4 Ağustos 2017 Cuma

Neden Güveniyoruz?

E=m.c2

Bu formül aslında o kadar önemlidir ki, kısalığı sizi yanıltmasın. Özetle: Enerjinin maddeye, maddenin de enerjiye dönüşebileceğini gösteren bir formül. Büyük patlama anından önce yüksek ihtimalle, enerjiden, maddeye doğru dev bir dönüşüm gerçekleşmiş olmalı.

Hepimiz aslında bir zamanlar enerjiden maddeye dönüşen "yıldız tozlarıyız" (Carl Sagan).

Çok garip değil mi? Benliği olduğunu düşünen, maddeye dönüşmüş enerjiden ibaretiz. Maddeye olan tutkumuz nereden geliyor kim bilir. Para, mal, mülk söz konusu olduğunda aslında hepsinin ve hatta kendimizin de enerji olduğumuzu unutuyoruz.

Dilerseniz, bu derin enerji madde dönüşümü meselelerini bir kenara bırakıp, daha dünyevi görünen konumuza girelim.

Güvenmek, insanları birbirine bağlıyor. Sosyal ilişkileri güçlendiriyor. Bir sistem oluşturmamızda en önemli etmenlerden biri.

Peki neden güveniriz?

Çok satan Sapiens ve Homo Deus kitaplarının tarihçi yazarı Yuval Noah Harari, kitaplarında güven konusunu birlikte yaşamaktan gelen bir katalizör olarak betimliyor.

Görsel Wikipedi'den alınmıştır.
Olası bir teoriye göre: Canlılar avlanır ve diğer tehlikelerden korunurken birbirlerinden yardım alırlar. En sevimli örneklerden biri Mirketlerdir. Korunma konusunda oldukça iyi bir sistemleri vardır. Nöbetteki bir mirket diğerlerini bir tehlikeye karşı uyardığında, hepsi yer altındaki yuvalarına gizlenir. İçlerinden hiç biri uyarı anında zaman kaybetmez ve sorgulamaz. İşte birine güvenmek böyle bir şeydir. Bireylerin hayatta kalmalarına yarımcı olur. Belki de hepimiz doğal seçilim sırasında, bir aşamada güven duygusu sayesinde hayatta kalan bireylerin torunlarıyız. Otomatik olarak güvenmeyen ve zaman kaybeden bireyler ise çoktan yok olmuş olduklarından, bu güçlü duygu ya da algoritma bizi hala koruyor olabilir.

Güveniriz çünkü, içimizden bir dürtü bunun yaşamamız için ihtimalleri artırdığını söyler. Buna bir tür algoritma diyebiliriz.

İlgili Yazı: Aşk Algoritmalar Yüzünden mi Var?

Güven ilginç bir durumdur. Güvendiğimizde kaynağı veya kişiyi sorgulamayız. Sadece gerekeni yaparız. Sorgulamayız, çünkü olması gereken budur. Peki memeliler dünyasından bir adımcık öteye gidip, biz uygarlaşmış insanların dünyasına gelirsek? Güven hala işe yarıyorken bunu kendi çıkarı için kullanan türdeşlerimizin avantajı elde etmeleri ve bunu kullanmaları halinde neler gerçekleşmiş olabilir?

Güvene Dayalı Yönetim Sistemleri

Batı Avrupa ve Britanya yönetim sistemleri genellikle beyana dayalı sistemlerdir. Mesela resmi bir yerde size sorulduğunda adım "Dolma Biber" dediğinizde buna güvenir ve size öyle hitap ederler. "Hımm, getir bakalım nüfus kağıdını, ilmühaberini" demezler. Aksi kanıtlanana kadar suçsuz kabul edilirsiniz. Devlet, vatandaş ilişkisinde güvene dayalı bir yaklaşım söz konusudur. Alternatifleri ile karşılaştırıldığında daha başarılı bir sistem olduğu ileri sürülebilir. En azından daha özgürlükçüdür. Ancak güven bazen soyut kavramlara da kayabilir. Örneğin biri, insanların kötü davranışları nedeniyle yüce bir varlık tarafından cezalandırıldığını. Mesela sel felaketinde kötü insanların cezalandırılıp, hayatlarını kaybettikleri gibi bir önerme getirebilir. Bu biri eğer güvenilen bir kişiyse işler zorlaşacaktır. İnsanlar güvendikleri şahsın daha çok şey bildiğini düşünerek ona ne yapmaları gerektiğini sorduklarında işler zorlaşır. Pek çok kural ve dayatma yanında, zorunlu bir takım ritüeller gerçekleştirmeleri konusunda yönlendirilebilirler. Yeniden sel vermemesi için yakarmak, kurbanlar vermek, yüce varlığın kızgınlığını gidermek için çabalamak gibi. Bu durumun farkına varan yöneticiler, bu güven şemsiyesini geniş kitleleri daha kolay yönetmek için kullanabilirler.

Kapitalizm (paraya güvenmek)

Yakın geçmiş ve günümüzün güven ile ilişkili güçlü ideolojilerinden biri kapitalizmdir. Önemli bir değişim aracı olan para ve ona güven üzerine kuruludur diyebiliriz. Aslında para, kimi zaman deniz kabukları, kimi zaman parlak metaller, güzel tasarlanmış basılı banknotlar ya da şimdilerde kullandığımız elektronik paralar, fon transferleri vs. Hepsi aslında tek başına bir değeri olmayan şeylerdir. Ancak mal alım satımını kolaylaştırdıkları için biz onlara bir değer yükleriz. Bir süre sonra asıl amacı unutulup, paranın kendisine karşı bir istek duymaya başlanabilir. İşte para böylece yüceltip, olduğundan daha anlamlı bir hale böyle gelmiştir. Örneğin: Hangi inanca ya da inançsızlığa sahip olursa olsun, herkes paranın değerli olduğu inancında birleşir. Oysa para, kendi başına değerli değildir. Denemek için 1 milyon doları 1000 yıllık süre ile bir kapsülün için koyup gömsek, ve 1000 yıl sonra torunlarımızın, torunları onu çıkartıp açsalar, içindeki paranın antik değerinden başka bir değişim değeri kalmamış olacaktır.

Paranın gerçekte bir değişim aracı olduğunu unutmaktan çok, onun ne olduğunu bile anlamamız o kadar zorlaşmıştır ki mesela ekonomi eğitimi verilen fakültelerde paranın bir değişim aracı olduğu öğretilir. Oysa aslında o kadar bariz olmasına rağmen ona olan güvenimiz nedeniyle öylesine bir inanca sahip olarak büyüyoruz ki, aslında ne olduğunu yeniden öğrenmemiz gerekebiliyor.

İnanç Sistemleri

İçinde bulunduğunuz toplum size kendi tanrısını benimsetir. Türkiye'de doğduğunuz için Müslüman olacağınız gibi, İtalya'da doğsanız bir Katolik, Hindistan'da doğmuş bir Hindu ya da Norveç'de doğmuş bir Atheist ya da Pastafaryan olabilirdiniz. Üstelik bu inancı kendi özgür iradenizle seçtiğinizi düşünüp hayatınız boyunca bildiğiniz gibi yaşayıp gitmenizde de hiç bir sakınca yoktur. Bir şekilde size anlatanlara güvenip, inanmanızdan doğal bir durum yoktur. Güven, kişiler arasında olduğunda kolayca sarsılabileceği halde, soyut, inanç gibi kavramlar söz konusu olduğunda ona olan güvenimiz tüm olumsuzluklara rağmen sürer. Yaşam süreniz bittiğinde, söz verilen öteki dünya, sizin için asıl ödül, tehlikelere karşı saklanacağınız, "güvenilir" olduğunu bildiğiniz yerdir.

İnanç sistemleri size cevaplarını bilmediğiniz ve belki de bilemeyeceğiniz soruların cevaplarını verir. Buna güvenirsiniz. Bu, sizi mutlu eder. Çünkü inancınızın gereklerini yerine getirdiğinizde bu dünya ve öbür tarafta güvende olursunuz. İşte, bu güven duygusu sizi mutlu eder. Mutlu oldukça daha çok güvenirsiniz.

Aile

Aile pek çok konuda referanslarınızı aldığınız yerdir. Güven konusunda en rahat olduğumuz yer de ailemizin yanıdır. Nasıl güvenmeyelim? Bizi son derece savunmasız bir halden kendi başımızın çaresine bakabilecek kadar güçlü bir hale getiren yer ailedir. Zorunluluklar yüzünden parçalanmış, yok olmuş ailelerin çocukları için, mümkün olduğunca aynı rolü toplum oynar. Ancak aileye duyulan güven gibisi yoktur. Aynı şekilde bu güvende de atalarımızın bundan yarar sağlamış oldukları için bu duygunun bu kadar kuvvetli olmasının ip uçlarını ailede de görebiliriz.

Evrenin bilinci mi var?

Son zamanlarda havalarda uçuşan teorilerden biri de evrenin bilinci olabileceği düşüncesi. Tekillik düşüncesinin bir uzantısı olarak evrenin bilincinin olduğu fikri var. Güven açısından ele alınacak olursa böylesi bir bilincin varlığı ve dolayısıyla bizim bilincimizin de bu büyük gücün bir parçası olduğu çıkarımı kendimizi güvende hissetmemize neden olabilir. Ortada kanıtlanmış bir gerçek olmaması bile güvenmemizi engellemeyecektir. Sadece güncel olduğu için bahsetmek istedim. Sonuç itibariyle güvene çıkan düşünce kırıntılarından biri olması her konuyu getirip güven kavramına bağlamak istememizi gösterdiği için ilginç.

Son söz

Güven iyi bir duygu olsa da, gerçekten güçlü olabilmek için kendini tanımak ve güvenmek önemlidir. Güven sayesinde canlı türleri boyunca hayatta kalmış olabiliriz. Kendimiz yeniden gerçekleştirmek ise birey olarak yücelmek için gereklidir.

İlgili Yazı: 10 Maddede Kişisel Gelişim İşe Yarar mı?

22 Temmuz 2017 Cumartesi

10 Maddede Kişisel Gelişim İşe Yarar mı?

Abraham Maslow isimli bir psikolog, Amerika Birleşik Devletlerinde 1943 yılında ihtiyaçlar piramidi olarak adlandırdığı bir insan psikolojisi teorisi ortaya atmıştır. Buna göre, öncelikle en önemli olan temel ihtiyaçlar karşılanmalıdır. Temel ihtiyaçlar karşılandıktan sonra da bir sonraki aşamada gelen ihtiyaç katmanının gerekleri karşılanmalı ve böylece üst üste, sırasıyla tüm ihtiyaçlar karşılandığında süreç bitmelidir.

Bu teori, insan psikolojisi ile ilgili işleri kolaylaştırdığı için genel kabul görmüştür.

Sırasıyla:
Abraham Maslow
Amerikalı Psikolog
1908-1970

  • Fizyolojik gereksinimler (nefes, besin, su, cinsellik, uyku, denge, boşaltım)
  • Güvenlik gereksinimi (vücut, iş, kaynak, etik, aile, sağlık, mülkiyet güvenliği)
  • Ait olma, sevgi, sevecenlik gereksinimi (arkadaşlık, aile, cinsel yakınlık)
  • Saygınlık gereksinimi (kendine saygı, güven, başarı, diğerlerinin saygısı, başkalarına saygı)
  • Kendini gerçekleştirme gereksinimi (erdem, yaratıcılık, doğallık, problem çözme, ön yargısız olma, gerçeklerin kabulü) (Maslow Teorisi)

Kişisel gelişim bir süreçtir. Ancak bir alt yapı gerektirir. Yine de Maslow'un piramidindeki tüm ihtiyaçlar aslında en tepedeki kendini gerçekleştirme çabasının bir parçasıdır. Dolayısıyla parçalanmış olarak değil, bir bütün olarak konuya yaklaşmak gerekir. Çünkü alt katmanlardaki ihtiyaçların kısmi eksiklikleri ya da nasıl karşılandıkları en tepeyi etkileyecektir.

Kendini gerçekleştirme bir hedef olarak iyi olmakla birlikte, hedefe ulaşıldığında yapılması gerekenlerin bitmesi günümüz gerçekleri ile uyumlu değildir. Hedef, sürecin bitişi gibi görünse de, ulaşılması amaçlanan seviye günden güne daha ileriye taşınıyor olabilir. Bu nedenle, kendini gerçekleştirme sonlu bir süreç olarak görülmemelidir. Yani ihtiyaçlar piramidinin tepesine ulaşmak mümkün hiç olmayabilir.

Suç örgütleri içinde hayatını geçiren ve yükselen bir kişi, tüm bu alttaki aşamaları birer birer tamamlayıp en sonunda da kendini gerçekleştirme aşamasını başarıyla tamamlayabilir. Tarihte böyle örnekler vardır. Çete liderleri, diktatörler, kötü karakterli profesyonel yöneticiler hepimizin aklına gelebilen örneklerdir.

Diğer yandan, bilim alanında yetişip, insanlığa yararlı buluşlar yapan kişilerin, ya da mesleki hayatının zirvesine çıkmış sanatçıların, halkı için gerçekten daha iyisini yapmaya çalışan siyasetçilerin de yine Maslow piramidinin tepesine kadar tırmandıkları düşünülebilir.

Öyleyse iyi ve kötü olarak düşünebileceğimiz son derece göreli ve değişken yapıdaki kişiliklerin aynı süreçleri tamamlayarak kendini geliştirdiği ve sonuçta kendini gerçekleştirdiği düşünülebilir.

Bu bilgiler ışığında kişisel gelişim çabalarının neden işe yarayıp, yaramayabileceğini listelemeye çalışalım.

1- İçinde bulunduğunuz ortam sizi piramidinizin taşlarını ördüğünüz ilk aşamadan sonuna kadar önemli ölçüde etkiler. Kişi kendisini sürekli olarak bir kalıba hapsetmeye çalışan çevresinin etkisinden kurtulamazsa, kişisel gelişimi ancak çevrenin izin verdiği kadar olacaktır.

2- Kitaplar, konuşmalar, dersler, okullar tabi ki kişisel gelişiminiz için önemlidir. Ancak harika ve etkileyici bir TED sunumu ya da bir iki ay devam ettiğiniz etkili konuşma eğitimleri, iş yerinizde verilen kişisel gelişim temalı meslek içi eğitimler, siz ondan ne kadar alabilirseniz sizi o kadar geliştirir. Zaten bu yüzden okullarda herkes sınavlardan farklı notlar alır. Kurslarda başarı, kişiden kişiye değişir. Örneğin yabancı dil kursunu bitiren iki kişiden biri harika bir şekilde o dili öğrenirken bir diğeri ancak derdini anlatabilecek kadar ilerlemiş olabilir.

3- Yine kişisel gelişim senaryoları her zaman doğru ve yeterli tasarlanmamış olabileceklerinden beklendiği kadar önemli bir etkileri olmayabilir. Sunumları iyi ve doyurucu olsa da, sonunda alınan yol o kadar da önemli olmayabilir. Aynı şey okullar için de geçerlidir. Lise hayatı boyunca Matematiğin tüm önemli içeriği verilen nesiller, yapılan sınavda eksi puan alabilirler. Başarısız eğitim politikalarının kişisel gelişimi olumsuz etkilediği sizce de bir gerçek değil midir?

4- Bir kitapçıya girdiğinizde kişisel gelişim üzerine yazılmış kitapların devasa bölümlerde satılmaya başlandığı dikkatinizi çekmiştir. Bu durum aile, okul ve iş hayatı eğitim süreçlerinde eksik kalan bir şeylerin olduğunun en önemli göstergelerinden biridir. Durumun farkında olan kimi bireylerin kendini alternatif yöntemlerle geliştirmeye çalışmasından böylesi bir sonuç çıkmış olabilir. Genellikle motivasyon kitabı olan bu tür yayınlar, kişinin kapasitesine ve kararlılığına bağlı olarak işe yarayabilirler, ancak yaramayabilirler de.

5- Farkındalık ve kararlılık elbette önemli bir başlangıçtır. Ancak kafanızda o ışık parladığında ve kararınızı "evet, ben kişisel gelişmemi yapacağım" dediğinizde aslında işin başındasınızdır. Bu nedenle okunan bir kitap, katılınan bir eğitim sizi nirvanada bir guru yapmaz. Ancak öyle hissetmenize neden olabilir. Elinizdeki çöpü "kimse görmez nasılsa" diye yere attığınızda, içinizdeki kifayetsiz guru, kuruyup gitmiş demektir.

6- Kişisel gelişim Maslow piramidinde güzelce tanımlanmış gibi de olsa. Piramidin tepesine gelinip, "tamam ben oldum artık" demek mümkün değildir. Zira, hep daha iyisi mümkün olan bir süreçtir kişisel gelişim. 4 senelik bir okulu başarı ile bitirmek iyidir. Ancak ömür boyu o bilgi ile yaşamanız mümkün olsa da, yeni bilgiler edinmeyi boş verdiğinizde, meslektaşlarınıza göre geride kalırsınız. Çünkü kişisel gelişim bir yolculuk gibidir. İlerlediğiniz sürece eskisinden daha farklı olursunuz. Doğru yönde ilerlerseniz gelişirsiniz.

7- Kişisel gelişiminizi nasıl anlayabilirsiniz? Bunun için bir referans noktası olaması gerekir. Ancak kimi zaman bunu ölçmek o kadar da kolay olmayabilir. Başkaları tarafından imrenilen ve örnek alınan bir kişiliğiniz de olsa, bu sizin gerçekten harika bir insan olduğunuzu göstermez. Kişisel gelişiminizi tamamladığınızı düşündüğünüz anda, her şeyi yeniden gözden geçirseniz iyi olur.

8- İnsan henüz işleyişi tam olarak anlaşılamamış bir beyne sahiptir. Belki de bir gün gelecek, her şey tam olarak anlaşılacak, kişisel gelişimin daha basit bir çözümü bulunacaktır. Mesela Sapiens 2.0 üretilebilecektir. Eksikleri tamamlanmış mükemmel bir insanı en başta üretmek aslında bizi pek çok gereksiz çabadan kurtarabilir. Ancak o güne kadar çoğu başarısız olacak gelişme çabalarımızı sürdürmekten başka seçeneğimiz bulunmuyor.

9- Her nesilde tek tek gelişmek için çaba göstermek zorunda olmamız en önemli sorunlardan biridir. Pek çok faktör başarıyı engellemek için adeta birbiri ile yarışır. Örneğin batılılar "ışık doğudan yükselir" derler. Bunun anlamı, doğunun geçmişte bilim alanında pek çok araştırmanın yapıldığı ve bilginin üretildiği yer olmasından kaynaklanır. Şimdilerde ise bilginin ışığı artık kaynağını aydınlatmıyor gibi görünmektedir. Eğer bir şekilde nesiller boyu gelişmelerin önüne engeller konulursa, kişisel gelişim de, toplumsal gelişim de geriye gidebilir. Her ne kadar, "Güneş her gün yeniden doğar" denilse de, "bir kere kaybolan bilim ışığı, bir daha geriye getirilebilir mi?" sorusunun yanıtı belirsizdir.

10- Kişisel gelişim, toplumun ilerlemesi için önemlidir. Ancak fitili öncelikle ailenin yaktığı, okulların gereken teknik donanımı sağladığı ve ilerleme için başlangıcı oluşturduğu ama asıl çabanın bireye kaldığı unutulmamalıdır. Bireyin ise kolayca dikkati dağılabilir. Piramitte altyapıda oluşabilecek eksilmeler ve çatlaklar kendini gerçekleştirme için durdurucu ve geri çevirici olumsuzluklar da oluşturabilir. Kimi zaman temeli çürüyen binalar yıkılır. Zaten kişisel gelişimi devam ettirmek bu nedenle biraz daha zordur. Hem hayatta kalmak için tüm gücünüzle çabalayıp, hem de mükemmel bir insan olamayabilirsiniz. Ancak, belki de insan olmak zaten böyle bir şeydir.

7 Temmuz 2017 Cuma

Aşk Algoritmalar Yüzünden mi Var?


Algoritma: Bir işin nasıl yapılacağını gösteren yolun, adım adım tarifidir. Daha çok bilgisayar programları ile ilgilenenlerin çok uğraştıkları ve yakından bildikleri bir kavramdır.

Şema Wikipedia'nın ilgili
sayfasından
alınmıştır.
Algoritma adını, Ebû Ca'fer Muhammed bin Mûsâ el-Hârizmî isimli 9. yüzyılda yaşamış olan bir matematikçiden almaktadır. "Algoritmi de numero Indorum" adıyla Latince'ye tercüme edilen kitabı sayesinde kendisinin algoritmayı saptayan ilk kişi olduğu düşünülmektedir.

Algoritma kelimesinin de "el-Hârizmî" (ya da al-Hârizmî) kelimesinin batılılar tarafından "algorizm" şeklinde söylenebilmesinden ortaya çıkmıştır.

Duygularımız da karmaşık algoritmalar olabilir mi? 

Belki. Karar mekanizmalarının anlaşılması için yapılan deneylerde, deneklerin kafalarının üzerine yerleştirilen algılayıcılar ile beyin dalgaları incelenmiştir. Buna göre, bir konu üzerinde birey tarafından alınan bir karar bilinçli olarak ifade edilmeden hemen önce, beynin ilgili bölümünde bir farklı dalga gözleniyor. Verilen kararın, örneğin: Sağdaki ya da soldaki butona basma seçenekleri olduğunda, hangi düğmeye basılacağının tercih edildiği, henüz deneğin bilinci tarafından açıklanmadan önce belirlenebiliyor. Ardından deneğin, tespit edilen beyin dalgası değişikliği yorumlanarak hangi düğmeye basılacağı önceden anlaşılıyor. Denek de tahmin edilmiş olan düğmeyi seçip, basıyor. Bunun özgür irade tarafından gerçekleştirilen bir tercih olduğu fikrine şüphe işte tam olarak da bundan kaynaklanıyor. Yuval Noah Harari, Homo Deus adlı kitabında bu durumu özgür irade ile bağlayarak, aslında özgür irade ile değil, beyindeki algoritma ile kararın daha siz fark etmeden kısa bir süre önce verildiğini belirtiyor.

Doğrusunu isterseniz, insanlık tarihinin başlangıcından bu yana kendimizi, çevremizi, dünyayı ve evreni anlamak için yoğun bir şekilde çaba gösteriyoruz. Bu konuda, çok yol almış olsak da, hala içimizde bir yerlerde duran "ilkel canlı" insanlık tarihinin başından bu yana çok fazla değişmedi. Zamanla deneyimlerimiz ve bilgi birikimimizden oluşan dev bir bilgi okyanusu oluşturduk. Ancak tüm bu birikime rağmen, hala gerçek ile gerçek olmayanı ayırt etmekte zorlanıyoruz.

Biri çıkıp, garip ve esrarengiz bir örgülü anlatım içerisinde bir konuyu eğip büktükten sonra, "eğer bu mesajı 10 arkadaşınıza gönderirseniz çok zengin olacağınızı ama göndermezseniz başınıza kötü şeyler geleceğini" söylediğinde içinizde ilkel kalmış bir yerlerden bir ses çıkıp: Söyleneni yapmanızı isteyebiliyor. Örneğin her ne kadar ücretsiz hizmet verdiğini bilsek ve tonla alternatifi olduğunu duymuş olsak da, bir de üzerine 10 yıl önce WhatsApp diye bir uygulama bulunmadığını bilsek de, tam tersini iddia eden mesaj, bir arkadaşımızdan geldiğinde içimizde nedensiz bir endişe duyuyoruz. Büyük ihtimalle atalarımız birlikte yaşamaya başladıklarında ve kabiledeki diğer bireylere güvendiklerinde, hayatta kalmak daha kolay olmuştu. Bu yüzden kabilesindeki diğer fertlere güvenen ve kendisine güvenilen bireyler daha kolay hayatta kaldılar. Bu özelliklerin gelecek nesillere aktarılması davranışımızın açıklaması olabilir. Bir arkadaşımızın bize söylediği ya da gönderdiği, aslında içeriğinde hiç bir doğruluğu olmayan bir mesaja inanırız. Nedeni, hayatta kalma şansımızı artıran bir alt yordamın derinlerde çalışması olabilir. İşte böylece içeriği ne kadar olağanüstü görünse de, bir arkadaşınızdan gelen zincir mektubu dikkate alıyor ve belki de o mektubu size güvenen başka arkadaşlarınıza gönderiyorsunuz. Korkmayın, yalnız değilsiniz. Ancak kim bilir, belki de özgür iradeye sahip olduğunuzu düşünüyor olmakla birlikte, gerçekte durum hiç de öyle değil.

Özgür İrade

Özgür irade, aynı toplumdaki insanlara yaygınlaştırdığımızda ortaya çıkan milli irade kavramı gibi aslında böyle bir şey olmadığını düşündürecek gediklerle doludur. Diyelim ki, abur cubur yemiyor, içmiyor ve formunuzu korumaya çalışıyorsunuz. Bir akşam, karşısına geçtiğiniz televizyonda içine ürün yerleştirilmiş en sevdiğiniz dizi oynuyor. Birden içinizde bir susuzluk hissediyorsunuz ve birazdan aklınıza dolaptan kola alıp içmek geliyor. Dizide oyuncunun elindeki "yerleştirilmiş ürünü" doğru dürüst fark etmemiş olabilirsiniz. Beyninizde işleyen bir düzenek sizi çoktan baştan çıkardı bile. E, ama hani özgür irade vardı?

Siyasi görüşünüze göre kullandığınız oy, gerçekte tam olarak yukarıda anlatmaya çalıştığım gibi etkilenemez mi? Siyasetçiler sizce beyninizde geri planda çalışan bazı bu mekanizmaları kullanacak bir yöntem biliyorlar olabilir mi? Biliyorlarsa bunu kullanmazlar mı? E, ama hani milli irade vardı?

Ya duygular?

Sevgi adını verdiğimiz duygu olmasaydı yavrularımızı yetiştirme konusunda pek başarılı olamayabilirdik. Tabi ile de bu mekanizma işleyecek diye bir sorunluluk yok. Eğer bir sürüngenseniz, örneğin kaplumbağa, yeterli sayıda yumurtlayıp, hayatta kalan yavru sayısını artırmak da bir başka çözüm olabilir. 100'lerce yumurtadan çıkan bir kaç şanslı yavru hayatta kalabilir. Nesil devam eder.

Ancak memelilerde buna imkan yoktur. Bebek bir süre canlının içerisinde büyüdüğü için öyle yüzlerce yapma şansınız bulunmaz. Bir köpek 7-8, bir insan da 1, bilemedin iki yavru büyütebilir içinde (normal şartlarda). Doğumdan sonra, kendine yetmeyi öğrenene kadar ebeveynleri tarafından bakılan yavrular hayatta kalabiliyorsa bu davranış şekline sahip fertler gelecek nesilleri oluşturacakları için bu durum hayatta kalmak savaşında bir başka çözüm olarak ortaya çıkmış demektir. Sevgi dediğimiz de, öncül memeli atalarımızın hayatta kalmalarına neden olan bir algoritma olabilir mi, ne dersiniz?

Biyolog Richard Dawkins aşkın ebeveynlerin çocukları kendine yetecek hale gelene kadar bir arada kalmalarına neden olan rastlantıdan doğan, kuvvetli bir duygu olabileceğini ve işe yaradığı için de sonraki nesillere aktarıldığını ileri sürmüştür.

Austin Powers filmlerinin ünlü kötü karakteri ve
kendini kopyalayarak yaptığı oğlu Mini-Me
Belki de, beynimizde biz fark etmeden çalışan pek çok alt yordam (sub routine) benliğimizi oluşturuyor olabilir. Yine ömür boyu kazandığımız bilgi ve deneyimler ile bunlara başka algoritmalar ekliyor olabiliriz. Tüm bu bileşenlere kişilik adını verip, özgür olduğunu sandığımız irademizle aslında atalarımızın tekrar tekrar kullandıkları bazı davranış kalıplarını sürdürüyoruz. "Özgür irade diye bir şey yoktur" denildiğinde, aksi fikirlerimizi ortaya döküp, şiddetli tepki verebilirken, "ayy, aynı babası" denildiğinde, bizim minik kopyamızı andıran ve bizim yaptığımız hataları tekrar ederek büyüyecek olan yavrumuzla ise gurur duyuyoruz.

Yapay Zeka?

Hızla ilerleyen bilgisayar teknolojisi sayesinde insanlık yapay zekayı geliştirmeye çalışıyor. Arnold Schwarzenegger'in oynadığı ölümcül robotların ve yapay zekanın insanları yok etmeye çalıştıkları Terminatör serisi veya insanların enerji üreteçleri olarak kullanıldığı Matrix serisindeki durum öngörülse ve gerçekleşme ihtimali de yüksek olsa da, yapay zekayı geliştireceğiz gibi görünüyor. Üstelik yapay zeka sayesinde var olandan çok daha az sayıda insan ile ekonomik hayat sürdürülebilir ve az sayıda insan dünyadaki cenneti yaşamaya devam edebilir. Üreme yeteneğine yapılacak küçük bir değişiklik bir kaç 10 yıl içerisinde 7 milyara ulaşmış insan nüfusunu 1 milyarın altına düşürebilir. Üstelik bunu yapmak için insanlar özgür iradelerinin (!) sözünü dinleyebilirler.

Yapay zeka özgür iradeye (!) sahip olabilecek mi bunu bizden sonraki nesil görecek gibi. Umarım bu defa durum, insanlığın iyiliği için kullanılır. Tabi, bildiğimiz anlamda bir insanlık kalırsa...

2 Haziran 2017 Cuma

Kıyamet Çok Yakın

İnsanın ömrü, evrenle ya da dünya ile kıyaslandığında kısacıktır. Oysa bir insan yaşadığı 50-60 yılı evrenin ömrü gibi algılar. Anlamadaki bu derin uçurum aslında bir tek basit adımla aşılabilir. Peki bu adım ne olabilir?

Ölümü yaklaşan insan, hele bir de cahilse, farkında olmadan tüm yaşayanlar kendisi ile birlikte yok olsun ister. Kıyamet fikri büyük ihtimalle böyle ortaya çıkmıştır. Kendini büyük ve önemli sanan insanlık da bu dönemsel yaygın söylenceye (pop kültür) kaptırmıştır. Muhtemelen insanlığın sonu da böyle kibirli bir soytarının "madem kıyamet olmuyor, bari ben yapayım" düşüncesine kapılmasıyla gelecektir.

Kibir, pek çok inanışa göre büyük günahtır


Evrim bir gerçektir. Bırakın akraba olduğumuz maymunları, soğanın zarındaki bir hücreyi bile inceleseniz yapı taşı olan dna bazında aynı kökenden gelmiş olduğumuzu görebilirsiniz. O halde bu kadar kibirli olmamızın sebebi ne? Zamana hakim miyiz? Ya enerji ya da maddeye hakim miyiz? Mesela büyük miktarda enerjiyi önce maddeye sonra yine enerji üreten bir yıldıza çevirebiliyor muyuz? Üstelik bunu yaparken geçebilecek milyarlarca yıllık zamana hükmetmek gibi bir gücümüz var mı?

Kendi sonu geliyor diye kıyamet olmasını isteyecek kadar bencildir insanoğlu. Oysa iyi insana yakışan, geride yaşanacak bir dünya bırakmaktır. Ölünecek değil!

Yapabildiklerimiz ile karşılaştırıldığında, yapamadıklarımız bu kadar çokken bu kibir neden? Üstelik bu yüzden yaşadığımız ve bize harika imkanlar sağlayan gezegenimizi yaşayamayacağımız hale çevirmek üzereyiz. Mars gibi çoktan ölmüş bir gezegeni yeniden yaşanabilir hale getirme planlarını yaparken diğer yandan Dünyayı yok edecek üretim tekniklerimizi sürdürmek akıllı bir davranış şekli mi?

Endişe etme - iklim değişikliğinin
yalan olduğunu twitliyorum.
Karikatür, buradan alınmıştır
Sadece aptallar pencereden bakarken yok olan dünyayı değil, kendi zavallı siluetlerini görüp bundan keyif alır.

Bir an önce kafamızı kullanmaya başlayıp, Dünyayı yok etmeyi bırakmalı, onu bizden sonraki nesillerin keyifle yaşayabilecekleri bir yer haline getirmeliyiz.

Başlangıç olarak, o eski tapınak yazısını analım. "Kendini Bil!"


12 Mayıs 2017 Cuma

Organize İşler

Nikolay Çavusesku
İnsanlar bir arada yaşayan canlılar. Büyük ihtimalle bunun nedeni avcı toplayıcı dönemlerimize kadar gider. Birlikte yaşamak yırtıcı hayvanlara ve çevredeki diğer kabilelerden gelecek tehlikelere karşı iyi olmuştur. Daha büyük ve güçlü bir kabile yapısı doğal tehlikelere karşı da daha iyi bir dayanma gücü yaratmış omalı. Özetle, yardımlaşma, insanları daha baskın bir canlı türü yapmış olmalı.

Bu durumun yerleşik tarım toplumuna geçişten sonra da devam ettiğini söyleyebiliriz. Birlikte yaşayan insan toplulukları zamanla kalabalıklaşmıştır. Kalabalık insan topluluklarında çok sayıdaki insanın birbiriyle ilişkilerini sağlamak için yönetim işlerinde becerikli bazı bireyler protokolleri olan bir tür organizasyon kurmuştur. Neyin nasıl yapılacağı konusunda bir algoritma geliştirmek yine bu organizasyonların işidir.

Tehlikelerden Korunmak Gibisi Yoktur

Görsel şu adresten alınmıştır.
Örneğin sizi ve ailenizi korumak, ticari ilişkilerdeki anlaşmazlıkları halletmek, medeni konularda gereken koruma ve desteği vermek gibi. Böylece genellikle primat kabilelerindeki alfa erkek hükümranlığı, insan için de çok benzer şekilde yaşanmaktadır. İnsan topluluklarındaki fark, birey sayısı bir kişinin baş edemeyeceği kadar çoğaldığında, yönetim erkini elinde tutanın kendine yardımcılar bularak, onlara yetkilerini kısmen aktarmasıdır. Belli bir sayıya kadar bu örgütlenme şekli oldukça verimli olarak işleyebilmektedir. Hadi bu verimli iletişim için 150-250 kişi olarak bir rakam verelim. Bu sayı bir kişinin tanıyabileceği ve devamlı ilişkide olabileceği insan sayısı olarak halen sosyal medya sitelerinde kabul görmektedir.

Facebook Gerçekte Kaç Dostunuz Olduğunu Biliyor

Siz Facebook arkadaş sayısının 5000 ile sınırlı olmasına hiç bakmayın. Facebook algoritması size taş çatlasa 25-30 arkadaşınızın sürekli paylaştığı içerikleri gösterir. Bir iki kez arkadaşlarınızın paylaştığı içerikle ilgilenmediğinizde Facebook size o arkadaşlarınızın paylaşımlarını göstermez. Böylece sizi ilgilendirmeyen içerikten uzak kalmış ve Facebook'a daha az sinirlenmiş olursunuz. Bu Facebook'da geçirdiğiniz zamana pozitif etki yapar. Facebook da size ilgilendiğiniz reklamları içerik şeklinde göstererek biraz para kazanır. Sonuç itibariyle, çalışanların paralarını ödemek masrafları karşılamak lazım. Tıplı devlet yönetimlerinde olduğu gibi ;)

"Çocukken her akşam yatmadan önce Tanrı'ya bana bir bisiklet vermesi için dua ederdim. Bir gün, Tanrının çalışma tarzının bu olmadığını anladım. Ertesi gün gittim, kendime yeni bir bisiklet çaldım ve her akşam yatmadan önce Tanrı'ya günahlarımı affetmesi için dua ettim.
Al Capone"

Sisteme Uymamak

Mafya Lideri Al Capone
Kabilelerdeki birey sayısı binleri aştığında mevcut yönetim organizasyonu etkisi azalabilir. Böyle durumlarda alternatif organizasyonlar ortaya çıkabilir. Yönetim erkini elinde bulunduranlar için bu ikincil organizasyonlar bir alternatif olarak görülebileceğinden, önemli bir tehdittir. Bir insan topluluğu içindeki düzeni bozan terör örgütleri, mafya, eşkıya bu tür organizasyonlara örnektir. Demokrasiler ise farklı olarak kimin yönetim erkini elinde bulunduracağına halkın karar vereceği yönetim sistemleri olarak gelişmiştir. Böylece hükümran kişi veya ailenin göreli olarak mutlak olan yönetme erki elinden alınarak halkın kısa dönemler için kendini yönetecek olan kişileri kendi içerisinden seçmesi daha ileri bir sistem olarak benimsenebilir. Siyasi Partiler genellikle, yönetime potansiyel olarak aday olan ve belirli bir düzen içinde kurallara uyarak devlet örgütünü yönetmek için çabalayan topluluklardır.

Bazen iktidarı kaybetmek yönetimi yitirmek anlamına gelmez. Devrim niteliği taşıyan değişimler bile mevcut devlet organizasyonunun yerine yenisini koyabilecek yeterlilikte değilse başarılı bir devrim gerçekleştirmiş bile olsa bunu mevcut devlet elitlerine kaptırabilir. Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği dağıldığında ortaya çıkan devletlerin yönetimleri mevcut komünist partisinin kadrolarının elinde kalmış, eski devlet yönetimi, ortaya çıkan bağımsız devletlerde yönetim organizasyonu üstlenmiştir. Doğu blokundaki pek çok ülkede de benzeri durum yaşanmış, devlet mülkü olan taşınmazlar, fabrikalar birer birer değerlerinin çok altında elden çıkarken eski yöneticiler her nedense mal mülk zenginleri olarak ortaya çıkmışlardır. Amerika Birleşik Devletlerinde de baştaki kişi değişse bile genellikle uzun dönemli devlet politikası ve organizasyonu oldukça istikrarlı bir şekilde devam etmektedir. İsterse bu başkan bir Sinema Oyuncusu olsun ya da bir çapkın senatör, durum fark etmez. Eski bir başkanın oğlu bile göreve geldiğinde genellikle kendisine biçilen rolü biraz kişiselleştirerek ve yorumunu katarak oynar. Ancak devlet örgütü işlemeye devam eder.

İnsan topluluklarının kimler tarafından yönetildiğinden çok, hangi algoritmayla yönetildiğini belirleyen yapıya devlet organizasyonu diyebiliriz.

Madem Kötü, Devirelim Bari

Mısır - Arap Baharı
Kimi zaman bir organizasyonu devirebilirsiniz ancak yerine bir başka organizasyonu koymadığınızda mevcut devrik yapının, yaptığınız devrimi elinizden gasp etmesi ve yönetim erkini ele geçirmesi beklenmesi gereken bir durumdur.

Arap baharında halk hareketi mevcut yönetimi devirmiş, ancak yerine bir organizasyon getiremediği için, bahar mevsimi çabukça geçmiştir. Geriye baktığımızda, "olanın olaylar sırasında canlarını kaybedenlere olduğu" yorumu pek de haksız sayılmaz.

Deha, devrimi yapmakta değil, ardından onu sağlamlaştırmak için gereken örgütlenmeyi başarabilmektedir. 1916-1922 yılları arasında İngiltere Başbakanı olan Lloyd George'un Mustafa Kemal Atatürk için "İnsanlık tarihi birkaç yüzyılda bir dahi yetiştirebiliyor. Şu şanssızlığımıza bakınız ki, bu dahi Küçük Asya'da çıktı. Hem de bize karşı... Elden ne gelebilirdi?" dediği söylenir. Ancak sadece askeri değil, devlet yönetimi konusunda da Atatürk bir dehadır. Yeni bir devlet kurmakla kalmamış, devamı için gereken organizasyonu da tüm imkansızlıklara rağmen oluşturmuştur.

Devlet yönetiminde çeşitli tehditlerin zaman zaman denemeler yapması doğaldır. Devletin örgütlenmesi yeterince kuvvetli olmaması halinde bir başka organizasyon yeteneği sahibi güç, mevcut olanın yerine geçebilir. Dünya tarihi böyle örneklerle doludur.

İnsanlık belki bir gün küresel olarak bir yönetim organizasyonu kurmayı başarabilir. Dünyayı barış ve kardeşlik ile yönetmek tahmin ettiğinizden zor olsa da, olmayacak bir şey değil. Ancak o günü yaşamak için ne kadar bir süre geçeceğini öngörmek zor. İnsanlık için iyi olup olmayacağını da bilmek şimdiden imkansız gibi duruyor. Ama belli mi olur?


18 Nisan 2017 Salı

7 Maddede Ölüm ve Diriliş Rehberi


Gerçek anlamda ölüm ve sonrası ile ilgili elimizde bir veri olmadığı için burada ele alınacak konu ezoterik (içrek) anlamda ölüm ve diriliştir. Dolayısıyla fiili anlamda "ölümden sonra, bana ne olur?" sorusunun cevabını bu yazıda bulamazsınız. Bu yazıda mükemmel insan olma hedefi ile yola çıkan yolcunun kendini geliştirme aşamalarından biri olan eski yaşantısına ve bilinç düzeyine veda edip, farklı bir düşünce durumuna geçişle ilgili konular ele alınacaktır.

1- Öldüm, Dirildim

Pek çok inanç sisteminde ölüp yeniden dirilen kahramanlardan söz edilir. Ezoterik öğretiler sembolik ölüm ile adayın mevcut yaşamında bulunduğu uyku halinin bitip yeni bir bilinç düzeyine erişmesini temsilen yaşarken ölüp, dirilmesini sağlar. Bu durum öğretiye katılma ve bir başka düzeye erişme sırasında tekrar edilebilir. Ölüm ve diriliş aslında birer semboldür.

2- Ölümü Deneyimlemek

Ölüm anladığımız bir olgu değildir. Bilinç ile ödüllendirilmiş insan, öleceğini bilmek ile de cezalandırılmıştır. Beklediği ölümden sonrasını düşünmek yüzünden bir çıkar yol aramamak da son derece insanca bir yaklaşımdır. Ölümün nasıl olduğunu deneyimlemek ve dönüp bunu diğerleri ile paylaşmak mümkün değildir (ölüme yakın deneyimlerden bahsetmiyorum). Ancak gerçeğe giden bir yolculuğa çıkmak için mecazi anlamda ölümü yaşamak iyi bir başlangıç olarak kabul edilmiştir. Ölüm sembolünde kimi zaman bir mezarda, bir tabutta, karanlık bir mağarada ya da loş bir odada ölüm sembolü ile yolcuya aslında yaşamakta olduğu hayatta karanlıklar içerisinde olduğu alegorik olarak ifade edilmektedir. Az sonra karşılaşacağı aydınlık ise yolcunun yeniden doğarak (dirilerek) yeni bir bilinç düzeyine geçmesini sembolize eder. Aslında yolcu henüz yolun başındadır ama yola çıkmıştır işte. İlerlemek ve kendini geliştirmek (kişisel gelişimcilerin sevdiği tabirle kendini yeniden yaratmak) tamamen kendisine bağlıdır. Kimi yolcu çok ilerler, kimi ise bir kaç adım. Hangisi olursa olsun başladığı yerde değildir artık.

Berk Yüksel'in de dile getirdiği gibi: "Ezoterik inisiyasyon; bireyde,  varlığın bir alt aşamasından bir üst aşamasına geçişini ruhsal olarak gerçekleştirmeye yönelik süreçtir"(1). Ölümü deneyimlemek bu nedenle aslında sürecin başlangıcı anlamına gelmektedir.

3- Cehennem Azabı

Cehennem ile hayattaki günahların karşılığının bedelinin ödenmesi sembolik olarak betimlenir. Aslında burada, günahların bedelinin ödenmesi sembolizması ile kişinin aydınlanması ve yeni bir bilinç düzeyine erişmesi durumu vardır.

4- Aydınlanmak ve aydınlatmak

Ezoterik anlamda aydınlanmak kişisel bir deneyim ve eğitim gerçekleştirmektir. Kapasiteniz kadar ediniminiz olur. Bilgiyi, onun için çaba harcamış ve hak etmiş yolcu özümseyebilir. Örneğin İnternet pek çok içerik ile doludur. Yeterli depolama kapasitesine sahipseniz tüm bu bilgileri elde edebilirsiniz. Ancak bu bilgileri değerlendirebilecek algoritmalara (nasıl yapılır bilgisine) sahip değilseniz tüm bu bilgi işinize yaramaz. İnternetin ilk arama motorları (Altavista gibi) bu nedenle çöp sonuçlar ile kullanıcıyı yormuşlardı. Yolun başında kalakaldılar. Google ise bu işte algoritma geliştirerek ilerlemeyi becerdi. Bu nedenle artık sadece tek kelime ile aram yapsanız da aradığınızın bir coğrafi yer mi, yoksa bir araba modeli mi olduğunu kişiselleştirilmiş verileri de katarak anlayabiliyor. Aradığınız satın alınabilecek bir şey ise size fiyatlarını gösteriyor. İşte aydınlanma da salt bilgi edinme dışında bu bilgiyi iyi ve doğru için kullanma halinde bir anlam kazanıyor.

5- Bilgiye Ulaşmanın Bedeli

Adem ile Havva mutlu mesut yaşadıkları cennetten yasak meyva yedikleri için kovulmuşlardı. Buradaki meyvayı yiyen Adem ve Havva sonsuz bilgiye erişmişlerdir. Kurthan Savaşçın bu durumu şöyle anlatır: "Eva veya Havva bakire anlamına gelir yani saf varlık anlamındadır. Âdem ise ilk veya ölüm anlamına gelir. İlk varlığın Ölümle tanışması yani yeniden doğum sembolizması çok net ifade edilmektedir. Bu saf varlık yılan tarafından kandırılır. Yılan tüm ezoterik öğretilerde yeniden doğumu ve bilgiyi sembolize eder. Ancak bu kere ölüm yaşarken devrededir. Yani Eva, Eje, Ece veya Havva yaşarken Âdem yani ölümle tanışmış ve yılan yani yeniden doğmuştur"(2). Burada bilgiye erişmenin bedelinin ağır olabileceği anlatılmıştır. Farkındalık belki de cennette olmaktan bile önemlidir. Yolcu büyük bedeller de ödese gerçeğe doğru gitmek için bulunduğu bilinç düzeyinden kurtulmalıdır.

6- Yüzleşmek

Sembolik anlamda ölüp yeniden doğmak için önceki yaşamınızı gözden geçirmeniz gerekir. Farklı bir bilinç düzeyine geçebilmek için bulunduğunuz durumu anlamanız gerekmektedir ki bunu değiştirme gücünüz olsun. Korkut Keskiner bunu şöyle ifade etmiştir: "Dikkat edilecek faktörler, süjenin kendi hayatını bilinci açık olarak kendisinin görmesi ve yüzleşmesi, ve açılan dosyanın, yargısızca, yerel ve güncel doğrulardan bağımsız olarak, o tekil deneyimin seçimleriyle düzeltilmesi"(3). Pek çok inanışta ölümden sonra yaşarken yaptıklarınızın değerlendirmesi yapılır. Buna göre nasıl bir insan olduğunuz ölümden sonraki hayatınızı belirleyecektir. Belki de hepsinde heniz ölmeden kendinizle yüzleşip, geçmişinizi düzeltmek ve daha iyi bir insan olmanız için gizli bir mesaj verilmiştir. Öyle ya, yaşarken düzelmek varken son anınıza kadar günah işlemenin sonra da gidip cehennem azabı işlemenin mantığı nerede? Gerçeğe ulaşmak için yola koyulmak varken, neden düzelmeyesiniz? Bunun için ölüm ya da hesap gününü neden beklenir? İşte yaşarken ölüp, eski hayatınızı değiştirip yeni bir aydınlığa uyanmak için kendinizle yüzleşmek bu yüzden önemlidir. Yolcu gerçeği öğrenmek için çıktığı ve belkide bitmeyecek bu yolculuğu boyunca kendinle yüzleşmeye devam edecektir. Hedef erişilemez ya da hayali de olsa yolcu hedefine ulaşmak için gerçekten ölene kadar attığı her adımda hep daha iyi olacaktır.

7- Bu işin anahtarı hep gözümüzün önünde mi yoksa?

Ölmek ve yeniden doğmak pek çok inancın içerisinde ortada duruyor. Ancak biz bunu yanlış anlıyor ya da hiç anlamıyor olabilir miyiz? Belki de, inanç sistemlerinin aslında ne anlatmak istediklerini ortaya çıkarmayı hedefleyen öğretiler gerçeği bulmanın yolunu biliyordur. Serdar Öktem bu konuda şöyle demiş: "Mısır inisiyasyonu, Pisagor inisiyasyonu, Kabala, Tasavvuf, Bektaşilik, Gül Haç Cemiyeti, Masonluk vb. bize ölümlerimiz arasında ölüme doğru giden yolda yaşarken edinmemiz gereken deneyimin anahtarlarını veriyor olabilirler mi? Yani bütün bu kurumlar ölmeden ölmenin yolunu bize öğretiyor ve tarihin çok derinliklerinden gelen bir ana bilgiyi zihnimize nakşediyor olabilir mi acaba? Ruhumuzu ışığa giden yolda eğitmemiz için gereken sabrı, basireti, itidali, aklın kuvvetini bize sembollerle mi veriyorlar dersiniz?"(4). Bazen detaylarda kaybolur insan. Ancak biraz geriye çekilip tüm içeriği birlikte değerlendirme imkanı bulduğunuzda hep gözünüzün önünde duran yalın gerçeği bulabilirsiniz.

Yarın yeni bir yaşama uyanmanız ve aydınlık için çıktığınız yolculukta kaybolmamanız dileğiyle.



Dipnot:
(1) Berk Yüksel, Ezoterik İnisiasyon, 09.07.2007, http://blog.milliyet.com.tr
(2) Kurthan Savaşçın, Ezoterik Öğretilerde İkinciler, 01.06.2015,  http://savascin.com
(3) Korkut Keskiner, Ölmeden Önce Ölmek, 22.03.2016, http://www.felsefetasi.org
(4) Serdar Öktem, Ölüm, 23.03.2017, http://www.felsefetasi.org

3 Nisan 2017 Pazartesi

Hedef Neden Önemlidir


Tuvaletlerde pisuvara eklenen kara sinek resmi etrafı kirletmemeye yardımcı olur malumunuz. Aslında erkeğe hedef göstermektir o küçük sinek. Sineksiz pisuvarda nereye nişan alacağına karar vermek güçtür. Çeşitli farklı tasarımlardaki pisuvarlar eğer doğru açı ile nişan alınmadığında istenmeyen sıçramalara ve kirlenmelere neden olabilirler. Bu nedenle küçük bir sinek bu defa mide bulanmasına değil aksine önlenmesine neden olur.

Büyük ihtimalle avcı-toplayıcı dönemimizde hedeflere odaklanan erkek atalarımız daha iyi avlar yaptılar. Bunun sonucunda kabileye elleri dolu dönen erkek üyeler dişilerin daha çok dikkatini çekmiş olmalılar. Böylece hedef gözeten ve bu hedefleri vurmada başarılı olan erkeler nesillerini diğerlerine göre daha kolay devam ettirmiş olabilirler. Nesilden nesile aktarılan ve giderek güçlenen bu özellik günümüzde artık çoktan avcı-toplayıcı yaşam sitilinden vazgeçmiş olsak da hayatımızı etkiliyor.

Popüler kişisel gelişim önerileri ile dolu olan kitaplarda genellikle bahsedilen konulardan biri de bir hedefe odaklanmak üzerinedir. Örneğin, "Hayatta başarılı olmak için, ulaşılması güç bir hedef belirleyin, daha sonra da hayatınız boyunca o hedefe ulaşmak için çaba gösterin" gibi. Bir insanın başarılı olması beyninde çeşitli kimyasalların salgılanmasına neden olur. Beyin başarıyı ödüllendirir. Kendini mutlu eder. Bu durum bir tür madde bağımlılığına neden olabilir. Daha çok başarı elde etmek ve daha çok ödül peşinde koşmak dayanılmaz bir istek haline gelebilir. Ancak tüm madde bağımlılıklarında olduğu gibi zamanla beyinde üretilen madde miktarının aynı kalması, elde edilen mutluluğun azalmasına neden olur. İstenilen mutluluk derecesine erişememek de genellikle bunalıma ve endişeye neden olur.

Hedefler koymak ve onları gerçekleştirmek önemlidir elbet. ancak en az bunun kadar kendini gerçekleştirmek de önemlidir. Daha iyi bir insan olabilmek için çabalamak kendini mükemmelleştirmek için elinden geleni yapmak ve benliğini yüceltmek bir insanın mutluluğunun anahtarı olabilir. Üstelik bu yolculuğun en önemli özelliği ve keyfinin bitmemesinin yegane nedeni hedefin ütopik olmasında yatar. Ne kadar iyi olursanız olun daha iyi olmamanız için bir sınır bulunmamaktadır. Önemli olan bu yolda yolcu olmaktır. Yol hiç bitmese de.

Gördünüz mü, yalancı bir sinek bizi nereden nereye getirdi?


7 Mart 2017 Salı

Güçlü Olan Gücün Hepsini İster

Tarih boyunca, krallar büyük ölçüde güçlerini, sorgulanamaz ve daha yüce bir kuvvetten almışlardır. Bu yüzden, yaptıkları her türlü hareketin nedenine ilişkin sorgulamalara karşı verilecek cevap çok daha kolay olmuştur. Kimi zaman sorgulanmaları da mümkün olmamıştır tabi. Zaten gücü elinde tutanın gücünü daha büyük bir yerden alıyor olması kadar güven kırıcı bir durum olabilir mi? İşin özü sürüdeki Alfa erkeğin gücünün mutlaklığından geldiğinden sürüdekilerin kafalarının içerisinde oluşan durum sürünün başarısını artırmış olmalı ki, türden türe bu bir hayatta kalma avantajı olarak geçmiş olsun. Tabi farkındalık düzeyi sincabınkinden çok daha ileri olan modern insan söz konusu olunca durum biraz karışıklaşmıştır.

Söz konusu güç ve şiddet olunca, yılların Ana Tanrıçası (Kibele ya da Sibel, hatta Hintli haliyle Şiva (1) diyelim, hatta belki de Mısırlı İsis) da, tabutta attırılan rövaşata ile erkekleşivermiş ve "alfa" erkek krallar da ondan nasiplenmeye başlamışlardır. Kimi araştırmacılar "Kıble" kavramının da Kibele'den geldiğini ileri sürmektedir.

Krallar tarih boyunca genellikle kendi güçleri ile yetinmemiş, ek bir güvenliğe sığınmak ihtiyacını duymuşlardır. Bir tür geçmiş reasürans fikri olarak görebiliriz bu durumu.

Örneğin Makedonya'dan kalkıp, Anadoluyu ele geçirdikten sonra Pers İmparatorluğunu yıkan, durmayıp Afrikayı da zapteden Büyük İskender için, ünlü bir kahinin Zeus'un oğlu olduğunu söylemesi, Mısır'da Amon tapınağında tanrı Amon ile görüştüğüne ilişkin söylentiler çıkması, rastlantısal değildir. Temsilciliği az görüp, tanrılaşmaya çalıştığı için Yunan ve Makedon insanları tarafından alaya alınınca, kendisine bir nebze çeki düzen vermiştir. Ancak vazgeçmeyip, aynı şeyi tekrar, tekrar dile getirse insanların kendisine inanabilecekleri gerçeğini gözden kaçırmış olmalı. Kendisinden sonra gelen pek çok yönetici ise bu yöntemi kullanmayı zamanla öğrenmiştir.

Örnek gayet açıktır. Kralın, tanrının temsilcisi olduğu konusunda toplumdan bir itiraz gelmesi kolay değildir. Yalnız, bizzat tanrı olduğunu söylediğinde itirazlar gelebilmektedir. Ancak, kimi toplumlar, kimi şartlar altında tanrısallaşan öğreti liderlerine genellikle de öldükten sonra tanrıya dönüştükleri için fazla ses çıkartamamışlardır.

Gotama Buda Hindistan'da "uyanış" yaşayıp öğretisini insanlara anlatmış ve zaman içerisinde takipçilerinin gözünde bir tanrıya dönüşmüştür. Kendisi büyük kitlelere hükmeden bir lider olmadığından, öğretisini anlatmak dışında, tanrı olma iddiasında bulunmamıştır.


Eski Mısır'da ise durum tamamen farklıdır. Krallar genel kabul edişin de etkisiyle, zaten tanrılardan gelen evlatlardır. Dolayısıyla tanrılardır. Ancak çok tanrının bir arada olması sorun teşkil etmezken, içlerinden birinin diğerlerinden ayrılıp, en güçlü ve tek tanrıya dönüşmesi gibi radikal bir değişikliğe öncelikle ruhani teşkilat bir karşı devrimle cevap vermiştir. Tek tanrı fikrinin ilk kez ortaya çıktığı dönem Akeneton'un firavun olduğu Milattan Önce 14. yüzyılın başlarına rastlar. Gerçi öldükten sonra Amon rahipleri kendisine ilişkin tüm bilgileri ortadan kaldırmaya çalışmışlar ve 10 yaşında firavun olan Tuthankhamon eski çok tanrılı dine dönmüş ancak yine de Hz. Musa'nın öğretiyi benimseyip, takipçilerine aktarmasıyla tek tanrılı dinler halk arasında eskisine göre daha büyük bir çoğunlukla kabul görmüştür.

Tek tanrılı dinler, deklare ettikleri amaçları olan iyilik, huzur, kardeşlik gibi unsurları evrenselleşmedikleri ve genel kabul görmedikleri için pek gerçekleştirememişlerdir. Hatta tam tersine kutsal amaçları için karşı olanlara savaşlar açmışlardır. Din savaşları, kimi zaman mezhep savaşlarına dönüşmüş ve bu defa aynı dini kabul eden taraflar, birbirlerini yok etmeye çabalamıştır. Sonuç itibariyle, tarih boyunca böyle anlaşmazlıklar yüzünden çok acı çekilmiştir.

İşin aslı, yönetim erkini ve gücü ele geçirmektir. Bunun için inanç kullanıldığında, inancın ve ilahın öğretisinin tam tersi bir durum oluşmaktadır. Laik tercih bu nedenle ortaya çıkmıştır. Dinin güç erkinin oyuncağı olması önlenmeye çalışılmış ve bu sayede bir kişinin değil de, geniş insan kitlelerinin katılımıyla, birlikte yönetim daha kabul edilebilir bir hal almıştır.

Ancak, insanın yazılımı derinlerde duran "alfa erkek" doğallığını korumaktadır. Bu nedenle insanlık tarihi boyunca edinilen deneyim ve ortak akıl, zaman zaman kısa devre yapıp, fabrika ayarlarına dönme eğilimindedir. İnsan, hazır olduğu bir anda, bu durumu aşmak zorunda kalacaktır. Ancak bu yarın mı olur, 10 bin yıl sonra mı bilmek zor.

Yine de birey olarak her zaman ne tarafta olduğunuza karar vermek elinizdedir. İlkel tarafınız çekiştirip dursa da ona direnip gelişmiş kısmınızı yüceltirseniz daha iyi bir tercih olabilir. Yol uzun olabilir ama duranların geride kaldığı bir yolda, arkadan gelenlerin üzerinizden geçip gitmekten başka şansları olmayabilir.



Dipnot:
1) Bazı görüşlere göre Şiva Tanrı'nın üçüncü biçimi/yüzü, Trimurti'nin (Hint Teslisi) bir parçasıdır. Trimurti'de, Brahma yaratıcı, Vişnu koruyucu, Şiva ise yok edicidir. Her ne kadar yok etmeyi temsil etse de, olumlu bir güç olarak görülür (Kötülüğün Yok Edicisi). Bkz.

8 Şubat 2017 Çarşamba

Hiç

Neyzen Tevfik ve Nietzsche
İnsan varlığının evrende bir amacı olmayabileceği ihtimalini düşünün. İnsanda endişe yaratan bir düşünce değil mi? Dünyada yaşayan 7 milyar insanın bir varlık amacı olmayabilir mi? Ortaya çıkarttığımız eserler, uygarlığımız, uğruna ölümü bile göze alacağımız pek çok konu aslında boş şeylerden mi ibaret?

Güneş sistemimizde dolanan büyükçe bir asteroid yörüngesinden çıkıp da dünyayı üzerinde canlı yaşayamaz bir hale getirse ve yok olsak. Bu durum evrende ne gibi bir değişikliğe yol açar? "Hiç" öyle değil mi?

O halde tüm insanlığı bir yana koyduğumuzda kendi bireysel yaşantımızın amacı ne olabilir? Çin'de fakir bir sanayi kenti civarında doğsak, ömrümüz boyunca 3 metrekare bir iş yerinde biteviye çalışıp fakir doğduğumuz gibi, fakir ölmek mi? Miami de bir multi milyarderin çocuğu olarak dünyaya gelsek ve hayatımız boyunca zevk peşinde koşmaktan başka bir şey yapmaya ihtiyaç duymadan yaşayıp, dünyaya doyamadan ölmek mi?

İşte bizim yakın tarihimizden bir örnek:

Neyzen Tevfik
Sadrazam Talat Paşa, sevdiği ve perişan halinden üzüntü duyduğu Neyzen Tevfik'e devlet dairelerinin birinde katiplik önerir. Neyzen Tevfik: "Katip olacağım da, ne olacak?" diye sorar. Bu soru üzerine şaşıran Talat Paşa, memurluk katlarını alttan üste sıralar: "Önce şu, sonra bu..."
Neyzen'in hala hoşnut olmadığını sezince de, şöyle sürdürür: "Daha sonra vekil, nazır, kim bilir belki de sadrazam... "Neyzen'in yanıtı yine bir soru olur: "Ya sonra?"
Talat Paşa, bir an duraksar, "sonrası" padişahlıktır çünkü. İster istemez: "Hiç!" der. Bu yanıt karşısında Neyzen Tevfik güler ve şöyle der: "Ben bugün de "hiç"im! Sonu "hiç" olduktan sonra, onca zahmete katlanmaya ne gerek var?"

Hiçlikten hiçliğe bir yolculuğa, yaşamak mı diyoruz? Yoksa, Neyzen Tevfik gibi özel bir konumda durup, hayatı farklı bir pencereden mi görüyoruz? Belki de, o boşluğu ömrümüz boyunca kendimizce anlamlı uğraşlarla doldurup eserler veriyoruz. Kendimize hikayeler anlatıp, sonra onlara kendimiz inanıyoruz.

Gerçekten, ne istediğimizi biliyor muyuz? Şöyle bir dünyada yaptıklarımıza bakın. İnsanlık tarihi yapmaktan çok yıkmak üzerine yazılmamış mı? İçinde yaşamak için muhtaç olduğumuz çevreye yaptıklarımızı bir düşünün. Birbirimize yaptıklarımızı düşünün. İnsan ne istiyor?

Delphi'deki tapınağın duvarında yazan "Kendini Bil" sözü acaba Yuval Noah Harari'inin Sapiens isimli kitabında bahsettiği gibi "ortalama insanın kendisiyle ilgili cahil olduğu ve gerçek mutluluğu da bilemeyeceği" (s. 384) anlamına mı gelmektedir?

Yaşama anlamı biz katarız. Friedrich Nietzsche “If you know the why, you can live any how.” "Yaşamak için bir sebebiniz varsa, her şeyle baş edebilirsiniz" demiştir. O nedeni ortaya çıkartmak yine bizim elimizde.

Büyük patlama olmadan hemen önce ne vardı? Hiç...

24 Ocak 2017 Salı

İnsan Uygarlığı ve Bilgi Aktarmanın İncelikleri

Michelangelo'nun Adem'in Yaratılışı Resmindeki Sır

Eğer evinizde bir evcil arkadaş besliyorsanız, onlarında duyguları olduğu ve düşünebildiklerini yakından deneyimlemiş olabilirsiniz. Hayvanlar düşündüğümüzden çok daha fazla bize benzer. Peki insanın diğer hayvanlardan ayrılıp, dünyaya hakim olup, bir teknoloji uygarlığı oluşturmasına ne sebep oldu?

Beslenme Etkisi

İnsan beyni, vücudun besinlerden aldığı enerjinin önemli bir miktarını tüketir. Muhtemelen ateşte pişirme sayesinde beyin için ihtiyaç duyulan bu yüksek enerji miktarını sağlamak mümkün olmuştur. Sebzeleri pişirdiğinizde onların içerisindeki nişastanın değişmesini ve vücutta daha kolay enerjiye çevrilebilen bir hal almasını sağlarsınız. Bu nedenle pişmemiş kilolarca havuç yeseniz de önemli miktarda enerji alamasanız da pişirip yediğinizde kolayca kilo alabilecek kadar fazla enerji sağlar. Dr. Robert Atkins diyetinde pişmiş havuç yenilmesi tabu olan bir besindir. Zira bu diyet karbonhidrat tüketimini keserek kilo kaybı sağlar. Bu diyet kalp sağlığını tehdit ettiği gerekçesiyle önemli eleştiriler alsa da enerjinin pişmiş besinlerdeki karbonhidrattan alındığını göstermesi açısından dikkat çekicidir. Yüksek enerjili besinler almak insan beyninin daha iyi düşünebilmesini sağlamış olabilir. Bu açıdan pişirme insanın daha zeki bir hale gelmesine neden olmuştur denilebilir.

Konuşma ve hafıza

İnsan kısa ömrü boyunca öğrendiklerini sonraki nesillere aktarmayı öncelikle konuşma becerisi sayesinde başarmıştır. Ancak insan hafızası bir kaç önemli eksiğe sahiptir.

- Unutabilir.
- Hatırlarken yanlışlar yapabilir.
- Etkilenebilir.
- Kimileri hastalanan beyinlerinin etkisiyle olmayan şeyleri gerçek sanabilir.
- Var olan yerine, ideal olanı fark etmeden koyabilir. Birkaç nesil sonra, eskiden hiç gerçekleşmemiş bir durum gerçek olarak kabul görebilir.

Bu olumsuz durumlar daha güvenir bir veri kaydetme şekli gerektirmiştir.

Yazı Etkisi

Yazı hafızanın zayıflıklarına bir çözüm olarak ortaya çıkartılmış olabilir. Öncelikle ticari anlaşmalar ve hukuki durumlar yazılarak bozulmadan kalıcı olarak kayıt tutulması amaçlanmıştır. Daha sonra tarihi kayıtlar yazı ile geleceğe bırakılmaya çalışılmıştır. Böylece elde edilen bilginin saklanması ölümlü zihinlerden göreli olarak daha kalıcı olan başka ortamlara taşınmıştır.

Yazı da birkaç önemli eksiğe sahiptir.

- Saklanması zordur. Taşa kazınsa bir şekilde yok edilebilir. Diğer ortamlardaki saklanma şekli de belirli süreli sınırlamalara sahiptir.
- Tekrar yazılması gerekebilir. Bu durumda anlam kaybına ve değişikliğe uğrayabilir.
- Zamanla anlaşılırlığı ortadan kalkabilir. Dil gelişir ve değişir. Bu yüzden bir kaç yüzyıl sonra bir metin hala yazıldığı zamandaki gibi anlaşılır kalmayabilir.
-  Yazı yok edildiğine eğer tek nüshası kalmışsa bilgi de yok olur.

Yazılı metinlerin eksiklikleri bilginin korunması gerektirmiştir. Ezoterik öğretiler böylece tarih sahnesine çıkmış olabilirler. Bir bilgiyi saklamak onu herkesin erişiminden uzaklaştırmak anlamına gelir. Bilgiye sadece onu hak edenler ulaşabilirler. O nedenle ezoterik öğretilere giren kişiler bu bilgileri belli bir zaman içerisinde kademe kademe öğrenerek bilginin değerini de anlayabilirler. Bilgiyi biraz daha uzun süre değişmeden saklayabilmenin bir yolu olsa da, bir kaç önemli sorun oluşabilir. Örneğin tüm grup bir şekilde ortadan kaldırılsa özenle saklanan bilgi de yok olacaktır.

Matbaa ve Kitap

Matbaa yazılı kayıt yapmak için önemli bir kolaylık sağlamıştır. Artık bilgi kısıtlı sayıda değil, çok sayıda kopya olarak çoğalır. Bu kaybolmayı zorlaştırdığı gibi bilgiye ulaşımı da kolay ve ucuz bir hale getirmiştir. Artık bilgiye ulaşmak için tek ihtiyacınız onunla ilgili olan kitaplara ulaşıp öğrenmektir. Aynı zamanda bilginin yeniden üretimi de daha kolay hale gelmiştir. Böylece geliştirilen hali ile bilgiyi yeniden yayınlamak ve geliştirdikçe bunu tekrarlamak kolaydır.

Yine de eksik yönleri vardır
- Kitap ve sayfalarının ömrü sınırlıdır.
- Bilgiyi nesilden nesile aktarabildiği gibi çöp içeriği de aktarabilir.
- Yok edilmesi sayıca nüshalarının çokluğu nedeniyle zor da olsa imkansız değildir.

Bilgisayar ve İnternet

Bilgiye ulaşımı küresel bir hale getiren bu teknolojiler kuşkusuz ilerlemeyi hızlandırmıştır. İnanılmaz miktarda bilgi küresel ağda güvenli bir şekilde saklanabilir. Çöp içerik daha önce hiç olmadığı kadar çoğalmıştır. Ancak gerçekten bilgi de aynı şekilde çoğalmıştır. Kısa sürede araştırma yapmayı öğrenmeniz halinde aradığınız bilgiyi bulmanız ve çalışmalarınızı yayınlamanız mümkündür.

Tabi ki bu teknolojilerinde bazı eksikleri vardır:
- Elektrik bağımlısıdır. Saklamak için olmasa bile işlemek ve yeniden oluşturmak için elektriğe ihtiyaç duyar.
- Saklanma ortamları yedeklenmelidir. Veri kaybı ihtimali bu teknolojilerin en önemli zayıf halkasıdır.
- Bilgi gizliliği önemli bir sorun. Bilgiler her an değiştirilme, yok edilme, ve kaybedilme riski taşıyor.

Akıl ve süzgeci 

İnsanlık tarihi boyunca oluşturulmuş tüm içerik ve bilgi insan beyninin ürünüdür. İyi eğitilmiş ve iyi çalışan beyinler bilginin yeniden üretilmesini, yeni bilgiler üretilmesini ve insan uygarlığının gelişmesini sağlayacaktır. Günümüzde aşılması gereken önemli bir nirengi noktası bulunmaktadır. Bilgi bulutu gürültüsü içindeki gerçek bilgiyi ayırmak ve anlamak. Bu öylesine zor ki belki de bizi en çok zorlayabilecek kısım bu.

Yine de aklınızı kullanarak bilgiyi akıl kendi süzgecinizden geçirmeli, öğrendiklerinizi sorgulamalı ve kimi zaman baktığınız sıradan yerlerdeki gerçeği görmelisiniz.

Eğlenceli Bir Yaradılış Resmi Hikayesi

Kimi zaman insan gözünün önünde duran bir cevabı bile bulmakta zorlanabiliyor. İşte size bir örneği. Ünlü sanatçı Michelangelo 1508-1512 yılları arasında Sistine Şapeli'nin tavanına Tanrının insanı yaratışı ile ilgili bir resim yapmıştır. Ademin Yaradılışı isimli bu harika eserde tanrının Adem'e can veriş anı canlandırılmıştır.
Kompozisyon olabildiğince açıklığı ile gözlerinizin önündedir. Tanrı cenneti temsil eden bir yerde arkasında meleklerle birlikte gökte duruyor gibidir. Yerde sereserpe uzanmış, besili ve biraz da mahmur duran Adem'in eline uzanmış olan Tanrı, ona dünyada varlık olabilmesi için her neye ihtiyacı varsa aktarıyor gibidir.

70'li yıllarda çevrilmiş bir film vardı. Westworld isimli. Dev bir eğlence parkında insanlar parkın robotlarının oluşturduğu ortamda Amerikanın tarihi vahşi batı temasında kovboylar devrinde her türlü vahşi zevklerini tatmin ederlerken robotların içinde çıkan kendinin farkına varmış, bilinçli bazı robotlar filmin gidişini bir anda değiştirip beklenmedik bir sonla sizi karşılamışlardı. Bu film 2016'da bir dizisi yapıldı. İzlemediyseniz tavsiye ederim. Dizinin birinci sezonunun son bölümünde Antony Hopkins'in canlandırdığı karakter, Adem'in Yaradılışı tablosu ile ilgili şaşırtıcı iddiadan burada bahsediyor. Frank Meshberger isimli bir doktor, resimde Tanrının arkasında duran şekille birlikte oluşan görüntünün aslında insan beyninin kesit görüntüsü olduğunu ileri sürmüştür. Bu durumda, yaradılış konusunun insan beyninin ürünü olduğu açıkça resmedilmiş olabilir.

Bu görüşe alternatif olarak bir Sanat Tarihçisi olan Adrian Stokes bu şeklin insan rahmine benzediğini 1955'de dile getirmiştir. Mayo Clinic Proceedings isimli Aylık Tıp Dergisinde bu görüşün doğru olabileceği, bir rahim resmi ile üst üste bindirildiğinde ortaya çıkan benzerlikten bahseden bir makalede anlatılmıştır (2015). Böyle ise bir insanın dünyaya gelişi oldukça yalın bir halde (insanın, insandan doğduğu) ifade edilmiş olabilir.

Her iki durum için de, ortaya çıkartılmış muhteşem eser dönemin din adamlarını mutlu edip, yüklü bir ödeme yapmalarına neden olmuşsa da, sanatçının kendi aklındaki gerçeği tüm çıplaklığıyla orta yere aktarmasına engel olmamıştır. İşin ilginç yanı bu anlatılmaya çalışılan durumun farkına 500 yıl sonra varmış olmamız. Koca insan uygarlığı 500 yıl boyunca 10 - 12 nesil geçmiş olmasına ve milyarlarca göz bu resmi görmesine rağmen, resimdeki gizli anlamı henüz yeni fark etmiş olabiliriz. Bu durum sizce sadece basit bir sanatçı muzipliği mi? Eğer öyleyse, Michelangelo o sıralar çok eğlenmiş olmalı.

İnsanlık tarihi ve binlerce yılda oluşturduğumuz uygarlığımız kim bilir, bunun gibi kaç örnekle doludur? Sanırım bundan sonra çevremizdeki sıradan gibi görünen şeylere daha dikkatli bakmakta fayda var.


Gerçek ve Hakikat

Hakikat kırılgandır ve kişiden kişiye değişir gerçekse nispeten daha sağlam bir kavramdır. Örneğin kapalıyken televizyonun kumandasının açma...