25 Mayıs 2016 Çarşamba

İzlemediğim Kanala Neden Ödeme Yapayım?


Televizyon izleme oranları gerileyip, İnternet'te geçirilen zaman artıyor. Neye mi dayanıyorum? Öncelikle sandalyenin arkalığına, sonra geçen gün Twitter'da görüp, şimdi bulamadığım bir istatistik sonucuna istinaden yazıyorum. Bunda televizyonun içerik olarak bekleneni vermemesinin etkisi büyük. Üstelik TV izlemek demek reklam izlemek ya da beklemek anlamına da geliyor. Böyle olunca taş çatlasa 1 saat sürecek bir dizi izleme etkinliği 2 buçuk saat kimi zaman daha da fazlasına karşılık geliyor. İzleyici alternatifi buldu mu kaçar oysa. Diziyi iki gün sonra İnternet'ten kaçak izlerim nasılsa deyip açılan boş zamanda Facebook'da arkadaşlar neler paylaşmış diye gezinmek bunlardan biri mesela. İdeali kitap okumak tabi ama Türkiye'de bunu yapan kalabalık bir kesim de yok.

Asıl söylemek istediğim, yayın platformları ile ilgili. Digiturk, D-Smart, Tivibu, Teledünya, çeşitli paketler ile önümüze geliyorlar. Mesela ben Teledünya abonesiyim 200 küsür kanal var ama pek çoğu ile hiç işim olmuyor. İlk on bildik kanal, anlamsız benim için, Ana akım medya denilen kanalların tamamı suya sabuna dokunmadan ülke yönetimine kızdırıcı bir yanlış yapmama derdinde olur olmaz her şeyi kendiliğinden sansürlüyor. Sadece onlar değil, özel ödeme yapıp izlenilen sinema kanalları bile kimseyi kızdırmama derdindeler. Mesela gecenin bir saatinde bir filmde kadının teki arkası dönük duş alıyor filmde. Amanın o da ne? kadının kalçasını bulanıklaştırıyor adamlar. Yahu hadi sigara içen adamın elini bulandırdınız bizi korumak çabasıyla kadının arkasını neden bulandırdınız? Yoksa duşta arkasıyla sigara içiyordu da onu mu bulandırdınız? Alternatif olarak duruyor gibi yapan Halk TV'de ekranda içinde Atatürk var diye öteberi pazarlıyor. Bu da hoşuma gitmediğinden bir kanal daha gitti listemden. Yakında, habercilik açısından gazetelere olduğu gibi, TV de İnternet'ten izlenecek anlaşılan.

Sonra belgesel kanalları içerisinde bir kanal var. Avcılar hayvanları nasıl öldürüyorlar, onu gösteriyor. Bu kanalın belgesel kanalları içerisinde ne işi var? Çocuklar zap yaparken yanlışlıkla görseler, psikolojileri bozulur. İmkan olsa da ben o kanalı paketimde hiç görmesem süper olur mesela.

Sadece yerli yayınlar değil Discovery Channel'ın yayınladığı pek çok belgesel de benzer tatta. Ben uzayla, bilim tarihiyle, quantum fiziğiyle, teknolojiyle ilgili şeyleri seviyorum en çok zorlasam MythBusters seyrediyorum ki o da iyice kabak tadı verdi. Neyse hadi bunlar keyfe keder.


Dini kanallar var bir de. Televizyondan dini konularda doğru bir takım bilgiler alınabileceğini düşünmüyorum. Diğer yandan Semerkant Tv kablo TV'de varken, neden A9 kanalı yok merak etmeden de duramıyorum. Şimdi, ama o dini kanal değil eğlence kanalı diyenler çıkabilir. Fena mı? Bir kuşla, iki taş atmış oluruz.


Bir de Teledünya'da Suudi Arabistan Mekke'den, Kabe'den yapılan bir yayın var. Arkada sanırım Kuran okuyor birisi. Görüntüde Kabe'yi tavaf edip ibadet eden hacılar oluyor genellikle. Ben bunu bir türlü anlamlandıramıyorum. Neden böyle bir kanal var diye. Kudüste ağlama duvarı, Roma'da Vatikan için aynısı yapılsa, benim açımdan izlenme etkisi bir o kadar az olur. Diğer yandan her 3 yeri de bizzat ziyaret etmek isterim. Kendi gözümle görüp, değerlendirmek başka, kameradan hep aynı şeyleri izlemek başka. Gidemiyorsun, bari otur izle demeyin. Bir yerin görüntüsünü izlemek ile orada bulunup havasını içinize çekmek, insanlarla iletişime geçmek kısacası orada anı yaşamak bambaşkadır. İzlemek ile gidip görmek aynı olsaydı turizm diye bir şey olmazdı sanırım. Diğer yandan İnternet'te tonla webcam var, bir yerleri kameranın bakış açısıyla seyretmek isteyen gider bunları izler.

Uzatmaya gerek yok. TV açtığım zaman izlediğim kanal sayısı 10 civarında. Ben neden diğer kanallara para ödüyorum?

Teknoloji bu sorunu 5-10 yıl içerisinde çözecek gibi. Televizyonlar da kısa sürede adapte olurlar. Şimdi bile öncüleri var. İstediğim kanalı izleyip, onun parasını ödesem. Boşa para vermesem, bomba gibi olur.

Diyeceğim budur.

18 Mayıs 2016 Çarşamba

İncir Çekirdeği


İnsan dünyayı dışarıda bırakıp, dikkati sadece ama sadece bir konuya odaklayabilir. Bazen, üzerinde düşündüğü, dostlarına anlattığı ve karşılığında onlardan dinlediği ile dimağını doldurabilir.

Çok ama çok önemli olduğunu düşününüz bir konu üzerinde uzun uzun tartışabilir, fikir beyan edebilir, başkalarının fikirlerini değerlendirip bir sonuca ulaşabilirsiniz. Kimi zaman vardığınız yerin pratik bir faydası olmaz. Ancak yine de aklımızın bir köşesinde ya da bir günlük sayfasında durmasının sakıncası yoktur. Zamanı geldiğinde, belki de insanlık duvarına malzeme olacaktır. Ya da sadece öylesine yıllarca elde tutulmuş ama işe yaramamış bir çöp.

Kainatın, ya da hadi o kadar büyük tutmayalım ölçeğimizi; dünyanın yaşı ile karşılaştırıldığında çok ama çok kısa olan insan ömrünün bakış açısı ile anlaşılamasa da evrenin bize sorunları çözdürme biçimi budur. Son 5 bin yılda aldığımız yol bizlere müthiş fazla gibi gelebilir ama evren için bir arpa boyu bile değildir. O nedenle, daha üzerinde gidecek uzun bir yolumuz var.

Bu açıdan düşünüldüğünde en boş tartışmalar, fikir değişimleri bile işe yaramaz değildir. Biz bir yere varamasak bile bıraktığımız yerden devam edecek olanlar için bir başlangıç noktasıdır düşüncelerimiz.

Tuğla üzerine tuğla koyarak, bütünün küçük parçalarını tamamlamak biz insanların yapabildiğidir.

Üretmekten, düşünmekten, sorgulamaktan, en iyisi için çabalamaktan hiç vazgeçmeyin.

10 Mayıs 2016 Salı

İnsan Gerçekten Garip


Şu insan gerçekten çok garip, ağaçta yetişen meyveler dururken, yerin dibinde, toprakta patatesi bulmuş, yemiş, fazla yavan mı gelmiş nedir? Kalkmış, haşlamış sonra bir de ezmiş, olmamış ince ince dilimleyip kızartma yapmış ve herhalde kendisi için olabilecek en zararlı ama en lezzetli şeklini bulmuş.

Pişen patates içindeki nişasta vücuda girdiğinde kolayca yağa çevrilip depolanabilen bir şeye dönüşüyor. Pişirmesen pek zararı yok. Karın doyururken, kolayca vücuda yarayan kısmı alınıp kullanılıyor. Gerisi atılıyor. Oysa pişitiğinde yiyenler, yağlanıp, kilo alıyor boşuna.

Her şeyi karmaşık hale getiriyoruz. Bu durum anlık bir şey değil. Uzun bir sürecin sonucu. Binlerce yıllık insanlık tarihinin birikimi bizi içinde bulunduğumuz karmaşaya getiriyor. Her küçük gelişme yeni sorunları ve çözümlerini ortaya çıkarıyor.

At arabaları, buhar kazanlı prototiplere, Ford.'un Model T'si ise Musk'ın kendi kendine giden Tesla isimli elektrikli aracına gelene kadar karmaşık bir gelişim izlemedi mi?

İdeolojiler de böyle karmaşıklaşıyor. Musa'nın basit 10 emri karışık ve anlaşılması zor kitaplara nasıl döndü? Ya ardılı İsa'nın hiç kaleme almadığı öğretisi nasıl birden çok din kitabına dönüştü?

Biraz daha gerilerde cevap var gibi. Eski Mısırda MÖ 1300'lü yıllarda Firavun Amenhotep tarafından ortaya konulan tek tanrılı Aton dini incelenmezse Musa'nın öğretisi biraz havada kalır mesela ;-)

Karmaşık bir yazı oldu patatesten çıkıp at arabasından, Tesla aracına sonra da tek tanrılı dinlerin birbirleri ile olan ilişkilerine değindim. Tam bir çorba oldu.

Tamam işte ben de bunu söylemeye çalışıyorum. İnsan gerçekten garip. "Hadi be, sensin garip" diyenler. Peşinen kabul ediyorum :-)


17 Mart 2016 Perşembe

Yaşar Durakoğlu Anısına

Yaşar Durakoğlu

Bahçelievler Deneme Lisesi Emekli Müdür Yardımcısı Yaşar Durakoğlu. Sanat Tarihi dersi öğretmeniydi.

13 Mart 2016 tarihinde terör örgütünün gerçekleştirdiği patlamada Kızılay'da yaşamını yitirdi.

Orada yaşamını yitiren diğer iyi insanlardan biriydi.

Huzur içinde yatsın.

Arada sırada Bahçelievler'de 7. caddede karşılaşırdık kendisiyle. Artık görüşemeyeceğiz.

Yapılan haksızlık, birinin yaşamını elinden almak, dayanılır gibi değil.

9 Mart 2016 Çarşamba

Neyi Süpürüyoruz?


Temizlik yaparken o rengarenk eşyalarla dolu evinizden nedense gri bir toz çıkar. Biraz tüm bu renklerin karışımından, biraz da derinizden dökülen ölü hücrelerden gelir bu renk.

Cildimiz kendini 28 günde bir yeniler. "Bir iki yılda, bir evden süpüre, süpüre kendi ağırlığınız kadar ölü hücre döküntülerini atarsınız." Diye düşünmeyin! Sadece dökülen üst tabakadır. Evet o gri tozun içindekilerden bahsediyorum. İnsanın ömrü boyunca döktüğü toplam deri hücresi ağırlığının 18 kilo kadar olduğu söyleniyor.


Garip bir durum. Ölünce, törenler yapıp özenle ortadan kaldırdığımız bedenimizden her gün ölüp dökülen hücrelere pislik muamelesi yapıyoruz. Biraz garip bir çelişki öyle değil mi?

Şöyle de düşünebiliriz: Fiziksel açıdan birkaç yıl içerisinde yepyeni bir kişi olacaksınız. Neden bilgilerinizi artırıp, iyi yönde gelişmek için çabalamayasınız ki? Pekala düşünsel olarak da eskisinden daha iyi ve gelişmiş, değişmiş biri olmak mümkün. Tabi bu evlilik programları, 3 saatte bir bölümü izlenen dizileri seyrederek olamaz. Bir iki kitap okumak iyi başlangıç olabilir ne dersiniz. Hiç yoksa belgesel kanallarına bakın. ;)

4 Mart 2016 Cuma

Kendini Yeniden Yaratmak


Kendini bulmak diye çok bahsedilir. Önemli bir aşama olmakla birlikte, bir sonraki aşamayı yani kendini gerçekleştirme aşamasını yaşamazsanız pek bir önemi yoktur.

Kendi durumumuzun farkına varmak önemlidir. Farkına varmak, objektif olarak içinde bulunduğumuz düşünce durumunun ne olduğunu anlamaktır. Kendimizi zannettiğimiz gibi değil de, bağımsız üçüncü bir gözlemcinin tam olarak ne, nasıl ve neden öyle olduğumuzu anlaması gibidir.

İçinde bulunduğunuz durumu anlamak, onu düzeltebilmek için bir fırsat yakalamanızı sağlayabilir.
Görsel bu siteden alınmıştır.  

Kendini anlamanın önemli bir avantajı, olumsuz olan yönlerimizi düzeltebilmek için bize imkan sağlamasıdır. İçinde bulunduğumuz durumun farkına varırsak onu düzeltme gücünü elde ederiz.

"İyi bir insanı, daha iyi biri yapma" da diyebileceğimiz kendini yeniden yaratma kavramı, işte budur.

Tabi kendini yeniden yaratırken çevremizde gördüğümüz ve kimyamıza uymayan bir metamorfozdan bahsetmiyorum. Köpeklere özenip, onlar gibi olmaya çalışan bir koyunun gülünç durumuna düşmemek lazım.



İşe nereden başlamalı?

Kendini yeniden yaratmak, aslında oldukça planlı bir iştir. Böyle bir işe başlamadan önce, elinizde bir taslak bulunmalıdır. Granit bir bloka rastgele vurduğunuz keski darbeleri ile bir eser meydana getiremezsiniz. Sadece parçalanmış bir taş yığını ortaya çıkar. Bir planlama ve hedef bu nedenle gereklidir.


Taş blokunu gördüğünüzde ona vereceğiniz şekli zihninizde planlamalı ve hedefiniz olan mükemmel esere ulaşmak için de, her darbesi ustalıkla ayarlanmış vuruşlar yapmalısınız. Son darbeye kadar ortaya çıkacak eser tamamlanmamıştır. Üstelik son darbede oluşturabileceğiniz bir çatlak ile tüm çabanız boşa gidebilir. Zor mu görünüyor? Olabilir bu İnsanlığı asırlar boyunca harikulade heykeller yapmaktan alıkoymamıştır. Yani yapılabilir.

Aynı şekilde kendinizi yeniden yaratmada önünüzde zorluklar olabilir ve başarısızlıklarla yüz yüze gelebilirsiniz. Bu gibi durumlarda vazgeçmek kaybetmenize yol açacaktır. Bu nedenle hedefinizden asla vazgeçmemelisiniz.

Hiç bir zaman erişilemeyecek de olsa mükemmelik iyi bir hedeftir.
Görsel şu adresten alınmıştır.
Kendini yeniden yaratmada nihai bir hedef bulunsa da bu aslında hiç bir zaman gerçekleşmeyecek hayali bir hedeftir. Dikkat edilirse, mükemmel bir heykelin bile  pek çok hatası bulunabilir. Kendini yeniden yaratmış bireyde de hatalar, aksamalar olacaktır. Ancak başlangıç haliyle karşılaştırıldığında alınan yol ortaya çıkabilir.

Örneğin günü yaşayan, zamanın bile pek farkında olmadan ve kendini geliştirmeyen, öğrenmeyen, pek düşünmeyen bir birey ile kendini yeniden yaratmış, kendinin, toplumun, dünyanın ve evrenin farkında olan bir bireyin arasında önemli bir fark vardır.

İyi bir insan ile daha iyi bir insan arasındaki fark gibi. İyi bir insanın daha iyi bir insan olmak gibi hedefe ulaşmak için çabalaması anlamsız gelebilir. Zaten kendisinin farkında olan ve bu nedenle de iyi olan biri amacına çoktan ulaştığını düşünebilir. Kendini yeniden yaratmayı beceren ve daha iyi biri olan ise aradaki farkı ve gelişmeyi anlayabilecek olan bireydir.

10 Şubat 2016 Çarşamba

Ait Olmak Mı? Birey Olmak Mı?


Kişisel gelişim için tek bir yöntem yok. Kendini geliştirmek için, kişisel farkındalık yani gelişme gereğini anlamak ve bu yolda ilerlemek için karar vermek önemlidir. Bu durumda bireyin karşısına pek çok yol, kimi zaman patika çıkar. Bireyin nereden gittiği önemlidir. Hedefe ulaşmak için belirleyici olan kriterlerden birisi, tercih edilen yoldur.

Konuyu somutlaştırmaya çalışalım. İnsan kendini bulmak için bir gruba dahil olmayı tercih edebilir. Burada bardağa doldurulan su gibi bir durum söz konusudur. Bardak nasıl bir şekle sahipse onu dolduran su da onun şeklini alır. Gruplar yeni gelenlerin varlığı sayesinde varlıklarını koruyabilirler. Bardağa su eklenmezse buharlaşma gibi nedenlerle içindeki su azalacaktır. Bardağın su için son derece sınırlı ve belirleyici olduğunu düşünebilirsiniz. Sıkı kurallarla sınırlanmış bir grubun zamanla bu kuralları korumakta ısrarcı olması, yani gelişmemesi halinde bozulması ve dağılması da mümkündür. Tıpkı içerisinde donan suyun bardağı kırması gibi.

Grup içi dinamikleri fazlaca kompleks olabileceğinden kişisel gelişim konusunda işi zora sokabilirler. Bir grupta kendiniz olmak zor, diğerlerine benzemek ise daha kolaydır. Ancak diğer yönden başkalarına benzemek eşsiz olmanıza değil, tekdüze olmanıza neden olabilir.

Grup esnek kurallara sahip ve üyelerini özgür bırakan ve onların kendilerini geliştirmesi için destekleyip, bunun için çözümler bulmalarına yardımcı olan bir yapıda da olabilir. Ancak bunun gruplar için bir istisna olduğunu akılda tutmakta fayda var.

Modern toplumda kimi zaman bir gruba dahil olmadan kendini geçekleştirmek daha kolay, masrafsız, basit ve hızlı olabilir. Gelişmiş ülkelerde toplum, esas itibariyle gruplardan oluşan değil, bireylerden oluşan bir yapıya sahip olduğundan, bireysel ilerleme daha kolaydır. Yaratıcılığın önüne konulan her engelin toplumun ilerleyişini yavaşlatması söz konusudur.

Modern toplum mevcut durumuna bedelini ödeyerek ulaşmıştır. Deneyimlerin sonucu, tek tek bireylerin yükselişinin toplumu daha kolay bir şekilde ileri taşıdığını göstermiştir. Böyle toplumlarda kendinizi ne kadar geliştireceğiniz konusunda belli bir yere kadar toplumdan destek alırsınız. Daha ilerisi için ise kendi çabanızı ve yeteneklerinizi göstermeniz gerekir.

Birey olmak ya da ait olmak toplumun gelişmişlik düzeyine göre biri ya da diğeri şeklinde tercih etme zorunluluğuna götürse de, her ikisinin de bireyin kontrolünde bir arada yaşamaması için bir neden bulunmamaktadır. Sivil toplum kuruluşlarında görevler almak ve yaşantınızı daha keyifli ve hedeflerle örülü bir hale getirmek güzel olabilir.

Unutmamalı ki bizlerden geriye kalacak eserler içerisinde, katıldığımız topluluklara verdiğimiz katkılar önemli bir ağırlık taşıyabilir.

18 Aralık 2015 Cuma

Sirius Tohumları

gaz ve toz...

16 Mayıs 1991 Bolu Abant, Turban Otelinin giriş kapısının az ilerisinde ayaklarını sürüyerek yürüyen 25 yaşlarındaki delikanlı patika yolda durdu. "Mayıs sabahında güneşli Ankara'dan kalkıp neden buralara geldim? Ne işim var bu iç karartıcı yerde" diye düşündü. Ayna gibi göl manzarası harika görünüyordu. Dağların eteklerine kadar inmiş olan bulutlar yer yer yükseklerdeki çam ağaçlarını yalayarak nazlı nazlı hareket ediyordu. Bulutların ardında bir yerlerde güneş vardı elbette ama sabahın sekizi olmasına rağmen alaca karanlık sürüyordu. "Ne işim var benim burada" diye kendi kendine bir kez daha sordu.

"Bulutlar" denildiğinde hep aklına gelen şeyi hatırladı. Gaz ve toz bulutları bir araya gelip, güneş sistemlerini oluşturuyordu. İlkokul çocuğu kafası ile bir türlü gökyüzündeki bulutların ve babaannesinin hiç durmadan süpürüp, temizlediği evindeki tozların nasıl olup da güneş sistemini oluşturduğunu bir türlü kavrayamıyordu.

Bulutlar; ışığı, güneşi kapatan bulutlar, hiç güneş sistemi olurlar mıydı?

İnsanlığın geçmişten geleceğe ilettiği pek çok bilgi gibi bu ilkokul bilgileri de eksik ve eskiydi. Dahası 60'lı yılların sonunda kitabı hazırlayanlar, büyük patlama gibi bir teoriden habersizdi. Ya da evrenin olası 13,8 milyar yıllık varlığından. Buna karşın, evrenin çapının 93 milyar ışık yılı olması nedeniyle büyük patlamanın hiç olmadığı üzerine oluşturulan teoriden de habersizdi yazarlar.

Çocuk kafasında, o zamanlar evdeki süpürülen tozların ve bulutların bir araya gelip de gezegenleri oluşturduğunu ezbere canlandırıyordu işte hepsi o. Ama artık yetişkindi.



Aynı gün gecenin ileri saatinde, aynı patikada buldu kendini genç adam. Canı da sıkkındı zaten, ayağının ucuna gelen taşa şiddetle vurdu. Çarpışmanın etkisiyle, hızla havalanan taş, bir süre uçtuktan sonra otelin duvarında patladı. Çarptığı yerde biraz önce kayanın içinde uzunca bir süre hapis kalmış parçalardan cüce bir dağ oluşmuştu.

Yere düşmüş parçalardan birkaçını eline aldı. Sağlam bir taş gibi duran parçalar ufalanıverdi. Küçük kaya parçası nasıl da paramparça oluvermişti? "Aptal kil parçası seni" dedi.

Sabah dağlardan sis gibi inmiş bulutlar kaybolmuştu. Kafasını kaldırdı. gökyüzünde diğerlerine göre belirgin olarak parlayan bir noktaya takıldı gözü "Sirius" diye düşündü. O zamanlar baktığı o noktada aslında birbirinin etrafında dönen iki yıldız olduğundan da haberi yoktu. Gördüğü, konuştuğu, sevdiği, sevmediği her şeyin aslında yıldız tozu olduğundan da bihaberdi. Aslında yıldız tozlarının da maddeye dönüşmüş enerji olduğunu bir anda anlasa oturduğu koltuktan yer düşerdi. Neyse ki henüz bunları bilmek için çok erkendi.


15 Aralık 2015, Salı, Gecelerden Sirius...

Ruhi, sohbet sırasında Ona, Afrika'da Mali Cumhuriyeti sınırları içerisinde yaşayan bir ilkel topluluktan, Dogon'lar kabilesinden bahsetti. Bu kabiledekilerin  nesilden, nesile aktararak muhafaza ettikleri bilgileri 1930'da etnolog Marcel Griaule modern dünyaya aktarmıştı. Kabiledekiler dünyanın yuvarlak olduğundan, güneşin etrafında döndüğünden yörüngesindeki uydusu ayın da dünya etrafında döndüğünü bildikleri gibi, Sirius-A ve Sirius-B'nin varlığından haberdardırlar. Bu bilgi ancak güçlü bir teleskobun varlığı halinde edilinebilmektedir (tabi kabilenin ortaklaşa kurup işlettiği bir gözlemevi falan da yoktur ortada). Kabile, üçüncü bir yıldızın varlığından daha bahsetse de bu bilgi henüz kanıtlanamamıştır. Daha ilginci Sirius-B'nin yoğun kütlesinden da haberdardır kabiledekiler. Asıl şapkayı uçurtacak konu ise hayatın tohumlarının Sirius'dan geldiğini söylemeleridir. Ruhi, atalarımızın Sirius'dan gelmiş olabileceklerini düşündüğünü söyler.

3,8 Milyar yıl önce dünyada bir gün...

Hayat başlangıcı hakkında pek çok söylence var. Belki de atalarımız dünyamıza uzaydan geldiler. Ancak gemileriyle değil. Zaten buna gerek de yoktu. Atalarımız zeki canlılar da olmayabilirler. Sirius yıldızlarının çevresinde dönen bir gezegende korkunç bir sonla yüzleşmiş olabilirler. Üzerinde canlıların ve pek tabi bakteri ve virüslerin de yaşadığı bir gezegen, kendisine çarpan dev bir meteor ile üzerindeki tüm canlılığı kaybeder. Ancak ufalanan parçalar üzerinde, uzayın çetin şartlarında hayatta kalmayı başarabilen bakteriler, uzunca bir yol katettikten sonra yollarına çıkacak ilk uygun gezegeni "enfekte" etmek üzere sabırla yolculuklarının bitmesini beklemektedirler.

Hikayenin başında Abant Turban Otelinin duvarında patlayan bir kil parçası vardı hatırlıyor musunuz?


İşte bundan tam 3,8 milyar yıl önce Sirius yıldızlarının parçalanan bir uydusundan gelen yüzlerce ufak tefek kaya üzerindeki kaçak yolcularıyla birlikte güneş sistemimize girdiler. Bunlardan birkaçı da dünyamıza isabet etti. Uzun yol boyunca hayatta kalabilen bazı bakteriler dünyaya uyum sağlayıp uygun ortamda çoğaldılar. Hikayeyi anlatan ben değil miyim? Derim ki: Önce Mars'a düştüler, milyonlarca yıl sonra Marsa çarpıp kayaları uzaya fırlatan bir başka meteorla dünyaya geldiler.

Bu nasıl bilim kurgu öykü? Uzay gemilerine atlayıp gelen uzaylı canlılar nerede?

Aslında ben de, tam olarak da onlardan bahsediyordum. Atalarımız 8,47 ışıkyılı uzaklıktaki Sirius yıldızlarından bir kaç yüz milyon yıl süren bir yolculukla dünyamıza gelmiş olabilirler. Olasılık o kadar düşük ki bu yazıyı öykü yapan da bu düşük olasılık işte. Bakış açımızı geleneksel bilim kurgu öykülerinden daha geniş tutalım sayın okur! Basit olan, kimi zaman çok daha akla yakın olabilir. O kadar mesafeyi aşacak karmaşık bir canlı yerine yaşam standartları çok daha düşükken hayatta kalabilen bir diğerinin (bir bakteri mesela) gelmesi çok daha fazla mümkün.

Dogon'lar...

Hani şu çokbilmiş kabile vardı ya işte onlar. İnsanlık tarihi pekala birkaç büyük unutuş yaşamış olabilir. Büyük yıkımlar nedeniyle, bilginin saklanabilmesi mümkün olmadığından, çoğunluğu unutulmuş olsa da bilgi kırıntıları kalmaz mı?

Disiplinli topluluklardan kalan bireyler, ya da inisiye topluluklar; kulaktan kulağa aktararak Dogon'lar gibi bize: "Nasıl bilebilirler bu ilkelcikler" dedirten bilgi kırıntılarını aktarıyor olabilirler.

Öyküye dönelim biz.

Felaket... 14 Nisan 3564, Salı, Hesap Günü

Dünya tektonik hareketlerin aşırı artması nedeniyle kabukta biriken gücün etkisini göstermesi ile yıllar süren ve tüm kara ve denizlerin etkilendiği 100 yıllık bir depremler dönemine girer. Kimi yerde 7 şiddetinde yaşanan düşük güçlü depremler olsa da, 9 ve üzerini geçen depremler nedeniyle dünya üzerinde insan yapısı taş, taş üzerinde kalmaz. O dönemde 149 milyar olan dünya insan nüfusundan 100 yılın sonunda geriye 300 milyon kişi kadar kalmıştır. Ardından geçen 10 bin yılda insanlar yeniden bir uygarlık kurmayı başarırlar. Aralarında ilkel olarak tanımladıkları bir kabileden garip ama teknolojik gelişmeler ile doğrulanabilen bazı bulanık bilgiler aldıklarında ise şaşırırlar. Örneğin bu kabiledekiler dünyanın yuvarlak olduğunu, güneşin etrafında döndüğünü, uydusu ayın da dünyanın etrafında döndüğünü bilmektedirler. Oysa gözlem yapacak hiç bir aygıtları bulunmamaktadır. Sirius'un ise 3 ayrı yıldızdan oluşan bir güneş sistemi olduğundan haberleri vardır. Üstelik de anlaşılması güç bir anlatımla da olsa, hayatın tohumlarının oradan bir yerden geldiğini söylemektedirler. Oysa ses hızını yeni aşmayı başarmış uçan taşıtların gücüyle bile bu yakındaki güneş sistemine gitmek için 200 bin yıl gerekmektedir. Tabi, çoğu gülüp geçerler bu söylenenlere. 100 bin yıl önce yaşadıkları büyük felaketler hakkında ortak akılda kalan söylenceler daha keyiflidir oysa. Çok ileri bir uygarlık, büyük yaratıcının gazabına uğrayıp denizin dibine batmıştır. Tufandan kurtulanlar ise şimdiki uygarlığı kuran atalarıdır.

En Güvenilir Bilgi Saklama Aygıtı...

Tarihi kayıt altında tutan ve bunu sonraki nesillere ulaştırmayı becerecek insan temsilcileri büyük bir iş başarmış olacaklardır. Kitaplar, taşlara kazınmış kitabeler, plaklar, cdler, sabit diskler ve benzerleri (günümüzde pek çoğu kısa sayılabilecek insan ömrü döngüsü içinde parladı ve yok oldu) insanlık tarihi boyunca bilgi koruma işini yapmayı becerdiğini ileri süren teknolojilerin icatları uzun ömürlü koruma ve saklama yapamadıkları için bir gün bunu yapmak yine bizim hafızalarımıza kalacaksa; iletilen bilgiler bozulmuş, değiştirilmiş, deforme olmuş olabilir. Ancak içlerinde az da olsa gerçek bilgi kırıntıları bulunabilir. Tıpkı Abant Turban Otelinin duvarında patlayan taşın arkasından, duvarda kalan iz gibi.



Bizden önce yaşamış ve burada olmamıza neden olmuş atalarımızı saygı ile anarak... (her kim ve neyseler).

25 Kasım 2015 Çarşamba

Karanlıktan Gelen Tehlike


Bir gün karanlıktan bir göktaşı gelip, her şeyi bitirecek mi?

Karanlık Hakimiyetinde Bir Evren

Uzay bizler için büyüklüğü anlaşılması çok zor bir yer. Yirminci yüzyılda insanların bir kaç kez ulaşıp üzerinde kısa bir süre durduktan sonra geri dönebildikleri tek gök cismi ise dünyamızın uydusu ay. Mars'a doğru 5 yıl önce yola çıkması planlansa da ancak 2030'da fırlatılan Falcon Heavy önemli bir dönüm noktası oldu. 2042'ye gelindiğinde 25 koloni Mars'ta yaşamaya başlamıştı. 18. koloniyle birlikte gidenler arasında Arla Çelikter'in amcası ile amcasının eşi de vardı. Zaman zaman onlarla görüntülü mesajlaşmak ve Mars'taki kolonilerin verdikleri yaşam mücadelesini kazanıyor olduğunu görmek Arla'yı keyiflendiriyordu. Genç kızın, Ankara Üniversitesi Astronomi bölümünü kazandığı 2034'de Mars'taki 14 koloninin zor şartlarla savaşı henüz yeni başlamıştı. Okul bittikten sonra, bilim aşkına yenilmiş ve önceleri Kreiken Rasathanesinde daha sonra da yeni inşaa edilen Datça Şenavcı Gözlemevi'nde mutlu bir çalışma ortamında, evrenin derinliklerine birkaç duyu organıyla birden bakıyordu, dinliyordu, adeta karanlığın içerisindeki bir avuç yıldız tozundan her şeyin teorisini yavaş yavaş tamamlıyordu. Ancak ilerleyen günlerde tanıklık edeceği olaylar hayatını değiştirecekti.

Tehdit

Her ne kadar güneş sistemi içerisinde göreli olarak korumalı bir yerde duran bir yer de olsa dünyamız daha önce de karanlıktan gelen tehditler ile yüzleşmişti. Bir gök bilimci için de böylesi tehdit oluşturabilecek gök cisimleri hep ilginç bir alandı. Arla'nın doktorası işte bu türden gök cisimleri üzerineydi. Karanlıktan gelecek tehlike eğer yeteri kadar büyük ve hızlı ise üstelik bir de yolunun üzerinde bir yerde Dünya'nın yörüngesiyle kesişiyorsa aslında fazla yapacak bir şey de kalmayabilirdi. 60 milyon yıl kadar önce dünyaya çarptığında fareden daha büyükçe canlıların tamamının yeryüzünden silinmesine neden olan göktaşı gibi bir başkasının da dünyaya çarpması ihtimali düşük de olsa hala vardı. İhtimal küçük, tehdit ise büyüktü. Mars, insanlığın ilk kolonisi ve belki de hayatta kalma şansını artıracak bir alternatif olma özelliği nedeniyle pek dillendirilmese de bilim insanlarının aklının bir köşesinde yer edinmişti. Bir göktaşı gerçekten de dünyadaki hayatın sonunu getirebilir miydi?

12 Ocak 2042 
Aslında diğerleri gibi sakin başlayan bir kış gecesiydi. Gökyüzü tertemiz Datça semaları da oldukça açık görüş verecek düzeyde yıldızların ışıkları ile aydınlanıyordu. Gecenin bir yarısında gözlemevinin giriş kapısındaki konuşma sisteminden gelen çağrı ile irkildiler. Ses tanıdıktı. Türker heyecanla bağırıyordu. Açın şu meredi bulduğum şeye inanamayacaksınız!

Açılan kapıdan koşarak yanlarına gelen arkadaşları Arla'nın bilgisayarının başına geçti. Nefes nefese, "az önce Bruno derin uzay teleskobundan aldığım şu verilere bakın! Yaklaşık yarım ışık yılı uzaklıkta bir cisim tespit ettim. Eğer bir hata yapmadıysam 2046 gibi ya bize çarpacak ya da çok yakınımızdan geçecek".

Doğrulama

Türker'in bulduğu asteroid ve yörüngesi dünyanın farklı gözlem evleri tarafından da yapılan incelemeler sonucunda doğrulandı. 2042 TU ismini alan C tipi asteroid tüm dünyada uzunca bir süre gündemi meşgul edecekti. Arla ise 2 yıl boyunca asteroidin yapısını inceledi ve neden oluştuğunu çözmek için çalıştı. İyi haber, az miktarda silisyum, genellikle donmuş su içeriyor olması, kötü haber ise boyutunun oldukça büyük olmasıydı. 750-830 metre çapında bir göktaşı dünyaya doğru müthiş bir hızla yaklaşıyordu. Çarpışma gerçekleşirse bunun pek de iyi sonuçları olmayabilirdi. Dünya yeni bir yıkımın eşiğine mi gelmişti? Jüpiter'in etkisi ile yörüngesi sapabilecek gibi de olsa kaçınılmaz çarpışma anı giderek yaklaşıyordu. İnsanlığın ise yapabileceği fazla bir şey yoktu.

16 Eylül 2046

Hesaplanan çarpışma tarihi 16 Eylül 2046 Pazar günü olarak çıkmıştı. Eldeki teknolojilerin hiçbiri ile bu boyuttaki bir göktaşını durdurmak mümkün olmasa da güneşin etkisi ile göktaşındaki su molekülleri ısınıp arkasında uzunca bir kuyruk bırakmaya başlamıştı. Arla, kütle kaybının hesabına göre dünyaya yaklaşırken cismin 16'da 1'inin bu yolla uzaya dağılacağını buldu. Ancak yine de gelen cisim nasıl bir felaket getirecek, bilmek güçtü. Ta ki, dünyaya yeterince yaklaşana kadar.

Arla 5 Ağustos 2045 gecesi 22:43'e kadar Datça Şenavcı Gözlemevinde Bruno derin uzay teleskopu sırasının gelmesini bekledi. Kontrolün kendisinde olduğunu belirten sesli uyarı mesajını alınca teleskopun 2042 TU göktaşına dönmesini ve spektrometresini çalıştırmasını istedi.

Gerçekten de taşın çoğunlukla su içerdiği bir kez daha ancak bu defa daha iyi bir kesinlikle ekranda belirdi. -Kahretsin çarptıktan sonra geride göktaşından bir şey kalmayacak galiba, diye mırıldandı.

Sonuç ekranında birkaç bildik karbon bazlı molekül de sıralandı. İçlerinden biri kırmızı ile belirtilmekteydi. Daha önce dünyada rastlanmayan bu molekül ne olabilirdi? Üstelik molekülün miktarı dikkate alındığında göktaşının genel kütlesine göre yüzde 16,58 gibi bir yoğunluk dikkat çekiyordu. Paylaş tuşuna dokundu. Konu için ilgi belirtmiş tüm bilim insanlarına durumu duyuran bir bilgi iletisi gönderdi. Daha sonra gecenin devamını Datça'nın deniz kenarındaki kahvede, kah yıkık iskelenin siluetini aydınlatan Ayın soluk ışığını, kah Simi (Sömbeki) adasının hayalet gibi dans eden kıyı ışıklarını izledi. Bir sene sonra bütün bu güzellikler kaçınılmaz bir felaketin etkisinde mi kalacaktı?

Bulgu tüm dünyanın bilim çevrelerinde ilgi ve şaşkınlıkla karşılandı. Ancak bu güne kadar dünyada rastlanmamış ya da üretilmemiş bir molekül yapısının ne olduğu ya da ne tür bir etkisinin olacağı hakkında kimse bir fikir ileri süremedi. Kaçınılmaz çarpışmaya ise haftalar kalmıştı. 12 Ağustos sabahı Arla uyandığında ilk iş olarak Ohio Devlet Üniversitesi Öğretim Üyesi Biyokimyacı Raj Suresh Mohinder molekülün yapısının sarin gazını andırdığını ancak daha önce tespit edilmemiş yapının ne tür bir etkisinin olacağı konusunda bir şey dile getirmenin ancak spekülasyon olabileceğine ilişkin mesajını izledi.

Dünyanın Sonu mu?

Akşam üzeri saat 5 gibi Arla bilgisayarın çıkarttığı olası senaryoların karşılaştırıldığı ekrana bakarken umutsuzca tırnaklarını yiyordu. Çarpışmaya sadece birkaç ay kalmıştı. Panik havası yerine dünya genelinde garip sayılabilecek bir dinginlik hakimdi. Borsalar bile durumdan fazla etkilenmemişti. Sanki dünyanın sonu hiç gelmeyecek gibi alıp-satmaya devam ediyorlardı. Aslında belki de böylesi daha iyi idi. 2026 büyük küresel depreminden sonra yaşanan panik ile depremde kaybedilenden çok can ve mal kaybı olmuştu. İnsanlık, eskisine göre çok daha iyi ders alıp, gelecek nesillere miras bırakabiliyordu artık. Ancak, göktaşından sonra geride kalacak nesiller insanlar değil de, fındık faresinden küçük canlılar olabilirdi. Bunları düşünürken kolu kallavi boydaki kahve kupasına çarptı. Yer düşüp kırılan kupa özel kaplama zeminde bir çukur oluşturdu. Dökülen kahve çukuru yavaşça doldurdu. -Al işte, dünyadan önce odanın zemini gitti gümbürtüye. Diye hayıflandı Arla. Türker'in kahkahası havayı rahatlattı. Ardından, "- bizim taşın büyük ihtimalle Hint okyanusunda Nouvelle Amsterdam adası yakınlarına isabet etmesi beklendiğinden Asya ve Avustralya kıyılarını vurabilecek Tsunami ihtimaline karşı, tüm kıyı bölgelerinden 10 kilometre kadar içerilere taşınmaya başlayanlardan daha şanslı olabiliriz. Ama yine de o yerdeki izi tamir ettirmek için üniversiteden ek ödenek almana gerek olmayabilir." deyip göz kırptı. Arla Türker'e dönüp suratını buruşturarak iyi ki bilim adamı olmuşsun. Komedi yapmaya çalışsan izleyicilerin sıkıntıdan kuruyabilirlerdi dedi. Türker, "-Gel sana kıyıdaki balıkçı mezat yerinin yanındaki kahvede çay ısmarlayayım" dedi. Kafasıyla onaylarken Arla, çantasına tabletini attı ve gözlemevinin ön kapısından çıktılar. Yakınlardaki rüzgar enerjisi santrallerinin kanat gürültüsünden başka bir sesin duyulmadığı dinginliğin devam edip etmeyeceğini düşünürken kaskını takıp, Türker'in elektrikli motorunun arkasına binmişti bile.

16 Eylül 2046 Pazar Saat 16:37

Göktaşı artık uzay istasyonları ve bazı uydulardan yaklaşık 10'den beri izlenip dünyanın her yerindeki izleyiciler tarafından an be an takip ediliyordu. Sanki insanlık kendi sonunu bir televizyon programı izler gibi izliyordu. Ekranın başından kalktıklarında kapısı kapalı olan küçük dairelerinin kendilerini koruyabileceği düşüncesi bilinç altlarına yerleştiğinden, sanal bir güven duygusu içerisinde rahat uyuyabiliyorlardı. Arla ve gözlemevi ekibi ise neredeyse son bir haftadır günde birkaç dakika kestirmenin dışında büyük bir çaba ile uykusuz geçiriyorlardı günleri.

Hesaplanan yere çarpacağı kesinleşen göktaşı 16 Eylül 2046 Pazar günü saat Çin Yerel Saati (CST) ile 16:37'de saniyede 68,5 km hızla atmosferden içeri girdi. Olayı gözlemevinin büyük ekranından izliyorlardı. 2 uydu ve bir uzay istasyonu ve 15 kilometrede uçan insansız hava araçları dünyanın sonunu naklen aktarıyorlardı.

Sonunda atmosfere giren göktaşı sarı bir topa dönüştü, anlamıyorum diye mırıldandı Arla, sodyum nereden çıktı? Hemen ardından rengi mora dönünce -HADİ CANIM diye bağırdı. Şimdi de kalsiyum yanıyor! O sırada ekranlardaki boyuta ilişkin göstergeler hızla değişmeye ve göktaşı parçalara ayrılmaya başladı. Şimdi atmosferde yanmaya devam eden parçaların rengi kırmızıya dönmüştü. -Bu iyi işte diye bağırdı Arla. Nitrojen ve Oksijen yanıyor şimdi de. Biraz sonra o koskoca taştan geriye sadece yoğun miktarda buhar kaldı. Birkaç yüz irili ufaklı parçacık yollarına devam edip yolculuklarına okyanusun derinliklerine doğru devam ettiler. Ancak parçalanan dev kayadan geriye pek dikkate değer bir şey kalmamıştı.

Arla ve Türker, ne oldu şimdi bakışlarını yakaladılar o anda. Gerçekten ne olmuştu? Atmosferde yayılan dumanımsı katman Avustralya kıyılarından Tibet'in yamaçlarına kadar büyük yarıçapta bir alanı gri-beyaz bir örtü ile örtmüştü. Ancak birkaç gün içerisinde tüm bu parçacıkların dağılacağını hesaplayabiliyorlardı.

Rahatlamışlardı. Bir yandan da gelen görüntülü görüşme isteklerini yanıtlamaya çalışıyorlardı. Gözlemevi bağıra çağıra konuşan neşeli 6-7 bilim insanının sesleri ile dolmuştu. Bu durum bir kaç gün daha devam etti. Etkileri anlamaya çalışmaları ise daha uzun sürecek gibiydi.

Etki!

Bir ay kadar sonra dünya liderlerinden gelen barışçıl açıklamalar yanında dünyanın çeşitli yerlerindeki yerel çatışmaların pek görülmemeye başlaması Arla'ya ilginç gelmeye başlamıştı. Göktaşı ile ilgisi olabilir mi diye Suresh'i aradı. Suresh ise kendisini eskisinden çok daha iyi hissettiğinden ama nedenini bilmediğinden bahsetti. Bu arada dağılan bulutun tüm dünyaya yayılmış olabileceğinden ancak eser miktardaki yabancı karbon bileşiğine rastlamadıklarından bahsetti. Belki de iyonize olmuştur hepsi diye ekledi. O sırada, Arla'nın gözü yanıp sönen haber ekranına takıldı. -Bunu görmelisin Suresh, bunu görmelisin! diye bağırdı Arla. O sırada çalışma arkadaşlarından Erhan ve Gökçe yerlerinden kalkarak Arla'nın yanına gelip, merakla ekrana baktılar. İsrail yetkilileri bir açıklama yapıyordu. Filistin ile kalıcı barışın sağlandığını ve iki ülke sınırlarının kaldırıldığını, tarafların barışı sürdürmek için ellerinden gelen her şeyi yapmaya kararlı olduklarını açıkladılar. Suresh araya girdi, "hey Hindistan'da farklı etnik gruplar arasındaki çatışmalar da bir süredir bitmiş gibiydi, sonunda insanoğlu aklını başına aldı gibi" diye araya girdi. "Arla, tamam eğer başkaca bir etki tespit edersen haber ver olur mu" dedi. Suresh "hey, bu göktaşından mı oldu diyorsun yani?" diye sordu. Arla, "Belki" dedi. Belki!

Türker, içeri geldiğinde yüzü gülüyordu. Aşırı dincilerin azılılarından olan bir grup teröristin nette bir açıklama yaparak, artık kimseye kötü bir yaklaşım göstermeyeceklerini ve tüm dünya insanlarını inançları ya da inançsızlıkları ne olursa olsun, kardeş olarak göreceklerini açıkladıklarını söyledi. Kafasını ekrandan kaldıran Gökçe, bir süredir medyum ve falcıların ortada görünmediklerinden hatta eğlence olarak baktığı fal sitelerinin pek çoğunun kapandığından bahsetti. Arla, "fal sitelerine mi bakıyordun" diye şaşkınca sordu. "Biliyorum, bana da eskisinden daha anlamsız geliyor" diye cevapladı Gökçe. Takip eden günlerde benzeri açıklamalar birbirini kovaladı. Cinayetler ve soygun haberleri ise artık görünmez olmuştu.

Bir kaç ay içerisinde pek çok ülke sınırlarını ve girişlerde belge kontrolünü ve vizeleri belirsiz bir tarihe kadar kaldırdığını açıkladı arka arkaya. Rutin askeri görev ve manevralar ise gereksiz bulunmaları nedeniyle arka arkaya iptal edilmeye ve kaynakları bilimsel araştırmalara ayrılmaya başladı.

Huzur

Göktaşından beri, dünya eskisinden çok daha huzurlu bir yer haline gelmişti. İnsanlar birbirlerine ve doğal çevrelerine karşı eskisinden çok daha anlayışlı ve saygılıydılar. Son birkaç ayda hiç bir çatışma ya da terör olayı gerçekleşmemişti. Bilim dünyası sıradan insanların beyin görüntüleme sonuçlarını incelemeye başladı. Belirgin bir değişiklik bulamadılar. Sadece, amigdala olarak adlandırılan bölümde (*) belli belirsiz bir faaliyet azalması tespit edilebildi. İnsanlar, eskisine göre daha huzurluydu. Pek çok ünlü net sitesi ve televizyon yayınlarında: "Sonunda barışı ve huzuru bulmak için başımıza taş düşmesi gerekiyormuş demek." "Dünyada olmayan barışın uzaydan tepemize inmesi komik oldu." gibi yorumlar yapılıyordu.

...

Görüldüğü kadarıyla küresel bir felaket olması beklenirken, evren Dünya'ya acımış ve ilkel taraflarımızı törpüleyecek bir çözüm getirmişti. Belki de, Cennet gökten dünyaya düşmüştü.

(*) Beynin tehdit anında hızlı tepki vermesini sağlayan evrimin ilk dönemlerinde beynin üst katmanından önce geliştiği düşünülen kısım. 

30 Ekim 2015 Cuma

Başarının Önündeki Engel Ne?

Genetik Mirasımız Başa Bela mı?

Biraz genetik mirasımızdan kaynaklandığını düşündüğüm bir özellik var. Küçük insan toplulukları halinde doğal koşulların etkisini sonuna kadar hissederek yaşanılan dönemlerde, vahşi hayvanlar ve diğer insanlara karşı dikkatli olan atalarımız bu dikkatleri nedeniyle nesillerini sürdürebildiler. Daha cesur ve korkusuz olan bazı bireyler ise bu cesaretlerinin ve tedbirsizliklerinin bedelini canları ile ödediler. Zamanla hayatta kalanlar, ürkek ve tedbirli çoğunluk olabilir. Yeni nesillere aktarılan bu özellikler günümüze kadar aktarılmış olabilir.

Artık, doğanın ortasında vahşi hayvanlardan korkarak, genellikle de diğer insanların canımıza kastetmesi endişesi ile yaşamıyoruz. Büyük şehirlerde ya da daha küçük yerleşim yerlerinde güvendeyiz. Savaş bölgesinde değilseniz, fazla korkmamıza neden olacak, hayatınızı tehdit eden unsurlar da yok.

Oysa, ilkel dünyada hayatınızı kurtaran, genetik olarak taşınmış özellikler hala kafanızın içinde hazır olarak sizinle dünyaya geliyor. Diğer yandan, mevcut ekonomik düzende cesur ve  girişimci olmanız, yaratıcı düşünceleriniz ile ortaya koyabileceğiniz yenilikleri cesurca kullanıma sunabilmeniz gerekiyor. Oysa ürkek ve tedbirli tarafımız bütün bu parlak fikirleri ortaya atmamıza, yeni şeyler denememize engel olabilir.


Toprağa Gömdüğümüz Zenginlikler Neler?

Bu nedenle mezarlıklar hayata geçirilmemiş parlak fikirlerle, gerçekleştirilmemiş girişimlerle, denenmemiş yenilikçi fikirlerle dolu. Tüm bu zenginlikleri toprağa gömüyoruz. Oysa biraz cesaret olsaydı belki de, pek çok hayatı kolaylaştıracak ürün ve hizmet şimdi yerin altında olmayacaktı.

Bizi Zincirleyen Genetik Mirasımızın Etkisinden Nasıl Kurtuluruz?

1- Her girişimin önündeki engellerin neler olacağını düşüneceğinize, onları nasıl aşacağınızı düşünün.
2- Elde ettiğiniz bir fırsatın olası olumsuz etkilerine kaygılanmak yerine, bu fırsatı bir daha elde edemeyeceğinizi düşünüp, değerlendirin.
3- Anın kıymetini bilin. Yeni kişiler tanımak için kafanızdaki ilkel korkulardan sıyrılın. Bir an tanıyabileceğiniz kişiyi, o anı kaçırınca, bir daha görmemek üzere kaybedebileceğinizi unutmayın.
4- Kimi girişimler gençken, insanın daha cesur olduğu bir dönemde daha kolay yapılır. Gençliğinizin bu cesur ve girişimci yönünü koruyun. Orta yaşlarda genç kalmayı istemez misiniz?
5- Tedbirli tarafınızın siz tedirgin eden ve vazgeçmenizi telkin eden çığlıklarını bastırın. Biraz cesaret ve başladığınız işten vazgeçmemek başarı için tek ihtiyacınız olabilir.

Bu görsel, şuradan alınmıştır. 

Başarı Çok Yakında Olabilir

Akılda kalıp, ölümün ötesine geçmek istiyorsanız başarılı olup işe yarayan bir hayat yaşayın. Başarı uzanıp yakalayabileceğiniz kadar kolay bir yerlerde olabilir. Geri çekilerek başarıya ulaşamazsınız.

Sürüdeki birey, güven içerisinde hayatını boşa harcayabilir ama sürüden ayrılıp, aklını kullanan birey ölümlü bedeni ortadan kalksa da yaptıkları ile yaşamaya devam eder.

Ölümsüz olma fırsatını, ne yaparsanız yapın, kaybetmeyin. Hayata kattığınız yenilikler, ürünler, fikirler, eserler sizi yaşatır. Büyük yenilikçiler, sanatçılar, girişimciler, yaptıkları ile hatırlanır. Düşününce hemen bir iki ismi sıralayabilirsiniz. Büyük kötümserler ve tedbiri elden bırakmadan hep radarın altından hayatını sürdürmüş milyarlarca ölüden ise kolay kolay kimseyi sayamazsınız. Onlar toprak altında kalmış değerlendirilememiş insanlık potansiyelinden kişilerdir.

Hangi taraftan olacağınız tamamen sizin elinizde. Başarınızın engeli, kendiniz olmayın.

20 Ekim 2015 Salı

Kişisel Gelişimin İzahı ve Mizahı

Kişisel Gelişim Çocuk Oyuncağı Değildir

Kişisel gelişimle ilgili ahkam kesmek hem kolay hem de sizi tutan kimse yok. Ancak ortalıkta dolaşan bir ton basmakalıp kişisel gelişim önerisine karşın kendi işkembe-i kübramdan bir şeyler uydurup aklıma gelen her şeyi twitter'dan paylaştım. Diğer yandan boşa gitmesin diye de burada biriktirdim işte ortaya çıkan kişisel gelişim önerilerim. Kişisel gelişim, büyük oyuncağıdır!

#kişiselgelişim101 Hashtagi


17 maddede kişisel gelişimin izahı ve mizahı

1. Vücut Kitle Endeksinizdeki artış kişisel gelişim değildir. Az yemelisiniz, birikiyor meret!

2. Ne kadar zengin olursanız olun Ferrari almayın!

3. Küf kokmaya başladıysanız, daha sık yıkanın.

4. Erkekler, tuvalette çiş yaparken aşağı bakınca onu göremiyorsanız, 25 kilo fazlanızı vermenin zamanı çoktan gelmiştir.


5. Bazen zor soruların basit cevapları vardır. Örn: Yumurtadan civciv çıkar, tavuk değil.

6. Sabır ve kararlılık sahibi olmak için, yeşil çekirdeksiz üzümleri çatal ve bıçak yardımıyla, dörde bölerek yemeğe çalışın.

7. "Bir adamın çöpü, diğerinin hazinesidir" diyenleri boşverin. Çöpten evler nasıl doğuyor sanıyorsunuz? Çöp, çöptür.

8. Yakıtı biten yıldızların kara deliğe dönüştüğü gibi kimileri hayat enerjinizi emiyor olabilir. Buna izin vermeyin!


9. Önünüzde iki yol var.
Kolay: "Mış" gibi olmak.
Zor: Gerçekten olmak
İpucu: Zor olanı seçin!

10. Başınıza gelen kötü olaylar için başkalarını suçlamayın. Kendi hatalarınızdan ders alıp, daha iyi biri olun.

11. Hayatınızdaki boşluğu eşyalarla dolduramazsınız.

12. Kapılardan geçerken birbirimize gösterdiğimiz anlayışı trafikte uygulasak, ‪#‎HayatBayramOlsa‬

13. Aklınıza gelen güzel fikirleri yazın! (Dün gece aklıma geleni not almış olsam, şimdi başka bir şey okuyacaktınız.) ;)

14. İlerlediğiniz yolda, önünüze pislik çıkabilir. Dikkatli ilerleyin! Üzerine basarsanız, ayakkabınıza ve paçanıza bulaşır. Karşınıza çıkan kötü birini şiddetle ya da başka bir şekilde ortadan kaldırırsanız ortaya çıkan durum sizi de etkiler. Barışçıl yöntemler ya da uzak durmak kimi zaman iyi bir çözüm olabilir. Ama kötü şahsiyetler yine de beklenmedik şekilde bulaşabilirler.



15. Kendinizi yeniden yaratmak istiyorsanız, içinizdeki mızmız, kötü çocuğu yok edin!

16. Kötülerin yaptıkları artık normal gibi gelmeye mi başladı? Söyleyin kendinize, normal gelmesin!


17. Başkasının parasını harcamaktan kolay bir iş yoktur. Ancak unutmayın, başkası kendi parasını, kendi de harcayabilir.

2 Ekim 2015 Cuma

Yürüyen Merdivenlerin İki Yanındaki Fırçalar Ne işe Yarar?

Neden?

Bilmem dikkatinizi çekiyor mu? Yürüyen merdivenlerin iki yanında basamaklardan az yukarıda fırçalar bulunur. Bunlar sanıldığı gibi ayakkabılarınızı parlatmaya yaramazlar.

Peki bu yürüyen merdiven fırçaları ne işe yarar?

Kenarlardan merdiven sisteminin içine düşebilecek bir yangın sebebini önlemeye yararlar. Ayrıca yürüyen merdivenin ömrü boyunca yanıcı maddelerin kenarlardan geçip, içeride birikmesini de önlerler. İnsan derileri havada toz olarak uçacak kadar hafif olsalar da diğer artıklarla birlikte oldukça yanıcı ve yağlı bir birikime neden olabilirler.

Böyle bir yangın yaşanmış mı?


Evet ne yazık ki yaşanmış. Zaten böyle durumlarda insanoğlu kötü bir şeyler olmadan durumun öneminin farkına varamaz. King's Cross yangını buna bir örnek. 18 Kasım 1987'de İngiltere'de yaşanan olayda 31 kişi hayatını yitirmiş, 100 kişi de yaralanmıştır. Merdivenlerin içlerinde biriken bu yanıcı artıklar, tahta yürüyen merdivenlerin tutuşup, yanmasına sebep olmuştur. Büyük ihtimalle yanan bir sigara ya da kibritin merdivenlerin kenarından aşağı düşerek, yangın çıkarttığı sonucuna varılmış (yasak da olsa, insanlar merdivenlerde sigaralarını yakmadan duramamışlar).


"KingsXfire" by Christopher Newberry - Own work. Licensed under CC BY-SA 3.0 via Commons - https://commons.wikimedia.org/wiki/File:KingsXfire.jpg#/media/File:KingsXfire.jpg

Günümüz

Artık, tahtadan yürüyen merdiven yapılmıyor. Kenarlardan düşen öteberileri engellemek için de, merdivenlerin genişlikleri kenarlara çok yakın olacak şekilde üretiliyor ve ek olarak da yanlara fırçalar takılarak, düşen öteberinin bunların üzerinden sekmesi ve merdivenin üzerine düşmesi sağlanıyor.

Gördünüz mü, küçük detaylar ne kadar ilginç nedenlerle hayatımıza etki yapıyor? Ayakkabınızı fırçalamak için konduğunu sandığınız fırçalar aslında sizlerin güvenliği için olabiliyor. Yarın, onlara daha şevketle bakacaksınız biliyorum ;)

30 Eylül 2015 Çarşamba

Basit Şarap Hava Kilidi Yapımı (Resimli)

Eğer evde kendi şarabınızı yapıyorsanız fermantasyon sırasında çıkan gazları dışarı atıp içeri hava girmesini önlemek önemlidir. Bunun için hava kilitleri kullanılır. Aşağıdaki videoda piyasada 12 liraya bulabileceğiniz bir hava kilidini görüyorsunuz. En iyisi böyle bir şey tavsiye ederim.



Evde şarap yapma işini biraz büyüttüğünüzde hava kilitleriniz yetmeyebilir. Böyle ya da benzeri bir durumda, evde en basit şekilde nasıl şarap hava kilidi yapabiliriz? İşte bunu aşağıda anlatacağım. Malzemelerin tamamını yakınınızdaki hırdavatçıdan alabilirsiniz.

Malzemeler:
1- Saydam ince hortum (Her hava kilidi için 1 metre kadar)
2- Matkap ucu (Saydam borunun içine girebilecek kalınlıkta bu uygulamada 6 mm idi)
3- Kısa plastik kelepçe
4- Matkap
5- Şişe kapağı


Uygulama gayet basit.


Dikkatlice kapağı delin.


Açılan delikten zorlaya zorlaya hortumu geçirin. Sıkışık olmalı ki kaçak yapmasın.


Resimdeki gibi hortumu toparlayıp, plastik kelepçe ile ayrılmasını engelleyecek kadar bir araya getirin.


Fermante olan şarabınızın tepesine takın.

Hortumun içine bir şırınga yardımıyla 5 cc kadar su doldurun.


Sistemin nasıl işlediğine yukarıdaki videodan bakalım.

Daha basit bir şekilde yapmak da mümkün tabi.

5 litrelik bir pet şişe için yukarıdaki gibi görece basit hava kilidini de yapabilirsiniz.

Diğer yandan, içi su dolu bir yarım litrelik bir pet şişeye hortumun ucunu daldırırsanız daha da sağlıklı bir sistem yapabilirsiniz!

Kolay gelsin.












10 Ağustos 2015 Pazartesi

Duran Zaman - 3


Hikayenin devamı:

Altan az önce titreyerek kendini belli eden telefonu komidinin üzerinden aldı. Mesaj Jena'dan geliyordu. Bir çırpıda okudu. "İyilik için kullanmayacaksan gücü istememelisin" yazıyordu gelen mesajda.

Bir süredir kafası oldukça karışık olan Altan, bu mesajın ardından üzerinde günlerce düşündü. Sahip olduğu bu beceri onu eskisinden daha farklı yapıyordu. İster istemez geçmişte kendisine zararı dokunmuş insanlara zarar vermek için yaptığı planlardan böylece vazgeçti. Ancak kötülük yapmaktan vazgeçmek bir aşama olsa da, iyilik yapmaya başlamak için daha çok çabalaması gerekiyordu. Çabaladı da.

Yıllar böyle geçti. Gücünü iyilikler adına kullandı. Bir vakıf kurarak adını "Duran Zaman Vakfı" yaptı. Böylece daha iyi yaşam kalitesi sağlamak ve daha iyi eğitimi geniş kitlelere yaymak için etkili bir güç yönetimini sağladı. Zamanla diğer yetenekli dostlarından ve tabi Jena'dan da yardım gördü.

Yıllar Altan'a vermenin almaktan daha keyifli ve mutluluk verici olduğunu öğretti. 50'li yaşlarına geldiğinde kurduğu vakıf kendi ayakları üzerinde durabilen ve gelir kaynakları tükenmeyecek kadar sağlam bir hal almıştı bile. Artık iyiliğin güçlü bir kaynağı daha vardı dünyada.

52. doğum gününden birkaç ay geçmişti ki, zaman katmanında yaptığı gezintilerden biri sırasında sırtından sol koluna doğru yayılan ve sonra da göğsüne akan bir basınç sonrasında kendini yere buldu. "Ölüyor muyum, ama zaman duruyor. Ben durdurduğuma göre bundan böyle zaman hep duracak mı?" diye düşündükten hemen sonra hiç bir şey yapamadan kendinden geçti. Gençken geçirdiği boğaz enfeksiyonunun zarar verdiği kalbi, daha fazla çalışamamıştı.

Onu bir daha gören olmadı. Ne normal insanlar, ne de kendisi gibi zamanı durdurabilenler. Geçtiği katmanda zaman kendisi için dursa da diğerleri bunu fark etmeden normal zaman akışlarına devam ediyorlardı. Belki de zaman hiç durmamıştı. Belki de zaman hiç olmamıştı...

SON!

30 Temmuz 2015 Perşembe

Duran Zaman - 2


Hikayenin devamı:

Altan ve Jena alışveriş merkezinde içeceklerini alıp bir masaya oturdular. Bir süre ne diyeceklerini bilmez bir şekilde öylece kaldılar. Hani zaman durmuş gibi olur da, öyle kalakalır insan. İşte tam böyle bir an. Ancak her ikisi de benzer anlar üzerine pek çok deneyime sahiptiler. Altan çekingence, "benim gibi bir başkasının da zamanı durdurabileceğini bilmiyordum" diye kekeledi uzun süredir kullanmadığı için hafif paslamış İngilizcesiyle.

Jena, buz mavisi gözleriyle Altan'ın gözlerine delercesine bakarken yaslandığı sandalyeden doğrulup, kollarını masaya dayadı. "Aslında zaman diye bir şey var olmayabilir biliyor musun? Bana kalırsa başımızdan geçen sarsıcı bir deneyim, bizdeki anomaliyi tetiklemiş olmalı. Ben tam bir araç bana çarpacakken ilk deneyimimi yaşadım. Belki de yaşadığımız boyutun dışında kısa süreli istisnalara neden oluyoruz. Ancak bunu aynı anda ve aynı mekanda yaşayıp da birbirimizi fark edebilmemiz sence milyarda kaçlık bir ihtimal olabilir?" dedi ve sandalyesine doğru yaslanırken masadaki soğuk kahvesini çevik bir hareketle kapıp dudaklarına götürdü.

Ne iş yapıyorsun? Teorik fizikçi falan mısın? diye güldü Altan. Jena, daha çok belgesel izlemelisin tatlım, diye alaycı bir sesle gülerek karşılık verdi. Sana bizim gibi başkaları da var, desem inanır mısın? Başlarda "neden ben?" diye sorup duruyordum kendime ama garip bir şekilde diğerleri ile aynı seninle olduğu gibi karşılaşmaya başlayınca kanıksadım durumu. 17 yıldır bizim gibi çok kişi karşıma çıktı. Kimi sorularıma cevap da oldular ama bu hep yeni sorular sormama neden olmaktan başka bir işe yaramadı bu durum. Ha, bir de "neden ben?" diye sormuyorum artık. Bu belki iyidir ama "neden?" sorusu boşlukta asılı bir pinyata gibi dönüp duruyor ve ne yazık ki ona vurup, içindekileri ortalığa saçacak bir sopam yok.

17 yıl mı? diye düşündü Altan. Kahretsin, bu çatlak benden çok daha gençken başlamış zamanla dans etmeye!

Bak Altan, düşünüyorsun şu anda mesela, düşüncelerimiz zamandan bağımsızdır. Çok kısa sürede çok fazla şey düşünebiliriz. Düşünmek aslında bir anlamda zamanla bağımızı kesebilen deneyimdir. Üstelik bunu herkes yapabilir. Bizim gibi olmaya da gerek yok. Rüyalar da benzer deneyim yaşamamıza neden olur. Belki de zaman algısını çarpıtabilmek ya da boyutta bir istisnaya sebep olmak o kadar da zor bir durum değildir. Zaman, onu bu şekilde algılamaya alışık olduğumuz için bize Schrödinger'in kedisi muamelesi yapıyor olamaz mı? Bir düşün istersen. dedikten sonra çevik bir hareketle oturduğu yerden kalktı ve "Görüşmek üzere!" dedi.

Altan dinlediği sözlerin etkisiyle sersemlemiş bir durumdayken, Jena gözlerinin önünde patlamış bir su balonu gibi yok oldu.

Altan, "Schrödinger'in kedisi" diye mırıldandı. Yüzünde muzip bir gülümsemeyle, demek başkaları da var, diye düşünürken sırtını yaslayıp, yüksek tavandaki havalandırma kanallarında iz yapmış tozlara ne olduklarını fark etmeden baktı. Başını indirdiğinde kahve tabağının yanındaki küçük turuncu not kağıdını fark etti Altan. Notta: Gitmem gerek, kusura bakma, bana +27 609 370 2644 numaralı telefondan ulaşabilirsin, yazıyordu.

Hikayenin son bölümünü okuyun.


28 Temmuz 2015 Salı

Duran Zaman - 1


Her şey 1997 yılında başladı. Tüm gariplikler üzerine çarpan taş ile çatlayan otomobil camının üzerindeki çatlak gibi yavaş yavaş ilerledi. Kimi yerde dallara ayrılarak. Yavaş ama camın köşesine gelene kadar durmayan bir kırık ağı.

21 yaşından birkaç ay almıştı Altan. Atletik yapılı, yakışıklı sayılabilecek bir delikanlıydı. Yüzüne baktığınızda bildiğiniz birilerini andıracak kadar tanıdık ama bir o kadar da sıradan.

O gün, uykusunu alamadan erkenden kalktığı için mahmurdu. Karşıdan karşıya geçerken hızla gelen minibüsü fark etmedi. Yazın o sıcak gününde cayırdayarak kilitlenen tekerleklerine rağmen ancak yanından kıl payı geçtikten sonra durabildi koca araç. Üzerinden şaşkınlığı atamadan minibüsün şoförü yanında bitmişti. "Lan hayvan, yola baksana, ezilip adamdan sayılacaksın sabah sabah" sözü adrenalin dolmuş bünyesine şok etkisi yapmıştı. Şoföre şöyle okkalı bir yumruk sallaması ise sadece bir an sürdü. Yere yuvarlanan adam gırtlağından gelen garip bir hırıltı ile ayağa kalktığında elindeki sivri uçlu krom parçası sabah güneşinden gelen ışıkla garip bir pırıltı saçıyordu. Adam bıçağı Altan'ın böğrüne doğru sallarken bir an sonra her şey bitecekmiş gibiydi. Havada asılı kalan bıçak, birazdan ete saplanıp kemiğe kadar durmadan ilerleyecekti. Daha sonra da iç organlarda şiddetli bir kanamaya yol açıp Altan'ın yaşamına son verecekti ama zaman geçmek bilmiyor gibiydi. Aslında tam olarak her şey durmuştu sanki. Altan 30 saniye kadar bekledikten sonra şaşkınlığını bir nebze olsun attı. Karşısındaki öfkeli adam 3. sınıf düşük bütçeli bilim kurgu filmlerdeki gibi donup kalmıştı. Arkasını dönüp hızla kaçacakken dolmuştan inmiş ve olayı izleyen müşterilerden birine çarptı. Altan bir insana değil de asfalt kaplamaya sıkıca çakılmış dev bir kazığa çarpmış gibi sarsılıp, sırt üstü yere kapaklandı.

Sersemlemiş de olsa, yerinden kalkıp, yakındaki binaların arasındaki dar, gölgeli sokağa doğru 250 metre kadar koştu. Sokağa girdiğinde nefes nefese kalmış, nereye gidebileceğine karar vermeye çalışıyordu. Biraz sonra soluk alıp vermek daha da zorlaştı ve olduğu yere yığıldı kaldı. Son hatırladığı, çevredeki herkesin ve araçların oldukları yerde durduğu ve tık nefesinden başka hiç bir sesin duyulmuyor olduğuydu. Kendine geldiğinde ise her şey normale dönmüş, az önce tartıştığı dolmuşun şoförü aracına binip uzaklaşmıştı bile.

İşte Altan zamanı durdurabildiğini böyle fark etmişti.

İlerleyen günlerde, istediği anda donup kalabildiğini, kendisini çevreleyen ve onunla hareket eden bir alan içerisinde hareket edebildiğini ancak, bu anlarda yerdeki bir kuş tüyünü bile değil hareket ettirmek bir yana, en hafif maddenin bile inanılmaz bir kütleye sahip gibi davrandığını fark etmişti. Sadece, kendi çevresindeki görünmez dar alanın içerisinde bulunan maddeler normal zamandaki gibi davranıyordu. Görünmez alan içerisindeki temiz hava solunamaz hale kadar gelene kadar yaklaşık 3,5 dakika bu durum devam edebiliyordu. Bir balık adam tüpü ile bu sınırı geçme denemesi bile yaptı. Ancak çevresindeki alan içerisindeki hava belli bir yere kadar sıkışabildiğinden iç basınç tehlikeli bir şekilde artıyor, uzun süre tüple solumaya imkan tanımıyordu. Zamanı durdurmadan önce eline aldığı bir madde koruyucu alanının içerisinde kalıyordu. An durduğunda hiç bir şeyi eline alıp, bırakamıyordu. Böylece sınırlı da olsa birkaç şeyi çalıp kaçması mümkün olabiliyordu. Sınırlı ama işlevsel bir durumdu kısacası. Zamanı durdurduğunda, çokça yorulduğunu hissediyordu. Yeniden durdurmaya çalıştığında ise ancak bir saat kadar sonra bunu yeniden başarabiliyordu. Ancak insan çözüm üretmek için düşündüğünde ve sınırlarını da iyi tanıdığında durdurulamaz hale gelir.

Bu yeteneği sayesinde yıllar boyunca dünyayı gezdi Altan. Biletleri ayarlamak ve para bulmak hiç de zor olmuyordu onun için. Ta ki, 2013'de güzel Jena'ya rastladığı güne kadar. Jena, Altan ile aynı yeteneğe sahip 35 yaşlarında bir Güney Afrikalı'ydı. Antalya'da karşılaştılar. Birbirlerini fark etmek kolay oldu. Kalabalık bir alışveriş merkezinde donmuş zamana karşın aynı anda hareket eden iki kişiydiler. Kader onları bir araya getirmişti işte.

Devamını okumak için tıklayın.

23 Haziran 2015 Salı

Kişişel Gelişim Hakkında Bazı Gerçekler


Kişisel gelişime bir süredir fazlaca eğildim. Bu konuda yazılan kitapların tamamı dilimize çevrilse kitapçılarda açılacak kişisel gelişim raflarının dolup taşacağı aşikar. Bunun belki de basit birkaç nedeni olabilir.

1- Çoğu insan için kişisel gelişim ile ilgili öneriler yapmak kolaydır. Mahalle kahvesine gidip sorsanız, kişisel gelişimle ilgili pek çok öğüt alabilirsiniz. Zor olan, kişisel gelişimle ilgili kavramları içselleştirip, yaşam biçimi olarak benimsemektir. Yoksa işkembe-i kübradan öneriler yapmaktan kolay ne var? Birilerine öğüt vermekten kolay bir şey yoktur. Bunlar küçük çocukları arsızlaştıran "yapma-etme"ler gibidir. Etkisizdirler.

2- Kişisel gelişim önerileri yazanların hayat tecrübeleri irdelenmelidir. Yaptıkları öneriler, gerçekten denenmiş, yaşanmış ve yüksek oranda başarılı mı? Yoksa kulaktan dolma, oradan buradan okunan öteberi mi? Genellikle insanlar kendi başaramadıkları konuların nasıl başarılabileceği üzerine teorilerini kişisel gelişim önerileri olarak ileri sürebilirler. Başarılı insanların, nasıl başarılı olduklarına ilişkin yazdıkları ya da yazdırdıkları kitapları da böyle mitlerle dolu olabilir.

3- Pek çok kişisel gelişim başlığı ile çıkan kitapların deklare edilen getirileri "Kişisel Gelişim" olsa da aslında motivasyon (güdü) üzerine kitaplardır. Bu kötü bir durum olmamakla birlikte eve İnternet'ten 50 liralık elektrik tasarruf cihazı alıp, meraktan içini açınca içerisinden 2 liralık kondansatör çıkması gibi bir durum söz konusudur. İleri sürülen etkisi ile gerçekte uygulandığında ortaya çıkacaklar farklı olabilir.

4- Kişisel Gelişim, adı üzerinde insanın kendisi ile ilgilidir. Belli bir zaman dilimi içinde, yine belirli koşullar altında yapıldığında işe yarayan bir öneri, koşullar değiştiğinde hiç bir işe yaramayabilir. Örneğin: "Ferrarisini Satan Bilge"den sonra ikinci el araba fiyatlarında bir düşme yaşanmamıştır. Kişinin kendisine kattığı her tür olumlu özellik, dünyaya bakışı ve davranışları bu kapsamdadır. Kişisel Gelişim bir süreçtir, bitmez. Genellikle hedefi ütopiktir. Önemli olan bir hedefin bulunması ve kişinin kendini günden güne daha iyi ve başarılı biri yapabilmek için çaba göstermesidir.

Yapılan önerileri veya kişisel gelişim makalelerini, kitaplarını "okumayın" demiyorum. Ancak gerçekten daha iyi biri olmak için okuduğunuz her şeyi akıl süzgecinizden geçirin. Sorgulayın. Hayatınızı belli bir kalıbın içerisine sokmadan önce iyi düşünün.

13 Haziran 2015 Cumartesi

Matlaşmış Farları Nasıl Temizleriz?


10 yaşındaki aracımın farlarının özellikle fazlaca güneş gören üst kısımları matlaşmıştı. Önce bir yere götürüp yaptırmayı düşündüm ama "neden kendim yapmayayım?" diye düşününce İnternet'te kısa bir araştırma sonrası işe yarayabilecek ürünlerden bir tanesini ısmarladım, geldi. Ürünü satın aldığım link bu.

Nasıl yaptım?
1- Uygulama öncesi farları iyice temizledim.
2- Ürün aracın boyasına zarar vermesin diye, kalın boya bandı ile farın çevresini kapladım.
3- Az bir miktar kullanarak önce bir deneme yaptım. Pamuklu bezle 3-4 dakika ovduğum yüzey güzelce parlayınca her farın tamamını güzelce ürünle kapladım ve ovalayarak temizledim. Far başına en çok 10 dakika harcayarak bu işi yaptım.

Kaça Mal oldu?
Kargo dahil 26 lira ödedim.


Sonuç Nasıl?
Bence tatmin edici. Artık o kirli puslu görünüm yok farlarda.

Düşünceler
Bu işin yapılması ile ilgili olarak İnternet'te pek çok linke baktım. Uygulama öncesi ince zımpara kullanıp daha sonra parlatma işlemi yapan, polisaj cihazları kullanan anlatımlar gördüm. Doğrusu sanki insanı yapmaktan soğutup tamircilere yönlendirmek amaçlı gibi yazılmışlardı. O kadar zorlamaya gerek kalmadan oldu işte. Aşırı derin çizikleri matkabın ucuna taktığım mini polisaj keçesi ile düzelttim. Geçti gitti.

Bu ürünü arka stoplar için de kullanmak mümkün. Ancak benimkiler şimdilik iyi durumda olduğundan dokunmadım.

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...