16 Kasım 2009 Pazartesi

Teknoloji Tehlikeli mi?



Değişim, insanda ister istemez şüphe uyandıran bir kavram. Oysa hayatın doğal süreci değişimi kaçınılmaz kılan bir yapıya sahip. Var olan durumu (statüko) korumak, bilinen ve kontrollü şartlar içerisinde kalmak yanıltıcı bir güvende olma hissi verebilir. Peki çevredeki tüm şartlar değişmesine rağmen biz değişimden uzak durabilir miyiz?

Uzatmaya gerek yok değişim biz istesek de, istemesek de bizi bulur ve değiştirir. Zaten gelişmenin ilk adımı da değişimdir. Eğer değişime ayak uydurabilir ve bunu kendiniz için avantajlı bir hale getirebilirseniz gelişirsiniz.

Sanırım, bu kadar laf oyunu yeter.

Sizce Hangisi Tehdit?
Teknoloji mi? Yoksa bunu doğru kullanmayan anlayış mı?

Hızlı bir ilerleme eğilimine sahip olan teknolojinin, yaşantımız üzerinde yaptığı değişiklikler genellikle olumlu. Geçmişte fazla zaman alan, yoğun emek isteyen pek çok iş, gelişmiş teknoloji sayesinde artık daha kolay yapılıyor.

Doğru ellerde kullanılan teknoloji sayesinde daha güvenli ve güzel bir yaşam sürmemiz mümkün. Yanlış kullanım ise tam tersi sonuçlar yaratabilir. Ekmek bıçağı gibi, birini yaralamaya da yarayabilir, ekmek kesmeye de.

Doğru kullanımla, teknoloji sayesinde suçların önlenmesi ve suçluların ortaya çıkartılması daha kolaydır. Örneğin trafik kameraları sayesinde trafik suçlarının tespiti ve cezalandırılması sürecinde durum budur. Çok daha az insan gücü ile otomatik tespit edilen trafik suçları kolayca cezalandırılabilmektedir. Bu durum her an tetikte durup kameralara yakalanmak korkusu yerine, basitçe trafik kurallarına uyarak, trafik suçu işlenmesinde ciddi azalmalara neden olabileceği gibi işlenen suçların cezalandırılması yoluyla ciddi bir gelir girdisine de neden olabilir. Her iki sonuç da olumlu olarak değerlendirilebilir.

Suçluların izlenmesi ve yakalanması için kullanılabilecek MOBESE kameraları da önemli ölçüde faydalı bir sonuç silsilesi doğurabilecektir. Yüz tanıma ve benzeri biometrik yöntemlerle birleştirilmesi halindeyse çok daha aktif bir izleme ve suç önleme görevi pekala bu tür sistemleri daha etkin kılabilir.

Son zamanlarda gündemde olan izleme ve dinleme söylentileri ise işin rengini biraz değiştiriyor. Potansiyel suçların önlenmesi amacıyla yapılan bazı teknolojik dinleme ve izleme çalışmaları medyada yer alıp toplumun çeşitli kesimlerini rahatsız etmeye başlamış gibi görünüyor. Kuşkusuz dinleme ve izleme türünde istihbarat faaliyetlerini yapan makamların ve bu makamlar üzerinde yönetim erkine sahip olanların gerçekleştirilen çalışmaları objektif ve kişisel değer yargılarından arınmış olarak yapmaları gerekiyor. Aksi taktirde bu konuda toplumsal tepkinin giderek buyümesi kaçınılmaz olacak gibi görülüyor.

Bu tür haberler ve kamuoyunun ilgisinden dolayı toplumdaki rahatsızlık giderek daha belirgin ve ilginç bir hale geliyor. İlginçlik şu şekilde kendini gösteriyor. Geçenlerde bir TV'de, yolda, 20'li yaşlarda bir genci çevirip soruyorlar. "-Telefonunuzun dinlendiğini düşünüyor musunuz?" diye. Genç, emin bir şekilde "evet dinleniyorum" diyor. "Neden dinlendiğinizi düşünüyorsunuz?" sorusuna ise anlamlı bir cevap veremiyor gencimiz. Aynı şekilde haber programında dinlendiği hatta telefonu açık değilken bile bunun gerçekleştirildiği düşüncesiyle, mahrem kalabilmek için cep telefonunu gazete kağıdına sarıp buzdolabının buzluğuna (neden buzluğa bilmiyorum, alt bölme de aynı etkiyi yapabilir oysa) hapseden bir kişi böylece Faraday kafesi etkisi sağlayıp istediği gibi mahrem kalabileceğini gösteriyordu.

Görüleceği gibi, toplumsal bir paranoya dalgası bu haftanın gündemini meşgul edecek gibi duruyor. Ancak asıl sorunu hiç gözden kaçırmamak lazım hangisi sıradan vatandaşı tehdit ediyor? Teknoloji mi? Anlayış mı?

9 Kasım 2009 Pazartesi

Atam, Seni Saygı ve Özlem ile Anıyorum


Bu fotoğraf Atatürk takviminin ilk yaprağı. İzleyen fotoğrafların büyük bölümüne bu linkten ulaşabilirsiniz.

Sevgili Mustafa Kemal Atatürk. 

Bir On Kasım'da daha seni, sevgi ve şükranla anıyorum. Fikirlerinin ışığı ile bu ülke ve insanlarını halen aydınlanırken sen de nur içinde yat.


Seni unutmadık ve unutmayacağız.

Mimlendim

Oğulcan Orhan beni mimlemiş.

Öyle ki eğer biri size bir mim yollayıp bir şey sorarsa siz de ona cevap olarak bir yazı yazıp bir tanıdığınızı da siz mimliyorsunuz. Eğer o tanıdığınız miminize cevaben bir yazı yazmaz ise, başına korkunç şeyler gelebiliyor. Ülkesinde açılım rüzgarları esiyor. Bor maden yatakları kuruyor. İşsizlik son 10 yılın en yüksek seviyelerine geliyor. Ekonomisi krize giriyor.

Bütün bunlar neyse ki bizim ülkemizde olmuyor. Eğer olsaydı, birinin gelen mime cevap vermemiş olduğu sonucuna ulaşırdık ki bunu da istemeyiz öyle değil mi?

Lafı uzatmadan mim ile gelen düğün bayram, deyip soruyu cevaplayayım. Soru ne mi? "Yazılarınız nasıl hayata geçiriyorsunuz?"

Öncelikle aklıma birşey gelmesi ya da okuduğum gördüğüm bir olay, bir yer, bir düşünce, bir teknolojik aletten ilham almam gerekiyor.

Sonra bir süre bu konuda düşünmem gerekiyor. Öyle oturup kafa patlatmıyorum. Bazen bir yerden bir yere giderken, bazen sıkıcı bir toplantıda, bazen de olur olmaz herhangi bir yerde akıma birşeyler geliyor. Genelikle not alamadığımdan büyük çoğunluğunu unutuyorum. Unutmadıklarım olursa yazıya döküyorum.

Konunun özelliğine göre bir araştırma yapıyorum, sonra başlıyorum yazmaya. Genellikle incelediğim teknolojik bir oyuncaksa, hakkında okuyup, yapılan değerlendirmeleri karşılaştırıyorum. Bulabilirsem basın bültenine kadar ulaşmaya çalışıyorum.

Genellikle gecenin ilerleyen saatlerinde yazıyorum. Bazen de kızımın cimnastik antrenmanında yazıyorum. Teknoloji en sevdiğim alan. Genellikle teknoloji yazsam da, arada sırada felsefe, çalışma hayatı, ekonomi üzerine de yazdığım oluyor.

Hikaye de yazmayı denedim, ancak kimseler ilgilenip okumayınca hikaye yazmayı kestim. Bilimkurgu bir hikaye idi ama "mini iPhone", "nasıl bir fotoğraf makinesi almalı", "asgari ücret rakamı" gibi yazıkarım tavan yaparken bilimkurgu hikayeme silah zoru ile okuyanlar dışında pek ilgi olmayınca ben de bir süre derin dondurucuya kaldırdım.

Yazıları ne kadar büyük hevesle yazarsam, o kadar çok hata yaptığımı farkettiğim için yazıyı yayınlamadan önce tekrar tekrar okuyorum (bu pek doğru değil :). Yıllarca dergi, webde yayınlanan Antrak Gazetesi editörlüğü de yaptığımdan kendi yazılarımı okumak işkence gibi geliyor. Bazen ne kadar okusam da hatalı yazılarım çıkabiliyor. Arada arkadaşlarım, yayınladıktan sonra yazımı okurlarsa düzeltmeleri gönderiyorlar, ben de düzeltiyorum.

Yazılarımda muhakkak bir fotoğraf ya da başka bir görsel kullanıyorum. Dümdüz yazı bana soğuk geliyor. genellikle, ya kendim çekiyorum, ya da bir yerden alırsam üzerinde oynayıp da kullanıyorum. Mesela bu yazıda görülen yazıyı az önce tuşlarına basarak yazdığım masaüstü bilgisayarımın klavyesi.

İşte böyle yazıyorum ben de.

Mim olması nedeniyle, sanırım İdris Cin'e ve İsmail Emrah Demirayak'a yollayıp onların nasıl yazdığını da okumak istiyorum.

6 Kasım 2009 Cuma

Yeniden Sanayi Devrimi mi?

Böyle başlık atınca insanın, "istemem kalsın" diyesi geliyor ya neyse. Bakalım, neler yazmışım.



Resimdeki bina, Sanayi Devriminin sembolü haline gelmiş olan Kristal Palas'dır. Çelik yapılıdır. Çokça camla da tamamlanmıştır. Endüstri Devriminin sembolü çelik ve cam bu binada adeta bir tür güç gösterisi yapmıştır. Gerçi bunları yapacak ısıyı oluşturmak için gereken kömürü unutmuşlar ama o kadar olur.


Sanayi Devrimi, 18. yüzyılda Avrupa'yı geri dönülmez şekilde değiştirdi. Seri üretim ve tüketim alışkanlıklarının buna ayak uydurması iyi güzeldi de, büyük çevre kirliliği gibi bir yan etkisi oldu. Bir de insanlarının çok zor şartlarla boğuşmalarına.

Post endüstriyel (endüstri devrimi sonrası aşama) dönemde ise iki dünya savaşı atlatıp, bedelini ödemek zorunda kalan gelişmiş ülkeler, resmin tamamını görmek istemediler. Bunun yerine, kendi bölgelerinde kısmen düzelme ile yetindiler. Bu durum, teknoloji geliştiren ama iş üretmeye gelince, bunu başka ülkelere yaptıran bir hal almalarına yol açtı.

Şu finansal kriz olmasaydı gelişmiş ülkeler spekülatif borsa kazançlarıyla ve paradan para kazanma işiyle gül gibi geçinip gideceklerdi. Ama olmadı işte. Saadet zinciri en zayıf halkasından, finansal tarafından koptu.

Avrupa, krizi ve işsizliği derinden yaşarken, ülkemizde de istihdam miktarı ciddi boyutta azaldı. Yeni işgücü de bir türlü istediği türde iş bulup istihdamı artıramadı. Özetle, milyonlarca işsiz insan, ne yapacağını bilmez bir halde, umutsuz bir arayış içinde buldu kendilerini.

Bu arada, Asya Kaplanları krizi fırsata çevirdiler. Teknoloji ürünleri üretiminde ciddi bir artış ve fiyatlarda da ciddi bir düşüş yaşandı. Son zamanlarda Uzakdoğu merkezli firmaların üretimleri ve satışları arttı.

Artan sadece satışlar değil. Artık günden güne farklı modeller çıkıyor. Üstelik neredeyse takip edilmeyecek kadar hızlı bir yenilenme süreci yaşanıyor. Telefon, bilgisayar, televizyon, fotoğraf makinesi gibi ürünlerde aynı modeller eskiden 2-3 sene kadar üretilip satılırken, artık 2-3 ay önce satılan modellerin bile yerini yenilerinin aldığını görüyoruz.



Bu gelişmelerin sonucunda Uzakdoğulu insanların ülkelerine kaynak artışı ve zenginleşmenin yanında ek maliyet olarak, doğa katliamı ve kirli çevre olarak geri dönüyor. Bir anlamda tarih tekrarlanıyor. Daha çok üretim ve refah için nesiller ve çevre harcanıyor.

Bir gün gelip, dengeler tekrar yerine oturacak. Doğa tüm bu yapılanların karşılığını insanoğluna ödetecek.

Korkarım bu gelişmelerin ve neden olduğu tahribatın bedelini bizler ve çocuklarımız ödeyeceğiz.

Teknolojik gelişmelerin hayatımızı karartmamasını, daha iyi ve yaşanabilir bir çevreden sonsuza kadar uzak kalmamamızı dilerim.

27 Ekim 2009 Salı

Bu da mı viral değil hakim bey?



Alkışlarla yaşıyorum sitesinde rahmetli Sadri Alışık'ın ünlü bir repliği var. Bu linkten izleyebilirsiniz. Malum her yanımızı viral reklam kaplayan şu günlerde arkadaşlarımız tarafından gönderilen mail eklerinde sık sık viral reklam örnekleriyle karşılaşıyoruz. Bence en başarılı reklam kampanyaları da bunlar arasından çıkıyor. Böyle giderse pek yakında kendimizi firmaların viral reklamlarını arkadaşlarımıza gönderiyorken bulacağız.

İşte aşağıda bunlardan biri yer alıyor. Gerçekten çok ilginç görüntüler. Adam bisiklete binmiyor uçuyor. Ama viral işte, zaten viral olmama gibi bir iddiası da yok. O kadar ilginç ki keyifle izleniyor.

Ey sosyal medyanın üyeleri, buyrunuz izleyiniz.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Yardımcı İşlemciler Herşeyi Değiştirecek (OMAP-DM510, OMAP-DM515 ve OMAP-DM525)



Mobil telefonlar giderek küçülüyorlar. Bunda içlerindeki bileşenlerin küçülmesi ve tek yongada pekçok işi yapar hale gelmeleri rol oynuyor. Bu yongalar sayesinde cep telefonları haberleşme ötesinde birşeyler oldular.


İşte bu yongaların büyük üreticilerinden Texas Instruments firması müthiş bir gelişmeye imza atmış. Yardımcı işlemciler OMAP-DM510, OMAP-DM515 ve OMAP-DM525 gerçeken son derece ilgiç özellikler ile geliyorlar. Bunlar sayesinde cep telefonlarıyla 20 megapiksele kadar fotoğraf çekilmesi mümkün olacak. Yüksek sıkıştırma oranlı ve kaliteli H.264, 720p videoları kaydedip oynatabilecekler.

Modeline göre 128 ila 256 megabayt hafıza ile geliyorlar. TV çıkışı veriyorlar. Yüz tanıma, gülümseme algılama, kırmızı göz düzeltme, sarsıntı önleme gibi konuları  haledebiliyor. Filmlerdeki gürültü filtreleme özelliği ile net çekimler yapılması mümkün.

Telefon üretim hattına girmelerinden sonra mobil telefonlarımız daha da fazla beklentiyi karşılayak. 5-8 megapiksele dayanan fotoğraf makinelerinin çözünürlükleri artacak. Film çekilmerini HD çözünürlükte yapmalarına rağmen çekilen filmler daha az yer kaplayacak.

Detaylı bilgi için tıklayın.

4 Ekim 2009 Pazar

Sen de İnternet'i bul, sonra kendi bulduğunu düzene sok. İnternet'ime Dokunma!



Her hafta Biltekhaber.com sitesine iki adet yazı hazırlıyorum. Çalışmazken kolay olan bu durum yorgun argın eve geldiğimde yetişmesi gereken iki yazı olunca pek keyifle yapılabilecek bir iş değil. Ancak yine de takip edebildiğim kadarıyla teknoloji ve telekom dünyasını etkileyen konularda yazmaya devam ediyorum. Bu defa da blog biraz boşlanıyor ister istemez.

Google PR sıralamam 3'den 1'e düşünce de yazmak için çok fazla isteğim kalmadı o da ayrı.

Neyse, bunları bir yana bırakıp bu hafta Biltekhaber.com sitesinde yayınlanacak olan yazıma biraz atıf yaparak son gelişmelere ve İnternet Sansürüne ilişkin görüşlerimi yazayım.

İlk bilgisayar ve insanlara zarar vermeye çalıştığı filmleri hatırlarsınız. Başlarda bilgisayar teknolojisi çok abartıldı. Basit bir hesap makinesinden biraz daha fazla iş yapmayı becerebilen öncül PC'ler neler yapmadı bu filmlerde? Dünyayı ele geçirdiler, insanlara zarar verdiler. Zaten basit korkularımızı büyütüp, tekrar bize gösteren filmler gişe başarısını bir şekilde garantilediğinden yıllar boyunca dünyayı yok etmek isteyen pek çok bilgisayar geldi geçti. Oysa işin aslı bu değil. Masum bilgisayarlar bize zarar vermedi. Büyük ihtimalle de gelecekte de zarar vermeyecekler.

İnsanlar ise hemcinslerine her fırsatta zarar verdi. Bunun için gerekirse bilgisayarı da silah olarak kullandılar. Virüsler buna iyi örnektir. Biraz kod yazmayı beceren genç insanlar neden zarar veren birşeyeler yapmak isterler? Bir süre sonra bundan fırsat yakalayan firmalar virüs ve benzeri zararlıları temizlemek için sizden para talep eder. Peki bunca sene bilgisayar teknolojisi virüsten etkilenmeyen bir işletim sistemini neden üretemez (Hadi sadece Microsoft diyelim)? Linux işletim sistemi pek etkilenmiyor böyle şeylerden.

****

Denetim mekanizmasını elinde tutanlar, bunun verdiği güç ile hiç bilmedikleri ama bildiklerini sandıkları bir mecrayı nasıl denetler? Son olarak neden olduğu bilinmez Farmville denen saçma Facebook oyununa erişim engellemesi getirilmesi nedendir?

Sanırım en iyisi kendi internetlerini kendilerinin yapması. Ne bileyim, bir iki gazete sitesi, bir de e-devlet siteleri dışında tüm sitelere erişim izole edilsin. denetimi de kolay olur hem.

Hatalardan ve hatalı uygulamalardan, sansürden ve engellerden uzak bir yaşam dilerim.

15 Eylül 2009 Salı

LÖSEV - Elimi Siz Tutar mısınız?

LÖSEV, desteği hak eden bir sivil toplum kuruluşu. 4 yaşındaki oğlum da gösterimdeki reklamına bayılıyor. Desteklerinizi esirgemeyin. Sizlere uzanan küçük elleri tutun.



11 Eylül 2009 Cuma

MiFi 2352

MiFi™ 2352 cihazı son derece küçük (bir deste oyun kartından daha ufak) ve taşınabilir bir hotspot. 3G ağa bağlanan bu cihaz sayesinde yakın çevresindeki tüm WiFi erişimine sahip cihazlar küçük bir ağ oluşturabiliyor, bir de internete erişebiliyorlar. Ek olarak üzerinde yer alan hafıza kartı yuvası sayesinde direkt olarak dosya paylaşımı imkanı da var.

10 metre çapında bir alanda çevresindeki cihazlara erişim imkanı sağlıyor. Bağlanabilecek olan aygıt sayısı 5 ile sınırlı. MicroSDHC desteği ile 16 GB hafıza kartı kullanılabiliyor. Dosyaları mikro ağınızda paylaşabilirsiniz.

Lityum Ion doldurulabilir pilleri ile tek dolumla 4 saate kadar hizmet verebiliyor. GPS sistemini destekliyor. Böylece konum bilgilerinizi de ağ üzerinden görüp yerinizi saptamanız da mümkün oluyor.

Seyahatlerde, küçük ofis ve ev ortamlarında taşınabilirliğin elzem olduğu durumlarda keyifle kullanılabilecek bir cihaz. Novatel Wireless firması tarafından üretiliyor.

3 Eylül 2009 Perşembe

Nokia X6

Bu gün, geçtiğimiz saatlerde (02 Eylül 2009) Nokia X6 Avrupa'da tanıtıldı.

X serisi gerçekten etkileyici bir seri. X6 ise görünümü ile son derece hoş. Biliyoruz ki her şey iPhone'u tahtından indirmeye yönelik ama bakalım bu nefis özelliklere sahip cihazla bunu başarmak mümkün olabilecek mi? Hazır iPhone 3GS pazarda kendini göstermeye başlamışken yoluna X6 çıkacak. Gerçi dokunma teknolojisi olarak iPhone patentleri elinde bulundursa da Nokia mühendisleri de boş durmamış gibi görülüyorlar.

Nokia X6, 14 mm.Kendi zayıf ancak özellikleri değil.

3.2 inch (diagonal 8,16 cm) dokunmatik ekranı bulunuyor.

32 GB sabit (çıkarılamayan) hafızaya sahip (şimdi gelin de iPhone hedef alınmamış deyin) 35 saat müzik çalıyor.

Nokia'nın hizmeti ile bedava müzik indirme imkanı da var.

5 MP Carl Zeiss kamerası var (Eminim çok nettir de, "neden 5MP?" derseniz, sanırım megapiksel büyümesi optik algılayıcının da büyümesini gerektirdiğinden yer problemi çözünürlük artışını dizginlemiş gibi).
Sosyal ağ sitelerini destekliyor. Facebook ve benzeri sitelere erişim ve hizmetlerinden yararlanmak mümkün (artık eğilim bu yöne doğru olduğundan piyasanın nabzı tutulmuş).

Web tarayıcısı flash desteği ile geliyor (sonunda).


4 saat video izleyebiliyorsunuz (Bursa-Ankara arası da hızlı trenle o kadar sürdüğüne göre ideal, hemen terminale tezgah kurup şarj edip satmak lazım) 

Ekim-Kasım-Aralık çeyreğinde 450 Euro fiyatla (1000 TL) Avrupa'da satılmaya başlanacak. Bizde az daha pahalı olacağına iddiaya girerim.


Nokia X6 Özellikleri:


Boyutlar: 111x51x13.8 mm

Kamera: 5 MP Carl-Zeiss optikli kamera ve ikili LED flash

Müzik Çalma: MP3, SpMidi, AAC, AAC+, eAAC+, WMA, MTP


Video: Görüntü kaydı, düzenleme yapma ve izleme, TV çıkışı (ses çıkışı üzerinden)

Web Tarayıcısı Macromedia Flash Lite 3.0ile geliyor.

Email mevcut. Ek olarak, Nokia Messaging desteği unutulmamış

GPS ve A-GPS, pusula ve Nokia Maps (haritalar) ile gittiğiniz yeri bilip kaybolmayacaksınız.

3 boyutlu stereo, telefon ve görüntülü arama sesleri ile boş bulunduğunuzda yerinizden hoplama fiyata dahil

Hafıza: 32GB sabit (çıkmıyor).

3.5 mm Ses ve Görüntü çıkışı (kulaklık çıkışından)

Veri desteği: Yüksek hızlı Micro USB, WLAN, Bluetooth 2.0, WCDMA, GPRS/EDGE, HSDPA (3G)

Konuşma süresi: 8 saate kadar

Hazırda bekleme: 406 saate kadar

Müzik Çalma: 35 saate kadar

Video Gösterme: 4 saate kadar

Bana, Nokia bu cihazı kolayca satar, alanlar da keyifle kullanırlar gibi geliyor. Bakalım daha neler göreceğiz.

21 Ağustos 2009 Cuma

Wi-Fi'den Şebeke Olur mu?

Bir laf vardır, "Bir işe Türk gibi başla, İngiliz gibi bitir" diye. Aşağıda bu lafın ne kadar doğru olduğunu okuyacağınız bir örnek var. Daha ilk örnekleri ortaya çıktığından beri Wi-fi yani kablosuz ağ ilgimi çekmiştir. Kablosuz ağ büyük bir kolaylıktır. Bilgisayarları kablo karmaşasından ve belli bir yere bağlı kalmaktan kurtardığı gibi cep telefonlarının da ucuz bir şekilde internete erişimini sağlamıştır. Bundan birkaç yıl önce, henüz kablosuz erişim yeni sayılırken TTNET büyük şehirlerde kablosuz erişim noktaları kurmaya girişti. Şebeke belli bir büyüklüğe eriştiğinde, uygulaması zahmetli bir gelir modeli ile sistemi ücretlendirdiler. Ancak gelir modeli pek tutmadığından ve wi-fi cihazlar o dönemde fazla yaygın olmadığından şebekenin geliştirilmesinden vazgeçildi. Geçtiğimiz gün bir haber okudum. British Telecom (BT), İngiltere'de 500.000 wi-fi erişim noktası sayısına ulaşmış. Üstelik, 3g.co.uk sitesi BT'un bu sayıyla yetinmeyip 1 milyon hotspot'a (kablosuz erişim noktaları yurtdışında hotspot olarak anılıyorlar) ulaşmanın planlandığını yazmış. Demek ki oralarda yeterli kullanıcı kitlesi bulunuyor. Oysa yurdumuzda, TTNET tarafından kablosuz ağ şebekesi geçtiğimiz iki yıl içerisinde pekala geliştirilip şehirlerde geniş bir çevreyi kapsayacak hale getirilebilirdi. Böylece adsl müşterisi iseniz nereye giderseniz gidin, bilgisayarınızdan ya da wi-fi özelliği olan akıllı telefonunuzdan internete ulaşabilirdiniz. Hatta yeni çıkan Wirofon bu sayede çok daha geniş bir kullanıcı kitlesi yakalayabilirdi. Ancak ne yazık ki TTNET uzun süredir wi-fi erişim noktalarını artırmadı. Türk gibi başladı, ancak "sistem tutmadı" gerekçesiyle kablosuz erişim ağı geliştirmeye devam edilmedi. BT ise yaptığı yatırımlardan vazgeçmeyip, bir anlamda 3G operatörlerinin ciddi bir rakibi olmuş. Her yerde internete erişebilseniz başka bir internet bağlantısı için fazladan ödeme yapar mıydınız? Büyük lisans bedeli ödemesi yapmadan oluşturulabilcek dev bir kablosuz internet erişimi ağı ve bu erişim üzerinden verilebilecek olan katma değerli hizmetlerden elde edilecek gelir ve rakipler üzerinde kurulabilecek bir rekabetçi baskı imkanı TTNET tarafından kaçırılmış oldu. Ancak hala şansları var. 3G yayılmadan kablosuz ağ erişim imkanlarını genişletmek TTNET'in adsl müşterilerini kaybetmemek için atacağı akıllı bir adım olabilir.

14 Ağustos 2009 Cuma

Samsung ST1000

Fotoğraf makineleri dünyasında artık yeni bir döneme girildiğinin habercisi gibi birden karşımıza çıktı Samsun bu modeliyle. Kablosuz erişim teknolojilerinden oldukçca popüler olan Wi-Fi ve Bluetooth özelliklerine sahip bu fotoğraf makinesi bu kadarla da kalmıyor. GPS (küresel konum belirleme) özelliği ile çekilen fotoğrafın konum bilgisi de fotoğrafa ekleniyor. Böylece çektiğiniz yeri unuttuğunuz durumlarda şehir ve bölge verilerin makinenin ekranında bulabiliyorsunuz. Bilgisayara ve başka bir kablosuz iletişim cihazına ihtiyaç olmadan çekilen fotoğraflar Wi-fi veya Bluetooth üzerinden elektronik posta ya da online resim veya video halinde Facebook, Flickr, Picasaweb, Youtube, Dailymotion gibi) servislere yollanabiliyor. Ekranı 3,5 inch, diagonal olarak 9 santim. Piyasadski fotoğraf makineleri arasında en yüksek çözünürlüklü ekrana sahip. Ekran dokunmatik. Fotoğraf makinesindeki yazılım sayesinde pek çok ilginç özelliği sunuyor. Bir iki model sonra işletim sistemli olarak yeni fotoğraf makineleri duyurulursa şaşırmamak lazım. 12 Megapiksel çözünürlük yeterli, 5x optik yakınlaştırma ise bu kadar küçük bir makine için oldukça güzel. 1280x720 piksel HD hareketli ve sesli görüntüleri kaydedebilmesi ile biraz fotoğraf makinesi olmaktan çıkıp video kamera haline geliyor. Film kaydetmek için de artık başka bir cihaza gerek olmayacak bu gidişle. Yüz tanıma, titreşim engelleme, en iyi çekim şeklini belirleme gibi kolaylıkları var. 4 GB'lik hafıza kartına 1200 12 Megapiksellik fotoğraf çektiği belirtilmiş. Eylül 2009 itibariyle 400 Dolara ABD'de piyasaya çıkacak.

11 Ağustos 2009 Salı

Facebook Friendfeed'i Satınaldı. Şimdi Ne Olacak?

Facebook Friendfeed'i 15 milyon Dolar'ı peşin olmak kaydıyla 50 milyon Dolara satın aldı. 10 Ağustos 2009 tarihinde gerçekleşen satış sonrası Friendfeed kullanıcılarından çoğunlukla olumsuz, bir bölüm kullanıcıdan ise olumlu tepki aldı. Facebook'un ne olduğunu bilmeyen, en azından bir kere girip de, nedir diye karıştırmayan olmamıştır. O nedenle fazla açıklamadan Friendfeed'den kısaca bahsedeyim. İnternette yaptığınız her türlü yayının akışını (RSS), yorumlarınızı anlık olarak dostlarınız ve onların dostları veya takip edenleri ile tartışabildiğiniz, paylaşabildiğiniz ve anında tepki, yorum ile beğeni alabildiğiniz, daha çok işin teknik kısmından hoşlanan bir kesimin takip ettiği bir sosyal medya ortamı. Facebook ve FriendFeed'in ne şekilde bir sinerji yaratacakları şu anda belli değil. Ancak Friendfeed ekibinin facebook altyapısına ciddi katkısının olacağı yadsınamaz bir gerçek. Ayrıca Google da Friendfeed de en önemlisi "anlık arama" (real-time search) yapabilen bir teknoloji üzerinde sektörün öncüleri durumundalar. Facebook'un bu alımı bu açıdan çok önemli bir gelişme. Google Friendfeed'e mantıklı bir ürünle cevap vermede gecikince Facebook bu imkanı değerlendirmek istemiş olabilir. Teknoloji meraklısı kesimin biraz muhafazakar olması garip gelebilir ama Friendfeed kullanıcıları haberin yayılmasıyla oldukça hızlı bir şekilde olumsuz tepki verdiler. Bir anda "#DONTSELLMYFRIENDFEED" nidaları yorumlarda görülmeye başladı. Hatta gediklilerden Sunipeyk tarafından yapılan, ve tüm dünyada kullanıcılar tarafından tekrar tekrar paylaşılan aşağıdaki çalışma da hayal kırıklığının düzeyini ortaya koyuyor. Facebook Kullanmayan geniş bir kitlenin bulunduğu Friendfeed kullanıcıları arasından "chaz"ın yorumu ise durumu biraz daha açık ortaya kuyuyor. "i just remembered why i dont use facebook, my ex-wife is there, :o" (Şimdi hatırladım. Facebook kullanmamamın nedeni eski eşimin orada olmasıydı :o) Friendfeed'i daha önce Facebook'u da kullanan pek çok arkadaşıma önermeme rağmen pek kullanabilenine rastlamamıştım. Buna neden olarak, Facebook aksine Friendfeed'in kullanımının en azından internet okuryazarlığının ötesinde biraz daha fazla bilgi gerektirmesi ve web teknolojisini yakından bilen ve yenilikleri sıkı takip edenlerin ancak zorlanmadan Friendfeed'i kullanabilmelerini görüyorum. Friendfeed, 2 yıla yaklaşan bir süredir herhangi bir gelir modeline dayanmadan gelişmesini sürdürmüştü. Google eski çalışanlarından oluşan ekibin bir şekilde gelir sağlamadan yola devam etmeleri pek mümkün görünmüyordu. Sanıyorum satışın en önemli nedenlerinde biri bu olmalı. Friendfeed'in Facebook'a bir canlılık getirmesini ve anlık geniş kitlelere yönelik bağlantıları kuvvetlendirmesini umuyorum. Gene de içimde biryerler sızlamadı desem yalan olur.

7 Ağustos 2009 Cuma

3G ADSL'nin Alternatifi Mi?

3G lansmanları geçtiğimiz haftalarda gerçekleştirildi. Sıra promosyonlu satış kampanyalarında. Örneğin, iki yıl için sözleşme imzalayıp aylık ödeme yapma yükümlülüğü altına girerseniz (65-75 TL) ilgi çekici kampanyalardan faydalanabilirsiniz. Tüketicinin için dostane bir uyarı yapayım hemen: Eğer ilk müşterilerin arasındaysanız, genellikle ürün veya hizmeti pahalıya edinirsiniz. Biraz bekleyebilirseniz piyasa doygunluğa ulaşır yeni potansiyel alıcılar için gözden geçirilmiş pazarlama politikalarıyla yapılan promosyon ve kampanyalarda daha karlı çıkabilirsiniz. 3G hizmetini devamlı olarak ve sağlıklı, mobil sesli görüşmelerin kapsama alanı kadar geniş bir alanda verebilmek için Turkcell, Vodafone ve Avea'nın ciddi ek yeni yatırımlar yapmaları gerekiyor. Yüksek lisans ücretleri üzerine, yatırım maliyetleri de binince, 3G kapsama alanını genişletmek oldukça zor. 3G, mobil telefon hizmetinden farklı bir frekansta çalışıyor. Dolayısıyla farklı ve yeni donanımlar ve antenler gerektiriyor. Frekans yükseldiği için dalga boyu küçülüyor. Sonucunda, anten ebatları küçülüyor. Ancak frekansın yükselmesi yayılımın zorlaşmasına neden oluyor. Açık mekanlarda sinyal çok net alınabilirken, içeride kalın duvarların arkasında 3G'nin erişimi güçleşiyor. Kablosuz ağ (Wi-Fi) kullanıcıları duvar gibi engellerde sinyalin ne kadar zayıfladığını farketmişlerdir. 3G için de çok benzer bir durum var. 3G destekli telefonlarda sinyal seviyeleri arasında fark bulunmasının nedeni biraz frekansın yüksekliğiyle, biraz da kapsama alanı iyileştirme çalışmalarının maliyetli ve zaman alan çalışmalar olmasıyla ilişkili. 3G'li telefonunuz GSM ağından daha düşük sinyal alıyorsa, bunun nedeni yukarıda açıklanmaya çalışanlardır. İki farklı hizmet olması nedeniyle sinyal seviyelerini farklı görmeniz normaldir. Zamanla daha iyi sinyal şiddetleri görebilirsiniz. Ancak unutmamak lazım ki GSM şebekesinin kapsama alanı iyileştirmeleri bile halen sürüyor. GSM şebekesini verimli olarak kuıllanabilmeye başlamamız içinse en azından beş yıl sürmüştü. Hala ses hizmeti alma konusunda belli bölgelerde sorun yaşandığınmı da unutmamak lazım. 3G görüntülü görüşme için deneme yapmak isteyenler de şu sıralar zorda. 3G aboneliği olan , telefonu görüntülü konuşmayı destekleyen bir tanıdık bulmak kolay olmayabiliyor. Operatörler Bir deneme servisi açsalar fena olmaz. 3G görüntülü konuşma denemesi yapmak isteyenler bu servisi arayıp 3G görüntülü görüşmede kendi görüntüsü ve sesini kısa bir süre kaydedip, ardından izleyebilse güzel olur. 3G'nin asıl önemi, mobil geniş band internet erişimi. Şimdilik en yüksek 7.2 Mbps. Ancak operatörler genellikle limitli paketler pazarlıyorlar. Usb cihazlar veriliyor erişim için. İçlerine 3G sim kartı takılıp internete ulaşılıyor. Ek bir dağıtıcıya bu usb cihazı takılıp kablosuz erişim yoluyla internet bağlantısı birden fazla cihaz tarafından kullanılabiliyor. Zamanla çok çeşitli donanım raflarda yerini alacaktır. Peki ADSL'ye ciddi rakip geldi mi? Şimdilik bu sorunun cevabı olumlu değil. 3G kapsama alanının iyileştirilmesini beklemek gerekecek. Aynı bölgede birlikte 3G hizmetini kullananların çok olması erişim kalitenizi ciddi bir şekilde etkileyeceğinden 3G'nin ADSL'ye gerçekten rakip olması kolay değil. ADSL'nin asıl rakibi fiberoptik altyapı ve uydu erişimi ile geniş band hizmeti verenler. Hatta kablo tv ile internet erişimi. Dolayısıyla, karakalem hesap yapıp, ev telefonunu ve adsl'yi gözden çıkarmayı düşünenlere, en azından altı ay kadar beklemelerini öneririm. Avantajı elden kaçırmamak için ADSL ücretlerinde ve hizmet paketlerinde de iyileştirmelerin yapılması yüksek bir ihtimal. Özetle: Bir malın veya hizmetin ilk alıcısı olursanız, çok ödersiniz. Benden söylemesi.

5 Ağustos 2009 Çarşamba

Nikon Coolpix S1000PJ (İlk Projeksiyonlu Fotoğraf Makinesi)

Nikon yaptı yapacağını. Neredeyse her eve girmiş olan sayısal kameralar konusunda, olabilecek tüm yenilikleri gördük derken, Nikon, üzerinde 102 cm boyuta kadar görüntü verebilen projeksiyonu bulunan bir fotoğraf makinesini duyurdu. Daha önce Çin'lilerin projeksiyonlu telefonu hakkında yazmıştım. İzleyen zamanlarda Samsung da projeksiyonlu telefon yapıp piyasaya sürdü. Ancak hiç kimsenin aklına bir fotoğraf makinesine projeksiyon eklemek gelmemişti. Yahoyt'da haberini görünce, "bunu nasıl atladım" diye hayıflansam da bahsetmeden geçemeyeceğim için hakkında biraz bilgi topladım. Sizlerle paylaşayım. Tahmin edeceğiniz gibi, öyle profesyonel bir makine değil. Amatör son kullanıcı hedef alınmış. Bu ilginç fotoğraf makinesi sadece fotoğrafları değil çekilen filmleri de gösterebiliyor. Yalnız ne yazık ki HD formatında değil 640x480 30fps film çekebiliyor. Diğer Nikon makinelerden bildiğim kadarıyla oldukça güzel film çektiğini söyleyebilirim. Eminim ileride HD sürümleri de çıkacaktır. Uzaktan kumandası var. Sadece projeksiyon gösterimleri için değil, aynı zamanda fotoğraf çekerken de kullanılabiliyor. 5x optik yakınlaştırma yapabiliyor. Fotoğraf çekerken görüntüdeki 12 yüze kadar netleştirme yapabiliyor. Çekilen fotoğrafların ışığında bir sorun olursa makinenin üzerinden düzeltebiliyorsunuz. BSS (best shot Sellector) olarak adlandırılan özelliğini kullandığınızda kamera bir seri fotoğraf çekiyor ve içlerinden en net olanı kaydediyor. Kırmızı gözleri, kendi düzeltiyor. 6400 ISO değerine kadar çekim yapabiliyor. Titreşim bağışıklığı de eklenmiş. Diagonal 7 cm'lik bir ekranı var. 12.1 Megapiksel Projeksiyonda fotoğraf gösterirken geçiş efektleri yapıp, müzik çalabiliyor. Amerika'daki satış fiyatı 430 USD.

3 Ağustos 2009 Pazartesi

Neden Sizin de Bir Web Sayfanız Olmasın?

Bu yazımda biraz geçmişi anmaya karar verdim. İşte, Radikal Gazetesinin PC! dergisinin 13-19 Mayıs 1997 tarihli 11. sayısında yayınlanan bir makalem. ------------------------- İnternet artık 4 yaşında. Her geçen gün İnternet'e bağlanan bilgisayarların sayısı hızla artı­yor. Tabii, İnternet'te yer alan Web sayfalarının sayısı da bu hıza ayak uydurmuş durumda. Koskoca bir bilgi denizi, bazıla­rına göre ise dev bir bilgi çöplü­ğü... Akla geldik-gelmedik bir sürü konu ile ilgili bilgiye ulaş­mak mümkün. Tabii bazen ara­dığınız şeyi bulmak mümkün olmuyor ama siz gene de bir­ iki gün ya da bir-iki ay sonra aynı konuyu aramayı bir daha deneyin. Birileri onunla da ilgi­li bir şeyleri bir yerlere koymuş olabilir. Peki, hiç aklınıza gel­miyor mu, "Sahi, benim de bir Web sayfam olsa" diye? PC!'deki HTML sayfaları ya­ratmakla ilgili olarak Ahmet T. Köksal'ın sayfalarını da takip ediyorsanız, bir Web sayfası hazırlamayı becermiş olmanız işten bile değil. En azından HTML mantığını kavramanız bu yolla mümkün. Ama eğer "İyi güzel de, bu işin bir kolayı yok mu; uğraştırmayacak, şöy­le yazı yazar gibi kolay?" diyorsanız, cevabım hem var hem yok. Buraya kadar her şey iyi güzel de, HTML sayfa tasar­lama yardımcı programlarının kendilerine göre birtakım problemleri oluyor. Web sayfa­larının tasarımında sizlere yar­dımcı olabilecek programlar­dan en kolay ulaşabilecekleri­niz, Netscape'in Gold sürümle­ri. Bunun yanında, Microsoft da Front Page ile Web tasarımı konusunda size kullanışlı bir program sunuyor. Deneme sürümlerinden sü­resi geçmemiş bir tane bulur­sanız deneyebilirsiniz. Fazla uzatmak istemiyorum, ama bunların yanında bir sürü edi­tör program bulmanız müm­kün: Mesela http://www.coffe­ecup.com/editör adresinde bu­lunan CoffeeCup HTML editör programı ile hem sayfanızı yapmanız hem sayfanıza birta­kım Java apIetleri ve hareketli gif resimleri ile canlılık katma­nız mümkün. Diyelim ki sayfa­nızı yaptınız ... Peki, bu sayfayı nereye koyacaksınız? Kolayı var: Web tarayıcını­zın URL bölümüne www.alta­vista.digital.com yazın ve gelen sayfaya da "free web page offer" (bedava Web sayfası ve­ren) yazın ve Altavista'ya ara­tın. Ben bir deneyeyim dedim ve sonuç harika! Yaklaşık 40 adet uyan yer çıktı. İsterseniz aynını yapıp bir de siz deneyin. Altavista'ya arama yaptırma­nın inceliklerini bir kenara bı­rakıp size bir adres önereyim: Eğer birazcık uğraşırsanız, http://www.geocities.com ad­resinden bedava Web sayfası edinebilirsiniz. Bu arada, kulağıma gelen fı­sıltılara göre bazı büyük servis sağlayıcılar kullanıcılarına ki­şisel Web sayfaları açma hakkı vermeyi düşünüyorlarmış. Eğer kısa süre içinde bu ger­çekleşirse kapı kapı dolaşıp be­dava Web sayfası hakkı arama­nıza da gerek kalmayabilir. Kendi servis sağlayıcınız zaten buna imkan tanıyorsa zaten sorun yok. Asıl problem şu: Sayfanıza ne koyacaksınız? Öncelikle şunu önerim: Kişisel Web sayfalarını dolaşıp biraz fikir edinin. Sonra zevklepnizi, hobilerinizi gözden geçirin. Ör­neğin para koleksiyonunuzun resimlerini taratıp sayfanıza koymaya ne dersiniz? Ya da bu güne kadar kullanıp eskittiği­niz bilgisayarlarınızın anakart­larının resimlerini kullanın. Köklü bir ailedenseniz, aileni­zin hayat ağacını yapıp kullanıma sunun. Kedinizin resmi­nizi sayfanın ortasına yerleşti­rin. Hayat hikayenizi anlatm. Master tezinizi yayınlayın. Ba­şınzdan geçmiş donanım-ya­zılım problemlerini toparlayıp sayfanıza koyun. Sayfanızda aylık dergi yayınlayın. İş arıyorsanız bunu belirtin, özgeçmişinizi ve niteliklerinizi yazın (İngilizce'sini de ekleyin. Kim bilir, Bill Gates belki sizin gibi birini arıyordur!). Son ola­rak, sayfanıza size elektronik mektup atabilmeleri için e­mail adresinizi eklemeyi de unutmayın. Biraz düşünüp bir şeyler bulabileceğinize eminim. Say­fanızı en az ayda bir yenileyin, cazip bir şeyler ekleyin, arkadaşlarınızı da habire sayfanızı ziyaret etmeleri için zorlayın. Sayfanıza en kolayından bir sayaç koyun. Başlangıç için önerim, http://www.pagecount.com adresine bir göz atmanız. Bu­radan alacağınız HTML tagla­rını sayfanıza ekleyerek bir sa­yaç sahibi olmanız ve sayfanı­za kimler gelmiş diye istediği­niz zaman kontrol etmeniz de mümkün. En önemlisi, arama makinelerine sayfanızı kaydettirin. Mesela Altavista'nın ana sayfasının altında yer alan Add URL yazısına tıklayıp sizden is­tenen bilgileri girin. İşte hepsi bu... Bütün bunları yapınca ba­na da bir e-mektup atın, ben de gelip sayfanıza bir göz atayım. burcak_cubukcu@bigfoot.com (tabi ki bu mail adresindeki link yazıdaki pekçok link gibi artık çalışmıyor)

2 Ağustos 2009 Pazar

Plastik Kredi ve Bankamatik Kartları Gerekli mi?

Plastikten mamul bankamatik ve kredi kartları ilk çıktıklarında arka yüzlerinde basit bir manyetik bant taşıyorlardı. Önyüzlerinde ise isim soyad ve özgün bir numara ile son kullanım tarihi bulunuyordu. Kredi kartları daha sonra güvenliği artırabilmek için arka tarafa üç sayıdan oluşan bir dizi daha aldılar. Yetmedi, üzerlerinde cep telefonlarının altın dokunma noktalarına benzeyen temas noktaları bulunan chipli kartlar yapıldı. Bir süre sonra da dokunmaya ihtiyaç duymayan chipli kartlar da cüzdanlarda yer buldu. İyi de 4 kredi kartı, 3 de bankamatik kartı ciddi bir şişkinlik yapıyor. Daha çok karta sahip olanların işi daha da zor. Kartların sayısıyla orantılı olarak çaresizlikten icat doğar mantığıyla özel cüzdanlar taşıyanlar bile var. Üstüne üstlük kaybetme, şifresini unutma, çaldırma gibi dertleri de var. İnsanın aklına, başlıktaki soru geliyor ister istemez. Bu plastik kartlara gerçekten ihtiyacımız var mı? Biyometrik sistemler günden güne gelişiyor. Uygulamaları yaygınlaşıyor. Örneğin parmak izi okuyan sistemler 1990'lı yıllardan beri kullanılıyor. Artık her PC'nin üzerinde gelen kameralar ile çalışabilen ve kolayca yüz tanıyan bir yazılım da geliştirilebilir. Aynı şekilde 3G'li görüntülü telefonların üzerindeki kameralar ne güne duruyor. Alın size bir 3G kullanım alanı daha :) Şu kartlar yerine, bankalar müşterilerinin parmak izini, ek güvenlik ve internet uygulamaları için de yüzlerini sayısallaştırıp veri bankalarına kaydetseler, pos ve bankamatik makinelerini de bu sisteme uyarlasalar plastik kart taşımak zorunda kalmayız. Biometrik sistemler o kadar gelişti ki, parmak izi için taradıkları parmağın canlı olup olmadığını bile kontrol edebiliyorlar. O kadar zor yanıltmak anlayacağınız. Bankalar, kartlar için güvelik amacıyla gerekeni yapıyor olsalar da, şifresini bilen biri başkasının kredi kartını kolayca kullanabilir. Oysa biometrik sistemleri aldatmak bununla karşılaştırldığında imkansız gibi. Aynı şekilde işyeri giriş kartları da benzer şekilde ortadan kaldırılabilir. Birileri şu sistemleri geliştirip uygulasa da bizler biraz daha konforlu ve güvenili bir sistem kullanabilsek.

31 Temmuz 2009 Cuma

Powcell İle Güneş Doldursun iPhone Pilinizi

Powcell iPhone, BlackBerry gibi telefonlarda hiç bir değişiklik yapmadan basit bir beşik tasarımıyla güneş ışığından pil dolduruyor. Toplam şarj süresi maksimum 4 saat. Aslında 1 saatlik şarj kullanım için yeterli ancak en yüksek dolum seviyesine ulaşması için 4 saat gerekliymiş. Bu şarj eden beşiğin güzel tarafı, kendi içerisinde bir pile sahip olması. Dolayısıyla bir ton borca girip aldığınız değerli telefonunuzu güneş altında bırakmanız gerekmiyor. Güneşe koyduğunuz Powcell dolduktan sonra ne zaman isteseniz telefonunuz üzerine takıp şarj edebiliyorsunuz. Detaylı bilgi için http://www.powcell.com/about.html adresine bakabilirsiniz.

Popcornhour C-200

Bir süreden beri, gelecekte Televizyon ve İnternet'in bir yerde buluşacağını düşünüyorum. Bu nedenle de bunu gerçekleştirecek olan medya alıcılarına karşı seçici algıya sahibim. Nerede bir tane görsem muhakkak özellikleri neymiş, neleri beceriyormuş diye bakmadan edemiyorum. zaman zaman blogumda bu tür şeyleri paylaşmadan edemiyorum. Medya oynatıcıları henüz gelişme dönemindeler. Genellikle bir sabit disk ya da taşınabilir bellek üzerinden dosyaları yüksek çözünürlükleri de destekleyerek tv'den izlememize yarıyorlar. Kablolu ya da kablosuz yerel ağa ve İnternete bağlannan türleride var. Hatta bazıları video sitelerinden görüntüleri seyretmenizi de sağlıyorlar. Popcornhour markalı ürünler oldukça gelişmiş özellikleri sunuyor. Kısa süre önce piyasa sürülen C-200 modeli oldukça çekici. Her çeşit medya dosyasını oynatmayı kolayca beceriyor. İnternetteki görüntüleri (YouTube, Vuze, vb.) gösterebiliyor. Radyo dinletebiliyor. Bağlayabileceğiniz bir sabit disk ile ağınızda medya sunucusu oluyor. P2P paylaşım ağlarından dosya almanıza yarıyor. Üzerinde yer alan 3,5 inchlik yuvasına Blueray destekleyen bir sürücü de takılabiliyor. Bunlar dışında yapabildiği pek çok başka şey var. Linux işletim sistemi ile çalışıyor. Online güncellenebiliyor. Linux kullanmayı bilmeyenlerin biraz zorlanacağı bir arabirimi olsa da takıldığınız yerlerde biraz Google araması yapmak sorunlarınızı çözmede en kolay yöntem olacaktır. Evlerde TV'lerin vazgeçilmez eki haline geleceğini düşündüğüm medya oynatıcılarını ulaştığı yeri gözler önüne sermesi açısından blogda bahsedilmeyi hakeden bu cihazın özelliklerini http://www.popcornhour.com/onlinestore/index.php?pluginoption=productinfo&item_id=12 adresinden detaylı olarak okuyabilirsiniz. Satılmaya başladığında da yurdumuzdaki temsilcisinin http://www.popcornhour.com.tr adresinden edinebilirsiniz.

Microsoft ve Yahoo Sırtsırta

Microsoft ve Yahoo 10 yıl için güçlerini birleştirdiler. Bing arama hizmetini kısa bir süre önce kullanıma açan Microsoft'un 2. sırada tercih edilmekte olan arama motorunun sahibi yılların devi Yahoo ile bu birlikteliklerinin ardında ne var. Aslında bu bir ilk değil. Daha önceleri MSN ve Yahoo Messenger kullanıcıların birbirlerine ulaşabilmeleri sağlanmıştı. Bir ara Yahoo satıldı satılacak Microsoft alıyor söylentileri ile çalkalandı ortalık. Satış olmayınca bu defa karşımıza 10 yıllık bir anlaşma ile geldiler. Google dev olma yolunda güzel güzel yürüyor. Arama konusunda ezici lider, kullanıcı için vazgeçilmez hizmetlerinin hepsi birbirinden kıymetli. Gmail, en işe yarar Google hizmeti. Microsoft'un yıllardır satıp güzel kazandığı pek çok ürünü uzun zamandır tehlikede. Gmail'den çıkmadan yardımcı uygulamalarla her türlü doküman online okunup yazılabiliyor. Pdf'ler, sunum dosyaları da bu listede yer alıyor. Takvim uygulaması da eklendiğinde, paralı bir ofis paketi almak anlamsızlaşıyor. Bir de ilk olarak akıllı cep teledonlarında işletim sistemi olarak Google tarafından geliştirilen Android var ki Microsoft'un iPhone karşısında çok sönük kalan mobil işletim sistemine, ciddi bir rakip olacak gibi duruyor. Arkasından masaüstü ve taşınabilir sistemlere işletim sistemi gelirse seyreyleyin curcunayı. Microsoft içinden birilerinin "bu gidişe dur demeli" diye düşünmesi beklenen bir gelişmedir sanırım. Microsoft ve Yahoo'nun anlaşmaları biraz da korkudan mı ne?

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...