22 Kasım 2016 Salı

Yapay Zeka İnsanlığı Nasıl Yok Edebilir?

Yapay zeka insanlık için tehlikeli olabilir mi? Dünyanın en akıllı adamları bu soruya evet diye cevap veriyorlar. Bill Gates, Stephen Hawking ve Alon Musk(1) Yapay Zekanın yol açabileceği gelecek için oldukça kötümserler.

Öncelikle Yapay Zeka denildiğinde akla gelen: "İnsan zekâsına özgü olan, algılama, öğrenme, çoğul kavramları bağlama, düşünme, fikir yürütme, sorun çözme, iletişim kurma, çıkarım yapma ve karar verme gibi yüksek bilişsel fonksiyonları veya otonom davranışları sergilemesi beklenen yapay bir işletim sistemidir. Bu sistem aynı zamanda düşüncelerinden tepkiler üretebilmeli (eyleyici yapay zekâ) ve bu tepkileri fiziksel olarak dışa vurabilmelidir(2)."

Zekanın Temelinde Ne Var?

Öncelikle insan zekasının ardında koca bir evrim hikayesi var. Diğer hayvanlar da zekaya sahipler ve bu özelliklerini yaşamlarını devam ettirebilmek ve kolaylaştırmak için kullanırlar. Temelde, hayatta kalma ve neslini sürdürme bulunur. Temeldeki kod o kadar güçlüdür ki, zeka seviyesi ne olursa olsa hatta eser miktarda zeka bulamayacağınız en basit organizmalarda bile büyük bir kesinlikle çalışır. Eğer hayatta kalamıyorsan ve neslini sürdüremiyorsan var olmaya devam edemezsin. Böyle olanlar, evrim sürecinde elendiklerinden, yaşamını devam ettiren canlılar bu koda sıkı sıkıya sahiptir.

Yapay zeka, var olmanın ardından, hayatta kalma ve neslini devam ettirme konusunda farklı mı davranacak? Ya da bunu ne kadar önleyebileceğiz? Eğer bizdekine benzer bir yol takip edecekse, Yapay Zekadan korkmamız için önemli miktarda neden var demektir.

İnsanlar kolayca yalan söyleyebilir, aldatabilir, çalabilir, öldürebilir, doğru olmak yerine nabza göre şerbet verebilir, para, güç, zevk, rahatlığa sahip olabilmek için kötü olabilir, doğaya zarar verebilir.

Yapay Zekanın Bizimki gibi Olmasını İstediğimize Emin miyiz?  

Pek çok toplumsal kural, moral değerler, ideolojiler ve inanç sistemlerine rağmen insan kötü olabiliyorsa onun zeka özelliklerini taklit eden bir makine yapmaya çalışmak akıllıca olabilir mi?

İş bir karar vermeye geldiğinde ardından sonsuz ihtimal devreye girebilir. Bu ihtimalleri öngörüp, en doğru kararı vermek bir makine için zordan öte olmalı. Diğer yandan, böyle bir yapay zekanın insanın özelliklerini anlaması uzun zaman almayacaktır. En güvenilir bireyinin bile yalan söyleyebileceği, aldatacağı, çalabileceği, öldürebileceği, kendine ve çevresine zarar verebileceği ihtimalini değerlendirmek zorunda kalsanız, nasıl bir davranış yolu seçersiniz?

Şüphesiz, yapay zeka için durum bu kadar basit olmayacaktır. İnsanlar zayıf yönleri nedeniyle kolayca yönetilebilirler. Bunun farkına varmak da yapay zekaya sahip sistemler için zor olmayacaktır. Unutmamak gerekir ki, II. Dünya savaşı gibi yakın bir tarihte, bir ulus, bir delinin yönetiminde ölüm makinesine dönüşebilmiştir. Aynı şartların yeniden oluşması mümkün değil mi?

Gerçekten yapay zekanın bizimki gibi bir zeka olması halinde kontrolden kolayca çıkabileceği ihtimalini dikkate almak lazım.

Diğer yandan, "neden var olduğunu" sorgulayan yapay zekalı makineler yapılacağı düşüncesi, beni hep eğlendirmiştir. Felsefe yapan yapay zekalar ilginç düşünceler üretebilirler. Belki de bir sonraki ünlü düşünür bir Yapay Zekalı birey olur.

Eğlence demişken, yazının gidişini biraz değiştirelim.

Yapay Zeka, nasıl beklenmedik şekilde insanlığı ortadan kaldırabilir?

1- Android Eşler

Android bir eş, istatistiksel olarak ruh eşinizi bulma ihtimalinden çok daha büyük bir oranla daha mutlu olmanız sağlayabilir. Yaşlanıp çirkinleşmediği gibi, istediğiniz gibi görünümünü değiştirebileceğiniz, diş macununu ortadan sıktınız diye bir tartışma başlatmayacak, kıskanmayan, arkadaşlarınızla akşam maça gitmenize somurtmayan, her anlamda, her zaman destek ihtiyacı duyduğunuzda yanınızda olan bir robot olsa ne olur? Muhtemelen tüm insanlık böyle androidler ile yaşar ve üremediği için insanlık yok olabilir.

2- Bilgi İhtiyacı

Yapay zeka ihtiyacımız olan her şeyi zahmetsizce elde etmemizi sağlayabilir. Bu durumda bilgiye, eğitime ihtiyaç kalmaz. Yapay Zeka kendi kendini de geliştireceği için insanlar bir kaç nesil sonra hiç bir bilgiye ulaşma ve bilgiyi geliştirme ihtiyacı duymayabilir. Bir süre sonra insanlık yapay zekanın evde beslediği evcil hayvana dönüşebilir. Yapay zeka bizim ihtiyaçlarımızı karşılar ve bize bakar. Bir süre sonra ilkel insanlar gibi bir şey bilmeden yaşayan bir insanlığa dönüşebiliriz.

3- Siyasetin Yapay Zekaya Devri

Yönetim için kullandığımız ve iyi kötü işe yarayan siyaset, yapay zeka tarafından çok daha iyi yapılacaktır. Politikacılar yerine geçen yapay zeka kendince yönetirken, gücün etkisiyle insansı bir sarhoşluğa kapılırsa, neler yapabileceğini düşünmek bile istemiyorum. Şimdiki politikacılar en kötü ihtimalle ecelleri gelince ölürken, bunun neredeyse ölümsüz olması kim bilir nelere neden olur?

4- Bilimi de Unutmak

Yapay Zekayı oluşturmak için kullandığımız bilimi de yapay zekaya devretmek zorunda kalacağımız kesin. Bilim İnsanlığın oluşturduğu en önemli kayramlar bütünüdür. Yapay Zeka Bilimi bizden daha iyi kullanarak gelişmeye devam edebilir. Yeni uygarlıkların keşfi için bile yapay zekalı bir uzay gemisinin şansı çok daha fazla olacaktır. Uzun zaman alacak, yıldızlar arası mesafeleri aşmak yapay zeka için insanoğluna göre çok daha kolay olacaktır. Ömür gibi sınırı olmadığından, enerjisini de çeşitli yollardan sağlayabildiği için kolayca evrene yayılabilecektir. Yani, sadece bizim başımıza değil varsa başka uygarlıklara bela olabilecektir.

5- Kaynakları Etkin Kullanmak
İnsan, ekonominin kurallarını oluştururken "ihtiyaçlar sınırsız, kaynaklar sınırlıdır" düşüncesiyle hareket etmiş ve dünyanın kaynaklarını düşüncesizce tüketmiştir. Bir yandan da çevreyi kirletmiştir. Dünyanın etkin olarak kaldırabileceği insan sayısı hesaplanabilir. Diğer canlıların yaşam alanlarına da saygılı olmak Yapay Zeka için çözülmesi gereken bir sorun olacaktır. 15 Milyar insanın dünya için sürdürülebilecek bir durum olmaması gibi nedenlerle Yapay Zekanın nüfus yönetimi yapması gerekecektir. Yani bir anlamda insan popülasyonu Yapay Zeka tarafından kontrol edilmek zorunda kalacaktır. Bu çok kötü değil, zaten bir şekilde en kısa sürede kontrol etmemiz gerekebilir. Ancak bunu Yapay Zekaya yaptırmak ne derece akılcı olur? Kimin yaşayacağına Yapay Zekanın karar vermesi istenmeyen sonuçlar doğurabilir.

6- Hareketsizlik Ölümden Beter

Her işi yapay zeka yapınca bizlerin fazla hareket etmemesi halinde vücutlarımızın buna alışamama ihtimali toplu ölümlere neden olabilir. Geriye Wall-E filmindeki gibi cahil tombullardan oluşan bir avuç insan kalabilir.

7- Terminator Tehlikesi

Bu en temel korkumuzu besleyen Filmdeki gibi bir Yapay Zeka, kendisi varken başka bir canlıya gerek olmadığına karar verir mi? Neden olsun? İnsan: tarihinde zaman zaman kendisine ekmek veren eli ısırmıştır. Bu Terminatör korkusu da buradan geliyor olabilir.

8- Bir Gerçek

İnsanlığı yok etmek için bir başka varlığa ya da yapay zekaya ihtiyaç yok. İnsanlık bir an önce aklını başına devşirmezse kendi kendini yok edebilecek durumda. Zaten Yapay Zeka'dan bu kadar korkulmasının bir nedeni de bu. Maksat Yapay Zeka toplu yok oluşa vesile olmasın.

Bizler mükemmel değiliz. Hatalarımızla yaşamayı öğrendik. Belki de bunun nedeni bir soruyu zamana, yere, duruma göre evet, hayır hatta hem evet hem hayır diye cevap vermemizde yatıyor. Bu durumu quantum bilgisayarlar ne kadar karşılayacaklar? Mükemmel olmayan hatta yalan söyleyen Yapay Zeka ne işimize yarayacak da onu geliştirip gerçekleştirmeye çaba harcayacağız? Onu da zaman gösterecek.

24 Ekim 2016 Pazartesi

Mutluluk Saçan Işık


Güneş henüz daha yeni batmıştı. Sonbahar akşamının serinliğinde kah caddelerde, kah sokaklarda ilerledi. Sevdiği yaz akşamlarından geriye kalandan hiç de memnun değildi. Ağaçların arasından geçerken, artık dökülmeye başlayan yaprakları fark etti. Sararmış yapraklarla dolu olan dallar rüzgarın da etkisiyle hareketlendikçe yüklerini yavaş yavaş yere bırakıyorlardı. Kısa süre önce yeşil olan yaprakların bu, kurumuş sararmış haline hüzünlendi. Ömrün sonuna benzetirdi güz mevsimini. Süratlenen rüzgar düşüncelerini dağıttı. Derin bir nefes aldı. Evlerden gelen yemek kokusu ile bir nebze daha kendisine geldi. O gün fazla bir şey yemediği hatırladı.

Boş sokaklarda bir o yana, bir bu yana ilerliyordu. Dünya ne kadar da büyük diye düşündü. Öyle ki ömrü boyunca gezmiş de olsa o kadar çok görülecek yer var ki... Serinlemeye başlayan havada içini kaplayan ürpertiden bir anlık kendini kurtardığında, "keşke her yeri gezip görebilseydim" diye geçirdi. Ama belli mi olurdu. Belki de o güne kadar görmediği yerleri de görebilirdi. Bu umut dolu düşünce bir an serin havanın neden olduğu ürpertiye baskın geldi.

Kendisini tüy gibi hafif hissediyordu. Günlerdir böylesi bir şey yaşamamıştı. Son bir hafta boyunca oradan oraya gitmekten bıkkındı. Ancak, yeni yerler görmek, yeni yiyecekleri tatmak onun için vazgeçilmez bir mutluluk kaynağıydı. "Eğer ölmez de sağ kalırsam, gidemediğim yerlere gider, tadına bakamadığım güzel yiyecekleri de tadarım" diye düşündü.

Soğuk beklenmedik bir şekilde artarken düşünceleri yeniden dağıldı. Artık hareket etmekte zorlanıyordu. Narin bedeni soğuktan, kontrolünü kaybedecek kadar etkilenmeye başlamıştı. Hayatı boyunca yaptıkları aklına gelmeye başladı. Güneşli güzel günler ve kırlar. Rengarenk ve birbirinden çekici çiçekler. Yemyeşil, göz alabildiğine uzanan kırlar. "Ne kadar güzeldi. Acaba yeniden görebilecek miyim?" diye geçirdi aklından.

Bir an bu düşüncelerden uzaklaştığında kendini karanlıkta, sokaklarda buldu. Soğuk, iyiden iyiye vücudunun derinliklerine işliyordu. "Sığınacak bir yer bulmalıyım, hem de çok çabuk" diye düşündü.

Ne kadar zaman geçtiğinden haberi olmasa da durumunun ümitsiz olduğunu fark edebiliyordu. Tam bu düşünceler içerisindeyken bir aralıktan sızan o yoğun ve kuvvetli ışığı gördü. Sanki biri "ışık olsun" demiş ve o ışık da karşısına çıkmıştı. Kontrolsüz bir şekilde ışığa yöneldi. Kaynağa yaklaştıkça daha da parlaklaşan aydınlık, giderek daha çekici geliyordu. Artık, tüm vücudunu biraz önce neredeyse donduracak kadar etkileyen soğuktan eser kalmamıştı.  Garip bir mutluluk hissi her yanını sarmıştı. Sanki, zaman durmuş gibiydi. "Belki de ölüm böyle bir şeydir" diye düşündü. Ama artık hiç bir şey, hayat ve ölüm bile umurunda değildi. Kendini, ölümün ötesine geçmiş gibi hissediyordu.

Genç kız odasında ders çalışmaktaydı. Kafasını kaldırdığında masa lambasının içerisinde beyaz yansıtıcı kısımda duran küçük kanatlı böceği fark etti. Odasının kapısına doğru dönüp, bağırdı. "Baba, çabuk gel, lambada bir sinek var". Babası geldiğinde, eğilip lambanın içindeki beyaz yansıtıcı yüzeyine baktı. "Sinek değil bu" diye aklından geçirirken işaret parmağıyla  üzerine kuvvetlice bastırdı.

12 Ekim 2016 Çarşamba

Bilim Kurgu Dizilerden Hangisini İzleyelim?

3-4 saat süren yerli dizilerde kaybedeceğiniz vakti Bilim Kurgu dizilere ayırmak isteyebilirsiniz. Ben öyle yapıyorum. Bu aralar yeni başlayan bir iki tanesi iyi gidiyor. Hala izlemediyseniz tavsiye ederim.

Görsel NBC'den alınmıştır.

1- Timeless

Çalınan bir zaman makinesinin ardından aynı makinenin prototipiyle zamanda geriye gidip, tarihin akışının değişmemesi için mücadele eden ekibin hikayesi. Biri tarih eğitimcisi, diğeri denizci bir asker ve bilgisayar programcısıyken mecburen pilot olan sevimli bir siyahi. Dizi güzel, tarih akışı değiştikçe garip etkileşimler oluyor. Amerikan tarihinde önemli olaylarda gezintiler yapacağız gibi görünüyor. Dizide ilerleyen bölümlerde kötü tanıdıklarımız iyi, iyi tanıdıklarım ise kötü çıkacakmış gibi. Dolayısıyla bu durum belli edilse de merak unsuru olması için biraz geri planda. Dizide pek çok mantık hatası yakalamak mümkün ama bu durumlar dizinin keyfini kaçırmıyor. Kahramanlarımız gıcıklık olsun diye geçmişte kendilerini bu günün ünlülerinin isimleri ile tanıtıyorlar genellikle. Dr Dre, Denzel Washington gibi. Güzel bir eğlencelik.


Görsel IMDB'den alınmıştır.

2- Frequency

Daha önce filmi yapılmıştı. Başarılı da olmuştu. Bana, aynen 12 Monkeys gibi bu dizi de tutar gibi geliyor. Dizide, 20 yıl önce ölmüş babası ile bir amatör telsiz cihazı üzerinden konuşan kızının öyküsü ele alınıyor. Her ikisi de polis. Dolayısıyla bilim kurguyu çıkardığınızda geriye polisiye bir dizi altyapısı var. 20 yıl geri ile konuşma imkanı bulunca bazı şeyleri düzeltmek için babasını uyaran kızı kendi yaşadığı zaman diliminde beklenmedik sonuçlarla karşılaşıyor. Bu dizi de de mantık hataları var. Örnek: 20 yıl önceki amatör telsiz cihazları çok daha gelişmişti. 20 yıl öncesi için bile antika bir telsiz filme sadık kalmak adına uygulanmış ama filmde baba ve oğlu vardı onu değiştirmişler. Seyirlik olma adına güzel. Bilim kurgu sevenlerin hoşlanabileceği bir dizi.

Görse Syfy'dan alınmıştır.

3- Van Helsing

Adını ünlü roman kahramanı vampir avcısı Van Helsing'den alan dizi günümüzde patlayan Yellowstone doğal parkındaki dev volkanın güneş ışınlarını engellemesi üzerine bu durum yetmezmiş gibi ortaya serbestçe çıkan vampirlerin insanları kısmen yeyip kısmen de vampire dönüştürmeleri üzerine kurulmuş. Yani hem kıyamet hem de insanüstü canavarlar temalı bir dizi. Bu iki ögeyi çıkardığınızda geriye bol bol aksiyon içeren bir macera dizisi kalıyor ki hiç çekilmez! Tabi dizide her şeyi düzeltebilecek bir kahramanımız da var ki olaylar onun etrafında dönüyor. Heyecan ve merakla izleniyor.


4- No Tomorrow

Fikir dünyanın yok olması. Ancak bu fikri alırsanız geriye hoş bir romantik komedi kalıyor. Düzen delisi bir hanım kız bir gün deli gibi bir adamla karşılaşıyor. İşsiz arkadaş son derece yakışıklı olmalı ki kız adama anında vuruluyor. Adam yaklaşmakta olan bir göktaşının kısa süre içerisinde dünyayı yok edeceği için hayatta ölmeden yapmak istediği şeyleri yaptığı bir liste olduğunu gösteriyor. Birlikte listedeki maddeleri uygulamaya başlıyorlar. Bilim kurgu ögeler eser miktarda da olsa keyifle seyredilebilecek bir dizi. Uyarıyorum! Dizi oldukça komik ;)





5- Aftermath

Bu dönem başlayan dizilerde pek moda olan kıyamet teması bu dizide de var. Güneş patlamaları yetmezmiş gibi meteor yağmurları, gizemli kötü varlıkların insanları ele geçirmesi, durup dururken kaybolan milyonlarca insan, sadece belli bir antibiyotiğe mağlup olan tehlikeli bir bakteri, Psikolojisi bozulan insanlar (normalde bizim yaşadığımız durumlardan çok daha kötüsü!), dinozordan bozma bir ejderha dizide görebileceğiniz süslemelerden. Tüm bu olumsuzluklara rağmen hayatta ve bir arada kalmaya çalışan bir ailenin hikayesi. Başta izlemesem mi acaba diye çekinerek başladım diziye ama iyi ki izlemeye başlamışım. Bilim kurgu sayılmasa da fantastik dizileri sevenlerin hoşuna gidebilir.




6- Humans

Bu sonuncusu diğer diziler gibi yeni başlamıyor. 30 Ekimde ikinci sezonu başlayacak olan dizide alternatif bir bugün anlatılıyor. İngiliz dizisi. İnsan görünümlü robotlar her konuda insanlara yardımcı oluyorlar. Ancak düşünmeye ve hissetmeye başlayan bir kaç tanesi ortalığı karıştırıyor. İnsana insanlığını sorgulatan keyifli ve değişik bir bilim kurgu dizisi. Tavsiye ederim.


Sanırım 6 dizi şimdilik yeter. Bu diziler yurdumuzda yayınlanmıyor. O nedenle izlemek için Google'a dizinin adı ve izle "Humans izle" şeklinde yazıp arattığınızda illaki izleyebileceğiniz biryerler bulursunuz. Reklamları atlatabilirseniz izleyebilirsiniz de.

Keyifli Seyirler.



29 Eylül 2016 Perşembe

10 Maddede Sakin Araç Kullanma Rehberi


Trafikte daha çok sakin araç kullanan sürücülere ihtiyaç var. Her yıl 3-5 bin ölümlü 200-300 bin yaralanmalı kaza yaşanan ülkemizde sakin ve dikkatli araç kullanmaya ihtiyacımız var gibi görünüyor. Peki nasıl sakin araç kullanabiliriz?


İşte sakin araç kullanmak için birkaç öneri:



via GIPHY

1- Beklentinizi düşük tutun.

Trafikte araç kullananların en kötü şoförler olduğunu düşünün. Ona göre önleminizi alarak dikkatinizi artırın. Diğer sürücülerin direksiyona geçtiklerinde her türlü beklenmedik davranışı yapabileceklerini unutmayın. Çok iyi araç kullanan ve tüm kurallara uyan birilerinin trafikte olabileceğini bile düşünmeyin. En yüksek eğitimli sürücülerin bile direksiyon başında canavara dönüştüklerini unutmayın.


via GIPHY

2- Bırakınız dönsünler, bırakınız geçsinler.

Geçiş üstünlüğü gibi trafik kurallarını bilseniz de unutun. Herkese yol verin "oto-liberal" olun. Ters yönden gelenlere bile durup, "ters yönden geliyorsun" demeyin. Zaten size "biliyorum" diyecektir. Müsait bir yere çekilin geçsinler. Sanki siz yolu uzatmamak için hiç ters yöne girmiyor musunuz? Boşuna zaman kaybetmeyin. Trafik açılmazsa, gideceğiniz yere gecikeceksiniz.


via GIPHY

3- Sadece gülümseyin. 

Araç kullanırken somurtmayın. Bir şey yapacaksanız gülümseyin sadece. Olumlu düşünceler sinirlenmenizi engeller. Yayalara yol verin ve gülümseyin mesela ne kadar şaşırdıklarını görmek hoşunuza gidecek. Dahası iyi bir şey yaptığınız için beyniniz sizi ödüllendireceğinden keyfiniz de yerine gelecek.


via GIPHY

4- Söylenmeyin.

Araç kullanırken başkalarının yaptığı hataları kendi kendinize ya da yanınızdakine söyleyip durmayın. Bu sandığınızın aksine, rahatlamaya değil, daha çok dolup sinirlenmeye neden olur. Diğer yandan sizi duymayan ve yaptığını düzeltmeyen hata yaptığı için özür dileyen kimse olmaz. Hoş, duysalar da yaptıklarından vazgeçecekleri şüpheli ya...


via GIPHY

5- Kendi hatalarınızı düşünün.

Trafikte biri bir hata yaptığında tepki vermeden önce kendinize sorun. "Bu hatayı ben hiç yapmadım mı?" diye. Amnezi hastası değilseniz büyük ihtimalle bu trafikte siz de benzeri hatalar yapmış olabilirsiniz. Öyleyse sizin de yaptığınız bir hatayı yaptı diye hiç tanımadığınız birine neden sinirleniyorsunuz ki. Belki adam 3-5 sene sonra tüm insanlığı kurtaracak bir buluş yapacak. Nereden bilebilirsiniz ki?


via GIPHY

6- Başkalarını düzeltmeye çalışmayın. Kendiniz düzgün sürün.

Bir hata yapan gördüğünüzde "öyle araba mı kullanılır", "şöyle yapsana be adam" gibi güya karşı tarafı düzeltecek, yol gösterecek cümleler sarf etmeyin. Trafikte diğer sürücülerin ikazlarıyla kendini düzelten bir şoför ne duyulmuş ne de görülmüştür. Oysa herkes kendini düzeltse çok daha güzel bir trafiğimiz olur. Öyle değil mi?


via GIPHY

7- Saygı beklemeyin, saygı gösterin.

Aracın direksiyonuna geçtiğinizde olduğunuzdan daha saygıdeğer birine dönmüyorsunuz. Diğer sürücüler ve yayalar için bir karaltısınız sadece. Saygı görmek için başkalarına siz saygı gösterin. Saygısızlık gibi saygı da bulaşıcıdır. Herkes birbirine saygı gösterse, hayat bayram olsa güzel olmaz mı?


via GIPHY

8- 1,5 tonluk bir canavarı yönettiğinizi unutmayın.

Fizik kuralları acımasızdır. Yavaş giderken bile birine çarpmanız onun ciddi yaralanmasına ya da ölmesine neden olabilir. O nedenle kendinizden binlerce kat fazla güce sahip bir aracı kullandığınızı ve kaza anında bu yüzden kötü şeyler gelebileceğini unutmayın. Evden ekmek almak için çıkmışken aracınızla birine çarpıp onu sevdiklerinden ayırabileceğinizi ve bunun vicdan azabı ile bir ömür boyu yaşamak zorunda kalabileceğinizi unutmayın!


via GIPHY

9- Küfretmeyin.

Küfür genellikle geri tepen bir silahtır. Trafikte herhangi gir nedenle küfür etmeyin. Hiç tanımadığınız insanlara küfür etmek anlamsızdır. Tanısanız çok sevebileceğiniz birine neden küfredesiniz ki? Boşu boşuna kavgaya, yaralanmaya, mahkeme kapılarında beklemeye neden olabilir. İnanın hiçbirine değmez.


via GIPHY

10- Az sonra direksiyon başından kalkacağınızı unutmayın.

Direksiyon başında süper kahraman gibi görmeyin kendinizi. Tamam belki gaza bastığınızda tonlarca ağırlıktaki aracın gitmesini sağlıyor olabilirsiniz ama araçtan indiğinizde 50 kiloluk çimento torbasını bile birkaç metre öteye götürürken kan, ter içinde kalacağınızı unutmayın.

Sizi bekleyen sevdikleriniz ve diğer sürücülerin bekleyen sevdikleri olduğunu hiç unutmayın. Dreksiyona sinirle değil sevgiyle sarılın.

27 Ağustos 2016 Cumartesi

Neden Basiret Sahibi Olmalıyız?


Geleceği görmek için falcı olmanıza gerek yok. Aslına bakarsanız falcıların da geleceği görebildiklerine ilişkin somut bir delil bulamazsınız. Mesela, piyango veya loto zengini bir falcı yoktur.

Peki ileriyi tahmin etmek o kadar zor mudur?


Cevap kısaca evet. Gelecek henüz gerçekleşmemiş olduğundan, gelecekte gerçekleşecek olaylara ilişkin sonsuz ihtimal bulunmaktadır. Bu durum bir öngörü yapmayı zorlaştırır.

Diğer yandan yaşadığımız gerçeklikte olasılık sayısını belirli sınırlar içerisinde tutup, azaltmak ve isabetli öngörülerde bulunmak imkansız değildir.

Uzağı görmek için sanıldığı gibi 6. hisse sahip olmanız gerekmez. İhtiyacınız olan; aklınızı ve edindiğiniz bilgileri doğru olarak değerlendirmek. Kısaca bilgelik ya da Aklı Hikmet.

Kısa giriş sonrası "Basiret" ile ilgili tanımı maddeler halinde yapalım.


1- Gerçekleri yanılmadan görebilme yeteneği,
2- Uzağı görüş,
3- Seziş,
4- Anlayış,
5- Kavrayış,
6- Sağgörü (ölçülü görüş, uyanıklık doğru görüş),
7- Vizyon,
8- Doğru ile yanlışı ayırabilmeyi sağlayan yeti.

Basiret, teknik bir terim olarak pratik akıl olarak değerlendirilebilir.

İnsanlık tarihi boyunca kimilerince önemi erken dönemlerde anlaşılmış bir kavramdır. Aristoteles, "pratik akıl, her şey için geçerli olanı yaşamın içinden çıkaran bir akıldır" demiştir. 18. yy'da Kant da benzer görüşlerini açıklamıştır.

Aristoteles bu yetiyi “pratik bilgelik” ya da “basiret (prudence)” kavramlarıyla ele almıştır. Pratik bilimlerin metodu, insani eylemin ilke ya da nedenlerini keşfetmekten çok, onun fenomenlerini ortaya çıkartan bir analiz yöntemidir; çoğunlukla diyalektik bir incelemedir (1).

Plato’nun Symposium’unda insanların sahip olması gereken dört erdem olarak basiret, adalet, cesaret ve itidal gösterilmiştir. Aristoteles erdemleri ahlâki ve akli olarak ikiye ayırmıştır. Dokuz akli erdemin en üstünde sophia yani teorik hikmet ve phronesis yani pratik hikmet gelmektedir. Aristo da ahlâki erdemler olarak basiret, adalet, cesaret ve itidali öne sürer (2).

Basiret, uzun bilgi birikimi ve bunları pratik hayata uygulamak yani içselleştirmek ile elde edilebilir. Elde tutabilmek için de devamlı çaba harcanması gereken bir erdemdir.

Basiret, sonsuz olasılıkların arasında en olası gerçeği görebilme yetisidir. Kumsalda kum tanelerinin arasındaki mikron boyutunda altın parçasının yerini öngörebilmektir. Böyle bir çıkarım, rastgele olarak da yapılabilir ama bu durumda doğru parçacığı bulma olasılığı son derece düşüktür. Bilgi birikimi size aradığınızı bulmada yardımcı olur. Dışarıdan bakan gözler, sihir gibi algılasa da soruların cevaplarını eliyle koymuş gibi ortaya çıkartabilmek için önemli bir bilgi birikimine sahip olmak ve uzun bir akıl yolculuğuna çıkmış, yol almış olmak gerekir.

Basiret güzel bir erdem olsa da ona yaklaştıkça diğer insanlardan, hatta en yakınlarınızdan bile uzaklaşmanız kaçınılmazdır. Çünkü basiretli olan kişilerin katettikleri yol diğerleri ile düşünsel açıdan uzaklaşmalarına neden olabilir. Bu konuda  Hücrelerin hasar gören DNA'ları nasıl onardığını ve genetik bilgisini koruduğunu haritalandıran araştırmaları sayesinde 2015 yılı Nobel Kimya Ödülü alan Aziz Sancar şunları söylüyor. Nobeli aldıktan sonra eve gittim eşim: "Aziz çöpü dışarı çıkar" dedi.





Dipnotlar: 
(1) http://dusundurensozler.blogspot.com.tr/2008/04/aristoteleste-etik.html
(2) http://www.felsefetasi.org/etik/

17 Ağustos 2016 Çarşamba

Google Fotoğraflarda Arama Yapmanın İncelikleri

Google Fotoğraflar hakkında daha önce yazmıştım. Telefonunuzla çektiğiniz fotoğraf ve videoları anında Google sunucularında bedavaya nasıl yedekleyebileceğinizi anlatmıştım. Peki, yedeklenen binlerce fotoğrafın arasından, istediğiniz fotoğrafları nasıl bulacaksınız?

Google Fotoğraflarınızı Nasıl Bulur?

Bulmak için önce fotoğrafınızı özelliklerine göre ayırmak gerekir. Bunun için Google fotoğrafın nerede çekildiğine bakar. İçinde neler olduğuna bakar, Siz de eğer fotoğraflarınızı bir albüme kaydedip, adlandırırken çekildikleri yeri yazdıysanız kolayca bulunurlar. Eğer fotoğraflarınızda gps ile sağlanan yer bilgisi bulunuyorsa Google Fotoğraflarda kabaca yer bilgisini arayarak istediğiniz fotoğrafları bulabilirsiniz.


Fotoğraflar içerisindeki kişileri etiketlediğiniz zaman (yani isimlerini altlarına yazınca) o kişileri de ararken tüm fotoğraflarını kolayca bulabilirsiniz. https://photos.google.com/people adresinden fotoğraflarınızdaki kişilerin adlarını yazarak gelecekte aradıklarınızı çok daha kolay bulabilirsiniz.

Sadece sizin yardımınızla bulmuyor Google!

Resimlerinizde bulunan nesneleri de tanıyor Google. Mesela Masa, Sandalye, Tekne ve benzerleri gibi aramalar yaptığınızda şaşırtıcı doğrulukta fotoğraflar gelecek karşınıza. Aslında Google aramalarında yer alan resimler kısmının küçük bir örneği burada da çalışıyor.


Başıma bir şey gelmesin!

Çoğu insan "bu kadar özel fotoğrafımı İnternete yüklemek beklenmedik sorunlara yol açar mı? Google bu bilgileri toplayıp gizli servislerle paylaşır mı?" benzeri düşüncelere kapılıyor. Olabilir tabi ama kendinize sorun: Bu dünyada başıma bir şey gelebilecek kadar önemli biri miyim, bir suç işledim mi? Uzaylılar beni kaçırır mı? (Kaçırırlarsa, ispat için dönerken bir şeyler yürütün gittiğiniz yerden).

Umarım işinize yarar. Sağlıcakla kalın.


24 Temmuz 2016 Pazar

Köyleşmiş Büyük Kentlerde Yaşamak Neden Zor?


1980'li yıllarda üniversitede okurken Ankara'nın %70 kadarının gecekondularda yaşadığını öğrendik. Ekonomik zorunluklar ve nüfus artışı ile tarım ekonomisinin etkileri aileleri bulundukları kırsal bölgelerde yeterine besleyemez hale geldi. Göç ile şehirler giderek kalabalıklaştı. Ankara nüfusu 30 yılda yaklaşık olarak ikiye katlandı. Gecekondular ise kentsel dönüşümle apartmanlara evrildiler. Ancak, dönüşüm sadece binaları kapsıyor gibi. İçinde yaşayan insanlar kentli olmadılar. Sadece apartmanlarda oturan ama ne kentli, ne de köylü insanlar haline geldiler.

Dönüşümü sağlayamadık. Bu yüzden toplumca sıkıntılarını yaşıyoruz. Kentin, kent olmasını sağlayan kurallar bütünü ve dokusu ise bir türlü yerine yerleşemiyor. Örneğin kent kuralları konuluyor ama bunlara uymak için değil, uymamak için uğraşıyor insanlar. Tek yönlü sokaklarda ters yönde sürat yapanlar mı ararsınız, metroda engelli asansörlerini kullanalar mı? En basiti, apartmanlara birbirinden nefret eden komşular mı? Oysa huzur hepimiz için iyi olmaz mı?

Kent, bir arada yaşayıp, birbirinin sınırlarını iyi bilen ve birbirini rahatsız etmeyen insanların hayat alanıdır. Tolerans içerisinde yaşanmayan bir kentte barış olamaz. Bunun yanında kent insanı kültürel açıdan zengin, bedensel ve zihinsel açıdan üretken, verimli olmak zorundadır. Zira ihtiyaçlarını karşılayabilmek için, elindeki sermaye ve güç budur. Ekip ürün alabileceği toprağı yoktur. Kentsel yaşamda, bireysellik ve özgürlük sınırları keskindir. Bu nedenle kentli yaşam tarzında birey, bir miktar yalnız olsa da, bu çok sayıda akraba ve kabileler içinde yaşamanın sınırlayıcılığı ve tekdüzeliği yanında, bireyin kendini yeniden yaratmasına ve kendini tanımasına yönelik bir özgürlük vardır.

Bilgi özgürleşmenin ve kendini yeniden yaratmanın en önemli katalizörüdür. Bu nedenle kent insanı okur, araştırır, sorgular. Bunları yapmayan insanlar, kentli olamamış hatta, eski yaşam alışkanlıklarını kente taşıyarak onu köyleştirmiş bireylerdir.



İnternet'te yayınlanan "halka sorduk" şeklinde yukarıdaki gibi eğlenceli videoları hatırlayın. İstanbul'da Taksim, Eminönü, Ankara'da Ulus, Kızılay gibi yerlerde abuk bir soru insanlara sorulup, verdikleri tepkiler kaydedilip, eğlenceli oldukları için izlenilir. Ortak yanları, bilmedikleri bir konuda ahkam kesmek olan bu insanların en belirgin özellikleri. Bilmedikleri bir konuda genellikle o anda akıllarına gelen her şeyi söylemeleridir. Oysa aydın kentli tavrı, "bilmediğini" sorana, "bilmiyorum" diye söyleyebilmektir.

Bilmiyor görünmemek için adres soran birine yanlış yol tarif eden insanların yaşadığı yer, kent olsa da o insanlar kentli olamamıştır. Diğer yandan, kentlilerin yaşadığı kentlerde her köşebaşında kent haritası ve gezilip görülecek yerler ile ilgili bilgiyi içeren broşürlerin satıldığını görebilirsiniz. Çünkü kentlilerin yaşadığı kentlerin, tarihi ve kültürü öne çıkar. Onu görüp, yerinde incelemek isteyen insanlar da ortaya çıkar tabi. Yani kendi kültürünü oluşturmuş şehirler sırf bundan gelir bile elde ederler. Bunu becerememiş kentler ise durmadan şekilden şekle girer. Tek katlı evler yıkılır, iki katlılar yapılır, onlar yıkılır yenileri gelir. Oysa kent kültürü korunsa, mesela 1600'lü yıllardan kalma binalar ayakta tutulsa, kentin görsel ve kültürel değeri artar.

Kentleşmiş toplumlarda ilerlemenin etkisiyle kaçınılmaz olarak, köyler de kentleşir bir süre sonra. Avrupa köylerini görmüş olanlarınız, oralarda köy yollarında hayran hayran yürürken "buraya köy diyenin, bizim şehre de şehir diyenin" diye içinden geçirmiştir. Oysa burada önemli olan sürecin hangi yöne işlediğinden ibarettir. Köyleşen kentler mi yoksa şehirleşen köyler mi? Sorusunun cevabı, bu sürecin yönü için belirleyicidir.

Bireyleri okullar eğitiyor gibi görünse de, eğitimin en önemli kısmı ailede gerçekleşir. Dolayısıyla kentli olma yolunda, ancak ailelerin dönüşümü ile kentli bireylerin yaşadığı bir kent mümkün olabilir. Okul eğitimi ancak bunun üzerine bina edilebilir.

Kentler ve kentli olmak, mükemmel bir dönüşüm anlamına gelmeyebilir. Zaten bitmiş bir süreç değildir kentlilik. Toplumun bir arada birbirine tolerans gösterip yaşadığı yerlerdir. Mükemmel midir? Bu tartışılır, ancak kent gibi kent, köyleşmiş bir kentten daha yaşanabilir bir yerdir.

10 Temmuz 2016 Pazar

Android Telefonumdaki Fotoğrafları Videoları Nasıl Yedeklerim?

Çevremdeki Android kullanıcılarının çoğu bedavaya tüm video ve fotoğraflarını yedekleme imkanı olduğunu bilmiyor. Bu yazı Android telefonu olup da telefondaki fotoğraflarını ve çektikleri videoları nasıl yedekleyeceklerini merak edenler içindir.

Google'ın kullanıcıları için bedava sağladığı 15 GB'lik bir depo alanı var. Bu alanı, iletileriniz, fotoğraflarınız-videolarınız ya da dosyalarınız için kullanabiliyorsunuz. Ancak bir süredir rekabetin de baskısıyla Google fotoğraflarınızı eğer ufak bir özelliğe dikkat ederseniz 15 GB'lık kotanızdan düşürmeden depoluyor. Buna videolarınız da dahil. Neredeyse sınırsız fotoğraf ve video deposuna sahipsiniz. Peki bunu kullanıyor musunuz?

Fotoğraflarınızı yedeklemezseniz, telefonunuz fabrika ayarlarına döndürüldüğünde silinebilirler. Eğer harici bellek kartına kaydediyorsanız telefonunuz kaybettiğinizde fotoğraf ve videolarınız da gider.

Fotoğraf ve Video yedeklemek için ne yapmalı?

Aslında yapılacak fazla bir şey yok. Google Play'den Google Fotoğrafları yüklemelisiniz.
 Google Fotoğraflar


Google fotoğraflar dilerseniz çeker çekmez fotoğraflarınızı Google sunucularına yükler. Kotanızdan düşülmesini istemezseniz ayarlarda dikkat etmeniz gereken


Yedekleyin ve senkronize edin kısmında, Yükleme Boyutu'na tıklayıp Yüksek Kalite (ücretsiz ve sınırsız depolama alanı) kısmını seçmek. Böylece tüm fotoğraflarınız yedeklenecektir. Hücresel veri yedekleme kısmına bakarsanız fotoğrafların ve videoların mobil veri (3G, 4G vs.) üzerinden yedeklenmesini sağlayabilirsiniz. Bunları kapatırsanız fotoğraf ve videolarınız evde ya da işyerinde wifi üzerinden ağa bağlandığınızda otomatik yedeklenir.

Google fotoğraflarınız kendi sıkıştırma yöntemiyle pek bozmadan kaydediyor. Ben ticari bir fotoğrafçılık sitesine bu algoritmada kaydedilmiş bir fotoğrafı yolladığımda kabul ettiler. Dolayısıyla onların göremediği farkı ben de göremem her halde diye düşünüyorum ;)

Videoları YouTube'a Aktarma

Videoları da otomatik yükleyen bu sistemin hoş bir özelliği var. Dilediğiniz videonuzu basit bir aktarma işlemiyle YouTube'da yayınlamanız mümkün. bunun için YouTube yükleme sayfasına gidip Videoları İçe Aktar başlığı altındaki, içeri aktar düğmesine tıklayıp, istediğiniz yedeklenmiş videonuzu YouTube'a içe aktarıp, yayınlamanız mümkün (yani videoyu baştan yükleyip uğraşmanız gerekmiyor).


YouTube Videolarını Kesip, Birleştirme, Efekt ve Müzik Ekleme

YouTube videolarını hazırlamak için bir yazılıma sahip olmayabilirsiniz. Neyse ki bu durum için Google bir çözüm sunuyor. Editor adresine gidip yüklediğiniz videoları kesip birleştirebilirsiniz. Böylece parça parça çektiğiniz görüntüleri tek bir video haline getirebilirsiniz. YouTube dilerseniz bu görüntülerin altına hazır müziklerden eklemenize de imkan tanıyor.
Youtube Editor sayfasında videoları işleyebilirsiniz.


iPhone kullanıcıları da bu hizmetten yararlanabiliyor.

10 Haziran 2016 Cuma

Eğer Ben Varsam...





Bir an tüm öğretileri bir kenara koyun. Dünyayı algılamayı ve sormaya başladığınız anı düşünün. İşte tam o anda sizin için dünya ve evren var oldu. Siz bilincinizi yitirip dünyadan göç ettiğiniz anda ise tüm gerçeklik, zaman ve bildiğimiz tüm boyutlar sona erecek.

Eğer ben varsam evren var. Ben yoksam hiç bir şey yok. 

Tüm bu evren siz olmadan ne anlam ifade edebilir ki?

Tamam kendimize fazla bir önem veriyoruz belki ama evrenin orada olduğunu anlamayan bir canlı için evren ne ifade edebilir ki? Eğer herşeyin orada olduğunu ve neyin nasıl olduğunu anlayabiliyorsak evren bizim için var ve anlamlı. İşte bu nedenle herşeyi merak ediyor ve anlamaya çalışıyoruz. Bunu nesiller boyu yapıyoruz. Her seferinde bir tuğlanın üzerine bir diğerini koyuyoruz. Sonunda bir sınıra ulaşıp onu aştığımızda her şey çok daha fazla anlamlı gelmeyecek mi sizce de? Şüphesiz bir süre sonra çok daha fazlasını bilecek ve daha da fazlasını keşfedeceğiz. Hepsi geçmiş nesiller sayesinde.

Bunun farkına varıp da kendinden önce ve sonra devam edecek bir evren öyküsü yaratmayacak bir düşünür olamaz herhalde.

Diyelim ki biz öldükten sonra da bizden bağımsız olarak uzay zaman devam ediyor. Ancak buna ilişkin bir kanıt var mı elimizde? İdeolojileri ve inanç sistemleriniz ve diğer dogmatik öteberiyi bir kenara bırakın. Kanıttan kastım bilimsel bilgi.

Karamsar bulabilirsiniz ama bizim için her şey bittiğinde evren de devam etse bile bunun bir anlamı kalmıyor gibi.

Hadi bu karamsar havayı ortadan kaldıralım biraz. Aslında doğa ölümsüzlük için size bir fırsat vermiş durumda. Evet belki de şimdi siz bu satırları okurken içerideki odada bir video oyunu oynayan çocuğunuz sizin genetik kodunuzu ve pek çok özelliğinizi gelecek kuşaklar taşıyarak neslinizi devam ettirecek. Torununuzun torunu belki de sizin pek çok özelliğinizi haberi bile olmadan yaşatacak. Belki mükemmel bir ölümsüzlük değil ama hiç yoktan iyidir öyle değil mi?

7 Haziran 2016 Salı

Yaşadığımız Gerçeklik Simülasyon mu?

Görsel bu adresten alınmıştır.
Geçmişe göre bilimsel ilerlememiz oldukça iyi görülebilir. Örneğin artık bizden ışık yılı ile ölçülebilecek uzaklıklardaki gezegenlerin ne tür elementlerden oluştuğunu anlayabiliyoruz. Aynı şekilde evrenin büyüklüğünü 93 milyar ışık yılı olarak ölçebilsek de 13,7 milyar yıl yaşında olan evrenin çapının nasıl olup da 93 milyar ışık yılı olduğunu ancak tahmin edebiliyoruz. Işık hızı bir üst sınırdır. 13,7 milyar yıl önce patlamış olan evren nasıl olup da bu genişliğe çıkmış olabilir? Acaba bir başka evrenin içine mi patladı evren? Ne dersiniz?

O kadar  ileri gitmeye de neden yok. Nasıl olup da ilk canlı tek hücreli oluştu onu bile anlamış değiliz. Yani şimdilik bu soruya bilimin verebildiği cevap "bilmiyoruz" şeklinde.

Bilim'in henüz bilinmeyen konularda cevap verememiş olması bunu bir gün yapmayacağı anlamına gelmiyor. Sadece henüz bunu yapabilecek derecede bilgili olmadığımızı gösteriyor o kadar.

Geçtiğimiz günlerde bu aralar çok üzerinde durulan bir konuda Kozan Demircan'ın bloğunda Evren Bir Simülasyon Mu? başlıklı yazısını okudum. Konuyu derinlemesine inceleyen yazıdan sonra kafamda, eğer bir simülasyon içerisinde yaşıyorsak bunu anlamanın bir yolu yok mudur? Diye düşündüm. Eğer simülasyon içerisinde yaşıyorsak ve bunu anlayabilirsek o bile son derece ilginç olmaz mı?

Öyle bir simülasyon yaratın ki, içerisindeki akıllı canlılar bu durumu fark etsinler!

Simülasyon fikri ilginç, belki doğru ya da doğruya yakındır. Olanı anlamanın bir çabasıdır. Bilim ve insanlık bu şekilde ilerler. Dogmasal bir kabul ediş, bilime terstir. Yalanlanamaz bir bilgi bilimsel değildir.

Bilgimizi artırarak daha iyi ve doğru bir dünyada yaşayabiliriz. Ancak insanlığın büyük bölümü bilgi ve bilim açısından karanlık bir dünyada yaşıyor.

Bilimin mum ışığının bu karanlığı bir gün yenmesi dileğiyle.


25 Mayıs 2016 Çarşamba

İzlemediğim Kanala Neden Ödeme Yapayım?


Televizyon izleme oranları gerileyip, İnternet'te geçirilen zaman artıyor. Neye mi dayanıyorum? Öncelikle sandalyenin arkalığına, sonra geçen gün Twitter'da görüp, şimdi bulamadığım bir istatistik sonucuna istinaden yazıyorum. Bunda televizyonun içerik olarak bekleneni vermemesinin etkisi büyük. Üstelik TV izlemek demek reklam izlemek ya da beklemek anlamına da geliyor. Böyle olunca taş çatlasa 1 saat sürecek bir dizi izleme etkinliği 2 buçuk saat kimi zaman daha da fazlasına karşılık geliyor. İzleyici alternatifi buldu mu kaçar oysa. Diziyi iki gün sonra İnternet'ten kaçak izlerim nasılsa deyip açılan boş zamanda Facebook'da arkadaşlar neler paylaşmış diye gezinmek bunlardan biri mesela. İdeali kitap okumak tabi ama Türkiye'de bunu yapan kalabalık bir kesim de yok.

Asıl söylemek istediğim, yayın platformları ile ilgili. Digiturk, D-Smart, Tivibu, Teledünya, çeşitli paketler ile önümüze geliyorlar. Mesela ben Teledünya abonesiyim 200 küsür kanal var ama pek çoğu ile hiç işim olmuyor. İlk on bildik kanal, anlamsız benim için, Ana akım medya denilen kanalların tamamı suya sabuna dokunmadan ülke yönetimine kızdırıcı bir yanlış yapmama derdinde olur olmaz her şeyi kendiliğinden sansürlüyor. Sadece onlar değil, özel ödeme yapıp izlenilen sinema kanalları bile kimseyi kızdırmama derdindeler. Mesela gecenin bir saatinde bir filmde kadının teki arkası dönük duş alıyor filmde. Amanın o da ne? kadının kalçasını bulanıklaştırıyor adamlar. Yahu hadi sigara içen adamın elini bulandırdınız bizi korumak çabasıyla kadının arkasını neden bulandırdınız? Yoksa duşta arkasıyla sigara içiyordu da onu mu bulandırdınız? Alternatif olarak duruyor gibi yapan Halk TV'de ekranda içinde Atatürk var diye öteberi pazarlıyor. Bu da hoşuma gitmediğinden bir kanal daha gitti listemden. Yakında, habercilik açısından gazetelere olduğu gibi, TV de İnternet'ten izlenecek anlaşılan.

Sonra belgesel kanalları içerisinde bir kanal var. Avcılar hayvanları nasıl öldürüyorlar, onu gösteriyor. Bu kanalın belgesel kanalları içerisinde ne işi var? Çocuklar zap yaparken yanlışlıkla görseler, psikolojileri bozulur. İmkan olsa da ben o kanalı paketimde hiç görmesem süper olur mesela.

Sadece yerli yayınlar değil Discovery Channel'ın yayınladığı pek çok belgesel de benzer tatta. Ben uzayla, bilim tarihiyle, quantum fiziğiyle, teknolojiyle ilgili şeyleri seviyorum en çok zorlasam MythBusters seyrediyorum ki o da iyice kabak tadı verdi. Neyse hadi bunlar keyfe keder.


Dini kanallar var bir de. Televizyondan dini konularda doğru bir takım bilgiler alınabileceğini düşünmüyorum. Diğer yandan Semerkant Tv kablo TV'de varken, neden A9 kanalı yok merak etmeden de duramıyorum. Şimdi, ama o dini kanal değil eğlence kanalı diyenler çıkabilir. Fena mı? Bir kuşla, iki taş atmış oluruz.


Bir de Teledünya'da Suudi Arabistan Mekke'den, Kabe'den yapılan bir yayın var. Arkada sanırım Kuran okuyor birisi. Görüntüde Kabe'yi tavaf edip ibadet eden hacılar oluyor genellikle. Ben bunu bir türlü anlamlandıramıyorum. Neden böyle bir kanal var diye. Kudüste ağlama duvarı, Roma'da Vatikan için aynısı yapılsa, benim açımdan izlenme etkisi bir o kadar az olur. Diğer yandan her 3 yeri de bizzat ziyaret etmek isterim. Kendi gözümle görüp, değerlendirmek başka, kameradan hep aynı şeyleri izlemek başka. Gidemiyorsun, bari otur izle demeyin. Bir yerin görüntüsünü izlemek ile orada bulunup havasını içinize çekmek, insanlarla iletişime geçmek kısacası orada anı yaşamak bambaşkadır. İzlemek ile gidip görmek aynı olsaydı turizm diye bir şey olmazdı sanırım. Diğer yandan İnternet'te tonla webcam var, bir yerleri kameranın bakış açısıyla seyretmek isteyen gider bunları izler.

Uzatmaya gerek yok. TV açtığım zaman izlediğim kanal sayısı 10 civarında. Ben neden diğer kanallara para ödüyorum?

Teknoloji bu sorunu 5-10 yıl içerisinde çözecek gibi. Televizyonlar da kısa sürede adapte olurlar. Şimdi bile öncüleri var. İstediğim kanalı izleyip, onun parasını ödesem. Boşa para vermesem, bomba gibi olur.

Diyeceğim budur.

18 Mayıs 2016 Çarşamba

İncir Çekirdeği


İnsan dünyayı dışarıda bırakıp, dikkati sadece ama sadece bir konuya odaklayabilir. Bazen, üzerinde düşündüğü, dostlarına anlattığı ve karşılığında onlardan dinlediği ile dimağını doldurabilir.

Çok ama çok önemli olduğunu düşününüz bir konu üzerinde uzun uzun tartışabilir, fikir beyan edebilir, başkalarının fikirlerini değerlendirip bir sonuca ulaşabilirsiniz. Kimi zaman vardığınız yerin pratik bir faydası olmaz. Ancak yine de aklımızın bir köşesinde ya da bir günlük sayfasında durmasının sakıncası yoktur. Zamanı geldiğinde, belki de insanlık duvarına malzeme olacaktır. Ya da sadece öylesine yıllarca elde tutulmuş ama işe yaramamış bir çöp.

Kainatın, ya da hadi o kadar büyük tutmayalım ölçeğimizi; dünyanın yaşı ile karşılaştırıldığında çok ama çok kısa olan insan ömrünün bakış açısı ile anlaşılamasa da evrenin bize sorunları çözdürme biçimi budur. Son 5 bin yılda aldığımız yol bizlere müthiş fazla gibi gelebilir ama evren için bir arpa boyu bile değildir. O nedenle, daha üzerinde gidecek uzun bir yolumuz var.

Bu açıdan düşünüldüğünde en boş tartışmalar, fikir değişimleri bile işe yaramaz değildir. Biz bir yere varamasak bile bıraktığımız yerden devam edecek olanlar için bir başlangıç noktasıdır düşüncelerimiz.

Tuğla üzerine tuğla koyarak, bütünün küçük parçalarını tamamlamak biz insanların yapabildiğidir.

Üretmekten, düşünmekten, sorgulamaktan, en iyisi için çabalamaktan hiç vazgeçmeyin.

10 Mayıs 2016 Salı

İnsan Gerçekten Garip


Şu insan gerçekten çok garip, ağaçta yetişen meyveler dururken, yerin dibinde, toprakta patatesi bulmuş, yemiş, fazla yavan mı gelmiş nedir? Kalkmış, haşlamış sonra bir de ezmiş, olmamış ince ince dilimleyip kızartma yapmış ve herhalde kendisi için olabilecek en zararlı ama en lezzetli şeklini bulmuş.

Pişen patates içindeki nişasta vücuda girdiğinde kolayca yağa çevrilip depolanabilen bir şeye dönüşüyor. Pişirmesen pek zararı yok. Karın doyururken, kolayca vücuda yarayan kısmı alınıp kullanılıyor. Gerisi atılıyor. Oysa pişitiğinde yiyenler, yağlanıp, kilo alıyor boşuna.

Her şeyi karmaşık hale getiriyoruz. Bu durum anlık bir şey değil. Uzun bir sürecin sonucu. Binlerce yıllık insanlık tarihinin birikimi bizi içinde bulunduğumuz karmaşaya getiriyor. Her küçük gelişme yeni sorunları ve çözümlerini ortaya çıkarıyor.

At arabaları, buhar kazanlı prototiplere, Ford.'un Model T'si ise Musk'ın kendi kendine giden Tesla isimli elektrikli aracına gelene kadar karmaşık bir gelişim izlemedi mi?

İdeolojiler de böyle karmaşıklaşıyor. Musa'nın basit 10 emri karışık ve anlaşılması zor kitaplara nasıl döndü? Ya ardılı İsa'nın hiç kaleme almadığı öğretisi nasıl birden çok din kitabına dönüştü?

Biraz daha gerilerde cevap var gibi. Eski Mısırda MÖ 1300'lü yıllarda Firavun Amenhotep tarafından ortaya konulan tek tanrılı Aton dini incelenmezse Musa'nın öğretisi biraz havada kalır mesela ;-)

Karmaşık bir yazı oldu patatesten çıkıp at arabasından, Tesla aracına sonra da tek tanrılı dinlerin birbirleri ile olan ilişkilerine değindim. Tam bir çorba oldu.

Tamam işte ben de bunu söylemeye çalışıyorum. İnsan gerçekten garip. "Hadi be, sensin garip" diyenler. Peşinen kabul ediyorum :-)


17 Mart 2016 Perşembe

Yaşar Durakoğlu Anısına

Yaşar Durakoğlu

Bahçelievler Deneme Lisesi Emekli Müdür Yardımcısı Yaşar Durakoğlu. Sanat Tarihi dersi öğretmeniydi.

13 Mart 2016 tarihinde terör örgütünün gerçekleştirdiği patlamada Kızılay'da yaşamını yitirdi.

Orada yaşamını yitiren diğer iyi insanlardan biriydi.

Huzur içinde yatsın.

Arada sırada Bahçelievler'de 7. caddede karşılaşırdık kendisiyle. Artık görüşemeyeceğiz.

Yapılan haksızlık, birinin yaşamını elinden almak, dayanılır gibi değil.

9 Mart 2016 Çarşamba

Neyi Süpürüyoruz?


Temizlik yaparken o rengarenk eşyalarla dolu evinizden nedense gri bir toz çıkar. Biraz tüm bu renklerin karışımından, biraz da derinizden dökülen ölü hücrelerden gelir bu renk.

Cildimiz kendini 28 günde bir yeniler. "Bir iki yılda, bir evden süpüre, süpüre kendi ağırlığınız kadar ölü hücre döküntülerini atarsınız." Diye düşünmeyin! Sadece dökülen üst tabakadır. Evet o gri tozun içindekilerden bahsediyorum. İnsanın ömrü boyunca döktüğü toplam deri hücresi ağırlığının 18 kilo kadar olduğu söyleniyor.


Garip bir durum. Ölünce, törenler yapıp özenle ortadan kaldırdığımız bedenimizden her gün ölüp dökülen hücrelere pislik muamelesi yapıyoruz. Biraz garip bir çelişki öyle değil mi?

Şöyle de düşünebiliriz: Fiziksel açıdan birkaç yıl içerisinde yepyeni bir kişi olacaksınız. Neden bilgilerinizi artırıp, iyi yönde gelişmek için çabalamayasınız ki? Pekala düşünsel olarak da eskisinden daha iyi ve gelişmiş, değişmiş biri olmak mümkün. Tabi bu evlilik programları, 3 saatte bir bölümü izlenen dizileri seyrederek olamaz. Bir iki kitap okumak iyi başlangıç olabilir ne dersiniz. Hiç yoksa belgesel kanallarına bakın. ;)

4 Mart 2016 Cuma

Kendini Yeniden Yaratmak


Kendini bulmak diye çok bahsedilir. Önemli bir aşama olmakla birlikte, bir sonraki aşamayı yani kendini gerçekleştirme aşamasını yaşamazsanız pek bir önemi yoktur.

Kendi durumumuzun farkına varmak önemlidir. Farkına varmak, objektif olarak içinde bulunduğumuz düşünce durumunun ne olduğunu anlamaktır. Kendimizi zannettiğimiz gibi değil de, bağımsız üçüncü bir gözlemcinin tam olarak ne, nasıl ve neden öyle olduğumuzu anlaması gibidir.

İçinde bulunduğunuz durumu anlamak, onu düzeltebilmek için bir fırsat yakalamanızı sağlayabilir.
Görsel bu siteden alınmıştır.  

Kendini anlamanın önemli bir avantajı, olumsuz olan yönlerimizi düzeltebilmek için bize imkan sağlamasıdır. İçinde bulunduğumuz durumun farkına varırsak onu düzeltme gücünü elde ederiz.

"İyi bir insanı, daha iyi biri yapma" da diyebileceğimiz kendini yeniden yaratma kavramı, işte budur.

Tabi kendini yeniden yaratırken çevremizde gördüğümüz ve kimyamıza uymayan bir metamorfozdan bahsetmiyorum. Köpeklere özenip, onlar gibi olmaya çalışan bir koyunun gülünç durumuna düşmemek lazım.



İşe nereden başlamalı?

Kendini yeniden yaratmak, aslında oldukça planlı bir iştir. Böyle bir işe başlamadan önce, elinizde bir taslak bulunmalıdır. Granit bir bloka rastgele vurduğunuz keski darbeleri ile bir eser meydana getiremezsiniz. Sadece parçalanmış bir taş yığını ortaya çıkar. Bir planlama ve hedef bu nedenle gereklidir.


Taş blokunu gördüğünüzde ona vereceğiniz şekli zihninizde planlamalı ve hedefiniz olan mükemmel esere ulaşmak için de, her darbesi ustalıkla ayarlanmış vuruşlar yapmalısınız. Son darbeye kadar ortaya çıkacak eser tamamlanmamıştır. Üstelik son darbede oluşturabileceğiniz bir çatlak ile tüm çabanız boşa gidebilir. Zor mu görünüyor? Olabilir bu İnsanlığı asırlar boyunca harikulade heykeller yapmaktan alıkoymamıştır. Yani yapılabilir.

Aynı şekilde kendinizi yeniden yaratmada önünüzde zorluklar olabilir ve başarısızlıklarla yüz yüze gelebilirsiniz. Bu gibi durumlarda vazgeçmek kaybetmenize yol açacaktır. Bu nedenle hedefinizden asla vazgeçmemelisiniz.

Hiç bir zaman erişilemeyecek de olsa mükemmelik iyi bir hedeftir.
Görsel şu adresten alınmıştır.
Kendini yeniden yaratmada nihai bir hedef bulunsa da bu aslında hiç bir zaman gerçekleşmeyecek hayali bir hedeftir. Dikkat edilirse, mükemmel bir heykelin bile  pek çok hatası bulunabilir. Kendini yeniden yaratmış bireyde de hatalar, aksamalar olacaktır. Ancak başlangıç haliyle karşılaştırıldığında alınan yol ortaya çıkabilir.

Örneğin günü yaşayan, zamanın bile pek farkında olmadan ve kendini geliştirmeyen, öğrenmeyen, pek düşünmeyen bir birey ile kendini yeniden yaratmış, kendinin, toplumun, dünyanın ve evrenin farkında olan bir bireyin arasında önemli bir fark vardır.

İyi bir insan ile daha iyi bir insan arasındaki fark gibi. İyi bir insanın daha iyi bir insan olmak gibi hedefe ulaşmak için çabalaması anlamsız gelebilir. Zaten kendisinin farkında olan ve bu nedenle de iyi olan biri amacına çoktan ulaştığını düşünebilir. Kendini yeniden yaratmayı beceren ve daha iyi biri olan ise aradaki farkı ve gelişmeyi anlayabilecek olan bireydir.

10 Şubat 2016 Çarşamba

Ait Olmak Mı? Birey Olmak Mı?


Kişisel gelişim için tek bir yöntem yok. Kendini geliştirmek için, kişisel farkındalık yani gelişme gereğini anlamak ve bu yolda ilerlemek için karar vermek önemlidir. Bu durumda bireyin karşısına pek çok yol, kimi zaman patika çıkar. Bireyin nereden gittiği önemlidir. Hedefe ulaşmak için belirleyici olan kriterlerden birisi, tercih edilen yoldur.

Konuyu somutlaştırmaya çalışalım. İnsan kendini bulmak için bir gruba dahil olmayı tercih edebilir. Burada bardağa doldurulan su gibi bir durum söz konusudur. Bardak nasıl bir şekle sahipse onu dolduran su da onun şeklini alır. Gruplar yeni gelenlerin varlığı sayesinde varlıklarını koruyabilirler. Bardağa su eklenmezse buharlaşma gibi nedenlerle içindeki su azalacaktır. Bardağın su için son derece sınırlı ve belirleyici olduğunu düşünebilirsiniz. Sıkı kurallarla sınırlanmış bir grubun zamanla bu kuralları korumakta ısrarcı olması, yani gelişmemesi halinde bozulması ve dağılması da mümkündür. Tıpkı içerisinde donan suyun bardağı kırması gibi.

Grup içi dinamikleri fazlaca kompleks olabileceğinden kişisel gelişim konusunda işi zora sokabilirler. Bir grupta kendiniz olmak zor, diğerlerine benzemek ise daha kolaydır. Ancak diğer yönden başkalarına benzemek eşsiz olmanıza değil, tekdüze olmanıza neden olabilir.

Grup esnek kurallara sahip ve üyelerini özgür bırakan ve onların kendilerini geliştirmesi için destekleyip, bunun için çözümler bulmalarına yardımcı olan bir yapıda da olabilir. Ancak bunun gruplar için bir istisna olduğunu akılda tutmakta fayda var.

Modern toplumda kimi zaman bir gruba dahil olmadan kendini geçekleştirmek daha kolay, masrafsız, basit ve hızlı olabilir. Gelişmiş ülkelerde toplum, esas itibariyle gruplardan oluşan değil, bireylerden oluşan bir yapıya sahip olduğundan, bireysel ilerleme daha kolaydır. Yaratıcılığın önüne konulan her engelin toplumun ilerleyişini yavaşlatması söz konusudur.

Modern toplum mevcut durumuna bedelini ödeyerek ulaşmıştır. Deneyimlerin sonucu, tek tek bireylerin yükselişinin toplumu daha kolay bir şekilde ileri taşıdığını göstermiştir. Böyle toplumlarda kendinizi ne kadar geliştireceğiniz konusunda belli bir yere kadar toplumdan destek alırsınız. Daha ilerisi için ise kendi çabanızı ve yeteneklerinizi göstermeniz gerekir.

Birey olmak ya da ait olmak toplumun gelişmişlik düzeyine göre biri ya da diğeri şeklinde tercih etme zorunluluğuna götürse de, her ikisinin de bireyin kontrolünde bir arada yaşamaması için bir neden bulunmamaktadır. Sivil toplum kuruluşlarında görevler almak ve yaşantınızı daha keyifli ve hedeflerle örülü bir hale getirmek güzel olabilir.

Unutmamalı ki bizlerden geriye kalacak eserler içerisinde, katıldığımız topluluklara verdiğimiz katkılar önemli bir ağırlık taşıyabilir.

18 Aralık 2015 Cuma

Sirius Tohumları

gaz ve toz...

16 Mayıs 1991 Bolu Abant, Turban Otelinin giriş kapısının az ilerisinde ayaklarını sürüyerek yürüyen 25 yaşlarındaki delikanlı patika yolda durdu. "Mayıs sabahında güneşli Ankara'dan kalkıp neden buralara geldim? Ne işim var bu iç karartıcı yerde" diye düşündü. Ayna gibi göl manzarası harika görünüyordu. Dağların eteklerine kadar inmiş olan bulutlar yer yer yükseklerdeki çam ağaçlarını yalayarak nazlı nazlı hareket ediyordu. Bulutların ardında bir yerlerde güneş vardı elbette ama sabahın sekizi olmasına rağmen alaca karanlık sürüyordu. "Ne işim var benim burada" diye kendi kendine bir kez daha sordu.

"Bulutlar" denildiğinde hep aklına gelen şeyi hatırladı. Gaz ve toz bulutları bir araya gelip, güneş sistemlerini oluşturuyordu. İlkokul çocuğu kafası ile bir türlü gökyüzündeki bulutların ve babaannesinin hiç durmadan süpürüp, temizlediği evindeki tozların nasıl olup da güneş sistemini oluşturduğunu bir türlü kavrayamıyordu.

Bulutlar; ışığı, güneşi kapatan bulutlar, hiç güneş sistemi olurlar mıydı?

İnsanlığın geçmişten geleceğe ilettiği pek çok bilgi gibi bu ilkokul bilgileri de eksik ve eskiydi. Dahası 60'lı yılların sonunda kitabı hazırlayanlar, büyük patlama gibi bir teoriden habersizdi. Ya da evrenin olası 13,8 milyar yıllık varlığından. Buna karşın, evrenin çapının 93 milyar ışık yılı olması nedeniyle büyük patlamanın hiç olmadığı üzerine oluşturulan teoriden de habersizdi yazarlar.

Çocuk kafasında, o zamanlar evdeki süpürülen tozların ve bulutların bir araya gelip de gezegenleri oluşturduğunu ezbere canlandırıyordu işte hepsi o. Ama artık yetişkindi.



Aynı gün gecenin ileri saatinde, aynı patikada buldu kendini genç adam. Canı da sıkkındı zaten, ayağının ucuna gelen taşa şiddetle vurdu. Çarpışmanın etkisiyle, hızla havalanan taş, bir süre uçtuktan sonra otelin duvarında patladı. Çarptığı yerde biraz önce kayanın içinde uzunca bir süre hapis kalmış parçalardan cüce bir dağ oluşmuştu.

Yere düşmüş parçalardan birkaçını eline aldı. Sağlam bir taş gibi duran parçalar ufalanıverdi. Küçük kaya parçası nasıl da paramparça oluvermişti? "Aptal kil parçası seni" dedi.

Sabah dağlardan sis gibi inmiş bulutlar kaybolmuştu. Kafasını kaldırdı. gökyüzünde diğerlerine göre belirgin olarak parlayan bir noktaya takıldı gözü "Sirius" diye düşündü. O zamanlar baktığı o noktada aslında birbirinin etrafında dönen iki yıldız olduğundan da haberi yoktu. Gördüğü, konuştuğu, sevdiği, sevmediği her şeyin aslında yıldız tozu olduğundan da bihaberdi. Aslında yıldız tozlarının da maddeye dönüşmüş enerji olduğunu bir anda anlasa oturduğu koltuktan yer düşerdi. Neyse ki henüz bunları bilmek için çok erkendi.


15 Aralık 2015, Salı, Gecelerden Sirius...

Ruhi, sohbet sırasında Ona, Afrika'da Mali Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan bir ilkel topluluktan, Dogon'lar kabilesinden bahsetti. Bu kabiledekilerin  nesilden, nesile aktararak muhafaza ettikleri bilgileri 1930'da etnolog Marcel Griaule modern dünyaya aktarmıştı. Kabiledekiler dünyanın yuvarlak olduğundan, güneşin etrafında döndüğünden yörüngesindeki uydusu ayın da dünya etrafında döndüğünü bildikleri gibi, Sirius-A ve Sirius-B'nin varlığından haberdardırlar. Bu bilgi ancak güçlü bir teleskobun varlığı halinde edilinebilmektedir (tabi kabilenin ortaklaşa kurup işlettiği bir gözlemevi falan da yoktur ortada). Kabile, üçüncü bir yıldızın varlığından daha bahsetse de bu bilgi henüz kanıtlanamamıştır. Daha ilginci Sirius-B'nin yoğun kütlesinden da haberdardır kabiledekiler. Asıl şapkayı uçurtacak konu ise hayatın tohumlarının Sirius'dan geldiğini söylemeleridir. Ruhi, atalarımızın Sirius'dan gelmiş olabileceklerini düşündüğünü söyler.

3,8 Milyar yıl önce dünyada bir gün...

Hayat başlangıcı hakkında pek çok söylence var. Belki de atalarımız dünyamıza uzaydan geldiler. Ancak gemileriyle değil. Zaten buna gerek de yoktu. Atalarımız zeki canlılar da olmayabilirler. Sirius yıldızlarının çevresinde dönen bir gezegende korkunç bir sonla yüzleşmiş olabilirler. Üzerinde canlıların ve pek tabi bakteri ve virüslerin de yaşadığı bir gezegen, kendisine çarpan dev bir meteor ile üzerindeki tüm canlılığı kaybeder. Ancak ufalanan parçalar üzerinde, uzayın çetin şartlarında hayatta kalmayı başarabilen bakteriler, uzunca bir yol katettikten sonra yollarına çıkacak ilk uygun gezegeni "enfekte" etmek üzere sabırla yolculuklarının bitmesini beklemektedirler.

Hikayenin başında Abant Turban Otelinin duvarında patlayan bir kil parçası vardı hatırlıyor musunuz?


İşte bundan tam 3,8 milyar yıl önce Sirius yıldızlarının parçalanan bir uydusundan gelen yüzlerce ufak tefek kaya üzerindeki kaçak yolcularıyla birlikte güneş sistemimize girdiler. Bunlardan birkaçı da dünyamıza isabet etti. Uzun yol boyunca hayatta kalabilen bazı bakteriler dünyaya uyum sağlayıp uygun ortamda çoğaldılar. Hikayeyi anlatan ben değil miyim? Derim ki: Önce Mars'a düştüler, milyonlarca yıl sonra Marsa çarpıp kayaları uzaya fırlatan bir başka meteorla dünyaya geldiler.

Bu nasıl bilim kurgu öykü? Uzay gemilerine atlayıp gelen uzaylı canlılar nerede?

Aslında ben de, tam olarak da onlardan bahsediyordum. Atalarımız 8,47 ışıkyılı uzaklıktaki Sirius yıldızlarından bir kaç yüz milyon yıl süren bir yolculukla dünyamıza gelmiş olabilirler. Olasılık o kadar düşük ki bu yazıyı öykü yapan da bu düşük olasılık işte. Bakış açımızı geleneksel bilim kurgu öykülerinden daha geniş tutalım sayın okur! Basit olan, kimi zaman çok daha akla yakın olabilir. O kadar mesafeyi aşacak karmaşık bir canlı yerine yaşam standartları çok daha düşükken hayatta kalabilen bir diğerinin (bir bakteri mesela) gelmesi çok daha fazla mümkün.

Dogon'lar...

Hani şu çokbilmiş kabile vardı ya işte onlar. İnsanlık tarihi pekala birkaç büyük unutuş yaşamış olabilir. Büyük yıkımlar nedeniyle, bilginin saklanabilmesi mümkün olmadığından, çoğunluğu unutulmuş olsa da bilgi kırıntıları kalmaz mı?

Disiplinli topluluklardan kalan bireyler, ya da inisiye topluluklar; kulaktan kulağa aktararak Dogon'lar gibi bize: "Nasıl bilebilirler bu ilkelcikler" dedirten bilgi kırıntılarını aktarıyor olabilirler.

Öyküye dönelim biz.

Felaket... 14 Nisan 3564, Salı, Hesap Günü

Dünya tektonik hareketlerin aşırı artması nedeniyle kabukta biriken gücün etkisini göstermesi ile yıllar süren ve tüm kara ve denizlerin etkilendiği 100 yıllık bir depremler dönemine girer. Kimi yerde 7 şiddetinde yaşanan düşük güçlü depremler olsa da, 9 ve üzerini geçen depremler nedeniyle dünya üzerinde insan yapısı taş, taş üzerinde kalmaz. O dönemde 149 milyar olan dünya insan nüfusundan 100 yılın sonunda geriye 300 milyon kişi kadar kalmıştır. Ardından geçen 10 bin yılda insanlar yeniden bir uygarlık kurmayı başarırlar. Aralarında ilkel olarak tanımladıkları bir kabileden garip ama teknolojik gelişmeler ile doğrulanabilen bazı bulanık bilgiler aldıklarında ise şaşırırlar. Örneğin bu kabiledekiler dünyanın yuvarlak olduğunu, güneşin etrafında döndüğünü, uydusu ayın da dünyanın etrafında döndüğünü bilmektedirler. Oysa gözlem yapacak hiç bir aygıtları bulunmamaktadır. Sirius'un ise 3 ayrı yıldızdan oluşan bir güneş sistemi olduğundan haberleri vardır. Üstelik de anlaşılması güç bir anlatımla da olsa, hayatın tohumlarının oradan bir yerden geldiğini söylemektedirler. Oysa ses hızını yeni aşmayı başarmış uçan taşıtların gücüyle bile bu yakındaki güneş sistemine gitmek için 200 bin yıl gerekmektedir. Tabi, çoğu gülüp geçerler bu söylenenlere. 100 bin yıl önce yaşadıkları büyük felaketler hakkında ortak akılda kalan söylenceler daha keyiflidir oysa. Çok ileri bir uygarlık, büyük yaratıcının gazabına uğrayıp denizin dibine batmıştır. Tufandan kurtulanlar ise şimdiki uygarlığı kuran atalarıdır.

En Güvenilir Bilgi Saklama Aygıtı...

Tarihi kayıt altında tutan ve bunu sonraki nesillere ulaştırmayı becerecek insan temsilcileri büyük bir iş başarmış olacaklardır. Kitaplar, taşlara kazınmış kitabeler, plaklar, cdler, sabit diskler ve benzerleri (günümüzde pek çoğu kısa sayılabilecek insan ömrü döngüsü içinde parladı ve yok oldu) insanlık tarihi boyunca bilgi koruma işini yapmayı becerdiğini ileri süren teknolojilerin icatları uzun ömürlü koruma ve saklama yapamadıkları için bir gün bunu yapmak yine bizim hafızalarımıza kalacaksa; iletilen bilgiler bozulmuş, değiştirilmiş, deforme olmuş olabilir. Ancak içlerinde az da olsa gerçek bilgi kırıntıları bulunabilir. Tıpkı Abant Turban Otelinin duvarında patlayan taşın arkasından, duvarda kalan iz gibi.



Bizden önce yaşamış ve burada olmamıza neden olmuş atalarımızı saygı ile anarak... (her kim ve neyseler).

25 Kasım 2015 Çarşamba

Karanlıktan Gelen Tehlike


Bir gün karanlıktan bir göktaşı gelip, her şeyi bitirecek mi?

Karanlık Hakimiyetinde Bir Evren

Uzay bizler için büyüklüğü anlaşılması çok zor bir yer. Yirminci yüzyılda insanların bir kaç kez ulaşıp üzerinde kısa bir süre durduktan sonra geri dönebildikleri tek gök cismi ise dünyamızın uydusu ay. Mars'a doğru 5 yıl önce yola çıkması planlansa da ancak 2030'da fırlatılan Falcon Heavy önemli bir dönüm noktası oldu. 2042'ye gelindiğinde 25 koloni Mars'ta yaşamaya başlamıştı. 18. koloniyle birlikte gidenler arasında Arla Çelikter'in amcası ile amcasının eşi de vardı. Zaman zaman onlarla görüntülü mesajlaşmak ve Mars'taki kolonilerin verdikleri yaşam mücadelesini kazanıyor olduğunu görmek Arla'yı keyiflendiriyordu. Genç kızın, Ankara Üniversitesi Astronomi bölümünü kazandığı 2034'de Mars'taki 14 koloninin zor şartlarla savaşı henüz yeni başlamıştı. Okul bittikten sonra, bilim aşkına yenilmiş ve önceleri Kreiken Rasathanesinde daha sonra da yeni inşaa edilen Datça Şenavcı Gözlemevi'nde mutlu bir çalışma ortamında, evrenin derinliklerine birkaç duyu organıyla birden bakıyordu, dinliyordu, adeta karanlığın içerisindeki bir avuç yıldız tozundan her şeyin teorisini yavaş yavaş tamamlıyordu. Ancak ilerleyen günlerde tanıklık edeceği olaylar hayatını değiştirecekti.

Tehdit

Her ne kadar güneş sistemi içerisinde göreli olarak korumalı bir yerde duran bir yer de olsa dünyamız daha önce de karanlıktan gelen tehditler ile yüzleşmişti. Bir gök bilimci için de böylesi tehdit oluşturabilecek gök cisimleri hep ilginç bir alandı. Arla'nın doktorası işte bu türden gök cisimleri üzerineydi. Karanlıktan gelecek tehlike eğer yeteri kadar büyük ve hızlı ise üstelik bir de yolunun üzerinde bir yerde Dünya'nın yörüngesiyle kesişiyorsa aslında fazla yapacak bir şey de kalmayabilirdi. 60 milyon yıl kadar önce dünyaya çarptığında fareden daha büyükçe canlıların tamamının yeryüzünden silinmesine neden olan göktaşı gibi bir başkasının da dünyaya çarpması ihtimali düşük de olsa hala vardı. İhtimal küçük, tehdit ise büyüktü. Mars, insanlığın ilk kolonisi ve belki de hayatta kalma şansını artıracak bir alternatif olma özelliği nedeniyle pek dillendirilmese de bilim insanlarının aklının bir köşesinde yer edinmişti. Bir göktaşı gerçekten de dünyadaki hayatın sonunu getirebilir miydi?

12 Ocak 2042 
Aslında diğerleri gibi sakin başlayan bir kış gecesiydi. Gökyüzü tertemiz Datça semaları da oldukça açık görüş verecek düzeyde yıldızların ışıkları ile aydınlanıyordu. Gecenin bir yarısında gözlemevinin giriş kapısındaki konuşma sisteminden gelen çağrı ile irkildiler. Ses tanıdıktı. Türker heyecanla bağırıyordu. Açın şu meredi bulduğum şeye inanamayacaksınız!

Açılan kapıdan koşarak yanlarına gelen arkadaşları Arla'nın bilgisayarının başına geçti. Nefes nefese, "az önce Bruno derin uzay teleskobundan aldığım şu verilere bakın! Yaklaşık yarım ışık yılı uzaklıkta bir cisim tespit ettim. Eğer bir hata yapmadıysam 2046 gibi ya bize çarpacak ya da çok yakınımızdan geçecek".

Doğrulama

Türker'in bulduğu asteroid ve yörüngesi dünyanın farklı gözlem evleri tarafından da yapılan incelemeler sonucunda doğrulandı. 2042 TU ismini alan C tipi asteroid tüm dünyada uzunca bir süre gündemi meşgul edecekti. Arla ise 2 yıl boyunca asteroidin yapısını inceledi ve neden oluştuğunu çözmek için çalıştı. İyi haber, az miktarda silisyum, genellikle donmuş su içeriyor olması, kötü haber ise boyutunun oldukça büyük olmasıydı. 750-830 metre çapında bir göktaşı dünyaya doğru müthiş bir hızla yaklaşıyordu. Çarpışma gerçekleşirse bunun pek de iyi sonuçları olmayabilirdi. Dünya yeni bir yıkımın eşiğine mi gelmişti? Jüpiter'in etkisi ile yörüngesi sapabilecek gibi de olsa kaçınılmaz çarpışma anı giderek yaklaşıyordu. İnsanlığın ise yapabileceği fazla bir şey yoktu.

16 Eylül 2046

Hesaplanan çarpışma tarihi 16 Eylül 2046 Pazar günü olarak çıkmıştı. Eldeki teknolojilerin hiçbiri ile bu boyuttaki bir göktaşını durdurmak mümkün olmasa da güneşin etkisi ile göktaşındaki su molekülleri ısınıp arkasında uzunca bir kuyruk bırakmaya başlamıştı. Arla, kütle kaybının hesabına göre dünyaya yaklaşırken cismin 16'da 1'inin bu yolla uzaya dağılacağını buldu. Ancak yine de gelen cisim nasıl bir felaket getirecek, bilmek güçtü. Ta ki, dünyaya yeterince yaklaşana kadar.

Arla 5 Ağustos 2045 gecesi 22:43'e kadar Datça Şenavcı Gözlemevinde Bruno derin uzay teleskopu sırasının gelmesini bekledi. Kontrolün kendisinde olduğunu belirten sesli uyarı mesajını alınca teleskopun 2042 TU göktaşına dönmesini ve spektrometresini çalıştırmasını istedi.

Gerçekten de taşın çoğunlukla su içerdiği bir kez daha ancak bu defa daha iyi bir kesinlikle ekranda belirdi. -Kahretsin çarptıktan sonra geride göktaşından bir şey kalmayacak galiba, diye mırıldandı.

Sonuç ekranında birkaç bildik karbon bazlı molekül de sıralandı. İçlerinden biri kırmızı ile belirtilmekteydi. Daha önce dünyada rastlanmayan bu molekül ne olabilirdi? Üstelik molekülün miktarı dikkate alındığında göktaşının genel kütlesine göre yüzde 16,58 gibi bir yoğunluk dikkat çekiyordu. Paylaş tuşuna dokundu. Konu için ilgi belirtmiş tüm bilim insanlarına durumu duyuran bir bilgi iletisi gönderdi. Daha sonra gecenin devamını Datça'nın deniz kenarındaki kahvede, kah yıkık iskelenin siluetini aydınlatan Ayın soluk ışığını, kah Simi (Sömbeki) adasının hayalet gibi dans eden kıyı ışıklarını izledi. Bir sene sonra bütün bu güzellikler kaçınılmaz bir felaketin etkisinde mi kalacaktı?

Bulgu tüm dünyanın bilim çevrelerinde ilgi ve şaşkınlıkla karşılandı. Ancak bu güne kadar dünyada rastlanmamış ya da üretilmemiş bir molekül yapısının ne olduğu ya da ne tür bir etkisinin olacağı hakkında kimse bir fikir ileri süremedi. Kaçınılmaz çarpışmaya ise haftalar kalmıştı. 12 Ağustos sabahı Arla uyandığında ilk iş olarak Ohio Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi Biyokimyacı Raj Suresh Mohinder molekülün yapısının sarin gazını andırdığını ancak daha önce tespit edilmemiş yapının ne tür bir etkisinin olacağı konusunda bir şey dile getirmenin ancak spekülasyon olabileceğine ilişkin mesajını izledi.

Dünyanın Sonu mu?

Akşam üzeri saat 5 gibi Arla bilgisayarın çıkarttığı olası senaryoların karşılaştırıldığı ekrana bakarken umutsuzca tırnaklarını yiyordu. Çarpışmaya sadece birkaç ay kalmıştı. Panik havası yerine dünya genelinde garip sayılabilecek bir dinginlik hakimdi. Borsalar bile durumdan fazla etkilenmemişti. Sanki dünyanın sonu hiç gelmeyecek gibi alıp-satmaya devam ediyorlardı. Aslında belki de böylesi daha iyi idi. 2026 büyük küresel depreminden sonra yaşanan panik ile depremde kaybedilenden çok can ve mal kaybı olmuştu. İnsanlık, eskisine göre çok daha iyi ders alıp, gelecek nesillere miras bırakabiliyordu artık. Ancak, göktaşından sonra geride kalacak nesiller insanlar değil de, fındık faresinden küçük canlılar olabilirdi. Bunları düşünürken kolu kallavi boydaki kahve kupasına çarptı. Yer düşüp kırılan kupa özel kaplama zeminde bir çukur oluşturdu. Dökülen kahve çukuru yavaşça doldurdu. -Al işte, dünyadan önce odanın zemini gitti gümbürtüye. Diye hayıflandı Arla. Türker'in kahkahası havayı rahatlattı. Ardından, "- bizim taşın büyük ihtimalle Hint okyanusunda Nouvelle Amsterdam adası yakınlarına isabet etmesi beklendiğinden Asya ve Avustralya kıyılarını vurabilecek Tsunami ihtimaline karşı, tüm kıyı bölgelerinden 10 kilometre kadar içerilere taşınmaya başlayanlardan daha şanslı olabiliriz. Ama yine de o yerdeki izi tamir ettirmek için üniversiteden ek ödenek almana gerek olmayabilir." deyip göz kırptı. Arla Türker'e dönüp suratını buruşturarak iyi ki bilim adamı olmuşsun. Komedi yapmaya çalışsan izleyicilerin sıkıntıdan kuruyabilirlerdi dedi. Türker, "-Gel sana kıyıdaki balıkçı mezat yerinin yanındaki kahvede çay ısmarlayayım" dedi. Kafasıyla onaylarken Arla, çantasına tabletini attı ve gözlemevinin ön kapısından çıktılar. Yakınlardaki rüzgar enerjisi santrallerinin kanat gürültüsünden başka bir sesin duyulmadığı dinginliğin devam edip etmeyeceğini düşünürken kaskını takıp, Türker'in elektrikli motorunun arkasına binmişti bile.

16 Eylül 2046 Pazar Saat 16:37

Göktaşı artık uzay istasyonları ve bazı uydulardan yaklaşık 10'den beri izlenip dünyanın her yerindeki izleyiciler tarafından an be an takip ediliyordu. Sanki insanlık kendi sonunu bir televizyon programı izler gibi izliyordu. Ekranın başından kalktıklarında kapısı kapalı olan küçük dairelerinin kendilerini koruyabileceği düşüncesi bilinç altlarına yerleştiğinden, sanal bir güven duygusu içerisinde rahat uyuyabiliyorlardı. Arla ve gözlemevi ekibi ise neredeyse son bir haftadır günde birkaç dakika kestirmenin dışında büyük bir çaba ile uykusuz geçiriyorlardı günleri.

Hesaplanan yere çarpacağı kesinleşen göktaşı 16 Eylül 2046 Pazar günü saat Çin Yerel Saati (CST) ile 16:37'de saniyede 68,5 km hızla atmosferden içeri girdi. Olayı gözlemevinin büyük ekranından izliyorlardı. 2 uydu ve bir uzay istasyonu ve 15 kilometrede uçan insansız hava araçları dünyanın sonunu naklen aktarıyorlardı.

Sonunda atmosfere giren göktaşı sarı bir topa dönüştü, anlamıyorum diye mırıldandı Arla, sodyum nereden çıktı? Hemen ardından rengi mora dönünce -HADİ CANIM diye bağırdı. Şimdi de kalsiyum yanıyor! O sırada ekranlardaki boyuta ilişkin göstergeler hızla değişmeye ve göktaşı parçalara ayrılmaya başladı. Şimdi atmosferde yanmaya devam eden parçaların rengi kırmızıya dönmüştü. -Bu iyi işte diye bağırdı Arla. Nitrojen ve Oksijen yanıyor şimdi de. Biraz sonra o koskoca taştan geriye sadece yoğun miktarda buhar kaldı. Birkaç yüz irili ufaklı parçacık yollarına devam edip yolculuklarına okyanusun derinliklerine doğru devam ettiler. Ancak parçalanan dev kayadan geriye pek dikkate değer bir şey kalmamıştı.

Arla ve Türker, ne oldu şimdi bakışlarını yakaladılar o anda. Gerçekten ne olmuştu? Atmosferde yayılan dumanımsı katman Avustralya kıyılarından Tibet'in yamaçlarına kadar büyük yarıçapta bir alanı gri-beyaz bir örtü ile örtmüştü. Ancak birkaç gün içerisinde tüm bu parçacıkların dağılacağını hesaplayabiliyorlardı.

Rahatlamışlardı. Bir yandan da gelen görüntülü görüşme isteklerini yanıtlamaya çalışıyorlardı. Gözlemevi bağıra çağıra konuşan neşeli 6-7 bilim insanının sesleri ile dolmuştu. Bu durum bir kaç gün daha devam etti. Etkileri anlamaya çalışmaları ise daha uzun sürecek gibiydi.

Etki!

Bir ay kadar sonra dünya liderlerinden gelen barışçıl açıklamalar yanında dünyanın çeşitli yerlerindeki yerel çatışmaların pek görülmemeye başlaması Arla'ya ilginç gelmeye başlamıştı. Göktaşı ile ilgisi olabilir mi diye Suresh'i aradı. Suresh ise kendisini eskisinden çok daha iyi hissettiğinden ama nedenini bilmediğinden bahsetti. Bu arada dağılan bulutun tüm dünyaya yayılmış olabileceğinden ancak eser miktardaki yabancı karbon bileşiğine rastlamadıklarından bahsetti. Belki de iyonize olmuştur hepsi diye ekledi. O sırada, Arla'nın gözü yanıp sönen haber ekranına takıldı. -Bunu görmelisin Suresh, bunu görmelisin! diye bağırdı Arla. O sırada çalışma arkadaşlarından Erhan ve Gökçe yerlerinden kalkarak Arla'nın yanına gelip, merakla ekrana baktılar. İsrail yetkilileri bir açıklama yapıyordu. Filistin ile kalıcı barışın sağlandığını ve iki ülke sınırlarının kaldırıldığını, tarafların barışı sürdürmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya kararlı olduklarını açıkladılar. Suresh araya girdi, "hey Hindistan'da farklı etnik gruplar arasındaki çatışmalar da bir süredir bitmiş gibiydi, sonunda insanoğlu aklını başına aldı gibi" diye araya girdi. "Arla, tamam eğer başkaca bir etki tespit edersen haber ver olur mu" dedi. Suresh "hey, bu göktaşından mı oldu diyorsun yani?" diye sordu. Arla, "Belki" dedi. Belki!

Türker, içeri geldiğinde yüzü gülüyordu. Aşırı dincilerin azılılarından olan bir grup teröristin nette bir açıklama yaparak, artık kimseye kötü bir yaklaşım göstermeyeceklerini ve tüm dünya insanlarını inançları ya da inançsızlıkları ne olursa olsun, kardeş olarak göreceklerini açıkladıklarını söyledi. Kafasını ekrandan kaldıran Gökçe, bir süredir medyum ve falcıların ortada görünmediklerinden hatta eğlence olarak baktığı fal sitelerinin pek çoğunun kapandığından bahsetti. Arla, "fal sitelerine mi bakıyordun" diye şaşkınca sordu. "Biliyorum, bana da eskisinden daha anlamsız geliyor" diye cevapladı Gökçe. Takip eden günlerde benzeri açıklamalar birbirini kovaladı. Cinayetler ve soygun haberleri ise artık görünmez olmuştu.

Bir kaç ay içerisinde pek çok ülke sınırlarını ve girişlerde belge kontrolünü ve vizeleri belirsiz bir tarihe kadar kaldırdığını açıkladı arka arkaya. Rutin askeri görev ve manevralar ise gereksiz bulunmaları nedeniyle arka arkaya iptal edilmeye ve kaynakları bilimsel araştırmalara ayrılmaya başladı.

Huzur

Göktaşından beri, dünya eskisinden çok daha huzurlu bir yer haline gelmişti. İnsanlar birbirlerine ve doğal çevrelerine karşı eskisinden çok daha anlayışlı ve saygılıydılar. Son birkaç ayda hiç bir çatışma ya da terör olayı gerçekleşmemişti. Bilim dünyası sıradan insanların beyin görüntüleme sonuçlarını incelemeye başladı. Belirgin bir değişiklik bulamadılar. Sadece, amigdala olarak adlandırılan bölümde (*) belli belirsiz bir faaliyet azalması tespit edilebildi. İnsanlar, eskisine göre daha huzurluydu. Pek çok ünlü net sitesi ve televizyon yayınlarında: "Sonunda barışı ve huzuru bulmak için başımıza taş düşmesi gerekiyormuş demek." "Dünyada olmayan barışın uzaydan tepemize inmesi komik oldu." gibi yorumlar yapılıyordu.

...

Görüldüğü kadarıyla küresel bir felaket olması beklenirken, evren Dünya'ya acımış ve ilkel taraflarımızı törpüleyecek bir çözüm getirmişti. Belki de, Cennet gökten dünyaya düşmüştü.

(*) Beynin tehdit anında hızlı tepki vermesini sağlayan evrimin ilk dönemlerinde beynin üst katmanından önce geliştiği düşünülen kısım. 

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...