27 Ocak 2012 Cuma

Samsung ST200F



Samsung elektronik konusunda ciddi üretim yapan bir firma. Geçmişte özellikle optik cihazlarda iyisiyle kötüsüyle belli bir yere gelmiş olduğunu da söyleyebiliriz. Özellikle düşük fiyatlı ürünlerinin tüketici tarafından yoğun bir talep gördüğü de bir gerçek. İşte yeni Samsung ST200F fotoğraf makinesi 200 USD fiyatı (yurt dışı) ile çok özelliği makul fiyata sunan bir cihaz gibi görünüyor.

Bu makinenin en önemli özelliği kablosuz ağa bağlanıp onun üzerinden dosya paylaşımı yapabilmesi. Ayrıca bu fotoğraflarınızın İnternet üzerinde yedeklenebilmesi ve saklanması için de kullanılabilen bir özellik. 

Akıllı bir televizyonunuz (Samsung marka) olması halinde fotoğraflarınızı kablosuz ağ üzerinden televizyonda izleyebileceksiniz.

Kamera fena değil. Plastik pil giriş kapağı biraz özensiz üretilmiş izlenimi verse de metal plastik karma gövde fena görünmüyor. Renk seçenekleri de güzel. HD film çekebiliyor 720p. Ful HD çekse daha iyi olurdu tabi. 

Merceği kaliteli. Geniş açılı sayılabilir. 10x yaklaştırması var. Ekranı 3 inch boyutunda. Kontrolleri yalın ve işlevsel. 16 megapiksellik çözünürlüğü iyi. Sensörü 80-3200 ISO değerlerine kadar ulaşıyor. 

Akıllı bir telefonunuz olması halinde (markasını tekrar yazmıyorum :)) onu kablosuz bir vizör ekranı ve makine ile çektiğiniz görüntüleri sosyal medya'da paylaşan bir aygıt olarak kullanmanız da mümkün. 

"Pek yakında piyasaya çıkacak kablosuz başka makineleri beklemek istemiyorum" diyorsanız alınabilecek bir cihaz. Gelecek aydan itibaren yurdumuzda da bulabilirsiniz.

20 Ocak 2012 Cuma

Çeşitli Mikroblog Mesajlarım (Özlü Sözler)

Twitter ve benzeri sosyal medya sitelerine zaman zaman dişe dokunur şeyler yazdığımı düşünüyorum.
Bunları bir arada toplasam en azından kendi kendime arada bakıp "vay be neler yazmışım" derim diye düşündüm. Böylece biriktirmeye başladım bakalım neler birikmiş?


Bir gün esti, Twitter biraz değiştirilse Twilit (Türkçe okuyun!) olsa Tuvaletin kapısında iyi durur her halde dedim. İyi de durdu :)
***


Memleketimde "Düşünen Adam", Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin bahçesindeyken, hala olanlara şaşıran insanlara da ben şaşırıyorum :)))
***

Tamam, bozuk saat hiç bir zaman doğru saati göstermez ama en azından durmuş saat gibi değil, çalışıyor. Demek hala umut var!
***
Maddenin halleri: Katı, sıvı, gaz ve kafanın boş olması.
***


Herkes kendi laneti ile yaşar! (İster inanın, ister inanmayın bu lafı bu kupa sayesinde yumurtladım)
***
Analitik düşünerek iş görebilmeniz doğru işler yaptığınızı göstermeyebilir. Hırsızlar gayet analitik iş görür mesela :))
***
İçi evrensel doğrularla dolu bir metin sadece bir iki yerinde aksıyorsa büyük ihtimalle birileri sizi yanıltmaya çalışıyordur.
***
İnsan sevgisi (hümanizm) "bunlar insan değil!" diyen biri çıkana kadar barış nedenidir.
***

Gidecek bir yeriniz yoksa hızlı yürümeniz gerekmez. Bu durumda yürüme bantları sizin için idealdir. Böylece yollarda trafik sıkışıklığı yapmazsınız!
"Yürüme bandını nerede bulacağız?" diyorsanız parklarda belediyenin koyduğu cimnastik edevatı da olur :)

***
17 TL'ye Bluetooth Kulaklık almak mümkünken, araç kullanırken en az 1000 - 1500 liralık telefonlarla  konuşan ve bunun kendilerine gayet normal geldiği ülke, benim ülkemdir! 
***
Günden güne daha obez olmak kişisel gelişim sayılmaz.
***
Saçınızı Einstein gibi uzattığınız diye kafanızın içinin deha ışığı ile dolmasını beklemek abestir. ;)
***
Dünyaya iyi vakit geçirmek için geldik. Ancak gördük ki önce Dünyanın iyi vakit geçirilecek bir yere çevrilmesi lazım. Böylece, çalış dur...
***


Şimdilik bu kadar, başkaları da olursa yayınlarım.

10 Ocak 2012 Salı

Düşünen Adam

Bakırköy Ruh ve Sinir hastalıkları hastanesinin bahçesindeki Rodin'in eserinin yeniden yapımı. 

Heykelin oldukça ilginç bir yapım öyküsü var. Dilerseniz şu linkten okuyabilirsiniz.

Bu gün bir şey daha aklıma geldi, bir kez daha şaşırdım.

Öncelikle sosyal medyada paylaştım. Sosyal medyada uzun yazılar okunmadığı için kısaca yazmıştım. Aşağıya da aynen sosyal medyada yayınladığım şekliyle ekliyorum.

Memleketimde "Düşünen Adam", Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesinin bahçesindeyken, hala olanlara şaşıran insanlara da ben şaşırıyorum :)))



9 Ocak 2012 Pazartesi

Yaz, yoksa unutursun!


Aklıma bir şey geldi mi, bir yerlere yazmam gerekiyor. Yoksa unutuyorum. Ne bileyim, mesela yolda yürürken 15 dakika falan düşünüp, bulduğum yazı başlığını "bir yere yazmayayım canım, unutmam nasılsa" diye düşünüyorum. Yaklaşık iki saat sonra klavye başına oturduğumda: Tısssss.

Neyse ki, bu durum yeni değil, kendimi bildim bileli bu durum böyledir. 5-6 yaşlarındayken parkta tanıştığım yaşıtlarımla yaşadığım bir durum aynen şöyleydi: Yeni tanıştık, adlarımızı birbirimize söyledik. Az sonra tam yeni arkadaşıma bir şey söyleyeceğim. İşte o an isim falan kalmamıştır aklımda. Seslenirim "arkadaş!" :)

Şimdilerde aynı durum şu şekilde gerçekleşiyor. İş yerine biri iş için ziyarete geliyor. Atıyorum kafadan bize bir şey satmak istiyor ya da bir hizmet vermek çabasında. Tanışıyoruz elimi sıkarken adını söylüyor ben de daha önce söylemediysem benimkini. Eller bırakıldığında karşımdakinin adını genellikle unutmuş oluyorum. Neyse ki kartvizitler var :)

İşin garip tarafı yüzleri hiç unutmam. Gerçi yılların tahribatı sonrasında aklımda kalan halleri ile alakası olmayan tanıdıklar söz konusu olunca bunun da bir işe yaramadığı ortada. İş nedeniyle 2000'li yıllarda tanıştığım Bora isimli bir arkadaş vardır. Geçenlerde kırtasiyede karşılaştık. Ben tanımadım ama o beni tanıdı. Görünüşü o kadar değişmişti ki, karşımdaki uzunca saçlı, yapılı, sakallı, aristokrat görünümlü orta yaşlı adamı tanıyamadım tabi. Ben onu hala 10 sene önceki zayıf, genç, prezantabl hali ile hatırlıyorum zahir. Belki de bu yüzden eski tanıdıklarımı görmekten pek haz etmem. Benim hatırladığım halleri ile ilgileri kalmadığı için. Neyse ki her sabah kendimi aynada görüyorum da aynı etkiyi yapmıyor. Yoksa, ben de yılların aşındırıcı etkisinden payıma düşeni aldım.

Neyse, yazmak, unutma karşısında alınabilecek en iyi önlem gibi görünüyor. Yazmadıklarım kaybolup gidiyor çünkü. Bu blog girişini de bu yüzden yapıyorum.

Hatta yaptım bile :)


Görseli çizerken şu blogdan aşırı esinlendim!

19 Aralık 2011 Pazartesi

Ankara Sirki 2011


Ankara Sirki Büyükşehir Belediyesi tarafından 2011'de 13. defa gerçekleştirilen bir sirk. Bu sene de ASKİ spor salonunda gösterileri yapılıyor. 1 Ocak 2012 tarihine kadar gösteriler devam edecek. Hafta sonları 13:00 ve 18:00'de hafta içi de Pazartesi hariç her gün 13:00'de okullara yapılan gösteriler Kurban bayramından beri sürüyor. Gösterileri izlemek ücretsiz.

Biz ailecek geçtiğimiz hafta sonu gidebildik. Sanırım çocukluğumda izlediklerim kadar ilginç değil artık ama benim çocuklar da fazla etkilenmemiş olduklarına göre Büyükşehir Belediyesi yerel seçimlerde söz verilen Disneyland'ı bir an önce Ankara'ya getirse iyi olacak ;)


Gösteri öncesi Belediye Başkanımızın gülümseyen çehresi bizi karşılıyor.

Ayılar  ile gösteri başlıyor.


Çocuklar bizim kadar şanslı değiller. Biz sokaklarda hamamdaki kadınların bayılışını gösteren yerli ayılar ile büyümüştük. Kızım bunları görünce "yazık hayvanlara" diye üzüldü!


Arada yakalayamayıp düşseler de kimseye bir şey olmamasını koruyucu ağlara borçluyuz.


Jonglörler gerçekten çok iyilerdi. Havadaki labutlara bakın. Kişi başı 4 labut hiç fena değildi doğrusu.


Palyaço deyip geçmeyin 3 kova ile jonglörlük yapıyordu!


Bunu rahat görün diye büyük yerleştirdim. Salıncaklardan uçan uçanaydı. İnanın, çok zor gösteri!



Atlar ve gösteri iyiydi doğrusu.

Bu kadar insan dişlerinden bağlanıp havada asılı gösteri yapıyorlar ki akla zarar.

Ses tonu ve vurguları oldukça ilginç sunucu. Kimdir bilmiyorum ama işini güzel yaptığını söylemek lazım.

İp cambazı olmayan sirk olur mu?

Bunların ilginçliği üstteki bayan iki cambasın kafalarına spagat açarak dayanıp durdu. 40 derecelik yatay ipte yürüme numarası da bir o kadar ilginç ve zordu.

Gördüğünüz gibi adam ip atlıyor ama ip üzerinde ip atlıyor :)

4 Leopar ve 3 kaplandan oluşan kediler grubu da marifetlerini sergiledi. Bende de bu güzel arkadaşın şu yukarıdaki pozu kaldı.

13 Aralık 2011 Salı

Güvenli İnternet

Seçin! Kırk katır mı? Kırk Satır mı? "Güvenli İnternet" bence "filtre" uygulamasını yanlış yansıtıyor. Ama altına yazılan "seçmek ve özgürlük" lafları kara mizah gibi. (masalı bilmeyenler için link http://kisalt.com/136)


Öncelikle söz konusu olan filtrelemeden başka bir şey değildir bunu açık açık belirtmek gerekirken adını Güvenli İnternet yapmak tüketiciyi yanıltmaktır. İşini bilen bir hacker her şeye rağmen Güvenli İnternet paketlerinden birini seçmiş olsanız bile evinizdeki bilgisayarlara bir şekilde sızabilir. Eee hani güvenlik?


Reklam Kurulu Güvenli İnternet adı ile yapılan duyuru ve reklamları tüketiciyi yanılttıkları için yasaklamalıdır ;)



Neye göre belirlendiği belli olmayan bir kara liste - beyaz liste sitelere gir-engelle mantığı ile çalışan filtreye "Güvenli İnternet Hizmeti" ismini vermek doğru değildir. Böyle hizmeti ben istemiyorum. 


Sorunun bir parçası olmamak adına isim de önereyim. "Gönüllü Önleme Tertibatı". 


Altta yazan "seçmek özgürlüktür" sözünü bulana da gönülden tebriklerimi sunuyorum. Böyle bir işle ancak bu kadar dalga geçilebilir. 

Eski bir tanıdıkla karşılaşmak


Bu gün eskiden tanıdığım pek samimi olmadığım bir tanıdıkla karşılaştım. Bir süre ayaküstü sohbet ettikten sonra yollarımıza devam ettik. Dehşetle fark ettim ki, konuşmamız sırasında ve sonra tanıdığımın söylediklerini tercüme ettim.

Karşılaşıp birbirimizi nereden tanıdığımızı hatırladıktan sonra, dökülmüş beyazlamış saçlarıma kaçamak bir bakış atarak -Çok değişmişsin dedi (yaşlanmışsın, kelleşmişsin tanıyamadım demek istedi). "Evet saçları döktüm dedim."

Kendinden bahsetti ("hala yaşamdan kopmadım ben" dercesine). İşinden emekli olmuş. Biraz daha laflayıp ayrılmadan hemen önce "bir mail atarım sana" dedi ("yahu ne işim olur senle, kim bilir bir daha görüşür müyüz?" dedi gibi geldi bana). Yine de saf saf mail adresimi vermeye kalktığımda - Tamam, tamam ben dernek adresine yollarım dedi. "Olur, olur tabi dedim" (bu defa ben dernek maillerime bakmadığımı ya da en azından yılda bir falan girip temizlediğimi geçirdim aklımdan).

Uzun lafın kısası gerçek hayat da Facebook gibi, yıllarca hiç arayıp, sorma ihtiyacı duymadığın tanıdıklarınla gelecekte de görüşüp, yazışacağın pek bir şey olmuyor.

Beynimin bu şekilde hal tercümesi yapmasını farketmem beni şaşırttı bu defa :)

Görsel http://sponge-headedscienceman.blogspot.com/2011/04/old-friends.html adresinden alınmıştır.

Yerlerdeki Kartlar

Özellikle görsel paylaşmıyorum.
Son zamanlarda özellikle otellerin önlerindeki kaldırımlara akşamları atılan rengarenk resimli kartlara şaşırıyorum. Üzerlerinde resimler, telefon ve web adresleri olan kartlar!
Sadece otel önleri değil, Ankara Bahçelievler'deki Gaziosmanpaşa'daki sokak kaldırımları da zaman zaman aynı kartlardan nasibini alıyor.
Travestiler, hayat kadınları değişik bir pazarlama yöntemini yaygınlaştırıyorlar sanırım.
Giderek yayıldığına göre başarılı bir teknik.
Girişimci (!) insanımızın iş zekasına şaşırıyorum.

8 Aralık 2011 Perşembe

Bedava Kişisel Gelişim Önerileri

Kendinizi Geliştirin! Kendimi nasıl geliştirebilirim diye sormak bile iyi bir başlangıçtır. Tabi kendinizi ne yönde geliştireceğinizi seçmeniz de önemli. Hedefinizi belirleyin. Hedef belirlerken toplumsal etik kurallarının dışına çıkmayın. Yani mümkünse kendiniz ve çevreniz için iyi bir hedefiniz olsun. 

26 Kasım 2011 Cumartesi

Teppanyaki Alaturka


Tepenyaki Alaturka yakında Ankara'da açılacak olan hoş bir mekan. Çukurambar'daki mekanda hizmete girmeden önce bir test sürüşü fırsatı buldum. 

Öncelikle mekan son derece kolay fark edilen yol üzeri bir yerde. Henüz açılmadığı için tam adresini vermiyorum. Ama açıldığında nasıl olsa herkes kısa sürede yerini öğreneceğinden bunun bir sorun olmayacağını düşünüyorum.


Daha dışarının düzeninden ve tasarımından içeri de pek de alışılmadık bir şeyler ile karşılaşacağımızı anlayarak kapıya doğru süzüldük.

Bizleri aşağıda fotoğraflarını gördüğünüz personel karşıladı içeride.





Kısa bir tur attık içeride.

Yukarıdaki fotoğraf özel odalardan biri. Küçük bir topluluğun hem sohbet edip hem de yemek yiyebileceği, belki yemek sonrası kahvelerin eşliğinde yönetim kurulu kararlarını gözden geçirebileceği bir ortam.


Diğer özel oda göreli olarak daha büyükçe. Bu odada da masadaki pişirme panı dikkatten kaçacak gibi değil. Yeri gelmişken havalandırma sistemi nedeniyle yemek kokmuyor ne çevre ne de üzeriniz.

Çok sayıda katılımcının olduğu durumlar için büyükçe bir özel oda daha var. Odaların ses izolasyonu tam olduğu için diğer tarafta maç seyredilse bile bu odada ses sorun olmuyor.

Aksesuarlar özenle seçilmiş. Yukarıda gördükleriniz tuzluk ve biberlik.


Merdiven aralığından yukarı bakıldığında görülen manzara güneş kültü gibi görünüyor.


Giriş kattaki, mekanın adını aldığı Teppanyaki saclı masalar.


İnsan bozmaya kıyamıyor. Ama yemek yenirken bu güzel kurulumun bozulması kaçınılmaz. Uzakdoğu vazgeçilmezi porselen chopstickler (yemek çubukları) de unutulmamış.


İşte en sevdiğim çorbalardan biri Acılı Ekşili kırmızı et yemesem de iki - üç kaşık alamadan edemedim. Ama yazık oldu çorbaya ne yalan söyleyeyim.


Ahtapot salatası yine bir sanat eseri gibi karşımda duruyor. Ancak fotoğraftan lezzeti aktarmak mümkün değil ne yazık ki.

Uzak doğu mutfağı ile Türk Mutfağının harmanlandığı mekanda masamızın gösterisine başlayacak olan şefimiz yerini alıyor. Kendisi Çin'den gelenlerden. İşini güzel ve zevkle yapan biri. Doğrusu törensel gösterisi en az yemek kadar keyifli idi. Yazının devamında bir iki film bulabilirsiniz.


Tepanyaki detayları göz kamaştırıcı.


Yukarıda kısaca sunumdan bir parça ekledim ama canlı olarak izlemek bambaşka tabi.


Gözümüzün önünde nefis kokular çıkartarak kavrulmuş soğan ve havuç zar gibi inceltilmiş bifteklere sarılarak rulo oluverdi saniyeler içerisinde.

Pişmeye başlayan etin kokusundaki aromaları duymak lazımdı.


Kısa sürede sunuma hazır hale gelen bifteklere saygı mı duymalı yemeli mi diye düşünen olmuştur aramızdan eminim.

Patlıcan, soğan, kıyma, domatesli sos, yoğurt. Yanılmadınız. Sırada Ali Nazik bey var.

Bir kaç spatula darbesi ile altı nefis patlıcanlarla bezeli Ali Nazik bir anda hazırlanıverdi. Tabi yine izlemesi son derece keyifli bir törensi gösteri ile. İnsan ister istemez, "bu yemek pişirmekse, bizim evde yaptığımıza ne deniyor acaba" diye düşünüyor. Kıyamayıp alttan alttan patlıcanları yemekten kendimi alamadım.


Bir sonraki porsiyon da çok tanıdık, çöp şişte tavuk. Yine son derece kıvamında ve ustaca pişirilen tavuk için  dayanamayıp soya sosu istemem iyi oldu ama Türk damak tadı için "soya sosu bizi bozar" diyenlerdenseniz olduğu gibi güzel yumuşak tavuk şişler mideye indirilebilir tabi.

İlk parçayı yuttuktan sonra çekmeyi akıl ettiğim fotoğraf. Bu arada kırmızı et kısımlarını pass geçmiş olduğumdan torpilli iki parça şişin gayet güzel gittiğini de belirtmek isterim.


Bu sanat eseri gibi duran parçalar az sonra yumurta ve prinç ile harmanlanacak ama ayrı ayrı gözümüzün önünde pişecekler önce.
 İşte aynen böyle.

Gördüğüm en törensi pirinç pilavı hazırlığı sonrasında, tatlı ekşi sos ve soya sosu rica edip bu harika pilava ekleyivereceğim.

Görüntü bir harika. Yemesi verdiği keyif ise ancak o masanın başında anlaşılır sanıyorum.

Her güzel şey sona eriyor ne yazık ki. Ama bunun sonu da güzel.

Ananaslar güzel güzel ılıtılmış panda pişiyorlar.

Üzelerine gelen yarım küreler dondurma.










Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...