16 Kasım 2009 Pazartesi

Teknoloji Tehlikeli mi?



Değişim, insanda ister istemez şüphe uyandıran bir kavram. Oysa hayatın doğal süreci değişimi kaçınılmaz kılan bir yapıya sahip. Var olan durumu (statüko) korumak, bilinen ve kontrollü şartlar içerisinde kalmak yanıltıcı bir güvende olma hissi verebilir. Peki çevredeki tüm şartlar değişmesine rağmen biz değişimden uzak durabilir miyiz?

Uzatmaya gerek yok değişim biz istesek de, istemesek de bizi bulur ve değiştirir. Zaten gelişmenin ilk adımı da değişimdir. Eğer değişime ayak uydurabilir ve bunu kendiniz için avantajlı bir hale getirebilirseniz gelişirsiniz.

Sanırım, bu kadar laf oyunu yeter.

Sizce Hangisi Tehdit?
Teknoloji mi? Yoksa bunu doğru kullanmayan anlayış mı?

Hızlı bir ilerleme eğilimine sahip olan teknolojinin, yaşantımız üzerinde yaptığı değişiklikler genellikle olumlu. Geçmişte fazla zaman alan, yoğun emek isteyen pek çok iş, gelişmiş teknoloji sayesinde artık daha kolay yapılıyor.

Doğru ellerde kullanılan teknoloji sayesinde daha güvenli ve güzel bir yaşam sürmemiz mümkün. Yanlış kullanım ise tam tersi sonuçlar yaratabilir. Ekmek bıçağı gibi, birini yaralamaya da yarayabilir, ekmek kesmeye de.

Doğru kullanımla, teknoloji sayesinde suçların önlenmesi ve suçluların ortaya çıkartılması daha kolaydır. Örneğin trafik kameraları sayesinde trafik suçlarının tespiti ve cezalandırılması sürecinde durum budur. Çok daha az insan gücü ile otomatik tespit edilen trafik suçları kolayca cezalandırılabilmektedir. Bu durum her an tetikte durup kameralara yakalanmak korkusu yerine, basitçe trafik kurallarına uyarak, trafik suçu işlenmesinde ciddi azalmalara neden olabileceği gibi işlenen suçların cezalandırılması yoluyla ciddi bir gelir girdisine de neden olabilir. Her iki sonuç da olumlu olarak değerlendirilebilir.

Suçluların izlenmesi ve yakalanması için kullanılabilecek MOBESE kameraları da önemli ölçüde faydalı bir sonuç silsilesi doğurabilecektir. Yüz tanıma ve benzeri biometrik yöntemlerle birleştirilmesi halindeyse çok daha aktif bir izleme ve suç önleme görevi pekala bu tür sistemleri daha etkin kılabilir.

Son zamanlarda gündemde olan izleme ve dinleme söylentileri ise işin rengini biraz değiştiriyor. Potansiyel suçların önlenmesi amacıyla yapılan bazı teknolojik dinleme ve izleme çalışmaları medyada yer alıp toplumun çeşitli kesimlerini rahatsız etmeye başlamış gibi görünüyor. Kuşkusuz dinleme ve izleme türünde istihbarat faaliyetlerini yapan makamların ve bu makamlar üzerinde yönetim erkine sahip olanların gerçekleştirilen çalışmaları objektif ve kişisel değer yargılarından arınmış olarak yapmaları gerekiyor. Aksi taktirde bu konuda toplumsal tepkinin giderek buyümesi kaçınılmaz olacak gibi görülüyor.

Bu tür haberler ve kamuoyunun ilgisinden dolayı toplumdaki rahatsızlık giderek daha belirgin ve ilginç bir hale geliyor. İlginçlik şu şekilde kendini gösteriyor. Geçenlerde bir TV'de, yolda, 20'li yaşlarda bir genci çevirip soruyorlar. "-Telefonunuzun dinlendiğini düşünüyor musunuz?" diye. Genç, emin bir şekilde "evet dinleniyorum" diyor. "Neden dinlendiğinizi düşünüyorsunuz?" sorusuna ise anlamlı bir cevap veremiyor gencimiz. Aynı şekilde haber programında dinlendiği hatta telefonu açık değilken bile bunun gerçekleştirildiği düşüncesiyle, mahrem kalabilmek için cep telefonunu gazete kağıdına sarıp buzdolabının buzluğuna (neden buzluğa bilmiyorum, alt bölme de aynı etkiyi yapabilir oysa) hapseden bir kişi böylece Faraday kafesi etkisi sağlayıp istediği gibi mahrem kalabileceğini gösteriyordu.

Görüleceği gibi, toplumsal bir paranoya dalgası bu haftanın gündemini meşgul edecek gibi duruyor. Ancak asıl sorunu hiç gözden kaçırmamak lazım hangisi sıradan vatandaşı tehdit ediyor? Teknoloji mi? Anlayış mı?

9 Kasım 2009 Pazartesi

Atam, Seni Saygı ve Özlem ile Anıyorum


Bu fotoğraf Atatürk takviminin ilk yaprağı. İzleyen fotoğrafların büyük bölümüne bu linkten ulaşabilirsiniz.

Sevgili Mustafa Kemal Atatürk. 

Bir On Kasım'da daha seni, sevgi ve şükranla anıyorum. Fikirlerinin ışığı ile bu ülke ve insanlarını halen aydınlanırken sen de nur içinde yat.


Seni unutmadık ve unutmayacağız.

Mimlendim

Oğulcan Orhan beni mimlemiş.

Öyle ki eğer biri size bir mim yollayıp bir şey sorarsa siz de ona cevap olarak bir yazı yazıp bir tanıdığınızı da siz mimliyorsunuz. Eğer o tanıdığınız miminize cevaben bir yazı yazmaz ise, başına korkunç şeyler gelebiliyor. Ülkesinde açılım rüzgarları esiyor. Bor maden yatakları kuruyor. İşsizlik son 10 yılın en yüksek seviyelerine geliyor. Ekonomisi krize giriyor.

Bütün bunlar neyse ki bizim ülkemizde olmuyor. Eğer olsaydı, birinin gelen mime cevap vermemiş olduğu sonucuna ulaşırdık ki bunu da istemeyiz öyle değil mi?

Lafı uzatmadan mim ile gelen düğün bayram, deyip soruyu cevaplayayım. Soru ne mi? "Yazılarınız nasıl hayata geçiriyorsunuz?"

Öncelikle aklıma birşey gelmesi ya da okuduğum gördüğüm bir olay, bir yer, bir düşünce, bir teknolojik aletten ilham almam gerekiyor.

Sonra bir süre bu konuda düşünmem gerekiyor. Öyle oturup kafa patlatmıyorum. Bazen bir yerden bir yere giderken, bazen sıkıcı bir toplantıda, bazen de olur olmaz herhangi bir yerde akıma birşeyler geliyor. Genelikle not alamadığımdan büyük çoğunluğunu unutuyorum. Unutmadıklarım olursa yazıya döküyorum.

Konunun özelliğine göre bir araştırma yapıyorum, sonra başlıyorum yazmaya. Genellikle incelediğim teknolojik bir oyuncaksa, hakkında okuyup, yapılan değerlendirmeleri karşılaştırıyorum. Bulabilirsem basın bültenine kadar ulaşmaya çalışıyorum.

Genellikle gecenin ilerleyen saatlerinde yazıyorum. Bazen de kızımın cimnastik antrenmanında yazıyorum. Teknoloji en sevdiğim alan. Genellikle teknoloji yazsam da, arada sırada felsefe, çalışma hayatı, ekonomi üzerine de yazdığım oluyor.

Hikaye de yazmayı denedim, ancak kimseler ilgilenip okumayınca hikaye yazmayı kestim. Bilimkurgu bir hikaye idi ama "mini iPhone", "nasıl bir fotoğraf makinesi almalı", "asgari ücret rakamı" gibi yazıkarım tavan yaparken bilimkurgu hikayeme silah zoru ile okuyanlar dışında pek ilgi olmayınca ben de bir süre derin dondurucuya kaldırdım.

Yazıları ne kadar büyük hevesle yazarsam, o kadar çok hata yaptığımı farkettiğim için yazıyı yayınlamadan önce tekrar tekrar okuyorum (bu pek doğru değil :). Yıllarca dergi, webde yayınlanan Antrak Gazetesi editörlüğü de yaptığımdan kendi yazılarımı okumak işkence gibi geliyor. Bazen ne kadar okusam da hatalı yazılarım çıkabiliyor. Arada arkadaşlarım, yayınladıktan sonra yazımı okurlarsa düzeltmeleri gönderiyorlar, ben de düzeltiyorum.

Yazılarımda muhakkak bir fotoğraf ya da başka bir görsel kullanıyorum. Dümdüz yazı bana soğuk geliyor. genellikle, ya kendim çekiyorum, ya da bir yerden alırsam üzerinde oynayıp da kullanıyorum. Mesela bu yazıda görülen yazıyı az önce tuşlarına basarak yazdığım masaüstü bilgisayarımın klavyesi.

İşte böyle yazıyorum ben de.

Mim olması nedeniyle, sanırım İdris Cin'e ve İsmail Emrah Demirayak'a yollayıp onların nasıl yazdığını da okumak istiyorum.

6 Kasım 2009 Cuma

Yeniden Sanayi Devrimi mi?

Böyle başlık atınca insanın, "istemem kalsın" diyesi geliyor ya neyse. Bakalım, neler yazmışım.



Resimdeki bina, Sanayi Devriminin sembolü haline gelmiş olan Kristal Palas'dır. Çelik yapılıdır. Çokça camla da tamamlanmıştır. Endüstri Devriminin sembolü çelik ve cam bu binada adeta bir tür güç gösterisi yapmıştır. Gerçi bunları yapacak ısıyı oluşturmak için gereken kömürü unutmuşlar ama o kadar olur.


Sanayi Devrimi, 18. yüzyılda Avrupa'yı geri dönülmez şekilde değiştirdi. Seri üretim ve tüketim alışkanlıklarının buna ayak uydurması iyi güzeldi de, büyük çevre kirliliği gibi bir yan etkisi oldu. Bir de insanlarının çok zor şartlarla boğuşmalarına.

Post endüstriyel (endüstri devrimi sonrası aşama) dönemde ise iki dünya savaşı atlatıp, bedelini ödemek zorunda kalan gelişmiş ülkeler, resmin tamamını görmek istemediler. Bunun yerine, kendi bölgelerinde kısmen düzelme ile yetindiler. Bu durum, teknoloji geliştiren ama iş üretmeye gelince, bunu başka ülkelere yaptıran bir hal almalarına yol açtı.

Şu finansal kriz olmasaydı gelişmiş ülkeler spekülatif borsa kazançlarıyla ve paradan para kazanma işiyle gül gibi geçinip gideceklerdi. Ama olmadı işte. Saadet zinciri en zayıf halkasından, finansal tarafından koptu.

Avrupa, krizi ve işsizliği derinden yaşarken, ülkemizde de istihdam miktarı ciddi boyutta azaldı. Yeni işgücü de bir türlü istediği türde iş bulup istihdamı artıramadı. Özetle, milyonlarca işsiz insan, ne yapacağını bilmez bir halde, umutsuz bir arayış içinde buldu kendilerini.

Bu arada, Asya Kaplanları krizi fırsata çevirdiler. Teknoloji ürünleri üretiminde ciddi bir artış ve fiyatlarda da ciddi bir düşüş yaşandı. Son zamanlarda Uzakdoğu merkezli firmaların üretimleri ve satışları arttı.

Artan sadece satışlar değil. Artık günden güne farklı modeller çıkıyor. Üstelik neredeyse takip edilmeyecek kadar hızlı bir yenilenme süreci yaşanıyor. Telefon, bilgisayar, televizyon, fotoğraf makinesi gibi ürünlerde aynı modeller eskiden 2-3 sene kadar üretilip satılırken, artık 2-3 ay önce satılan modellerin bile yerini yenilerinin aldığını görüyoruz.



Bu gelişmelerin sonucunda Uzakdoğulu insanların ülkelerine kaynak artışı ve zenginleşmenin yanında ek maliyet olarak, doğa katliamı ve kirli çevre olarak geri dönüyor. Bir anlamda tarih tekrarlanıyor. Daha çok üretim ve refah için nesiller ve çevre harcanıyor.

Bir gün gelip, dengeler tekrar yerine oturacak. Doğa tüm bu yapılanların karşılığını insanoğluna ödetecek.

Korkarım bu gelişmelerin ve neden olduğu tahribatın bedelini bizler ve çocuklarımız ödeyeceğiz.

Teknolojik gelişmelerin hayatımızı karartmamasını, daha iyi ve yaşanabilir bir çevreden sonsuza kadar uzak kalmamamızı dilerim.

27 Ekim 2009 Salı

Bu da mı viral değil hakim bey?



Alkışlarla yaşıyorum sitesinde rahmetli Sadri Alışık'ın ünlü bir repliği var. Bu linkten izleyebilirsiniz. Malum her yanımızı viral reklam kaplayan şu günlerde arkadaşlarımız tarafından gönderilen mail eklerinde sık sık viral reklam örnekleriyle karşılaşıyoruz. Bence en başarılı reklam kampanyaları da bunlar arasından çıkıyor. Böyle giderse pek yakında kendimizi firmaların viral reklamlarını arkadaşlarımıza gönderiyorken bulacağız.

İşte aşağıda bunlardan biri yer alıyor. Gerçekten çok ilginç görüntüler. Adam bisiklete binmiyor uçuyor. Ama viral işte, zaten viral olmama gibi bir iddiası da yok. O kadar ilginç ki keyifle izleniyor.

Ey sosyal medyanın üyeleri, buyrunuz izleyiniz.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Yardımcı İşlemciler Herşeyi Değiştirecek (OMAP-DM510, OMAP-DM515 ve OMAP-DM525)



Mobil telefonlar giderek küçülüyorlar. Bunda içlerindeki bileşenlerin küçülmesi ve tek yongada pekçok işi yapar hale gelmeleri rol oynuyor. Bu yongalar sayesinde cep telefonları haberleşme ötesinde birşeyler oldular.


İşte bu yongaların büyük üreticilerinden Texas Instruments firması müthiş bir gelişmeye imza atmış. Yardımcı işlemciler OMAP-DM510, OMAP-DM515 ve OMAP-DM525 gerçeken son derece ilgiç özellikler ile geliyorlar. Bunlar sayesinde cep telefonlarıyla 20 megapiksele kadar fotoğraf çekilmesi mümkün olacak. Yüksek sıkıştırma oranlı ve kaliteli H.264, 720p videoları kaydedip oynatabilecekler.

Modeline göre 128 ila 256 megabayt hafıza ile geliyorlar. TV çıkışı veriyorlar. Yüz tanıma, gülümseme algılama, kırmızı göz düzeltme, sarsıntı önleme gibi konuları  haledebiliyor. Filmlerdeki gürültü filtreleme özelliği ile net çekimler yapılması mümkün.

Telefon üretim hattına girmelerinden sonra mobil telefonlarımız daha da fazla beklentiyi karşılayak. 5-8 megapiksele dayanan fotoğraf makinelerinin çözünürlükleri artacak. Film çekilmerini HD çözünürlükte yapmalarına rağmen çekilen filmler daha az yer kaplayacak.

Detaylı bilgi için tıklayın.

4 Ekim 2009 Pazar

Sen de İnternet'i bul, sonra kendi bulduğunu düzene sok. İnternet'ime Dokunma!



Her hafta Biltekhaber.com sitesine iki adet yazı hazırlıyorum. Çalışmazken kolay olan bu durum yorgun argın eve geldiğimde yetişmesi gereken iki yazı olunca pek keyifle yapılabilecek bir iş değil. Ancak yine de takip edebildiğim kadarıyla teknoloji ve telekom dünyasını etkileyen konularda yazmaya devam ediyorum. Bu defa da blog biraz boşlanıyor ister istemez.

Google PR sıralamam 3'den 1'e düşünce de yazmak için çok fazla isteğim kalmadı o da ayrı.

Neyse, bunları bir yana bırakıp bu hafta Biltekhaber.com sitesinde yayınlanacak olan yazıma biraz atıf yaparak son gelişmelere ve İnternet Sansürüne ilişkin görüşlerimi yazayım.

İlk bilgisayar ve insanlara zarar vermeye çalıştığı filmleri hatırlarsınız. Başlarda bilgisayar teknolojisi çok abartıldı. Basit bir hesap makinesinden biraz daha fazla iş yapmayı becerebilen öncül PC'ler neler yapmadı bu filmlerde? Dünyayı ele geçirdiler, insanlara zarar verdiler. Zaten basit korkularımızı büyütüp, tekrar bize gösteren filmler gişe başarısını bir şekilde garantilediğinden yıllar boyunca dünyayı yok etmek isteyen pek çok bilgisayar geldi geçti. Oysa işin aslı bu değil. Masum bilgisayarlar bize zarar vermedi. Büyük ihtimalle de gelecekte de zarar vermeyecekler.

İnsanlar ise hemcinslerine her fırsatta zarar verdi. Bunun için gerekirse bilgisayarı da silah olarak kullandılar. Virüsler buna iyi örnektir. Biraz kod yazmayı beceren genç insanlar neden zarar veren birşeyeler yapmak isterler? Bir süre sonra bundan fırsat yakalayan firmalar virüs ve benzeri zararlıları temizlemek için sizden para talep eder. Peki bunca sene bilgisayar teknolojisi virüsten etkilenmeyen bir işletim sistemini neden üretemez (Hadi sadece Microsoft diyelim)? Linux işletim sistemi pek etkilenmiyor böyle şeylerden.

****

Denetim mekanizmasını elinde tutanlar, bunun verdiği güç ile hiç bilmedikleri ama bildiklerini sandıkları bir mecrayı nasıl denetler? Son olarak neden olduğu bilinmez Farmville denen saçma Facebook oyununa erişim engellemesi getirilmesi nedendir?

Sanırım en iyisi kendi internetlerini kendilerinin yapması. Ne bileyim, bir iki gazete sitesi, bir de e-devlet siteleri dışında tüm sitelere erişim izole edilsin. denetimi de kolay olur hem.

Hatalardan ve hatalı uygulamalardan, sansürden ve engellerden uzak bir yaşam dilerim.

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...