28 Mart 2009 Cumartesi

Cep Telefonlarına GPS şart!

Çok yakın zamanda, BBP Genel Başkanı Yazıcıoğlu'nun da hayatını yitirdiği bir helikopter kazasını yaşadık. Kaza sonrasında yer tespiti yapılamadığı için başta içerisinde yaralı ancak bilinci açık bir kişinin bulunduğu helikoptere yaklaşık 50 saatte ulaşılabildi. Peki, şöyle bir düzenleme yapılsa. Bundan böyle, yurdumuzda içerisinde GPS (Küresel Yer Belirleme) devresi bulunmayan cep telefonu girmesi belli bir tarihten sonra yasaklansa. Aynı şekilde bu kararımız dünya çapında yapacağımız girişimlerle yaygınlaştırılsa. Yukarıda resmi bulunan chip kadar küçülen ve girişimimiz sayesinde kısa sürede ucuzlayacak olan devreler sayesinde 112 ya da 155 gibi numaralar arandığında yer bilgisi de otomatik gönderilse de insanlar bu kadar kolay kaybedilmeseler nasıl olur? Öyle aklıma geldi işte (Aslında FriendFeed'de Özer (Wrzl) Dölekoğlu'nun Tweet'ini okuduktan sonra aklıma geldi tam olarak).

23 Mart 2009 Pazartesi

Abilerim Ablalarım Şu Elimde Görmüş Olduğunuz...

Bir zamanlar, İstanbul'a gittiğimde vapurlarda ıvır zıvır satan yaratıcı insanları seyretmeye bayılırdım. Benzeri şeyler artık internet sitelerini izlerken oluyor. Bu sabah koleksiyoncu bir dostumdan gelen maili gördüm önce. Eski, hatta çalışmayan telefonlarımızı kendisine yollamamızı istiyordu. Şimdi de eski cep telefonlarını toplamaya başlayacakmış. Daha önce de Discovery Channel'in dikkatini çekecek düzeyde, dünyanın en ilginç koleksiyonlarını yapan bu arkadaşımın iki sayfasını vereyim hemen. Birincisi uçuş güvenlik kartları koleksiyonu. İkincisi ise jilet-makine-jilet ambalajları koleksiyonu. Youtube'da Discovery Channel'in kendisiyle yaptığı küçük film yeralıyor. Seyredebilmeniz için sayfaya gömdüm (aşağıda). (Alternatif link http://fizy.com/yzCKanDr9vDY) Az önce ise Çinli telefon üreticilerinin ürünlerinin satıldığı Solomobi sitesinde muhteşem bir ürüne rastladım. Elektrikli traş makinesi olan bir telefon. İşte tam benim koleksiyoncu dostumun biriktirmesi gereken ürün diye geçirdim içimden. İşte ürün resmi yukarıda yer alıyor. Cool 758 gerçekten traş edebilir gibi görünüyor. Üstelik çift sim kartı, radyosu, e-kitap okuyucusu da var. Telefonda uzun süreler konuşup kişisel bakımınıza yeterince önem veremediyseniz çevirin bu telefonun alt kısmını koruyucu kapağı açın başlayın traşa. Araba kullanırken sadece telefonla konuşmak size yetmiyorsa, "bir de dikiz aynasına bakarak traş olurum" diyorsanız ne yapın edin, bir tane bu cihazdan edinin. Hemen eksik yönlerini de dile getireyim. Islak traş özelliği olmadığından duşta kullanılamıyor aynı zamanda gene aynı nedenle yüzünüze traş jeli ya da köpüğü sürüp traş olmanız da mümkün değil. Bu nedenle almayı düşünürseniz bu eksikleri göz önünde bulundurmayı ihmal etmeyin! Sevgili koleksiyoncu dostum, bu telefonu görünce ne yapacak bakalım?

22 Mart 2009 Pazar

Geleceğin Medya Alıcıları - 2

Daha önce medya oynatıcıların geleceği üzerine yazmıştım. Gelecek, internet üzerinden alacağı yayınları gösterebilecek ve belki de bunu yaparken mevcut tv, uydu yayınlarını da alabilme özelliği bulunan cihazların olabilir. Daha önce yazdığım yazıda, piyasada satılmakta olan bu tür cihazları incelemeye çalışmıştım. Hemen hemen hepsinin birtakım iyi özellikleri vardı, ancak tabi ki hepsinin de bazı eksik tarafları bulunuyordu. Benzeri bir cihazı daha dün Vatan Bilgisayar'da gördüm kısaca bir araştırma yaptım. Bulduklarımı sizlerle paylaşıyorum. Smartmedia Recorder USB+HDMI 1080i Harici Disk&Media Oynatıcı 1 TB sabit diske sahip. En ilginç özelliği herhangi bir AV kaynağından kayıt yapabilmesi. TV olsun, eskiden kalmış kasetlere kaydedilmiş video görüntüleriniz olsun, anında kaydedip, oldukça yüksek kapasiteli diskinde saklamak hoş olabilir. Anlayabildiğim kadarıyla henüz gelişmesi süren bir teknolojinin ara ürünü gibi bir cihaz. Örneğin HDMI desteği var ama 1080p yani Full HD'yi değil de 1080i formatında çıkış yapabiliyor. Hard diski kendine özgü bir fat32 ile formatlı. İşletim sistemi başka tür formatlanması durumunda medyaları okuyamıyor (benzeri durum, aynı tür cihazlarda rastlanan bir şey). Ethernet üzerinden ağa dahil olabiliyor ama torrent indirme özelliği yok. Mkv uzantılı yüksek sıkıştırmalı dosyaları çalamıyor. Uzaktan kumandası yok. Böyle bir cihazı oturduğun yerden kalkmadan kullanabilmek iyi olabilirdi. Bana sorarsanız görünüm olarak da feci bir tasarımı var. Fiyatı oldukça tuzlu 540 - 600 YL civarında. Eğer 300 TL civarında olsaydı bu haliyle de pek bol miktarda alıcı bulurdu gibi geliyor bana. Bu ürünün gelişmiş sürümünün çok daha iyi olabileceğini düşünüyorum. Ancak bu hali ile de iyi bir müzik, film, dizi ve fotoğraf sunucusu olarak ihtiyaç karşılayabilir. Hele kaydedebilme özelliği benzeri cihazların hiç birinde bulunmadığından dikkat çekiciliğini sürdürüyor. Bir de internetteki servislerden (YouTube, Vuze gibi) anında seyir özelliği de yok. Sanırım bu özelliğin de gelecekte ekli olmaması düşünülemeyecek. Popcornhour hala en iyi olarak ortada duruyor. Bakalım hangi cihaz onu tahtından indirmeyi becerebilecek?

18 Mart 2009 Çarşamba

Helinaportal Kaos Makinesi - Bölüm 3

Ölümün Nefesi Albay Okan, bir an kapıdaki nöbetçi ile göz göze geldi. Uzun bir gece olmuştu. Orta boylu, 40 yaşlarında, küt kesilmiş saçları kısmen kulaklarını örten bayan doktora dönerek, - Ne zaman kendine gelir? dedi. Doktor gözlük camlarının üzerinden bakarak: - Bu kadar dayanıklı olmasa, sanırım çoktan defin hazırlıklarına başlamış olurdunuz. Maruz kaldığı zehir, merkezi sinir sistemini etkilemiş ve geçici felce neden olmuş. Zamanında müdahale edilmeseydi hiç şansımız olmazdı, çünkü felç solunumu durdurmuştu. Getirildiğinde durmuş olan kalbine birkaç kez müdahale ederek yaşama döndürebildik. Kısa bir süre sonra kendisini görebilirsiniz. Doktorun verdiği bu cevap tüm yorgunluğuna rağmen albayın yüzünde bir aydınlanmaya neden oldu. - Türkiye'nin çok önemli bir bilim adamını, benim de bir dostumu kaybetmeme çok az kalmıştı hanımefendi. Sayenizde bu kötü kaderi yendik. Size teşekkür ederim. *** Birkaç saat sonra hastane odasının kapısı açıldı. İçeri giren, sarışın, renkli gözlü, uzun boylu kadının yüzünde endişe vardı. Ancak yatağında doğrulmuş keyifle kahvaltı etmekte olan Ergir Hoca'yı görünce rahatladı. Gülümseyerek, Kuzey Avrupa aksanlı İngilizcesiyle konuşmaya başladı: - Dünyanın beklemediği bir gelişmeye imza attın Ergir, ancak benim asıl beklemediğim seni hastanede bulmaktı. Oysa bu gün İsviçre'dekiler senden bir telekonferans kopartabilmek için beni bile aradılar. Ama tabi üzülsem mi, sevinsem mi bilemiyorum. Sahi, beni bu işe nasıl karıştırdın? Hayatımdan ne zaman tamamen çıkacaksın bilmiyorum be adam. Az daha kendini öldürtüyordun. Senin neyine gerek, karanlık güçlerin ilgisini çekecek buluşlar yapmak? Az daha kalp krizi geçirecektim. Başına gelenleri duyunca gene dayanamayıp bunca yolu boşverip geldim. Ergir Hoca gülümseyerek dinlemekte olduğu kadına: - Helina! Sonunda seni görmek ne güzel. İnan hiç değişmemişsin. Fizik dünyasını karıştıracak bir buluşa adını verdim, sense karşıma geçmiş dır dır ediyorsun. Yanıma gel de, az kalsın postu deldirecek olan eski kocana kocaman bir geçmiş olsun öpücüğü ver bakalım. Kısa bir sarılma faslından sonra. Helina ayağa kalkıp yeniden sorularını sıralamaya hazır bir edayla konuşmaya başladı: - Nasıl oldu da adımın arkasına "kaos" ekledin? Neyse bunu bir kenara bırakalım. Daha önemlisi, bir an önce deneyi yenilemelisin, tanıdığım birini kaybetmek istiyorum! Bu sözlerin üzerine Ergir meşhur gevrek kahkahasını patlattı. Helina: - İçimde bir süre üst seviyede korunacaksın gibi bir his var. Yanına girebilmek için o kadar çok denetimden ve sorgudan geçtim ki. Ancak devlet başkanları bu derece korunur. Aslına bakarsan, şu son bir iki günde gerçekleşenlere bakınca insan bu yaklaşıma hak veriyor. Dünyanın en değerli beyinlerinden biri haline geldin. Sanırım bir kaç gün daha burada kalman lazım. Daha sonra çalışmalarını gözden geçirmen gerekecek. Sakın kıskanıyorum sanma ama neden bu kadar önemsiyorlar bu yaptıklarını anlamıyorum. Ben her ay bir iki kupa düşürüp kırarım, sen yarım bir kupa ile meşhur olmayı hakediyor musun bilemiyorum. Üstelik milyonlarla ifade edilen bir fonu da harcaman cabası. Karşılıklı gülüşmelerle, kavgalı ayrılan eski eşler gibi değil de, eski iki dost edasıyla sohbetleri sürdü. *** Albay Okan, kapıyı çaldıktan sonra içeri girdi. Helina'yı nazikce selamladıktan sonra Ergir Hoca'ya dönerek. - Size bir teklifim olacak. Projenizin geldiği nokta ve olası yeni olayları önleyebilmek için laboratuvarınızı ve ekibinizi, bizim sizleri rahatça koruyabileceğimiz bir yere taşımamız iyi olacaktır. Bu konuda ne düşünürsünüz? Eğer sizin için de uygun olursa hastaneden çıkmadan bu taşınma olayını halledebiliriz. Ergir Hoca: - Albayım, daha birkaç gün önce değersiz bir kupanın yarısını yok ettim diye az kalsın öldürülüyordum. Aslında teknik olarak öldüm de. Bundan sonra yapabileceklerimizi düşünürseniz böyle bir korumaya benim ve ekibimin ihtiyacı olacaktır. Bu arada bu işin sorumlusu kim veya kimler buldunuz mu? Albay Okan: - Bunun üzerinde çalışıyoruz. Dilerseniz daha uygun bir zamanda durumu aktarır bilgilendiririm sizi. diyerek kestirip attı. Kibarca Helina ve Ergir Hoca'yı selamladıktan sonra: - Taşınacak koca bir laboratuvar beni bekliyor. Neyse ki, ekibinizdeki gençler bu işte yardımcı olmaya çok isteklilerdi. Sanırım fazla zorlanmayız. Albay odadan çıktıktan sonra Helina da izin istedi. - Ekipte eksik kalmasın. Ben de adımı verdiğin projeye katkıda bulunabilmek için can atıyorum. Sen bir süre daha dinlen bakalım... dedikten sonra odadan ayrıldı. *** Birkaç yoğun geçen saatin ardından laboratuvardaki tüm malzemeler ve aygıtlar yüklenip kendilerine ayrılan karargahtaki büyük binaya taşındı. Tüm ekip canla başla çalışarak ekipmanı kurup çalışır hale getirdiler. Artık hepsi aynı karargah kompleksinin içerisinde yer alan lojmanlara yerleştiklerinden, dinlenmek için evlerine dağılmaları zor olmadı. Bir sonraki büyük güne hazırlıklar tamamlanmış, Ergir Hoca'nın gelişini beklemek kalmıştı. *** Xantaar, kucağındaki bilgisayarından az önce gelen mesajı içine sindirmeye çalışıyordu. Görevi yerine getirmekteki ustalığına rağmen başarısız olması yetmezmiş gibi, Türkiye'deki tüm güvenlik kuvvetleri kendisini arıyor olabilirdi. Mesajda, görevin kendisinden alındığı, bir an önce Türkiye'den ayrılması gerektiği yazılıydı. Sinirle bilgisayarı kucağından alıp karşıdaki iki kişilk yatağın üzerine fırlattı. Kafasında, "bu kadar kolay değil, bu kadar kolay vazgeçmeyeceğim. Bu iş artık kişisel bir ödeşme meselesi haline geldi" düşünceleri dolaşıyordu. Devam Edecek...

14 Mart 2009 Cumartesi

3G Geç Geldi

Sanıyorum yakın zamanda 3G faaliyete geçecek. Ne derece yayılacak. Ne kadar alternatif oluşturacak hep birlikte göreceğiz. Öncelikle avantajları ve dezavantajları olan bir teknoloji. Tüm radyo frekansı (RF) kullanan teknolojilerde olduğu gibi belli bir takım sınırlamaları var. Ancak taşınabilir cihazlarda kullanılabilmesi gerçekten büyük bir kolaylık. Bakalım gerçekten sıradan insanlar tarafından karşılanabilir bir maliyete ne zaman kavuşacak? 3G kötü yönetim nedeniyle öyle geç geldi ki, başladığı tarihte eskimiş bir teknoloji olacak. Kanaatimce yöneticilerimiz lisanslar için olması gerekenden çok daha fazla bedel aldılar. Oysa lisansdan değil de verilecek hizmetten çok daha uzun zaman elde edilebilecek bir gelir gözlerinden kaçtı. Turkcell ilk ihalede tek başına kazandığı ve o nedenle ihale iptal edildiğinde bu yapılmamış olsa. Lisanslar bedelsiz verilmiş olsa şimdi 3G çoktan kullanılır halde olurdu diye düşünüyorum. Teknoloji ve bürokrasi bir araya gelmesi ve uzlaşması zor kavramlar. Bürokratlar düşünüş yapıları nedeniyle teknolojiyi doğru olarak anlayamıyorlar. Teknoloji artık o kadar hızlı ilerliyor ki. Örnek ortada. 3G'de yaşanan gecikme pek çok şeyi etkiledi. Örneğin vdsl bu yüzden bir yıl geç geldi. Olan, uzun süre yetersiz hizmete fazla ödemek zorunda kalan tüketiciye oluyor. Lisanslar için ödenen gereksiz yüksek meblaları servis sağlayıcılar kimden çıkartacak sizce? Tabi ki kullanıcılardan. Bu durum da daha uzun bir süre içerisinde normal kullanıcıların karşılayabileceğinden pahalıya hizmetin pazarlanması anlamına geliyor. Sizce bu kimin işine yarar? Tabi ki benzeri hizmeti kara hatları üzerinden yapmaya devam eden ve giderek daha da büyük bir kitleye hizmet veren TT'nin! Teknoloji konusunda, kötü yönetilip ceza çektiğimiz yetmiyormuş gibi mali yükünü de biz ödüyoruz. Kimsenin gıkı çıkmıyor. Demek ki herkes durumundan gayet memnun. Alternatifi olmadığı için adsl, gprs için diğer örneklerle karşılaştırıldığında fazladan ödemek zorunda kaldığımız paralara acıyorum. Sanırım bu fazladan ödeme durumu 3G için de geçerli olacak. Kriz bahane ürün ve hizmetlere gereğinden fazla öderiz biz, ahh ne şahane! Akıl sağlığınız, sizinle kalsın.

8 Mart 2009 Pazar

Geleceğin Medya Alıcıları

Artık televizyon yayınlarını izlemek tam bir eziyet halini aldı. Kanal sayısı inanılmaz, ancak neyi nerede izleyeceğinizi bilmek daha zor. Reklam yayınlamak adına normal şartlarda 40 dakika sürecek dizi filmler 130 dakikaya kadar sündürülüyor. Yabancı diziler derseniz, bir sezon geriden izlemekten başka bir şansınız yok. Onlarda da araya sıkıştırılan bir ton reklam izleme zevkinizi katlediyor. İnternet üzerinden erişilen görüntülü materyaller ve tv yayınları erişim hızlarının ve kapasitelerinin artması ile artık daha kolay erişilebilir bir medya ortamı haline geldi. P2P paylaşım sayesinde belli ölçüde içerik evlerde bir şekilde tüketiliyor. Ancak bu tür paylaşılan medyayı indirmek için bir bilgisayar devamlı olarak çalışmak zorunda. Üstüne bir de indirdiklerinizi salondaki LCD TV'de izlemek için bir sürü zahmet çekmeniz gerekir. PC'nizi TV'ye bağlamak gibi zor çözümler nedeniyle pek de uygulanabilir olmayan birtakım bağlantı yollarını gerçekleştirmek giderek kolaylaşıyor. Kişisel medya oynatıcıları ve sunucularının yakın geçmişine bir göz atalım. Öncelikle üzerinde kendi sabit diskini taşıyan oynatıcılar boy gösterdi. İzlenecek medya usb arabirimi üzerinden bu depolama aygıtlarına aktarılıp daha sonra TV'den izlenebiliyor. Bu aygıtlara zaman içinde ağ bağlantısı ve hatta kablosuz erişim imkanları eklendi. Ardından HD yayın izletme kapasiteleri ortaya çıktı. Buna iyi bir örnek Mvix medya oynatıcılarıdır. Bundan iki sene önce ilk defa gördüğümde hemen hakkında blogumda yazdığım bu aletler şimdilerde oldukça geliştiler. Ancak belirgin olarak eklenen en önemli özellik nedir, derseniz: Yüksek çözünürlük, yani 1080i Full HD denen yüksek kaliteli görüntü izletebilmesi. Şeklinde bir cevap alırsınız. Bunların yakın gelecekte kendi TV alıcılarını içeren ve TV'den direkt kayıt yapabilen modellerinin çıkabileceğini öngörmek pek kehanet olmaz sanırım. Tabi tutarlar mı, bilinmez. Ancak bu cihazlar ne yazık ki halen bir bilgisayara ihtiyaç duymaya devam ediyorlar. P2P kaynaklarından medyanızı indirip bu cihazlara aktarıp izleyebiliyorsunuz. Dolayısıyla birşeyler eksik kalıyor. Bilgisayarınız da durmadan dosya indirmek için çalışıp duruyor. Mvix firması da durumun farkına varmış olacak ki bu ihtiyacı da karşılayan bir çözüm üretmişler. Ne yazık ki, yukarıda gördüğünüz şık cihazda değil, başka bir üründe çözüm alıcıların beğenisine sunulmuş. Yanda gördüğünüz tombul şey bir bilgisayara ihtiyaç duymadan ağınızdan internetteki torrent kaynaklarına ulaşıp medyaları indiriyor ama bu defa da oynatmak için bir üstteki cihaz gibi bir oynatıcıya ihtiyacınız var. Anlayacağınız oynatmaya az kalmış. Aslında Linux bazlı bir işletim sistemi olan müthiş bir cihaz. Evde her türlü server ihtiyacınızı (samba) kolayca karşılayabildiği gibi içinde php ve mysql desteği bulunan Apache web serveri bile var. Tabi ki ftp de. İyi güzel de mp3 dinleyip dizi falan seyretmek istiyorsanız tüm bu süper özellikler ne işinize yarar ki? Tamam, dışarıda barındırdığınız fazla trafiği olmayan websitelerinizi eve taşımaya yarar ama evdeki internet trafiğinizi web sunucuya adamak da pek rasyonel değil... Üstelik 250 dolar fiyatı da cabası. Demek ki Mvix'lerin alacakları bir miktar daha yol var. O yol da iki cihazı bir araya getirip boyut ve fiyatı düşürmek kuşkusuz. Biraz araştırınca Çinlilerin bu aygıtın ucuzunu ve fazlalıklarından arınmış hafif bir sürümünü yapmış oldukları anlaşılıyor. Üstelik 43,42 dolar fiyatla satıyorlar. Muhtemelen aynı görevi bir şekilde yapabilen bir cihazdır. Yani bu da bir Nas (Network-attached storage - ağa bağlı saklama) cihazı. Usb üzerinden bağlayacağınız sabit disklerinize torrent dosyalarını indirip saklıyor. Daha sonra da ağınızdan bu dosyalara erişebiliyorsunuz. Düşük bütçeli kullanıcılar için kabul edilebilir bir çözüm. Çünkü minnacık cihaz evde gürül gürül çalışan bir pc'den kurtarıyor sizi. Tabi bunda da bir gösterici bulunmuyor. Bu durumda bir de bağlayacağınız sabit diskli medya göstericiye ihtiyacınız var. Neyse ki onun da fiyatı 100 doların altında görünüyor. 57.98 dolara onu da edindiniz mi sisteminiz tamam demektir. Ancak ben gene de birşeyler eksikmiş gibi hissediyorum. Bilmem siz ne dersiniz? Öncelikle bu yandaki cihazın hdmi değil, component çıkış var. Bu da tek kablo yerine 6 adet kablo ile sesi ve görüntüyü taşıyabileceğiniz anlamına geliyor ki, kulağa ve tabi yapınca göze de pek hoş gelmiyor. Fiyatı biraz artırıp 100 doların üzerine çıktığınızda ise gene aynı Çin'li sitede bir gömlek daha üste çıkan ve bu defa hdmi çıkışı da destekleyen bir model (solda) karşımızda arzı endam etmeye başlıyor. Ancak bu sadece bir gösterici. Kendi başına P'P indiremiyor. Örneğin ".mkv uzantılı dosyaları çalabiliyor mu?" gibi sorularınız da olumlu yanıt bulamıyor. Anlıyoruz ki; henüz emekleme döneminde olan ve talebin yönlendirmesini henüz fazla sindirememiş Çinli üreticiler tam istediklerimizi karşılayan bir ürünü geliştirememişler. Aslında bu yazıyı yazarken varlığını bilmeme rağmen Türkiye'de satılan Western Digital Media Playerinden bahsetmeyi unutmuşum. Yukarıda bahsettiğim medya playerler göre biraz daha iyi bir aygıt. Şimdilik bir iki sorunu var. Bunlar alt yazılarda Türkçe karakter desteği henüz hazır olmadığından bir sonraki firmware kadar alt yazı sorunu yaşayabilirsiniz. Bir de bazı yüksek çözünürlüklü dosyaları oynatırken takılabiliyormuş. İki adet usb girişi ve hdmi çıkışı bulunuyor. Ethernet erişim imkanı yok, Nas özelliği de yok dolayısıyla. Sadece bir oynatıcıya ihtiyacınız varsa işinize yarayabilir. Daha fazla sözkonusu (resimlere tıkladığınızda ilgili sitelere ve ürünlere ulaşabilirsiniz) siteyi eşelemeyip, askerlik arkadaşım Kamuran'ın bulduğu ürüne geçiyoruz. İşin garip yanı, dünyanın olmadık yerlerinde arayıp bulamadığımız ürün ülkemizde satılıyor. Popcorn Hour A-110. Özellikleri oldukça fazla ama dilerseniz sitesine gidip nasıl olsa incelersiniz diye benim gözümde önemli olan niteliklerinden bahsedeceğim. Öncelikle ister dışarıdan ister içine sabit disk bağlanabiliyor. İçine 2,5 veya 3,5 inch disk takabilirsiniz. Laptop diskleri yani 2,5 inchlik olanlar diğerlerine göre daha az enerji tüketip daha az ısı ve titreşim ürettiklerinden tercih edilebilmeleri çok önemli bir özellik. Üzerinde Linux türevi bir işletim sistemi ve Nas barındırıyor. Ek olarak torrent için kendi client yazılımı var. Dolayısıyla güzel güzel p2p yapabiliyor ancak içine sabit disk takmanız gerekiyor bunun için dıştan takma diskle yapmıyor bunu! Her türlü uzantıya sahip dosyayı çalabiliyor. Ek olarak YouTube, Veoh, Videocast, DLTV, Cranky Geeks, Bliptv, PodfinderUK, Vuze, Break Podcast, Revision 3, CNN vb. pekçok servise de direk bu cihazın uzaktan kumandası ile ulaşılabiliyor. Kimbilir belki de bir gün Televidyon yayınlarını bile izlemek mümkün olur bu cihazdan. Bağlanılabilirlik açısından da oldukça esnek. En önemlisi hdmi çıkışı mevcut (1080i full HD). 5+1 sayısal çıkışı da unutulmamış. Fiyatı oldukça tuzlu ama rakipsiz olmasının bunda önemli bir payı olsa gerek. 275.42 dolar +KDV fiyat etiketiyle sitesinden alınabiliyor. Bence bu tür bir ihtiyacı olan için biçilmiş kaftan. En önemli eksiği kablosuz ağ bağlantısı olmaması. Bu yüzden televizyonunuzun yanına kadar ethernet kablosu çekmenizi ya da bir kablosuz erişim noktası (80 dolar civarında) alıp yanına koyup ethernet çıkışını bu cihazla irtibatlandırmanızı gerektirecek. Belki bir sonraki sürümde üzerine ekleyiverirler kablosuz erişim de dert olmaz. Bir diğer eksiği de ne indirdiğinizi çok merak eden bazı siteleri engelleyen bir özelliğinin bulunmaması (safepeer gibi). Bence geleceğin alıcıları bunun gibi cihazlar olacak. Bilgisayar bu tür cihazların içine girmiş olduğundan belki de bilgisayara hiç ihtiyaç duymadan çok daha az harcama yaparak bu tür cihazları alıp, kullanmak pek çok izleyiciye yeniden istediği programı, diziyi, podcastı istediği zaman izleme özgürlüğü tanıyacak, hatta reklamların zulmünden insanları kurtaracak. Böyle bir durumda yayın kuruluşları belki de doğrudan pazarlama yöntemiyle ürünlerini bu tür cihazlar üzerinden sadece seyredenlere makul bir fiyattan ve sadece seyrettikleri an pazarlayıp gelir elde edecekler. Hatta belki reklam verenler, çok daha iyi nokta vuruşu yapabilen reklamlarını gene bu kanaldan bu defa ödeme yapmak istemeyen kullanıcılara ulaştırabilecekler. Bu durumda yerel yayıncılık sınırları da ortadan kalkmış olacak. Örneğin arap ülkeleri Türk dizilerini bu yolla rahatça seyredebilercekler. O ülkelerin reklam verenleri de, kaynak ülke yayıncısı olan Türk firmalarına kendi reklamlarını yayınlatıp ödemelerini direkt kaynak yayıncıya yapacaklar. Ne dersiniz olur mu? Bence olur. Üstelik alışageldik yayıncılık anlayışına da radikal bir değişiklik getirerek internet üzerinden yayın olur. Buna hazırlık yapacak medya kuruluşları kuşkusuz uzun dönemde kazananlar olacaklardır. Bu hazırlık içinde olan ülkemiz yayıncılarının akıllıca bir hareket halinde olduklarını düşünüyorum. Görüntüsüz ve müziksiz kalmayın.

22 Şubat 2009 Pazar

FriendFeed

Google hep gözümün önünde olduğundan mıdır, bilmiyorum sadece sosyalleşmeye çalışan oymuş gibi Google'ın sosyalleşme çabaları üzerine yazmışım. Oysa İnternette bu aralar sosyalleşmeyene ekmek yok gibi. Bu genel eğilim sanırım web 2.0'ın getirdiği etkileşimin dorukları sayılabilir. Türkiye sosyalleşmeyi kitlesel olarak FaceBook ile yaşadı. Üstelik başta Türkçe desteği bulunmamasına rağmen milyonlarca Türk kullanıcının hallaç pamuğu gibi attıkları FaceBook en hızlı Türkçe desteği veren servislerden biri oldu. Aslına bakarsanız yüzyüze olmayan sosyalleşme konularında Türk insanının davranış şekli sosyolojik bir fenomen gibidir. 90'li yıllarda yaşanan "Halk Bandı - CB" telsiz salgını buna iyi bir örnektir. Benzeri şekilde 900'lü hatların yaygınlaşması, günümüzde müzik yayını yapan TV'lerde mms servisi ile çekilip yollanan arkadaşlık umudu taşıyan mesajlar ile bu tür sosyalleşme toplumumuzda oldukça yaygındır. Son zamanlarda İnternetin akıllardaki algılanışını değiştiren en başarılı sosyalleşme uygulaması her türlü etkinliğinizi arkadaşlarınızla paylaşmanızı sağlayan FriendFeed (Aslına bakarsanız Facebook deneyimim nedeniyle, gözümün önünde durmasına karşın es geçmiştim. Ancak kayınbiraderim Murat Kahraman gösterince farkına vardım.) Peki ne bu FriendFeed? Artık tüm İnternet servislerinin RSS beslemeleri bulunuyor. İsteyen gelip, bu servisleri sitenizden alabilir tabi ki ancak, bu kadar beslemenin toplu olarak bir araya getirildiği FriendFeed kadar kolay erişimli bir hizmet kesinlikle vazgeçilmez hale gelebilir.Yukarıda FrienFeed'in desteklediği 59 (şimdilik) servisin listesini inceleyebilirsiniz. İnternette ne tür bir içerik yaratırsanız bunu arkadaşlarınızla anında paylaşıyor. Üstelik arkadaşlarınız içerik konusunda en ufak bir tepki verdiklerinde bunu arkadaşlarınızın arkadaşları da görebiliyor. Sanal bir piramitin tepesinden bir iki kum tanesini yuvarlıyorsunuz ve yolu boyunca piramitin yüzeyinde dahası içinde pek çok yerden geçiyor bu taneler. Üstelik bir iki bum taneniz bir anda kendini kopyalayıp binlerce kum tanesine dönüşüyor. Bu arada pek çok noktaya ulaşmış oluyor içeriğiniz. Tepki, beğenme (like) gibi basit bir düğmeye tıklanarak yapılabildiği gibi, gelen beslemeye yorum eklenebilmesi ve bu yorumun kısa sürede bir fikir alışverişine dönüşebilmesi bile mümkün. Dolayısıyla yapılan girişler bir anda müthiş bir hızla diğer servislerin yapamadıkları bir şekilde yayılabiliyor. Gtalk desteği de bulunduğu için yapılan bir girişten neredeyse anında haberiniz olabiliyor. Elinizin altında müthiş bir sosyal ağ habire sizinle etkileşmeye başlıyor. İş ile ilgili ya da kişisel konularınızla ilgili seçenekler de bulunduğundan, alanınızla ilgili pek çok veriye, habere ışık hızında erişebiliyorsunuz. Örneğin MYK Medya'nın Yahoyt'da yayınladığı sektörel haberleri anında izlemek son derece kolay. Aynı şekilde üye olduğunuz tüm finans siteleri, haber siteleri içerikleri de değiştikçe elinizin altında. Biraz ilgi ve biraz da İnternet okuryazarlığı gerektirdiğinden şimdilik sadece belirli bir grup tarafından yoğun olarak kullanılan FriendFeed hizmeti kısa süre içerisinde yurdumuzda da çılgın bir hızla yayılabilir. Bu tür web 2.0 hizmetlerin hemen hemen tamamında yer alan bir eksiklik FriendFeed'de de bulunuyor. Üreticilerine gelir olarak bir dönüşü yok. Google ekibinde yıllarca çalışıp daha sonra kendi kanatları ile uçmak için çabalayan programcıların oluşturmuş oldukları bu servisin elinde bulundurduğu ve kazanacağı kullanıcılar ile ciddi bir mali güce kavuşacağını anlamak için "İnternet Pazarlama Gurusu" olmak gerekmiyor kuşkusuz. Umarım gelir modelini de kısa sürede oluşturur, pek çok Web 2.0 projesi gibi makus talihininin kurbanı olmaz. Çağımızın yanlızlığa getirdiği garip çözümlerden biri olan İnternet bizi daha yalnız mı yapıyor, daha sosyal mi? Sorusu ise halen havada duruyor. Sanırım sosyalleşerek yalnızlığımızı artırma becerisini göstermek de ayrı bir incelemenin konusu olur... Sosyal kalın :)

5 Şubat 2009 Perşembe

Google, Maps ile Sosyalleşmeye Devam Ediyor

Sanki bir yerlerden gizli bir emir almış gibi, tüm Google çalışanları kafayı sosyalleşmeye verdiler. Tüm Google ürünlerinde sosyal ağlara doğru bir yöneliş seziyorum. Bu gidişle sanırım web 2.0 balonundan sonra patlayacak ikinci balon, bu sosyalleşme konusu olacak. Ya da birileri bunu sonunda paraya çevirmenin yolunu bulup hepimizi şaşırtacaklar. Bu ikinci ihtimalin yüksek olduğunu gördüklerinden midir, bilmiyorum ama Google mühendisleri ürünlerine durmadan sosyal ağlarla ilgili eklemeler yapıyorlar. Bu akşam işyerinden çıkarken iş arkadaşlarımdan biri bahsediyordu, aklıma takıldı. Google, Latitude diye birşey çıkartmış diye. Gecenin ilerleyen saatlerinde evden yaptığım kısa bir arama sonunda işin aslı ortaya çıktı. Latitude meğersem bildiğimiz Google Haritalar ürününün (gelişmiş cep telefonlarında çalışan GPS destekli yazılım) içine eklenen "arkadaşların yerini görme özelliğinden" başka bir şey değilmiş. Özetle, küresel yer belirleme uydularından sinyal alarak haritada yerinizi gösterebilen ya da rota belirleyerek bir yerden bir yere gitmenizi sağlayan yazılımları çalıştırabilen akıllı telefonunuz varsa, bu yeni sürüm Google Haritaları google.com/latitude adresini telefonun tarayıcısına yazıp programı indirip kulanmaya başlayabiliyorsunuz. Arkadaşlarınızla gerekli bilgileri paylaştıktan sonra birbirinizin nerede olduğunu görebilir hale geliyorsunuz. Ya da sevgilinizi, sabah "okula" diye evden çıkan çocuğunuzu takip edebiliyorsunuz. Bir dakika! Bunu amatör telsizciler zaten yıllardır yapmıyorlar mıydı? Hemen söyleyeyim, evet yapıyorlardı tabi... Üstelik telsiz üzerinden gerçekleştirilen haberleşmeler için operatörlere de para vermeden! Bu sisteme APRS deniyor merak edenler bu linkten detaylarına bakabilirler. Büyük ihtimalle amatör telsizci bir Google mühendisi bunu düşünüp ürünlerine eklemiştir diye içimden geçirmeden edemiyorum. Uzun lafın kısası, daha önce telefonunuzda "Google Haritalar (Google Maps)" kullandıysanız, güncelleyin ve arkadaşlarınıza da aynını yaptırıp bu yeni oyuncağın keyfini çıkartın. Yolunuzu şaşırmamanız dileğiyle.

3 Şubat 2009 Salı

10 dolara laptop geliyormuş!

Az önce şu haberi okudum, --------------------
10 dolara laptop geliyor
03 Şubat 2009 Salı 01:23
Hindistan’da, hükümet 10 dolarlık laptop üretecek. Bilgisayarın tanıtım toplantısı bugün yapılacak.
Hindistan’da, hükümet 10 dolarlık laptop üretecek. The Times gazetesinin web sitesinde yer alan habere göre, Hintli yetkililer, daha fazla ayrıntı vermedikleri laptop’ın lansmanını bugün yapacak. Bu laptopla, bilgisayar teknolojisi kullanımında gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler arasındaki uçurumun kapatılması hedefleniyor. Kaynak: http://www.internethaber.com ------------------------------------------- Kayserili hesabı o laptop 5 dolardan fazla etmez. Diğer yandan güzel bir hayal 10 dolara bilgisayar. Geçtiğimiz dönemde 100 dolara az gelişmiş ülkelerdeki çocuklara yönelik olarak üretilmesi planlanan bilgisayarlardan yola çıkılarak Asus tarafından eeePC üretilmiş. 200 dolar fiyatla satılacağı lanse edilmiş, ancak 400 USD'ından yüksek bir fiyatla piyasaya sürülmüştü. Çok başarılı bir satış grafiği izleyince de diğer firmalar da onu izleyip pıtrak gibi netbook üretip sattılar. Halen piyasamızda 700 TL ve üzerine bulmak mümkün. İşlemci üreticisi Intel ise sınırlı bir destek veriyor bu tür aygıtlara. 1.6 Ghz Atom işlemcinin bir türlü gelişmişleri çıkmadı piyasaya. Oysa işlemci üreticileri için 2 yıl oldukça uzun bir süredir. Bu kadar çok satan bir ürün, işlerine gelse haftada bir yenilenir. Bakalım bekleyip görelim 10 dolara ne çıkacak ortaya...

28 Ocak 2009 Çarşamba

Ülkemizde Alan Adları

Alan adı (domain name) internetteki adınız ve adresinizdir. Bu adres adınız soyadınız olabileceği gibi bazen firmanızın unvanı ya da markası olabilir. Ancak böyle bir sınırlama ile bağlı olmadığınızı belirtmekte fayda var. Bazen en anlamsız gibi görülen alan adları en büyük markalar haline gelebilir. Buna en iyi örnek olarak Google verilebilir. Alan adı olarak bildiğimiz adres kullanıcıların web sitelerine erişimine yarar. Alan adları, bir ip (Internet Protocol) adresine yönlendirilirler. Aynen telefon rehberinde (hani eskiden evlerde telefonların altında dururdu, kalın ansiklopedi gibi olan kitap) ulaşmak istediğiniz birinin adını soyadını ve adresini bulup, doğrulayıp telefon numarasına erişmeniz gibi. Yanlız bu sefer insan sayfa cevirme ve algılama hızıyla değil neredeyse ışık hızıyla yapılıyor sorgulama. Özetle, alan adı, ağdaki (İnternet) bilgisayarların birbirini tanımasını sağlayan bu rakam sisteminin daha basit ve akılda kalan kelimelerle ifade edilmiş halidir. Herhangi bir alan adını tarayıcının adres kısmına yazdığınızda bilgisayarınız bunu alan adı sunucusuna sorup, bu alan adını önce ip adresine çevirir, daha sonra sizi bu ip adresine sahip bilgisayara ulaştırır. Web sitenizi ziyaret etmek isteyecek kişiler ip adresinizi bilemeyecekleri için bir alan adı alarak sitenize akılda kalıcı bir adres belirlemek gerekmektedir. Alan adı konusunda ülkemizde 1991 yılından itibaren, ODTÜ, Nic.tr (".tr" Alan Adları) Yönetimi bünyesinde devam eden ".tr" uzantılı alan adları tahsisi, mevcut kurallar dahilinde ve "Registry-Registrar (Kayıt otoritesi - Kayıt operatörü)" iş modeli uygulamaları ile yaygınlaştırılmaya başlanmıştır. Belirlenen yeterliliklere sahip olan az sayıda firma üzerinden direkt olarak "tr" uzantılı alan adlarını (domain) almak mümkündür. Bunlardan biri de dns.com.tr'dir. Özellikle İsimSoyad.com.tr veya net.tr alan adları konusundan konuya yaklaşacak olursak, sadece T.C. Kimlik numarası girerek çok kısa sürede alan adınıza ulaşmak ve kendi web sitenizi yayınlamaya başlamak ya da blog sitelerinde tutmakta olduğunuz günlüklerini bu alan adı üzerinden paylaşıma sunmak, giderek daha populer hale gelecek gibi görülmektedir. Alan adı kaydı (tescili) yaptırmak istemeniz halinde uzantılar konusunda önünüzde çeşitli seçenekler bulunmaktadır. Kayıt Sırasında Belge İstenen Alan Adları ".com.tr" Şirketler için farklı, İsim Soyad için T.C. Kimlik Numarası yeterli olup bedeli daha ucuzdur), ".net.tr" ".org.tr" ".gov.tr" ".mil.tr" ".k12.tr" ".edu.tr" ".bel.tr" ".pol.tr" ".av.tr" ".dr.tr" Yukarıdaki türlerden birinde olan alan adları için çeşitli belgeleri temin etmeniz gerekmektedir. (Bunların neler olduğu konusunda örneğin http://www.dns.com.tr alım yaparken size ne tür belgelerin gerekeceğini gösterecektir). Kayıt Sırasında Belge İstenmeyen Alan Adları ".bbs.tr" ".name.tr" ".tel.tr" ".web.tr" ".gen.tr" ".biz.tr". ".info.tr" ".tv.tr"

26 Ocak 2009 Pazartesi

Helinaportal Kaos Makinası - Bölüm 2

Bölüm 2 Xantaar Duvardaki televizyona bağlı taşınabilir bilgisayarından aldığı mesajı içine sindirmeye çalışıyordu. 2 gün önce üstlerinden aldığı emirle yıllar önce 15 yıl yaşadığı Türkiye’ye dönmüştü. 70 yaşlarında esmer, saçlarının büyük bölümü dökülmüş, 1.90 boylarında 120 kilo kadar gelen karizmatik görünümlü bir adamdı. Birlikte çalıştıkları ona Xantaar diyordu. Yıllardır kullanmadığı gerçek adını ve milletini neredeyse unutacaktı ama yaşlanan beyni eskileri daha dün gibi hatırlıyordu. İçindeki sızı onu günden güne güçlendirmiş. Hırsı ise onu güçlü ve zinde tutmuştu. Bolivya’da son işinin üzerinden fazla geçmemiş olmasına rağmen, Kamboçya’daki evinin keyfini fazla çıkartamadan kendini burada bulmuştu. Türkiye bu akşam "anlaşılmaz olaylar yaşayacak" diye geçirdi içinden. Eşyalarını toparladı elindeki 1,5 litrelik plastik yağ şişesine bavulundan çıkardığı ilaç tomarından iki mavi-beyaz tableti atıp kapağını kapattıktan sonra şişeyi kuvvetlice salladı. Çantasına koyduğu şişe ile otel odasından dışarı çıkarken sızlamakta olan bacaklarına aldırmadı. *** Ergir Hoca az önce yaşadıkları buluş keyfinin verdiği rehavetle arabasına bindi. Henüz birkaç aylık olan araba hala yeni araba kokusunu kaybetmemişti. Hibrit arabanın konsolundan güvenlik kodunu girdi ve güç kaynağı ile ilgili seçenekler çıktığında, elektriği seçip hareket etti. Verimli çalışan, güncellenip kuvvetlendirilmiş Wankel motoru da seçebilir ya da otomatik motor seçeneğine dokunabilirdi ama karbondioksit emülsiyonuna fazladan katkıda bulunmak istemiyordu. Son yirmi yılda ortaya çıkan ısınmanın sadece ineklerden kaynaklanmadığını biliyor ve bu hassas konuda elinden geleni yapıyordu. Ankara'nın 50 kilometre kadar ilerisinde Temelli'deki evine giden Eskişehir yolunun girişine kadar arabasını kendi sürdü. Anayola ulaştığında araç yönetim sisteminde bulunan seçenekler arasından "ev" yazanı bulup üzerine dokundu. Ardından eğlence seçenekleri arasından her zaman yolculuğa çok uygun olduğunu düşündüğü James Last orkestrasını arayıp buldu. Rocky filminin müziğinin üzerine dokunup arabanın içine yayılan ses ziyafetini başlattı. Bir yandan da Fizik dünyası için ne kadar önemli olabilecek bir gelişmeye imza attıklarını düşündü. Evrenin dengesini etkileyen en önemli kuvvetlerden birini nasıl etkileyebileceklerini bulmuşlar mıydı acaba? Kupanın haline bakılırsa büyük ihtimalle maddeyi birleştiren atomların bir arada durmalarını sağlayan kuvveti değiştirebilmişlerdi. Askerlerin istedikleri silah da yan ürün olarak ortaya çıkmıştı. Bunun anlamı çok açıktı. Ar-Ge faaliyetlerini uzun bir süre daha sürdürmeye yetecek fon için artık daha fazla çabalamaya gerek kalmamıştı. Fizik hakkında bilinen pek çok şey etkilenecek, belki de "Ekipçe Nobel Fizik ödülünü almayı becereceğiz?" diye düşünmek keyfinin daha da çoğalmasına yetti. Ardından arabanın konsolundan proje sunucusuna erişip makalesi ile birlikte deneyin sonuçları hakkında fikir verebilecek olan dosyaları CERN’den tanıdığı ve güvendiği parçacık fizikçilerinden oluşan gruba gönderdi. Araba kalabalık trafiğin hızla hareket etmekte olduğu yolda seyrederken "Deneyi ve sonucunu gördüklerinde oturdukları yerden fırlayıp düşecekleri" fikri ise için için gülmesine neden oldu. Fizik tarihinde önemli bir adım bu gün Ankara’da atılmıştı. En komik olanıysa bu gün yaptıkları buluşa verdiği isimdi. "Helinaportal Kaos Makinası". Dayanılmaz bir evlilik de yaşamış olsalar Helina en azından bu kadarını hak ediyordu. "Onun gibi bir kadın gerçekten Kaos makinesine verilecek en iyi isim olmalı" diye düşünmekten kendini alamadı. — Ertesi sabah mesajı aldığında ne yapacak gerçekten çok merak ediyorum, diye kendi kendine konuştu ve ardından da gevrek kahkahasını bastı. Sonra düşüncelerinden kurtulup, kendini müziğin ritmine bıraktı. Bir süre yol aldıktan sonra yanından geçen arazi tipi bir araç biraz ileride sağa doğru şerit değiştirerek Ergir hocanın arabasının önüne geçti. Ergir hoca öndeki arabanın ışıklarını neredeyse ön camına kadar yaklaşmış hissine kapıldı. Ergir hoca, önden giden arabayı bir süre daha merak eden gözlerle takip etti. Ancak neredeyse arabasının otomatik olarak hızını azaltmasına neden olacak gibi giden öndeki araba aniden emir almışçasına hızlandı ve diğer araçların arasından sıyrılıp ufukta kayboldu. Havalandırmadan sızan yanmamış benzin kokusu ise fazla dikkatini çekmedi. Araç hızla yoluna devam ederken bir süre sonra hoş bir rahatlama hissetti. 35 dakika kadar sonra araç oturduğu sitenin girişine ulaştığında profesörün bedeni çoktan kaskatı kesilmişti. Derisinin rengi soluklaşmış, gözlerinin bebekleri büyümüş ve suratı şaşkın bir ifade takınmış gibiydi, ölümün soğuk ifadesi. Girişteki güvenlikçi, her zaman durup, hatır soran profesörün neden yavaşça geçip gittiğini anlayamadı. Ancak merakını yenemeyip az önce ileride park etmiş olan arabanın yanına yaklaşıp camdan içeri bakınca içi ürpererek durumun farkına vardı. Kapıyı açmaya çalıştı ama kitliydi. Duraksamadan telefonuna sarıldı... *** Tünay en az diğer ekip üyeleri kadar keyifliydi. Hacer dışında tüm ekip üyeleri arabalarına atlayıp gitmişti. Yalnız başına binanın ilerisinde dikilen Hacer'e seslendi. — Hayırdır, sen neden hala buradasın? Hacer gülümseyerek cevap verdi: - Bugün arabama binmek istemedim. Taksi bulup dönmeyi düşünüyordum. Bunun üzerine Tünay "İstersen seni bırakayım" dedi. Hacer kabul etti ve birlikte arabaya bindiler. "Eryaman'da oturuyordun değil mi?" diye söze başladı Tünay. Evet, yeni yapılan "Sunar Konaklarında" dedi Hacer. Güzel kızın yumuşak ve kadınsı yüz profili dışarıdan sızan ışıkta belirginleştiğinde Tünay derin bir nefes aldı. Tam konuşmak için ağzını açacaktı ki... — Bir yerlere gidip bu günü kutlayalım mı, çok yorgun değilsen, diye sordu Hacer. Tünay afallamakla birlikte aylardır yapamadığı girişimin Hacer'den gelmesiyle rahatlama hissetti. "Geçen sene hep beraber Ercan'ın yaş gününü kutladığımız bara gidelim." dedi Hacer. 15 dakika sonra Tandoğan'daki otelin kapısından içeri girip üst kattaki bara varmışlardı. Hacer bara oturup barmenden bir Martini Bianco istedi. — İçine iki yeşil zeytin istiyorum kalan zeytinleri de bir servis tabağına koyup buraya bırakabilir misin? Ha bir iki de kürdan diye ekledi. Barmen başı ile olumlu yanıtladıktan sonra Tünay'a döndü. "Aynısından." dedi Tünay. Hacer, "Emin misin? Nazik olmak için daha önce "ilaç tadında" dediğin bir içkiyi ısmarlamana gerek yoktu." dedi. "Sen seviyorsan ben de seviyorum" deyiverdi Tünay, genç kızın gözlerinin içine bakarak. *** Otel odasının kapısı şiddetle yumruklandı. Ani uyanmanın verdiği kalp çarpıntısı ve engellenemeyen titremeye rağmen Tünay'ın gözü önce yanında benzeri bir şaşkınlıkla yatakta doğrulmuş olan Hacer'e daha sonra da komidinin üzerinde duran saate ilişti. 03:42. Kapının ardından kendinden emin, ancak pek tehditkar olmayan bir ses duyuldu: -Tünay bey açın, ben Ulusal Güvenlik'ten Yüzbaşı Ümit Yücelen. Kapıyı aralayan Tünay, "Ne oluyor? Pek müsait değilim." diye gevelerken. 30 yaşlarındaki yüzbaşı, sakin olun, sizin ve Hacer hanımın güvenliğin sağlamak üzere görevlendirildim. Hızlı hareket edersek sizi ekibimizle birlikte yakınlardaki güvenli bir yere götürebiliriz. Profesör Ergir ÇAĞDAŞ’a saldırılmış. –Ne oldu, durumu nasıl, diyerek kapıya yönelen Hacer’i yukarıdan aşağı şaşkınca süzen yüzbaşı, - Acele edin nasıl bir tehdit ile karşı karşıya olduğunuzu bilmiyorsunuz, dedi. Kısa sürede hazırlanan ikili kendilerini bekleyen 4 kişi ile birlikte servis asansörünü kullanarak garaja indiler. Aşağıda kendilerini sivil plakalı yeni bir karavan bekliyordu. Hızla bilinmeyen bir yöne hareket ettiler. *** Ercan, Laboratuardan çıkmadan önce tüm sonuçları içeren dosyayı Albay Okan'a gönderdi. Yarın çok protokol işimiz olacak diye düşünürken belli belirsiz sırıttı. Bir yandan da aynı deneyi tekrar yapıp aynı sonucu alıp alamayacaklarını düşünüp biraz endişelendi. Ama ne olursa olsun eve gidip dinlenmekten başka bir düşüncenin kendisini meşgul etmesine izin vermeyecekti. Diğerleriyle birlikte dışarıda buldu kendini. Serin bir ilkbahar akşamında gökyüzü tertemiz ve bulutsuzdu. Pırıl pırıl parlayan samanyoluna bir an gözü takıldı. Ne muazzam bir enerji diye düşündü. Saman yolunun içinde sıradan bir toz zerreciğinin üzerinde yaşayan insanlık sonunda tüm evrenin varlığının asıl sebebini anlayacaktı. Ayaklarındaki yorgunluk ağrısı düşüncelerini unutturdu. Eve vardığında üzerindekiler koridorda çıkartıp kendini duşa attı. Duştan çıktıktan az sonra kapısı çaldı. Gelen karşı komşusu Güner’di. -Nerede kaldın oğlum kızlar geleli neredeyse 2 saat oluyor. Bak, unuttum deme, bunu ayarlamak için 4 gündür uğraşıyorum. Manyak bir gece olacak dedi. Ercan doğal olarak film gecesini unutmuştu. Fazla uzatmadan. -Tamam ne olur sen az daha oyala onları giyinip geliyorum dedi. Aceleyle çıkarken telefonunu almayı unuttu. Karşı kapıyı çaldığında neyle karşılaşacağını bilmeyen ilkokul öğrencilerinin heyecanı ile kalbi hızla atıyordu. İçeri girdiğinde birbirinden çekici iki hanımı gördüğündeyse heyecandan titremeye başlamıştı bile. *** Nelin laboratuardan çıkar çıkmaz arabasına ilk ulaşandı. Hızla yola çıktı ve peşinde birileri var mı diye kontrol ettikten sonra yakınlardaki karargâha doğru sürdü arabasını. İçeri girdiğinde her zamanki gibi kendisini bekleyen üç yüksek rütbeli ancak adlarını bile bilmediği subaya günlük raporunu verdi. En sağda oturan subay Nelin daha sözlerini tamamlamadan yerinden kalkarak aceleyle dışarıya çıktı. Karşısındaki 40 yaşlarındaki babacan tavırlı olanı, -Bu seviyeye gelmiş bir proje için biraz kaygılanmamızı doğal karşılayın lütfen. Tedbirli olmak daha sonra geri döndürülemeyecek olaylara üzülmekten iyidir, dedi. Nelin şaşkın bir sesle, "anlıyorum, şimdi evime gidebilir miyim az sonra sevdiğim dizim başlayacak kaçırmak istemiyorum" dedi. Babacan tavırlı subay, "tedbirlerden biri de bu geceyi burada güvende geçirmen olur Nelin, merak etme konuk odamızda her türlü konforu ve tüm dünya dizilerini seyredebileceğin eğlence sistemini bulabilirsin" dedi. Nelin, istemeden de olsa işlerini bilen bu beyleri dinlemenin akıllıca olacağını bildiğinden itiraza yeltenmedi. "Teşekkürler" diyerek odadan çıktı. Kapıda bekleyen onbaşı Nelin’e odasına kadar eşlik etti.

22 Ocak 2009 Perşembe

Helinaportal Kaos Makinası - Bölüm 1 (devamı)

Önceki Kısımdan devam... Yaklaşık onbir saat'ten beri beş kişiden oluşan ekip hararetli bir şekilde deney sonuçlarını gözden geçiriyordu. Ercan sonunda isyankar bir sesle "ben bir kahve içeceğim isteyen varsa söylesin" dedi. Siparişleri aldıktan sonra da laboratuvarla gözlem odasını ayıran koridorun sonundaki kahve makinasına yöneldi. Hacer, yarım saatten uzun süredir kucağında kurcalamakta olduğu ince tablet bilgisayardaki hesaplamaların dökümünü bir kez daha kontrol ettikten sonra arkada çalışan Ergir Hoca ve ekibindeki Nelin ve Tünay'ı irkiltecek bir ses tonuyla bağırdı. "off yaa, bu kadar saat nasıl oldu da farkına varmadık anlamıyorum". Ergir hoca merakla, "nedir farkına varmadığımız?" diye sordu. Tam o sırada Ercan elindeki karton tepsi ve üzerinde 5 bardak kahve ile içeriye girdi. Bir yandan da "iki dakika çıktım arkamdan neler çeviriyorsunuz" diye takıldı. Hacer derin bir nefes aldıktan sonra anlatmaya başladı. "Öncelikle, beceremedik!". Ardından soluk soluğa anlatmaya başladı. -Biliyorum böyle söyleyince biraz salakça gelecek ama, kupanın eksik parçaları aslında eksik falan değil. Evrenin diğer köşesine de ışınlandığı yok... Kadın bu sözlerin ardından ciğerlerinde kalan tüm havayı boşaltır gibi yaptı ve omuzlarını çökertti. Günler geçmiş gibi gelen kısa bir sessizliğin ardından... Odadakiler rahatsızca kıpırdandılar. Ergir hoca "eee nasıl açıklamayacak mısın?" dedi. Hacer ellerini öne dua eder gibi uzatıp sözüne devam etti. - Yanılıyor olamam, defalarca kontrol ettim. Bu kupanın kütlesinde herhangi bir değişiklik olmamış. Nasıl oluyor bilmiyorum ama kupanın tamamı burada, her ne kadar önemli bir parçası yok olmuş gibi görünse de aslında hala orada duruyor. Elimizi uzatıp eskiden kulpun devamında olan yüzeye şu anda dokunamıyorsak da orada duruyor işte. Ercan kahvesinden aldığı yudumu dilini ve ağzını yakmamak için ağzının içinde bir iki kere dolandırdıktan sonra, -Hadi canım hepimiz ortaya çıkan enerji patlamasını gördük. Maddeyi enerjiye çevirdik işte madde ve antimadde bir araya geldi ve ortaya çıkan enerji az kalsın gözlerimiz kör ediyordu. Tünay bir yandan keçi sakalını sıvazlarken, diğer yandan ortaya atılıp Ercan'ın yanına geldi. Ukala bir tavırla Ercan'ın suratına doğru yaklaştı ve sırıtarak: - Kardeşim bir şey gözünden kaçıyor. Evet, büyük bir parıltı gördük, ama bu kadar enerji ortaya çıkmasına rağmen kupa hiç bir yere savrulmadı. Laboratuvarın hiç bir yerinde yanık izi ya da kokusu da oluşmadı. En önemlisi hiç ses çıkmadı. Ahh, unuttum, Nelin korkup çığlık atmıştı. Nelin elindeki bitmiş kahve bardağını Tünay'a fırlatıp "salak şey" dedi. Bardak havada uçarak Tünay'ın koltuk altından geçip odadaki tek beyaz önlüklü olan Ercan'ın önüne karın hizasının hemen altına, tam olarak, bozuk fermuarının üzerine çarptı ve kalan az miktarda kahve önlükte belirgin bir leke oluşturdu. -Hah işte bu tam oldu sağol! diye çıkışan Ercan'dan özür dilemek üzere elini kaldırdı Nelin, yüzünü buruşturarak. O ana kadar birşey söylememiş olan Ergir hoca - Tabi ya, içinden geçiyoruz. dedi. Nötrinoların zamanın başından beridir yaptığını biz şimdi bu kupaya yapabiliyoruz. Aslında atomların arasında hatta içlerinde önemli miktarda bir boşluk bulunduğunu biliyoruz. Eğer yeteri kadar küçük bir parçacıksanız dünya tüm som kütlesine ve sert kayaç yapısına rağmen sizin için uzay boşluğu gibidir. Bu nedenle nötrinolar dünyanın, hatta rastladıklarında bizlerin içinden geçip gider. Hiç bir etki yaratmadan ve hissedilmeden. Tıpkı sevimli hayalet Casper'ın duvarların arasından geçip gittiği gibi. İyi de, bu nasıl olup ta bizim orada olmadığını gördüğümüz, dokunamadığımız dahası tarayıcılarımızın da tespit edemediği kupa parçasının hala orada olduğunu açıklamıyor ki... Hacer gözlerini kısarak -Evet aynen dediğiniz gibi hocam, göremiyoruz, dokunamıyoruz ama orada işte. Kütlesi ise neredeyse deney öncesindekinin aynı. Nelin elindeki tablet PC'den kafasını kaldırdı ve "İşte eksilen o önemsiz kütle ortaya çıkan enerjinin nedeni. Aynı enerji kupanın şu anda göremediğimiz kısmını kararsız hale getirdi. Atomları ara bir faza ya da alternatif bir başka gerçekliğe geçti. Ancak belki de atomlar birbirlerinden ayrılmadı sadece uzaklaştılar. Spagettileşmek üzerelerdi, ancak onları her ne durdurduysa, hala bu kupa ile bir bağlantıları var." dedi. Ergir hoca yorgun ve uykulu gözlerle ve biraz da ekibinden duyduğu gururla bakarken bir yandan da kafasını kaşıdı ve "hıım, anlayacağız ama bu halde değil. Ercan, sen deneyle ilgili kayıtların bir kopyasını Okan Albay'a gönder. Müjdeyi de ver. İstedikleri silahı sanırım bulduk. Ben eve gidip yatacağım. Sizlere de öyle yapmanızı öneririm. Yarın ve izleyen günlerde yapacağımız çok iş olacak." dedi. Gerçekten çok yorgun olan ekip üyeleri evlerine dağıldılar. Devam edecek... Not: Bu hikayedeki olaylar ve insanlar hayal ürünüdür. Gerçek hayattaki olası olaylar ve kişi isimleri ile benzerlikler tamamen rastlantısaldır.

18 Ocak 2009 Pazar

Helinaportal Kaos Makinası - Bölüm 1

Bölüm 1 Kupa Bölüm tuvaletinin kapısı hızla açılırken, kapının duvara çarpan kolu duvardan küçük bir porselen parçası daha koparttı. Profesör Ergir ÇAĞDAŞ, hızlı adımlarla favori klozetinin bulunduğu sonuncu tuvalet bölmesine yöneldi. Üniversitenin öğretim üyelerine ayrılmış def-i hacet dolabı (öğretim üyeleri kendi aralarında öyle söylüyorlardı) o gün de her zamanki gibi naftalin ve sidik karışımı kokuyordu. Profesör belli belirsiz, "adamlar atomu parçacıklarına ayırmak için çalışıyorlar ama halen yere damlatmadan işlerini göremiyorlar" diye söylendi. Gerçi kaçınılmaz olarak, fizik kuralları gibi erkek fizyolojisine ilişkin kurallar kusursuz işliyordu. Göbek çevresi yaşla bağlantılı olarak genişlerken, erkeklik organı da adeta giderek küçülüyor, görünmez oluyor, dolayısıyla hedef tuturmak da güçleşiyordu, prostat da cabası. "Bu kadar yaşlı adamın arasında işim ne?" diye bir kez daha sinirli sinirli kafasını salladı. Tuvalet bölmesinin kapısını kapatıp kapının kilidini çevirdi. Zaman zaman bir anlamda sığınma mekanı olan tuvaletin bölmesinde kendisi ile başbaşa kalmıştı işte. Burası genellikle koşuşturma ile geçen günler içerisinde durup, düşüncelerini, projelerini, hayatını gözden geçirdiği yerdi. En çok da başarısızlıkla biten altı buçuk yıllık evliliğini. Birden kafasındaki özel hayatına ilişkin düşünceler belirsizleşip yerine üzerinde çalışmakta olduğu projenin detayları akmaya başladı. Tüm hesaplar tamam olmasına tamamdı da, quantum mekaniğinin puslu yasaları bir türlü istediği sonucu elde etmesine izin vermiyordu. Birden 2000'li yıllardaki CERN macerası aklına geldi. Büyük Hadron Çarpıştırıcısı (LHC) için yıllarca emek vermiş ve zaman zaman bir fizikçiden çok, bir inşaat işçisi gibi çalışmıştı. 10 Eylül 2007 tarihinde asrın deneyi için başlama vuruşu yapıldıktan sonra bilgisayar sisteminin karşısında dona kalışı aklından çıkmıyordu. Sistemdeki açıktan faydalanıp LHC'nin (Compact Muon Selenoid) CMS detektörünün www.cmsmon.cern.ch adresinde tutulan sitesine saldırıp gönderdikleri alaycı mesajlarla sistemdeki açıktan dolayı dalga geçen Yunanlı hacker grubu (kendilerine Yunan Güvenlik Takımı diyorlardı) "burada da mı buldunuz bizi belalı komşularım" dedirtmişti. Gerçi deneyle ilgisi olmayan basit bir web sunucusunu bir süreliğine ele geçirmişlerdi ama gene de tüm dünyanın dikkati deneye odaklanmışken böyle bir olay yüzünden haftalarca meslektaşlarının alaylı mesajlarına cevap yazmak zorunda kalmıştı. Oysa deneyin gerçekleşmesini ve sonuçlarının alınmasını izleyen yıllarda "Kara Madde Enerjisine İlişkin" edinilen bilgilerin ışığında fizikte çok yol almıştı. Helina ile İsviçre'de tanışıp kısa süreli bir birliktelik sonrası evlenmişlerdi. Tipik Finli kadın gerek fizik konusundaki bilgisi, gerek güzelliğiyle bir anda hayatını değiştirmişti. Kadının evlilik sonrası birkaç yıl içerisinde çılgın bir cadıya dönüşmesi dışında hayatlarında yanlış giden hiç bir şey olmamıştı bir bakış açısıyla. Aynı ortamda çalışmak ve ikisinin de insan üstü bir ihtirasla bağlı oldukları meslekleri ve tonlarca ortak konu evliliklerini ayakta tutmaya yetmemişti işte. Gene de Büyük Hadron Çarpıştırıcısından 2009 sonbaharında elde edilen verileri, O olmasa değerlendirip işe yarar hale getirmek bu kadar kolay olmazdı diye düşündü. Birden iki yan taraftaki bölmeden gelen sifon sesiyle tüm düşünceleri dağılıverdi. Yakından gelen ses okkalı bir küfür salladı. Dayanamayıp seslendi: "hayrola Ercan bey ne oldu?" Cevap tereddütlü ve titrekti. Ergir hocam, kusura bakmayın orada olduğunuzu bilmiyordum fermuar elimde kaldı da... Ercan, gelecek vadeden bir elektronik mühendisiydi. Onu birlikte üye oldukları amatör telsiz derneğinde tanımış yanına asistan olarak yetiştirmek üzere almıştı. Gerçi bunda yakın zamanda ordudan aldığı araştırma projesinin de etkisi yok değildi. Şevkatli bir sesle "oğlum git laboratuvar önlüğünü giy, akşama kadar da çıkartma, üzüldüğün şeye bak" dedi. Ercan, "Hocam sağolun, iyi fikir" diye seslenip tuvaletten çıkıp gitti. Çarpan kapının bir parça porselen daha koparttığını temizlikçiler gelene kadar kimse fark etmeyecekti. Tekrar düşüncelere daldı Ergir hoca. Ordudan gelen teklifi tereddüt etmeden kabul etmişti. Kara madde enerjisinin evrenin en gizemli sırrı iken, bir anda atomlar arası bağlanmayı sağlayan ve daha önce bir türlü çözülememiş hali, CERN deneyinden sonra az da olsa anlaşılmıştı. Helina ile üzerinde uzun geceler boyu çalıştıkları tek konu bu değildi, ama birlikte kara madde enerjisinin anlaşılmasında dünyanın önünde gittikleri kesindi. Kara madde enerjisiyle bir arada duran atomları lokalize edip oluşturduğu maddeyi parçalamak ve bu atomları bir enerji transferi ile evrenin başka bir tarafında tekrar birleştimek mümkün görünüyordu. Deneylerde bir miktar başarı da elde edebildiler, mikroskobik büyüklükte bir kaç mikron kalınlıkta kompozit malzemeleri atomlarına ayırabildiler ama transfer konusunda pek bir ilerleme kaydedemediler. En azından madde atomlarına ayrılıp bir yerlere gidiyordu da nereye gittiği belli değildi. Başarısız evliliklerinin ardından Ergir hoca daha fazla duramadı İsviçre'de. Yurda döndü. Ah o kahve kupası yok muydu? Helina'nın en sevdiği kahve kupasını yanlışlıkla kırdığı gün sonun başlangıcı olmuştu. Helina ona "işe yaramaz, düşüncesiz, hımbıl ve tembel Türk'ün tekisin" demişti. O da, "Finli cadı, git kazanından başka bir kupa çıkart, onu kullan" deyivermişti. Son zamanlarda deneylerde kahve kupası kullanmasının asıl nedeni de buydu ama asistanlardan kimse cesaret edip nedenini soramıyordu... Yurda döndükten sonra üniversitedeki bölümüne başvurmuştu. Bir yıllık anlamsız bir kadro bekleyişinin ardından fizik kürsüsünde açılan doçent kadrosu, sıfırı tüketmek üzereyken tam zamanında yeniden hayata döndürmüştü onu. Birkaç yıl sonra dış yayınlarından birinde yayınladığı "Kara Madde Enerjisinin Evrendeki Yeri ve Madde Enerji Dönüşümü" başlıklı makalesi ordunun dikkatini çekmişti. Çoğu fizik ve mühendislik eğitimi almış meraklı ve zeki bakışlı üst rütbeli kurmayların arasında bulmuştu kendini. Dört saat boyunca anlattıklarını büyük bir ilgiyle göz kırpmadan dinlemiş olan gruptan Albay Okan Türkyılmaz, "hocam, maddeyi nereye transfer ettiğiniz bizim çok fazla ilgimizi çekmiyor, aslına bakarsanız bunu siz de tam olarak bilemiyorsunuz, doğru mu?" diye sorduğunda bozulduğunu farkettirmeden "eee teorik olarak haklısınız Okan Albayım, yanlız..." devam edemeden Okan Albay babacan bir tavırla ayağa kalkıp yanına yaklaşmıştı bile. "Dostum farkında değil misin, dünyanın yenilmez ordusunu yapmak için müthiş bir fırsat var elimizde!". "Sen sadece bize yönelen tüfekleri yok et yeter." deyivermişti. Tam kem küm ederken, "bunun için tüm imkanları ve çalışma ortamını sağlarız, sen yeter ki bizim istediğimiz yenilmezlik gücünü ortaya koy" sözü kafasında şimşekleri çaktırmıştı. Yenilmez bir ordu, savaşların bitmesi ve dünya barışının sağlanması için, bilimin katkısı çözüm olabilir miydi? 2020'li yıllar olmasına rağmen bitmek tükenmek bilmeyen enerji savaşları, zincirleme ekonomik krizler, Ortadoğu'nun haritasını hallaç pamuğu gibi atmış, Türkiye de bundan payına düşeni almıştı. Özellikle Türkiye üzerindeyken düşürülen ABD başkanının uçağı ve ölen başkandan sonra iktidarı yeniden ele geçiren Cumhuriyetçiler, enerji için daha önceki yıllarda yaptıkları gibi milyonlarca insanı özgürlüklerine kavuşturmuşlardı. Oysa sınırsız enerji her an bizimleydi. Bunu kullanmanın yolunu bir bulabilseler, bilim insanları dünyaya barışı getirebilirlerdi. Zaman zaman, "teorimdeki eksikleri kapatıp deneyle bunu bir kanıtlasam" diye düşündüğü anlardan biri gelmişti gene. Umarım Einstein'ın beyninin akıbetine benimki de uğramaz diye kibirli kibirli düşündü tuvalet kağıdını kovaya atarken. Öldükten sonra, beyninin kavonozda saklanmasının insanlığa bir faydasının olmayacağını geçirdi aklından. Ellerini yıkadı ve tuvaleti terk etti. Bu defa kapının kolu duvara çarpmamıştı. *** Odasında çalışırken içeri dalan genç asistanı Hacer'in sesi ile kafasını kaldırdı. Kadın, güzel, alımlı ve giyiminde de bunu tamamlayan hali ile her seferinde aklını çelmekteydi ama geçmiş deneyimleri onu ister istemez engelliyordu. Gene de daha önceleri olduğu gibi bir an ortaya çıkıvermişti işte, Ergir hocanın yaşlı gözleri Hacer'in omzundan görünen ince askıda kala kalmıştı. Bir anda aklından geçmekte olan düşünceler Hacer'in heyecanlı sesi ile dağılıverdi. "Afedersin dikkatim dağıldı ne diyordun?" diye soru dolu gözlerle heyecanlı heyecanlı konuşan genç kıza dikkatini verdi Ergir Hoca. Kız tekrarladı: "Hocam sanırım yeni bir kupa almanız gerecek, Ercan sizinkini paraladı"... Donmuş bir zaman diliminde geçen koşuşturmanın ardından laboratuvarda deney setinin ucunda kulpu ve tabanı kusursuzca kesilmiş gibi duran düz beyaz porselen kupa çevresinde toplanan ekip üyeleri yana çekilerek Ergir hocaya yer açtılar. Ergir hoca heyecanla sordu: Ercan nasıl becerdin? "Hocam, her zamanki yöntemi uyguluyordum yanlız bu defa tüm asistanlar deneyi izliyorlardı. Sanırım "gözlemci etkisi" sonucu quantum mekaniği yasalarının esneyeceği tuttu" dedi. Kupadan geriye kalanlara bakarken: Saçmalama kerata, ne yaptıysan tekrar yapmalısın ve bu defa neler, nasıl olduysa nedenini bulmalıyız" dedi Ergir hoca, Sonra arkasına dönüp yan odadaki deney kayıtlarını tutan bilgisayarların başına yöneldi. Diğer taraftan da hala olay bölgesinde olanları anlamaya çalışan asistanına seslendi "Ercan, bana bir kupa borçlusun!" Devam edecek... Not: Bu hikayedeki olaylar ve insanlar hayal ürünüdür. Gerçek hayattaki olası olaylar ve kişi isimleri ile benzerlikler tamamen rastlantısaldır. (Hep bunu yazmak istemiştim.)

11 Ocak 2009 Pazar

Ait olmak ve Aidat

Dün akşam üyesi bulunduğum sivil toplum kuruluşlarından en değer verdiklerimden biri olan Antrak'ın (Ankara Telsiz ve Radyo Amatörleri Derneği) genel kurulundaydım. 25 yıllık derneğimizin en zorlu ve birbirimizi anlamanın ve derdini anlatmanın en güç olduğu genel kurullardan birini yaşadık. Genel Kurulda yaşadıklarımızı anlatmanın yeri burası olmadığı için aklıma takılan bir konu üzerinde görüşlerimi yazmayı tercih ederek aidat aidiyet üzerinde durmak istiyorum. Genel kurulda aidat belirlemesine geldiğimizde aidat'ın aidiyet hissedebilmek anlamında bir anlamı olduğu için miktarının yeterli olması üzerinde duruldu. Bu beni düşünmeye ve ne olduğunu anlamak için araştırma yapmaya itti. Gerçekten Aidat nedir? Kelime kökeni itibariyle aidat ve aidiyet aynı arapça sözcükten geliyor. Peki bir dernek ile olan parasal ilişki, o derneğin bir üyesi gibi hissetmek için yeterli midir? Kimse kusura bakmasın ama ben bu düşünceyi aşırı materyalist buluyorum. Bir dernek ve onun üyeleri için hissedilen bağlılık ve adanmışlık gelip sonunda düzenli olarak ödenmesi gereken bir aidatla ilişkilendirilebilinir mi? Hele ki boş zamanlarımızı değerlendirmek için devam ederek başladığımız ancak yıllar boyu süren bir üyelik ilişkisi belli ki artık maddi bir boyutun ötesine geçmiştir. O halde aidiyet ile aidat arasındaki ilişkinin o kadar da önemi kalmamıştır. Aidiyet öyle birşeydir ki, bazı üyeler sizin arkanızdan küfür dahi etseler buna tolerans gösterebilirsiniz. Ancak toleransda da bir sınır olduğu unutulmamalıdır. Bunun üzerine hemen Mevlana'dan bir hikayeyi alıntı yapayım cuk oturur... Öğrencilerinden biri Mevlana'ya sormuş; "Efendim, bu 4 kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?" "Bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var ve hepsi rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım." Öğrenci gitmiş, birincinin ensesine bir tokat patlatmış. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlana'nın öğrencisini yere yıkmış. Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var. Yaradana güvenip ikinciye de bir tokat vurmuş. O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş. Öğrenci devam etmiş, üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş. Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş. Öğrenci Mevlana'ya dönmüş, olanları anlatmış. Mevlana; "İşte sana istediğin örnekler.... - Birinci, şeriat kapısını geçememiş biri idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti. - İkinci, tarikat kapısındadır. Tokadı yiyince o da kalktı, tam tokadı iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi. "Sana kötülük yapana bile iyilik yap". Onun için döndü, oturdu. - Üçüncü, marifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün tek Yaradandan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye merakından şöyle bir dönüp baktı. - Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bilir. Onun için dönüp bakmadı bile... İşte hikaye böyle... Uzun lafın kısası anlayanlar anlamayanların da anlayacak hale gelmesinden sorumlu olduklarından, ben de sarf edilen kötü lafların bir eğitim eksikliği sonucu olduğu ve bu eğitimi verememiş olanlardan biri olarak da kendimi gördüğüm için üzgünüm. Yol çok uzun da sonuna varmaya ömür yeter mi bilmem... Akıl ve vücut sağlığınızın sizi terk etmemesi dileğiyle.

7 Ocak 2009 Çarşamba

My Name is John - Smile Adsl

Şu sıralar bir yandan beğenerek, kısmen de sinir olarak izlediğim Smile Adsl reklamından bahsetmek istiyorum.
Reklamda, elinde bıçak ve faraşla döner kesmekte olan tipik bir anadolu erkeğine yaklaşıyoruz.
Gülerek, başlıyor İngilizce konuşmaya.
-Merhaba, benim adım John
-20 yaşındayım ve New York'da yaşıyorum.
-Partiye gitmeyi seviyorum...
-Hayvanları seviyorum...
-Seni seviyorum...
Ardından "Ayda sadece 14.99 YTL'ye istediğin kişi ol" anonsu ve yazısı geliyor. Ancak hemen belirteyim sloganın altında mavi renkte İngilizce "Be Yourself" Kendiniz Olun da yazılmış.
Mesaj üstüne mesaj. Sağ gösterip, sol vurmak bu olsa gerek.
Başbakan gibi, siz de YouTube'a erişebiliyorsanız, buyrun aşağıda seyreyleyin.
Perde arkasına geçince kolayca kişilik bölünmesi yaşayan toplumumuza açık ve davetkar bir mesaj damardan verilmiş oluyor böylece. Reklam bence son derece vurucu ve doğru adreslenmiş. Ama ulaşılacak sonuç bu haliyle pek de parlak değil.
Özetle, kişilik bölünmesini özgürce burada yaşayın deniyor. Yakın tarihimize bakacak olursak bu tür kişilik bölünmelerini önce 80'li yılların başında çoğalan ama arayanın numarasını karşıya gösteremeyen ev telefonlarında meşhur işletmeler ile yaşadık. Ardından halkbandı (CB) telsizler geldi ki kendimize atadığımız kodların çoğu bu türden kişilik bölünmelerine iyi örnek olmanın yanında bu konuda master tezi yazılabilecek çeşitlilikteydi.
Modanın değişmesi ve yeni gelen teknolojiler ile internet gerçekten de kim olmak istiyorsanız olabilmenizi sağladı. Ancak bunun pratik bir yararı olmadığı gibi karşıdaki insanlara da saygısızlık içerdiği açık bir gerçek. Çünkü sağlıklı bir ilişkide karşınızdaki insanları kim olmadığınız değil , kim olduğunuz ilgilendiriyor!
Pek yeni bir çelişki olmadığını Mevlana yüzyıllar öncesinden bildiriyor.
Güneş gibi ol şefkatte, merhamette.
Gece gibi ol ayıpları örtmekte.
Akarsu gibi ol keremde, cömertlikte.
Ölü gibi ol öfkede, asabiyette.
Toprak gibi ol tevazuda, mahviyette.
Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
İşte böyle, reklamın olmamış kısmı bu gibi duruyor. Ama durun acele etmeyin!
"Mevlananın torunlarına yakışmıyor döner kesip "adım John partiyi ve hayvanları severim, seni de" demek. Hele ki İnternet Mahir gibi bir efsane önümüzde dururken. Adam, kendisi olarak açık gönüllülükle çıktı ortaya, tüm dünya da onu bağrına basmadı mı?" diye düşünürken:
Reklamda aslında İnternet Mahir'e yapılan gönderme ve ardından mavi ile yazılmış o "kendiniz olun" yazısı da (Delfi tapınağının girişinde "kendini bil" (gnothi seauton) yazar) sanki açık ama gizli bir mesaj gibi öyle reklamın sonunda asılı kalıveriyor... Ezoterik mesaj diye buna derim işte :)
Kısacası iyi iş çıkartılmış, güzel bir reklam olmuş. Anlayanı da anlamayanı da tam onikiden vurmuş bir reklam. Yapanlara tebrikler.
Sevgi yolunuzu aydınlatsın. Şizofreni uzağınızda olsun...

26 Aralık 2008 Cuma

Kaos Kuramı ve Global Kriz

Kaos Kuramı ile ilgili en bilinen örnek kuskusuz "Kelebek Etkisi"dir. Hani Çin'de bir kelebek kanatlarını çırpar da Amerika'da kasırga kopar ya. Öylesi bir teori işte. Son zamanlarda yaşamakta olduğumuz 2007 Morgıç krizinde de, bir şekilde kuram kendini kanıtladı sanıyorum. Bu defa kelebek değil ama bir takım finans virtiyözü oldukları iddia edilen KELebek türdaşlarımız (primatlar ailesinden homo sapiens'ler) 10 paralık mülkü, 20 paraya morgıçlayıp bunu da finans piyasalarında "çoook yakında bu mülklerin değeri 30 para olacak, bizi fonlayıp zengin olun!" diye güzel güzel pazarlarken saadet zinciri mülkler için kimsenin 10 para bile vermemesi nedeniyle kopunca, kriz patladı. Finans kurumlarının, açığa pazarladıkları ve gerçekte mevcut olmamakla birlikte varlığını sadece morgıçla ev alıp 10 paralık evin bedelini 30 para olarak geri ödeyecek saftiriklerin (yandaki resimde altta kalmış olarak görülen şahıs gibiler) konuya uyanmaması üzerine kurulu bulunan stratejileri çöküverdi. Toplam borç miktarları sermayelerinin kat kat üzerinde olduğundan birer birer tüm finans kurumları çuvalladıklarını ve iflas ettiklerini açıkladılar. ABD para basıp bu kurumları kurtarmaya çalıştıysa da işe yaramadı. Çünkü bir kere kriz başlamıştı. Peki neden bu kriz bu kadar etkili oldu da ülkemizde bile 100 binlerce kişi işsiz kaldı? Post endüstriyel ülkeler refah ve serveti acılı bir süreç sonunda çok çalışarak ve kısmen başka ülkelerin kaynaklarını sömürerek uzun zamanda elde etmişlerdi. Zaman içinde en pahalı şey emek haline geldiğinden ve devlet de kaynaklarını büyük ölçüde sağlık, emeklilik, işsizlik ödemeleri olarak harcadığından üretimi gelişmemiş ülkelere kaydırarak refahı bir süre daha sürdürmek mümkün oldu. Ama sanırım sonunda zurnanın zırt dediği yere gelindi. "Mal üretmeyeyim, teknolojiyi üretip mallarını fakir ülkelere ürettireyim" mantığı iyi güzeldi de Amerikan işçileri bu dönüşüme ancak bu kadar dayanabildiler demek ki. Doğaldır ki araba üreten bir adama teknoloji ürettirmek pek mümkün olmayacağından arabaları bile uzak doğuda ürettirip getirmek de daha ucuza geldiğinden diğer sanayiler gibi araba sanayii de kapılarına kilit vurma planları yapmaya başladı. Batılı ülkeler bu kötü sonun uzun süredir farkındaydılar aslında. Avrupa yıllardır boşuna bilgi toplumu yaratmaya çalışmıyor! Amerika neden daha fazla doğal kaynağa hükmedebilmek için deplasmanda çocuklarını kırdırıyor sizce? Oyunu bozan, önemli faktörlerden biri Çin ve Hindistan gibi neredeyse sınırsız ve ucuz tanımının da altında kalan maliyetler ile çalışan işgücünün ezici varlığı oldu. Üstelik gelişmiş ülkelerin elindeki teknoloji kartı da kısa sürede Çin gibi ülkelerin eline geçiverince batılı üreticilerin elinde geriye bir tek markalar ve şık tasarımlar kaldı. Sizce, 10 yıllı sayılarla ifade edilebilecek sürede teknoloji kartını batının elinden alan bu geri kalmış ülkeler ne kadar sürede markaları ve şık tasarımları ele geçirir? Geriye kaldı lokomotif sektörler! Yok inşaat sektöründen bahsetmiyorum. Bahsettiğim silah ve savunma sanayii. Bitmeyen savaşların ve dinmeyen kanların bir anda bitmesi bu ana sektörü ne hale getirir dersiniz? Ya gelişmiş ülkelerde bu üretimlerden para kazanan milyonlarca işçi ve işletmenin hali nice olur. Asıl böyle bir durumda siz global krizin en derinini görürsünüz. Bu açıdan düşünülünce dünyada bu kadar kanın boşuna akmadığı, hatta 9/11 sırasında tüm dünyanın gözleri önünde yitirilen 3000'den fazla insanın bu uğurda canlarını feda ettikleri gerçeği ortaya çıkmıyor mu? 2009'da kriz derinleşecek diyorlar ya bu görüşe katılmamak mümkün eğil. Tabi ki derinleşecek çünkü bu dediğiniz kehanet kendini gerçekleştirmek zorunda. Hele ülkemiz pek bir sever krizleri. Psikolojik çöküşleri. Aslında son 30-40 yılımızın ekonomik yapısına bakarsanız değişen fazla bir şey yok. Krize girecek pek birşey de yok. Üretim deseniz bizde teknoloji deseniz bizde. Finansal yapımız da eski deneyimlerimiz nedeniyle sağlam. Panikleyip sistemden çıkan sıcak para nedeniyle biraz güç duruma düşmüş olsa da krizden fazla etkilenmemizin nedeni bence 30 yıl çift haneli enflasyonla yaşamamızla aynı: Psikolojik. Aksi halde yıllık hedeflerini gerçekleştirmiş pek çok firma panikleyip işçi kıyımına gitmezdi, öyle değil mi? Ülkemizde yakındaki seçimler krizin derinleşmesini Mart ayına kadar engelleyecektir. Bu arada herkesin gündeminde seçimler ve siyaset olacağından 3 ay daha rahat geçer. Bu arada bir mucize olur ve global kriz durulursa yaşadık. Size söyleyeyim olan 50'li ve 60'lı yıllarda doğmuş olup kriz bahanesiyle işini kaybeden insanlarımıza olacak. Özetle, şu kelebeği bir yakalarsan kanatlarını fena yolacağım da Türkiye'de kanatları yolunan bir kelebeğin dünyanın öteki ucunda ortaya çıkartacağı etkiden korkuyorum. Sağlıkla kalın.

15 Aralık 2008 Pazartesi

Zamanı Durdurmak

Bilim kurgu dizilerinin ve filmlerinin pek bir moda haline getirdiği zamanı durdurmak mümkün mü? Şüphesiz zamanı istediğimizde durdurabilsek ve durmuş zamanın içerisinde istediğimiz gibi hareket edebilsek, nesnelerin yerini değiştirebilsek, insanların duruşlarını değiştirebilsek pek keyifli olabilirdi. Heroes'un zamana hükmeden karakteri Hero Nakamura bunu yüzünü ıkınır gibi buruşturarak yapabiliyor. Keşke hepimiz için o kadar kolay olsaydı. Click filminde ise Adam Sandler elindeki kumandanın durdurma tuşuna basıp zamanı dondurup çevresindeki insanların ellerini ayaklarını sağa sola çekiştiriyordu. Peşinen söyleyeyim eğer eskaza böyle bir zaman durdurma olayını becerebilirseniz çevrenizdekilerin orasını burasını kurcalamayın! Hatta dokunmayın bile. Zamanın durması pek mümkün olmasa da sizin göreli olarak ışık hızına yaklaşacak bir hızda hareket edebilme yeteneğine sahip olmanız, çevrenizdeki zamanın sizinkine göre daha yavaş akması etkisini yaratabilir. Tabi bu durumda zaman gerçekten size göreli olarak durmuş gibi bir hal almışken nasıl çevrenizdeki havayı soluyabileceğiniz ayrı bir problem. Bu hızda hareket edebilmek için gereken enerjinin büyüklüğünü bir an için göz ardı edelim. Hala kuantum fiziğine tam olarak hakim olamadığımız için bir şekilde bunun mümkün olduğunu varsaysak, ışık hızına yakın bir hızda birine küçük bir fiske atsak bile bu etkinin karşı tarafta ve hatta sizde ne tür bir tepki oluşturabileceğinin deneysel olarak tespit edilmesi tehlikeli olabilir. Olayın masalsı yanı ise çekiciliği yüzünden daha pek çok bilim kurgu esere ilham kaynağı olmaya devam edecek gibi görünüyor. Peki zamanı durdurmak mümkün mü? Belki, hatta zaman kendiliğinden durup, yeniden devam ediyor da olabilir ama zaten biz bunun farkına varamadıktan sonra, bunun ne faydası var ki? Bir ara, ben de bir bilim kurgu denemesi yaparsam bu fikirleri de kullanabilirim sanırım. Sağlıcakla kalın! Bu zaman akışı içinde kalın :)

Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...