurtlayıp, hayatta kalan yavru sayısını artırmak da bir başka çözüm olabilir. 100'lerce yumurtadan çıkan bir kaç şanslı yavru hayatta kalabilir. Nesil devam eder.

Ancak memelilerde buna imkan yoktur. Bebek bir süre canlının içerisinde büyüdüğü için öyle yüzlerce yapma şansınız bulunmaz. Bir köpek 7-8, bir insan da 1, bilemedin iki yavru büyütebilir içinde (normal şartlarda). Doğumdan sonra, kendine yetmeyi öğrenene kadar ebeveynleri tarafından bakılan yavrular hayatta kalabiliyorsa bu davranış şekline sahip fertler gelecek nesilleri oluşturacakları için bu durum hayatta kalmak savaşında bir başka çözüm olarak ortaya çıkmış demektir. Sevgi dediğimiz de, öncül memeli atalarımızın hayatta kalmalarına neden olan bir algoritma olabilir mi, ne dersiniz?

Biyolog Richard Dawkins aşkın ebeveynlerin çocukları kendine yetecek hale gelene kadar bir arada kalmalarına neden olan rastlantıdan doğan, kuvvetli bir duygu olabileceğini ve işe yaradığı için de sonraki nesillere aktarıldığını ileri sürmüştür.

Austin Powers filmlerinin ünlü kötü karakteri ve
kendini kopyalayarak yaptığı oğlu Mini-Me
Belki de, beynimizde biz fark etmeden çalışan pek çok alt yordam (sub routine) benliğimizi oluşturuyor olabilir. Yine ömür boyu kazandığımız bilgi ve deneyimler ile bunlara başka algoritmalar ekliyor olabiliriz. Tüm bu bileşenlere kişilik adını verip, özgür olduğunu sandığımız irademizle aslında atalarımızın tekrar tekrar kullandıkları bazı davranış kalıplarını sürdürüyoruz. "Özgür irade diye bir şey yoktur" denildiğinde, aksi fikirlerimizi ortaya döküp, şiddetli tepki verebilirken, "ayy, aynı babası" denildiğinde, bizim minik kopyamızı andıran ve bizim yaptığımız hataları tekrar ederek büyüyecek olan yavrumuzla ise gurur duyuyoruz.

Yapay Zeka?

Hızla ilerleyen bilgisayar teknolojisi sayesinde insanlık yapay zekayı geliştirmeye çalışıyor. Arnold Schwarzenegger'in oynadığı ölümcül robotların ve yapay zekanın insanları yok etmeye çalıştıkları Terminatör serisi veya insanların enerji üreteçleri olarak kullanıldığı Matrix serisindeki durum öngörülse ve gerçekleşme ihtimali de yüksek olsa da, yapay zekayı geliştireceğiz gibi görünüyor. Üstelik yapay zeka sayesinde var olandan çok daha az sayıda insan ile ekonomik hayat sürdürülebilir ve az sayıda insan dünyadaki cenneti yaşamaya devam edebilir. Üreme yeteneğine yapılacak küçük bir değişiklik bir kaç 10 yıl içerisinde 7 milyara ulaşmış insan nüfusunu 1 milyarın altına düşürebilir. Üstelik bunu yapmak için insanlar özgür iradelerinin (!) sözünü dinleyebilirler.

Yapay zeka özgür iradeye (!) sahip olabilecek mi bunu bizden sonraki nesil görecek gibi. Umarım bu defa durum, insanlığın iyiliği için kullanılır. Tabi, bildiğimiz anlamda bir insanlık kalırsa...

2 Haziran 2017 Cuma

Kıyamet Çok Yakın

İnsanın ömrü, evrenle ya da dünya ile kıyaslandığında kısacıktır. Oysa bir insan yaşadığı 50-60 yılı evrenin ömrü gibi algılar. Anlamadaki bu derin uçurum aslında bir tek basit adımla aşılabilir. Peki bu adım ne olabilir?

Ölümü yaklaşan insan, hele bir de cahilse, farkında olmadan tüm yaşayanlar kendisi ile birlikte yok olsun ister. Kıyamet fikri büyük ihtimalle böyle ortaya çıkmıştır. Kendini büyük ve önemli sanan insanlık da bu dönemsel yaygın söylenceye (pop kültür) kaptırmıştır. Muhtemelen insanlığın sonu da böyle kibirli bir soytarının "madem kıyamet olmuyor, bari ben yapayım" düşüncesine kapılmasıyla gelecektir.

Kibir, pek çok inanışa göre büyük günahtır


Evrim bir gerçektir. Bırakın akraba olduğumuz maymunları, soğanın zarındaki bir hücreyi bile inceleseniz yapı taşı olan dna bazında aynı kökenden gelmiş olduğumuzu görebilirsiniz. O halde bu kadar kibirli olmamızın sebebi ne? Zamana hakim miyiz? Ya enerji ya da maddeye hakim miyiz? Mesela büyük miktarda enerjiyi önce maddeye sonra yine enerji üreten bir yıldıza çevirebiliyor muyuz? Üstelik bunu yaparken geçebilecek milyarlarca yıllık zamana hükmetmek gibi bir gücümüz var mı?

Kendi sonu geliyor diye kıyamet olmasını isteyecek kadar bencildir insanoğlu. Oysa iyi insana yakışan, geride yaşanacak bir dünya bırakmaktır. Ölünecek değil!

Yapabildiklerimiz ile karşılaştırıldığında, yapamadıklarımız bu kadar çokken bu kibir neden? Üstelik bu yüzden yaşadığımız ve bize harika imkanlar sağlayan gezegenimizi yaşayamayacağımız hale çevirmek üzereyiz. Mars gibi çoktan ölmüş bir gezegeni yeniden yaşanabilir hale getirme planlarını yaparken diğer yandan Dünyayı yok edecek üretim tekniklerimizi sürdürmek akıllı bir davranış şekli mi?

Endişe etme - iklim değişikliğinin
yalan olduğunu twitliyorum.
Karikatür, buradan alınmıştır
Sadece aptallar pencereden bakarken yok olan dünyayı değil, kendi zavallı siluetlerini görüp bundan keyif alır.

Bir an önce kafamızı kullanmaya başlayıp, Dünyayı yok etmeyi bırakmalı, onu bizden sonraki nesillerin keyifle yaşayabilecekleri bir yer haline getirmeliyiz.

Başlangıç olarak, o eski tapınak yazısını analım. "Kendini Bil!"


12 Mayıs 2017 Cuma

Organize İşler

Nikolay Çavusesku
İnsanlar bir arada yaşayan canlılar. Büyük ihtimalle bunun nedeni avcı toplayıcı dönemlerimize kadar gider. Birlikte yaşamak yırtıcı hayvanlara ve çevredeki diğer kabilelerden gelecek tehlikelere karşı iyi olmuştur. Daha büyük ve güçlü bir kabile yapısı doğal tehlikelere karşı da daha iyi bir dayanma gücü yaratmış omalı. Özetle, yardımlaşma, insanları daha baskın bir canlı türü yapmış olmalı.

Bu durumun yerleşik tarım toplumuna geçişten sonra da devam ettiğini söyleyebiliriz. Birlikte yaşayan insan toplulukları zamanla kalabalıklaşmıştır. Kalabalık insan topluluklarında çok sayıdaki insanın birbiriyle ilişkilerini sağlamak için yönetim işlerinde becerikli bazı bireyler protokolleri olan bir tür organizasyon kurmuştur. Neyin nasıl yapılacağı konusunda bir algoritma geliştirmek yine bu organizasyonların işidir.

Tehlikelerden Korunmak Gibisi Yoktur

Görsel şu adresten alınmıştır.
Örneğin sizi ve ailenizi korumak, ticari ilişkilerdeki anlaşmazlıkları halletmek, medeni konularda gereken koruma ve desteği vermek gibi. Böylece genellikle primat kabilelerindeki alfa erkek hükümranlığı, insan için de çok benzer şekilde yaşanmaktadır. İnsan topluluklarındaki fark, birey sayısı bir kişinin baş edemeyeceği kadar çoğaldığında, yönetim erkini elinde tutanın kendine yardımcılar bularak, onlara yetkilerini kısmen aktarmasıdır. Belli bir sayıya kadar bu örgütlenme şekli oldukça verimli olarak işleyebilmektedir. Hadi bu verimli iletişim için 150-250 kişi olarak bir rakam verelim. Bu sayı bir kişinin tanıyabileceği ve devamlı ilişkide olabileceği insan sayısı olarak halen sosyal medya sitelerinde kabul görmektedir.

Facebook Gerçekte Kaç Dostunuz Olduğunu Biliyor

Siz Facebook arkadaş sayısının 5000 ile sınırlı olmasına hiç bakmayın. Facebook algoritması size taş çatlasa 25-30 arkadaşınızın sürekli paylaştığı içerikleri gösterir. Bir iki kez arkadaşlarınızın paylaştığı içerikle ilgilenmediğinizde Facebook size o arkadaşlarınızın paylaşımlarını göstermez. Böylece sizi ilgilendirmeyen içerikten uzak kalmış ve Facebook'a daha az sinirlenmiş olursunuz. Bu Facebook'da geçirdiğiniz zamana pozitif etki yapar. Facebook da size ilgilendiğiniz reklamları içerik şeklinde göstererek biraz para kazanır. Sonuç itibariyle, çalışanların paralarını ödemek masrafları karşılamak lazım. Tıplı devlet yönetimlerinde olduğu gibi ;)

"Çocukken her akşam yatmadan önce Tanrı'ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün, Tanrının çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim, kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı'ya günahlarımı affetmesi için dua ettim.
Al Capone"

Sisteme Uymamak

Mafya Lideri Al Capone
Kabilelerdeki birey sayısı binleri aştığında mevcut yönetim organizasyonu etkisi azalabilir. Böyle durumlarda alternatif organizasyonlar ortaya çıkabilir. Yönetim erkini elinde bulunduranlar için bu ikincil organizasyonlar bir alternatif olarak görülebileceğinden, önemli bir tehdittir. Bir insan topluluğu içindeki düzeni bozan terör örgütleri, mafya, eşkıya bu tür organizasyonlara örnektir. Demokrasiler ise farklı olarak kimin yönetim erkini elinde bulunduracağına halkın karar vereceği yönetim sistemleri olarak gelişmiştir. Böylece hükümran kişi veya ailenin göreli olarak mutlak olan yönetme erki elinden alınarak halkın kısa dönemler için kendini yönetecek olan kişileri kendi içerisinden seçmesi daha ileri bir sistem olarak benimsenebilir. Siyasi Partiler genellikle, yönetime potansiyel olarak aday olan ve belirli bir düzen içinde kurallara uyarak devlet örgütünü yönetmek için çabalayan topluluklardır.

Bazen iktidarı kaybetmek yönetimi yitirmek anlamına gelmez. Devrim niteliği taşıyan değişimler bile mevcut devlet organizasyonunun yerine yenisini koyabilecek yeterlilikte değilse başarılı bir devrim gerçekleştirmiş bile olsa bunu mevcut devlet elitlerine kaptırabilir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağıldığında ortaya çıkan devletlerin yönetimleri mevcut komünist partisinin kadrolarının elinde kalmış, eski devlet yönetimi, ortaya çıkan bağımsız devletlerde yönetim organizasyonu üstlenmiştir. Doğu blokundaki pek çok ülkede de benzeri durum yaşanmış, devlet mülkü olan taşınmazlar, fabrikalar birer birer değerlerinin çok altında elden çıkarken eski yöneticiler her nedense mal mülk zenginleri olarak ortaya çıkmışlardır. Amerika Birleşik Devletlerinde de baştaki kişi değişse bile genellikle uzun dönemli devlet politikası ve organizasyonu oldukça istikrarlı bir şekilde devam etmektedir. İsterse bu başkan bir Sinema Oyuncusu olsun ya da bir çapkın senatör, durum fark etmez. Eski bir başkanın oğlu bile göreve geldiğinde genellikle kendisine biçilen rolü biraz kişiselleştirerek ve yorumunu katarak oynar. Ancak devlet örgütü işlemeye devam eder.

İnsan topluluklarının kimler tarafından yönetildiğinden çok, hangi algoritmayla yönetildiğini belirleyen yapıya devlet organizasyonu diyebiliriz.

Madem Kötü, Devirelim Bari

Mısır - Arap Baharı
Kimi zaman bir organizasyonu devirebilirsiniz ancak yerine bir başka organizasyonu koymadığınızda mevcut devrik yapının, yaptığınız devrimi elinizden gasp etmesi ve yönetim erkini ele geçirmesi beklenmesi gereken bir durumdur.

Arap baharında halk hareketi mevcut yönetimi devirmiş, ancak yerine bir organizasyon getiremediği için, bahar mevsimi çabukça geçmiştir. Geriye baktığımızda, "olanın olaylar sırasında canlarını kaybedenlere olduğu" yorumu pek de haksız sayılmaz.

Deha, devrimi yapmakta değil, ardından onu sağlamlaştırmak için gereken örgütlenmeyi başarabilmektedir. 1916-1922 yılları arasında İngiltere Başbakanı olan Lloyd George'un Mustafa Kemal Atatürk için "İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu şanssızlığımıza bakınız ki, bu dahi Küçük Asya'da çıktı. Hem de bize karşı... Elden ne gelebilirdi?" dediği söylenir. Ancak sadece askeri değil, devlet yönetimi konusunda da Atatürk bir dehadır. Yeni bir devlet kurmakla kalmamış, devamı için gereken organizasyonu da tüm imkansızlıklara rağmen oluşturmuştur.

Devlet yönetiminde çeşitli tehditlerin zaman zaman denemeler yapması doğaldır. Devletin örgütlenmesi yeterince kuvvetli olmaması halinde bir başka organizasyon yeteneği sahibi güç, mevcut olanın yerine geçebilir. Dünya tarihi böyle örneklerle doludur.

İnsanlık belki bir gün küresel olarak bir yönetim organizasyonu kurmayı başarabilir. Dünyayı barış ve kardeşlik ile yönetmek tahmin ettiğinizden zor olsa da, olmayacak bir şey değil. Ancak o günü yaşamak için ne kadar bir süre geçeceğini öngörmek zor. İnsanlık için iyi olup olmayacağını da bilmek şimdiden imkansız gibi duruyor. Ama belli mi olur?


18 Nisan 2017 Salı

7 Maddede Ölüm ve Diriliş Rehberi


Gerçek anlamda ölüm ve sonrası ile ilgili elimizde bir veri olmadığı için burada ele alınacak konu ezoterik (içrek) anlamda ölüm ve diriliştir. Dolayısıyla fiili anlamda "ölümden sonra, bana ne olur?" sorusunun cevabını bu yazıda bulamazsınız. Bu yazıda mükemmel insan olma hedefi ile yola çıkan yolcunun kendini geliştirme aşamalarından biri olan eski yaşantısına ve bilinç düzeyine veda edip, farklı bir düşünce durumuna geçişle ilgili konular ele alınacaktır.

1- Öldüm, Dirildim

Pek çok inanç sisteminde ölüp yeniden dirilen kahramanlardan söz edilir. Ezoterik öğretiler sembolik ölüm ile adayın mevcut yaşamında bulunduğu uyku halinin bitip yeni bir bilinç düzeyine erişmesini temsilen yaşarken ölüp, dirilmesini sağlar. Bu durum öğretiye katılma ve bir başka düzeye erişme sırasında tekrar edilebilir. Ölüm ve diriliş aslında birer semboldür.

2- Ölümü Deneyimlemek

Ölüm anladığımız bir olgu değildir. Bilinç ile ödüllendirilmiş insan, öleceğini bilmek ile de cezalandırılmıştır. Beklediği ölümden sonrasını düşünmek yüzünden bir çıkar yol aramamak da son derece insanca bir yaklaşımdır. Ölümün nasıl olduğunu deneyimlemek ve dönüp bunu diğerleri ile paylaşmak mümkün değildir (ölüme yakın deneyimlerden bahsetmiyorum). Ancak gerçeğe giden bir yolculuğa çıkmak için mecazi anlamda ölümü yaşamak iyi bir başlangıç olarak kabul edilmiştir. Ölüm sembolünde kimi zaman bir mezarda, bir tabutta, karanlık bir mağarada ya da loş bir odada ölüm sembolü ile yolcuya aslında yaşamakta olduğu hayatta karanlıklar içerisinde olduğu alegorik olarak ifade edilmektedir. Az sonra karşılaşacağı aydınlık ise yolcunun yeniden doğarak (dirilerek) yeni bir bilinç düzeyine geçmesini sembolize eder. Aslında yolcu henüz yolun başındadır ama yola çıkmıştır işte. İlerlemek ve kendini geliştirmek (kişisel gelişimcilerin sevdiği tabirle kendini yeniden yaratmak) tamamen kendisine bağlıdır. Kimi yolcu çok ilerler, kimi ise bir kaç adım. Hangisi olursa olsun başladığı yerde değildir artık.

Berk Yüksel'in de dile getirdiği gibi: "Ezoterik inisiyasyon; bireyde,  varlığın bir alt aşamasından bir üst aşamasına geçişini ruhsal olarak gerçekleştirmeye yönelik süreçtir"(1). Ölümü deneyimlemek bu nedenle aslında sürecin başlangıcı anlamına gelmektedir.

3- Cehennem Azabı

Cehennem ile hayattaki günahların karşılığının bedelinin ödenmesi sembolik olarak betimlenir. Aslında burada, günahların bedelinin ödenmesi sembolizması ile kişinin aydınlanması ve yeni bir bilinç düzeyine erişmesi durumu vardır.

4- Aydınlanmak ve aydınlatmak

Ezoterik anlamda aydınlanmak kişisel bir deneyim ve eğitim gerçekleştirmektir. Kapasiteniz kadar ediniminiz olur. Bilgiyi, onun için çaba harcamış ve hak etmiş yolcu özümseyebilir. Örneğin İnternet pek çok içerik ile doludur. Yeterli depolama kapasitesine sahipseniz tüm bu bilgileri elde edebilirsiniz. Ancak bu bilgileri değerlendirebilecek algoritmalara (nasıl yapılır bilgisine) sahip değilseniz tüm bu bilgi işinize yaramaz. İnternetin ilk arama motorları (Altavista gibi) bu nedenle çöp sonuçlar ile kullanıcıyı yormuşlardı. Yolun başında kalakaldılar. Google ise bu işte algoritma geliştirerek ilerlemeyi becerdi. Bu nedenle artık sadece tek kelime ile aram yapsanız da aradığınızın bir coğrafi yer mi, yoksa bir araba modeli mi olduğunu kişiselleştirilmiş verileri de katarak anlayabiliyor. Aradığınız satın alınabilecek bir şey ise size fiyatlarını gösteriyor. İşte aydınlanma da salt bilgi edinme dışında bu bilgiyi iyi ve doğru için kullanma halinde bir anlam kazanıyor.

5- Bilgiye Ulaşmanın Bedeli

Adem ile Havva mutlu mesut yaşadıkları cennetten yasak meyva yedikleri için kovulmuşlardı. Buradaki meyvayı yiyen Adem ve Havva sonsuz bilgiye erişmişlerdir. Kurthan Savaşçın bu durumu şöyle anlatır: "Eva veya Havva bakire anlamına gelir yani saf varlık anlamındadır. Âdem ise ilk veya ölüm anlamına gelir. İlk varlığın Ölümle tanışması yani yeniden doğum sembolizması çok net ifade edilmektedir. Bu saf varlık yılan tarafından kandırılır. Yılan tüm ezoterik öğretilerde yeniden doğumu ve bilgiyi sembolize eder. Ancak bu kere ölüm yaşarken devrededir. Yani Eva, Eje, Ece veya Havva yaşarken Âdem yani ölümle tanışmış ve yılan yani yeniden doğmuştur"(2). Burada bilgiye erişmenin bedelinin ağır olabileceği anlatılmıştır. Farkındalık belki de cennette olmaktan bile önemlidir. Yolcu büyük bedeller de ödese gerçeğe doğru gitmek için bulunduğu bilinç düzeyinden kurtulmalıdır.

6- Yüzleşmek

Sembolik anlamda ölüp yeniden doğmak için önceki yaşamınızı gözden geçirmeniz gerekir. Farklı bir bilinç düzeyine geçebilmek için bulunduğunuz durumu anlamanız gerekmektedir ki bunu değiştirme gücünüz olsun. Korkut Keskiner bunu şöyle ifade etmiştir: "Dikkat edilecek faktörler, süjenin kendi hayatını bilinci açık olarak kendisinin görmesi ve yüzleşmesi, ve açılan dosyanın, yargısızca, yerel ve güncel doğrulardan bağımsız olarak, o tekil deneyimin seçimleriyle düzeltilmesi"(3). Pek çok inanışta ölümden sonra yaşarken yaptıklarınızın değerlendirmesi yapılır. Buna göre nasıl bir insan olduğunuz ölümden sonraki hayatınızı belirleyecektir. Belki de hepsinde heniz ölmeden kendinizle yüzleşip, geçmişinizi düzeltmek ve daha iyi bir insan olmanız için gizli bir mesaj verilmiştir. Öyle ya, yaşarken düzelmek varken son anınıza kadar günah işlemenin sonra da gidip cehennem azabı işlemenin mantığı nerede? Gerçeğe ulaşmak için yola koyulmak varken, neden düzelmeyesiniz? Bunun için ölüm ya da hesap gününü neden beklenir? İşte yaşarken ölüp, eski hayatınızı değiştirip yeni bir aydınlığa uyanmak için kendinizle yüzleşmek bu yüzden önemlidir. Yolcu gerçeği öğrenmek için çıktığı ve belkide bitmeyecek bu yolculuğu boyunca kendinle yüzleşmeye devam edecektir. Hedef erişilemez ya da hayali de olsa yolcu hedefine ulaşmak için gerçekten ölene kadar attığı her adımda hep daha iyi olacaktır.

7- Bu işin anahtarı hep gözümüzün önünde mi yoksa?

Ölmek ve yeniden doğmak pek çok inancın içerisinde ortada duruyor. Ancak biz bunu yanlış anlıyor ya da hiç anlamıyor olabilir miyiz? Belki de, inanç sistemlerinin aslında ne anlatmak istediklerini ortaya çıkarmayı hedefleyen öğretiler gerçeği bulmanın yolunu biliyordur. Serdar Öktem bu konuda şöyle demiş: "Mısır inisiyasyonu, Pisagor inisiyasyonu, Kabala, Tasavvuf, Bektaşilik, Gül Haç Cemiyeti, Masonluk vb. bize ölümlerimiz arasında ölüme doğru giden yolda yaşarken edinmemiz gereken deneyimin anahtarlarını veriyor olabilirler mi? Yani bütün bu kurumlar ölmeden ölmenin yolunu bize öğretiyor ve tarihin çok derinliklerinden gelen bir ana bilgiyi zihnimize nakşediyor olabilir mi acaba? Ruhumuzu ışığa giden yolda eğitmemiz için gereken sabrı, basireti, itidali, aklın kuvvetini bize sembollerle mi veriyorlar dersiniz?"(4). Bazen detaylarda kaybolur insan. Ancak biraz geriye çekilip tüm içeriği birlikte değerlendirme imkanı bulduğunuzda hep gözünüzün önünde duran yalın gerçeği bulabilirsiniz.

Yarın yeni bir yaşama uyanmanız ve aydınlık için çıktığınız yolculukta kaybolmamanız dileğiyle.



Dipnot:
(1) Berk Yüksel, Ezoterik İnisiasyon, 09.07.2007, http://blog.milliyet.com.tr
(2) Kurthan Savaşçın, Ezoterik Öğretilerde İkinciler, 01.06.2015,  http://savascin.com
(3) Korkut Keskiner, Ölmeden Önce Ölmek, 22.03.2016, http://www.felsefetasi.org
(4) Serdar Öktem, Ölüm, 23.03.2017, http://www.felsefetasi.org

3 Nisan 2017 Pazartesi

Hedef Neden Önemlidir


Tuvaletlerde pisuvara eklenen kara sinek resmi etrafı kirletmemeye yardımcı olur malumunuz. Aslında erkeğe hedef göstermektir o küçük sinek. Sineksiz pisuvarda nereye nişan alacağına karar vermek güçtür. Çeşitli farklı tasarımlardaki pisuvarlar eğer doğru açı ile nişan alınmadığında istenmeyen sıçramalara ve kirlenmelere neden olabilirler. Bu nedenle küçük bir sinek bu defa mide bulanmasına değil aksine önlenmesine neden olur.

Büyük ihtimalle avcı-toplayıcı dönemimizde hedeflere odaklanan erkek atalarımız daha iyi avlar yaptılar. Bunun sonucunda kabileye elleri dolu dönen erkek üyeler dişilerin daha çok dikkatini çekmiş olmalılar. Böylece hedef gözeten ve bu hedefleri vurmada başarılı olan erkeler nesillerini diğerlerine göre daha kolay devam ettirmiş olabilirler. Nesilden nesile aktarılan ve giderek güçlenen bu özellik günümüzde artık çoktan avcı-toplayıcı yaşam sitilinden vazgeçmiş olsak da hayatımızı etkiliyor.

Popüler kişisel gelişim önerileri ile dolu olan kitaplarda genellikle bahsedilen konulardan biri de bir hedefe odaklanmak üzerinedir. Örneğin, "Hayatta başarılı olmak için, ulaşılması güç bir hedef belirleyin, daha sonra da hayatınız boyunca o hedefe ulaşmak için çaba gösterin" gibi. Bir insanın başarılı olması beyninde çeşitli kimyasalların salgılanmasına neden olur. Beyin başarıyı ödüllendirir. Kendini mutlu eder. Bu durum bir tür madde bağımlılığına neden olabilir. Daha çok başarı elde etmek ve daha çok ödül peşinde koşmak dayanılmaz bir istek haline gelebilir. Ancak tüm madde bağımlılıklarında olduğu gibi zamanla beyinde üretilen madde miktarının aynı kalması, elde edilen mutluluğun azalmasına neden olur. İstenilen mutluluk derecesine erişememek de genellikle bunalıma ve endişeye neden olur.

Hedefler koymak ve onları gerçekleştirmek önemlidir elbet. ancak en az bunun kadar kendini gerçekleştirmek de önemlidir. Daha iyi bir insan olabilmek için çabalamak kendini mükemmelleştirmek için elinden geleni yapmak ve benliğini yüceltmek bir insanın mutluluğunun anahtarı olabilir. Üstelik bu yolculuğun en önemli özelliği ve keyfinin bitmemesinin yegane nedeni hedefin ütopik olmasında yatar. Ne kadar iyi olursanız olun daha iyi olmamanız için bir sınır bulunmamaktadır. Önemli olan bu yolda yolcu olmaktır. Yol hiç bitmese de.

Gördünüz mü, yalancı bir sinek bizi nereden nereye getirdi?


7 Mart 2017 Salı

Güçlü Olan Gücün Hepsini İster

Tarih boyunca, krallar büyük ölçüde güçlerini, sorgulanamaz ve daha yüce bir kuvvetten almışlardır. Bu yüzden, yaptıkları her türlü hareketin nedenine ilişkin sorgulamalara karşı verilecek cevap çok daha kolay olmuştur. Kimi zaman sorgulanmaları da mümkün olmamıştır tabi. Zaten gücü elinde tutanın gücünü daha büyük bir yerden alıyor olması kadar güven kırıcı bir durum olabilir mi? İşin özü sürüdeki Alfa erkeğin gücünün mutlaklığından geldiğinden sürüdekilerin kafalarının içerisinde oluşan durum sürünün başarısını artırmış olmalı ki, türden türe bu bir hayatta kalma avantajı olarak geçmiş olsun. Tabi farkındalık düzeyi sincabınkinden çok daha ileri olan modern insan söz konusu olunca durum biraz karışıklaşmıştır.

Söz konusu güç ve şiddet olunca, yılların Ana Tanrıçası (Kibele ya da Sibel, hatta Hintli haliyle Şiva (1) diyelim, hatta belki de Mısırlı İsis) da, tabutta attırılan rövaşata ile erkekleşivermiş ve "alfa" erkek krallar da ondan nasiplenmeye başlamışlardır. Kimi araştırmacılar "Kıble" kavramının da Kibele'den geldiğini ileri sürmektedir.

Krallar tarih boyunca genellikle kendi güçleri ile yetinmemiş, ek bir güvenliğe sığınmak ihtiyacını duymuşlardır. Bir tür geçmiş reasürans fikri olarak görebiliriz bu durumu.

Örneğin Makedonya'dan kalkıp, Anadoluyu ele geçirdikten sonra Pers İmparatorluğunu yıkan, durmayıp Afrikayı da zapteden Büyük İskender için, ünlü bir kahinin Zeus'un oğlu olduğunu söylemesi, Mısır'da Amon tapınağında tanrı Amon ile görüştüğüne ilişkin söylentiler çıkması, rastlantısal değildir. Temsilciliği az görüp, tanrılaşmaya çalıştığı için Yunan ve Makedon insanları tarafından alaya alınınca, kendisine bir nebze çeki düzen vermiştir. Ancak vazgeçmeyip, aynı şeyi tekrar, tekrar dile getirse insanların kendisine inanabilecekleri gerçeğini gözden kaçırmış olmalı. Kendisinden sonra gelen pek çok yönetici ise bu yöntemi kullanmayı zamanla öğrenmiştir.

Örnek gayet açıktır. Kralın, tanrının temsilcisi olduğu konusunda toplumdan bir itiraz gelmesi kolay değildir. Yalnız, bizzat tanrı olduğunu söylediğinde itirazlar gelebilmektedir. Ancak, kimi toplumlar, kimi şartlar altında tanrısallaşan öğreti liderlerine genellikle de öldükten sonra tanrıya dönüştükleri için fazla ses çıkartamamışlardır.

Gotama Buda Hindistan'da "uyanış" yaşayıp öğretisini insanlara anlatmış ve zaman içerisinde takipçilerinin gözünde bir tanrıya dönüşmüştür. Kendisi büyük kitlelere hükmeden bir lider olmadığından, öğretisini anlatmak dışında, tanrı olma iddiasında bulunmamıştır.


Eski Mısır'da ise durum tamamen farklıdır. Krallar genel kabul edişin de etkisiyle, zaten tanrılardan gelen evlatlardır. Dolayısıyla tanrılardır. Ancak çok tanrının bir arada olması sorun teşkil etmezken, içlerinden birinin diğerlerinden ayrılıp, en güçlü ve tek tanrıya dönüşmesi gibi radikal bir değişikliğe öncelikle ruhani teşkilat bir karşı devrimle cevap vermiştir. Tek tanrı fikrinin ilk kez ortaya çıktığı dönem Akeneton'un firavun olduğu Milattan Önce 14. yüzyılın başlarına rastlar. Gerçi öldükten sonra Amon rahipleri kendisine ilişkin tüm bilgileri ortadan kaldırmaya çalışmışlar ve 10 yaşında firavun olan Tuthankhamon eski çok tanrılı dine dönmüş ancak yine de Hz. Musa'nın öğretiyi benimseyip, takipçilerine aktarmasıyla tek tanrılı dinler halk arasında eskisine göre daha büyük bir çoğunlukla kabul görmüştür.

Tek tanrılı dinler, deklare ettikleri amaçları olan iyilik, huzur, kardeşlik gibi unsurları evrenselleşmedikleri ve genel kabul görmedikleri için pek gerçekleştirememişlerdir. Hatta tam tersine kutsal amaçları için karşı olanlara savaşlar açmışlardır. Din savaşları, kimi zaman mezhep savaşlarına dönüşmüş ve bu defa aynı dini kabul eden taraflar, birbirlerini yok etmeye çabalamıştır. Sonuç itibariyle, tarih boyunca böyle anlaşmazlıklar yüzünden çok acı çekilmiştir.

İşin aslı, yönetim erkini ve gücü ele geçirmektir. Bunun için inanç kullanıldığında, inancın ve ilahın öğretisinin tam tersi bir durum oluşmaktadır. Laik tercih bu nedenle ortaya çıkmıştır. Dinin güç erkinin oyuncağı olması önlenmeye çalışılmış ve bu sayede bir kişinin değil de, geniş insan kitlelerinin katılımıyla, birlikte yönetim daha kabul edilebilir bir hal almıştır.

Ancak, insanın yazılımı derinlerde duran "alfa erkek" doğallığını korumaktadır. Bu nedenle insanlık tarihi boyunca edinilen deneyim ve ortak akıl, zaman zaman kısa devre yapıp, fabrika ayarlarına dönme eğilimindedir. İnsan, hazır olduğu bir anda, bu durumu aşmak zorunda kalacaktır. Ancak bu yarın mı olur, 10 bin yıl sonra mı bilmek zor.

Yine de birey olarak her zaman ne tarafta olduğunuza karar vermek elinizdedir. İlkel tarafınız çekiştirip dursa da ona direnip gelişmiş kısmınızı yüceltirseniz daha iyi bir tercih olabilir. Yol uzun olabilir ama duranların geride kaldığı bir yolda, arkadan gelenlerin üzerinizden geçip gitmekten başka şansları olmayabilir.



Dipnot:
1) Bazı görüşlere göre Şiva Tanrı'nın üçüncü biçimi/yüzü, Trimurti'nin (Hint Teslisi) bir parçasıdır. Trimurti'de, Brahma yaratıcı, Vişnu koruyucu, Şiva ise yok edicidir. Her ne kadar yok etmeyi temsil etse de, olumlu bir güç olarak görülür (Kötülüğün Yok Edicisi). Bkz.

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...